Medine döneminde inmiştir. 200 âyettir. Sûre, adını 33. âyette geçen “Âl-i İmrân” tamlamasından almıştır. Âl-i İmrân, İmrân ailesi demektir.

الم ﴿١﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-1. AYET (Meâlleri Kıyasla): Elif lâm mîm.

ElifLâmMîm.

اللّهُ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ ﴿٢﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-2. AYET (Meâlleri Kıyasla): Allâhu lâ ilâhe illâ huvel hayyul kayyûm(kayyûmu).

Allah: yoktur O’ndan başka ilâh; Hayy (ezelîebedî mutlak hayat sahibi)dir; Kayyûm (varlığı hem kendinden, hem de kendi kendine kaim olan)dır.

نَزَّلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقاً لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَأَنزَلَ التَّوْرَاةَ وَالإِنجِيلَ ﴿٣﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-3. AYET (Meâlleri Kıyasla): Nezzele aleykel kitâbe bil hakkı musaddikan limâ beyne yedeyhi ve enzelet tevrâte vel incîl(incîle).

O, sana Kitabı gerçeğin ta kendisi olarak, kendisine hiçbir bâtıl yol bulamayacak tarzda, hak bir gaye için ve kendinden önce indirilen bütün kitapları (aslî halleri, halâ ihtiva ettikleri gerçekler ve İlâhî kaynakları itibariyle) tasdik edici olarak fasıl fasıl indirmektedir; nitekim Tevrat’ı ve İncil’i de indirmişti,

مِن قَبْلُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَأَنزَلَ الْفُرْقَانَ إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِآيَاتِ اللّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَاللّهُ عَزِيزٌ ذُو انتِقَامٍ ﴿٤﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-4. AYET (Meâlleri Kıyasla): Min kablu huden lin nâsi ve enzelel furkân(furkâne), innellezîne keferû bi âyâtillâhi lehum azâbun şedîd(şedîdun), vallâhu azîzun zuntikâm(zuntikâmin).

Daha önce insanlar için dupduru hidayet kaynağı olarak; ve (en son ve bağlayıcı mahiyette hakla bâtılı, doğru ile eğriyi ayıran ölçüler bütünü) Furkan’ı indirdi. Allah’ın (hak ve hidayet kaynağı) âyetlerini bile bile örtüp gizleyen ve kabul etmeyenler yok mu: onlar için pek çetin bir azap vardır. Allah, izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galiptir; (bağışlanmaz türde ve bilhassa küfür gibi, şirk gibi en büyük zulme karşı) aman vermez mukabelesi olandır.

إِنَّ اللّهَ لاَ يَخْفَىَ عَلَيْهِ شَيْءٌ فِي الأَرْضِ وَلاَ فِي السَّمَاء ﴿٥﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-5. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnallâhe lâ yahfâ aleyhi şey’un fîl ardı ve lâ fîs semâ’(semâi).

O Allah ki, O’na yerde de gökte de hiçbir şey gizli kalmaz.

هُوَ الَّذِي يُصَوِّرُكُمْ فِي الأَرْحَامِ كَيْفَ يَشَاء لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿٦﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-6. AYET (Meâlleri Kıyasla): Huvellezî yusavvirukum fîl erhâmi keyfe yeşâ’(yeşâu), lâ ilâhe illâ huvel azîzul hakîm(hakîmu).

O’dur rahimlerde size dilediği şekli veren. Azîz (izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip), Hakîm (her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunan) O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.

هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ ﴿٧﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-7. AYET (Meâlleri Kıyasla): Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlihi, ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).

O’dur Sana (bu mucize) Kitabı indiren: onda muhkem âyetler vardır ki, onlar Kitab’ın anasıdır; diğer âyetleri ise müteşabihtir. Fakat kalblerinde eğrilik olanlar, nasıl fitne çıkarıp insanları saptırırız, nasıl onun (gaye ve arzumuza göre) bir te’vilini bulabiliriz diye müteşabih olanların peşine düşerler. Halbuki onun gerçek te’vilini ancak Allah bilir ve ilimde kökleşip derinleşenler de, “Biz, o Kitabın tamamına inandık, (muhkemiyle, müteşabihiyle) hepsi Rabbimizin katındandır.” derler. İşte, ancak gerçek akıl ve idrak sahipleridir ki, düşünür ve gerekli dersi alırlar.

رَبَّنَا لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِن لَّدُنكَ رَحْمَةً إِنَّكَ أَنتَ الْوَهَّابُ ﴿٨﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-8. AYET (Meâlleri Kıyasla): Rabbenâ lâ tuziğ kulûbenâ ba’de iz hedeytenâ veheb lenâ min ledunke rahmeh(rahmeten), inneke entel vehhâb(vehhâbu).

(Ve o gerçek akıl ve idrak sahipleri, şöyle yalvarırlar): “Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalbimizi eğriltme ve (Rabbimiz, Sen’in rahmetin olmadan ayakta kalmamız mümkün değildir; o halde) bize Kendi katından bir rahmet bağışla. Şüphesiz ki Vehhâb (bağışı pek bol olan)’sın Sen.

رَبَّنَا إِنَّكَ جَامِعُ النَّاسِ لِيَوْمٍ لاَّ رَيْبَ فِيهِ إِنَّ اللّهَ لاَ يُخْلِفُ الْمِيعَادَ ﴿٩﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-9. AYET (Meâlleri Kıyasla): Rabbenâ inneke câmiun nâsi li yevmin lâ raybe fîh(fîhî), innallâhe lâ yuhliful mîâd(mîâde).

“Rabbimiz, Sen, insanları geleceğinde asla şüphe olmayan bir günde mutlaka bir araya toplayacaksın. Hiç kuşkusuz Allah, verdiği sözden dönmez.”

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَن تُغْنِيَ عَنْهُمْ أَمْوَالُهُمْ وَلاَ أَوْلاَدُهُم مِّنَ اللّهِ شَيْئًا وَأُولَئِكَ هُمْ وَقُودُ النَّارِ ﴿١٠﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-10. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnellezîne keferû len tuğniye anhum emvâluhum ve lâ evlâduhum minallâhi şey’â(şey’en), ve ûlâike hum vekûdun nâr(nâri).

O küfredenlerin malları da çocukları da Allah karşısında kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır. Onlardır Ateş’in yakıtı olanlar.

كَدَأْبِ آلِ فِرْعَوْنَ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا فَأَخَذَهُمُ اللّهُ بِذُنُوبِهِمْ وَاللّهُ شَدِيدُ الْعِقَابِ ﴿١١﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-11. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ke de’bi âli fir’avne, vellezîne min kablihim kezzebû bi âyâtinâ, fe ehazehumullâhu bi zunûbihim vallâhu şedîdul ıkâb(ıkâbi).

Tıpkı Firavun oligarşisiyle daha öncekilerin durumu gibi: âyetlerimizi yalanlamışlardı da Allah, günahları sebebiyle kendilerini kıskıvrak yakalayıvermişti. Allah, cezalandırması çok çetin olandır.

قُل لِّلَّذِينَ كَفَرُواْ سَتُغْلَبُونَ وَتُحْشَرُونَ إِلَى جَهَنَّمَ وَبِئْسَ الْمِهَادُ ﴿١٢﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-12. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul lillezîne keferû se tuglebûne ve tuhşerûne ilâ cehennem(cehenneme), ve bi’sel mihâd(mihâdu).

(Din’i tahrif etmek ve insanları saptırmak için Kitap’taki müteşabih âyetlerin peşine düşen ve onları keyiflerince yorumlamaya kalkan Kaynuka Oğulları Yahudilerinden) o küfredenlere de ki: “Yakında mağlûp edilecek ve topluca Cehennem’e sürüleceksiniz; ne fena yataktır o!”

قَدْ كَانَ لَكُمْ آيَةٌ فِي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَا فِئَةٌ تُقَاتِلُ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَأُخْرَى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُم مِّثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِ وَاللّهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِهِ مَن يَشَاء إِنَّ فِي ذَلِكَ لَعِبْرَةً لَّأُوْلِي الأَبْصَارِ ﴿١٣﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-13. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kad kâne lekum âyetun fî fieteynil tekatâ fietun tukâtilu fî sebîlillâhi ve uhrâ kâfiratun yeravnehum misleyhim ra’yel ayn(ayni), vallâhu yûeyyidu bi nasrihî men yeşâ’(yeşâu) inne fî zâlike le ibreten li ulîl ebsâr(ebsâri).

(Bedir’de) karşı karşıya gelen o iki toplulukta sizin için hiç şüphesiz bir ibret vardı: bir topluluk Allah yolunda savaşırken, diğeri kâfirdi ve (savaş esnasında karşılarındaki mü’minleri) baş gözleriyle olduklarının iki katı görüyorlardı. Allah, dilediğini yardımıyla destekler ve güçlendirir. Elbette bunda görecek gözleri olanlar için kesin bir ibret vardır.

زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاء وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذَلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاللّهُ عِندَهُ حُسْنُ الْمَآبِ ﴿١٤﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-14. AYET (Meâlleri Kıyasla): Zuyyine lin nâsi hubbuş şehevâti minen nisâi vel benîne vel kanâtîril mukantarati minez zehebi vel fıddati vel haylil musevvemeti vel en’âmi vel hars(harsi), zâlike metâul hayâtid dunyâ, vallâhu indehu HUSNUL MEÂB(meâbi).

İnsanlar, mahiyetleri itibariyle, (bilhassa erkekler için olmak üzere) kadınlardan, evlâttan, kantar kantar altın ve gümüşten (yığın yığın paradan), salma güzel atlardan, (davarlar ve sığır gibi) ehlî hayvanlardan, ekinler ve kazançtan yana şiddetli tutku ve beklentiler içindedirler. Oysa bunlar, dünya hayatının geçimliğinden ibaret olup, takip edilmesi gereken gerçek hedef ve gayenin güzel olanı Allah katındadır.

قُلْ أَؤُنَبِّئُكُم بِخَيْرٍ مِّن ذَلِكُمْ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا عِندَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَأَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِّنَ اللّهِ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ ﴿١٥﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-15. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul e unebbiukum bi hayrın min zâlikum, lillezînettekav inde rabbihim cennâtun tecrî min tahtıhel enhâru hâlidîne fîhâ ve ezvâcun mutahharatun ve rıdvânun minallâh(minallâhi), vallâhu basîrun bil ıbâd(ıbâdi).

De ki: “Size (büyük bir ihtirasla bağlandığınız) bu şeylerden daha hayırlısını haber vereyim mi? Allah’a karşı gelmekten sakınıp takva dairesine girenler için Rabbileri katında (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan ve içlerinde ebedî kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah’ın hoşnutluğu vardır. Allah, kulları(nı) hakkıyla görendir.

الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا إِنَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ ﴿١٦﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-16. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ellezîne yekûlune rabbenâ innenâ âmennâ fagfir lenâ zunûbenâ ve kınâ azâben nâr(nâri).

Ki, (o kulların içinde takva dairesine girmiş olanlar), hep şöyle yalvarırlar: “Rabbimiz, biz iman ettik; ne olur günahlarımızı bağışla ve bizi Ateş’in azabından koru!”

الصَّابِرِينَ وَالصَّادِقِينَ وَالْقَانِتِينَ وَالْمُنفِقِينَ وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالأَسْحَارِ ﴿١٧﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-17. AYET (Meâlleri Kıyasla): Es sâbirîne ves sâdıkîne vel kânitîne vel munfikîne vel mustagfirîne bil eshâr(eshâri).

(Başlarına gelen musibetler karşısında, ibadete devamda ve günahlardan sakınmada) sabırlıdırlar; (sözlerinde ve davranışlarında, iman ve ahdlerinde) sadıktırlar; (Allah’ın huzurunda) boyun eğip divan duranlardır; (Allah’ın kendilerine verdiği bütün nimetlerden O’nun yolunda) infakta bulunanlardır; seherlerde istiğfar edenlerdir.

شَهِدَ اللّهُ أَنَّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ وَالْمَلاَئِكَةُ وَأُوْلُواْ الْعِلْمِ قَآئِمَاً بِالْقِسْطِ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿١٨﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-18. AYET (Meâlleri Kıyasla): Şehidallâhu ennehû lâ ilâhe illâ huve, vel melâiketu ve ulûl ilmi kâimen bil kıst(kıstı), lâ ilâhe illâ huvel azîzul hakîm(hakîmu).

Allah şahittir ki, başka ilâh yok, ancak O vardır; bütün melekler ve kendilerine ilim verilmiş olanlar da, tam bir doğruluk, adalet ve hakkaniyet içinde (aynı gerçeğe şahittirler). Azîz (izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip), Hakîm (her hüküm ve işinde pek çok hikmetler bulunan) O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.

إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَن يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللّهِ فَإِنَّ اللّهِ سَرِيعُ الْحِسَابِ ﴿١٩﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-19. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnned dîne indâllâhil islâm(islâmu), ve mâhtelefellezîne ûtûl kitâbe illâ min ba’di mâ câehumul ilmu bagyen beynehum, ve men yekfur bi âyâtillâhi fe innallâhe serîul hısâb(hısâbı).

Allah katında (hak ve makbul) din ancak İslâm’dır. Önceden kendilerine Kitap verilmiş olanlar, (başka bir zaman değil,) ancak kendilerine hem de (doğru ile yanlışı, ne yaparlarsa ne ile karşılacaklarını bildiren vahyî) ilim geldikten sonra sadece aralarındaki bağy (haset ve rekabetten kaynaklanan karşılıklı tecavüz) sebebiyle ihtilâfa düştüler. Kim Allah’ın âyetlerini bile bile örtüp gizliyor ve inkâra yelteniyorsa, bilsin ki Allah, hesabı pek çabuk görendir.

فَإنْ حَآجُّوكَ فَقُلْ أَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلّهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِ وَقُل لِّلَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ وَالأُمِّيِّينَ أَأَسْلَمْتُمْ فَإِنْ أَسْلَمُواْ فَقَدِ اهْتَدَواْ وَّإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلاَغُ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ ﴿٢٠﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-20. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebeani, ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâgu, vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).

(Bu gerçeğe rağmen) halâ inat edip seninle münakaşaya tutuşuyorlarsa, (onlara) de: “Ben, bütün varlığımla Allah’a teslim oldum; bana uyanlar da (aynı şekilde teslim oldular.)” Önceden kendilerine Kitap verilmiş olanlarla, Kitap’tan habersiz, ilimden yoksun olup da yanlış yollarda gidenlere, “Siz de aynı şekilde teslim oldunuz mu?” de. Eğer teslim olmuşlarsa, şüphesiz hidayete ermişler, doğru yolu bulmuşlar demektir. Eğer yüz çeviriyorlarsa, sana düşen sadece tebliğ etmek (sözünle ve yaşayışınla Hak Din’i eksiksiz, kusursuz göstermektir). Zaten (ne söylüyorlar, ne yapıyorlarsa) Allah, kulları(nı) hakkıyla görmektedir.

إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَيَقْتُلُونَ الِّذِينَ يَأْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِ فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ ﴿٢١﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-21. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnellezîne yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûnen nebiyyîne bi gayri hakkın ve yaktulûnellezîne ye’murûne bil kıstı minen nâsi, fe beşşirhum bi azâbin elîm(elîmin).

Allah’ın âyetlerini bile bile gizleyip sonra da inkâra yeltenenler ve (kendilerine gönderilen) peygamberleri hakhukuk gözetmeksizin öldürüp duranlar, bununla da kalmayarak, insanlar içinde tam doğruluk ve adaleti yayıp yerleştirmeye çalışanları da öldürenler var ya: işte onları pek acı bir azapla müjdele!

أُولَئِكَ الَّذِينَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ ﴿٢٢﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-22. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ulâikellezîne habitat a’mâluhum fîd dunyâ vel âhirah(âhirati), ve mâ lehum min nâsırîn(nâsırîne).

Onlar öyle kimselerdir ki, bütün yaptıkları dünyada da Âhiret’te de boşa gitmiştir ve (yaptıklarından kendilerine fayda temin edecek ve onları azaptan kurtaracak) hiçbir yardımcıları da yoktur.

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ أُوْتُواْ نَصِيبًا مِّنَ الْكِتَابِ يُدْعَوْنَ إِلَى كِتَابِ اللّهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ يَتَوَلَّى فَرِيقٌ مِّنْهُمْ وَهُم مُّعْرِضُونَ ﴿٢٣﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-23. AYET (Meâlleri Kıyasla): E lem tera ilellezîne ûtû nasîben minel kitâbi yud’avne ilâ kitâbillâhi li yahkume beynehum summe yetevellâ ferîkun minhum ve hum mu’ridûn(mu’ridûne).

Bakmaz mısın şu kendilerine Kitap’tan bir pay verilenlere! Aralarında (baş gösteren meselelerde) hükmetmek üzere Allah’ın Kitabı’na davet edildikleri (ve onun hükümlerine göre muhakeme olundukları halde), sonra içlerinden bir grup yüz çevirerek dönüp gitmektedir.

ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُواْ لَن تَمَسَّنَا النَّارُ إِلاَّ أَيَّامًا مَّعْدُودَاتٍ وَغَرَّهُمْ فِي دِينِهِم مَّا كَانُواْ يَفْتَرُونَ ﴿٢٤﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-24. AYET (Meâlleri Kıyasla): Zâlike bi ennehum kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dûdât(ma’dûdâtin), ve garrahum fî dînihim mâ kânû yefterûn(yefterûne).

Şundan dolayı ki, onlar “Ateş bize sayılı birkaç gün dışında asla dokunmayacak!” diye iddia etmekte (ve Kitabın hükmünden yüz çevirmekle azaba uğramayacaklarını zannetmektedirler). Uydurageldikleri bu türlü yalanlar, Allah’a attıkları bu türlü iftiralar, onları dinleri mevzuunda işte böyle aldatmaktadır.

فَكَيْفَ إِذَا جَمَعْنَاهُمْ لِيَوْمٍ لاَّ رَيْبَ فِيهِ وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَّا كَسَبَتْ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ ﴿٢٥﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-25. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe keyfe izâ cema’nâhum li yevmin lâ raybe fîhi ve vuffiyet kullu nefsin mâ kesebet ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne).

Onları, geleceğinde hiçbir şüphe olmayan, herkes dünyada ne kazanmışsa kendisine tastamam geri ödeneceği ve kimseye en küçük bir haksızlığın yapılmayacağı (dehşetli) bir günde toplayıp bir araya getirdiğimizde halleri ne olacak (bir bilseler)!

قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿٢٦﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-26. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kulillâhumme mâlikel mulki tû’til mulke men teşâu ve tenziul mulke mimmen teşâ’(teşâu), ve tuizzu men teşâu ve tuzillu men teşâ’(teşâu, bi yedikel hayr(hayru), inneke alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).

De ki: “Allah’ım, ey mülk ve hakimiyetin yegâne mâliki! Sen, mülkü dilediğine verir ve mülkü dilediğinden çekip alırsın; kimi dilersen aziz eder, kimi de dilersen zelil edersin! Sen’in elindedir ancak hayır. Şüphesiz Sen, her şeye hakkıyla güç yetirensin.

تُولِجُ اللَّيْلَ فِي الْنَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الَمَيَّتَ مِنَ الْحَيِّ وَتَرْزُقُ مَن تَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿٢٧﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-27. AYET (Meâlleri Kıyasla): Tûlicul leyle fîn nehâri ve tûlicun nehâra fîl leyl(leyli), ve tuhricul hayya minel meyyiti ve tuhricul meyyite minel hayy(hayyi), ve terzuku men teşâu bi gayri hısâb(hısâbın).

“Geceyi gündüze katarsın ve gündüzü de geceye katarsın; ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın ve kimi dilersen ona hesapsız rızık verirsin.”

لاَّ يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُوْنِ الْمُؤْمِنِينَ وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللّهِ فِي شَيْءٍ إِلاَّ أَن تَتَّقُواْ مِنْهُمْ تُقَاةً وَيُحَذِّرُكُمُ اللّهُ نَفْسَهُ وَإِلَى اللّهِ الْمَصِيرُ ﴿٢٨﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-28. AYET (Meâlleri Kıyasla): Lâ yettehizil mu’minûnel kâfirîne evliyâe min dûnil mu’minîn(mu’minîne), ve men yef’al zâlike fe leyse minallâhi fî şey’in illâ en tettekû minhum tukâta(tukâten), ve yuhazzirukumullâhu nefseh(nefsehu), ve ilallâhil masîr(masîru).

Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kâfirleri (işlerine vekil, müsteşar, başlarında idareci ve küfürleri sebebiyle) dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa (bilsin ki o), kaynağı Allah olan bir yol, bir sistem üzerinde değildir ve Allah’tan göreceği bir yardım ve sahiplenme de yoktur; ancak (hakim konumda bulunan) o kâfirlerden (dininize, toplumunuza, mukaddeslerinize ve canınıza gelecek önemli bir tehlikeden) bir şekilde korunmanız hali müstesna. Her halükârda Allah, sizi Kendisi’ne karşı gelmekten sakındırır. (Başkasına değil,) ancak Allah’adır nihaî varış.

قُلْ إِن تُخْفُواْ مَا فِي صُدُورِكُمْ أَوْ تُبْدُوهُ يَعْلَمْهُ اللّهُ وَيَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأرْضِ وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿٢٩﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-29. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul in tuhfû mâ fî sudûrikum ev tubdûhu ya’lemhullâh(ya’lemhullâhu), ve ya’lemu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).

(Mü’minlere) de ki: “Sinelerinizdekini gizleseniz de, açığa da vursanız da Allah onu bilmektedir; O, göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini bilir. Allah, her şeye hakkıyla güç yetirendir.”

يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُّحْضَرًا وَمَا عَمِلَتْ مِن سُوَءٍ تَوَدُّ لَوْ أَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُ أَمَدًا بَعِيدًا وَيُحَذِّرُكُمُ اللّهُ نَفْسَهُ وَاللّهُ رَؤُوفُ بِالْعِبَادِ ﴿٣٠﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-30. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yevme tecidu kullu nefsin mâ amilet min hayrin muhdâran, ve mâ amilet min sû’(sûin), teveddu lev enne beynehâ ve beynehû emeden baîdâ(baîden), ve yuhazzirukumullâhu nefseh(nefsehu), vallâhu raûfun bil ıbâd(ıbâdi).

Gün gelir, her şahıs (dünyada iken) hayır adına ne işlemişse önünde hazır bulur; kötülük adına ne işlemişse de. İster ki, o kötülükle kendisi arasında upuzun bir mesafe olsun! Allah, sizi Kendisi’ne karşı gelmekten sakındırıyor. Allah, kullar(ın)a pek çok acıyandır.

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿٣١﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-31. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).

(Ey Rasûlüm, onlara) de: “Eğer Allah’ı seviyorsanız, o halde bana tâbi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” Allah, (günahları) çok bağışlayandır; (bilhassa mü’minlere karşı hususî) rahmet ve merhameti pek bol olandır.

قُلْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ فإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الْكَافِرِينَ ﴿٣٢﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-32. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul etîûllâhe ver resûl(resûle), fe in tevellev fe innallâhe lâ yuhibbul kâfirîn(kâfirîne).

Yine, de: “Allah’a itaat edin ve (bu itaatın gereği olarak) Rasûl’e de.” (Senin bu çağrına rağmen) yüz çevirip giderlerse (bil ki, bu çağrıdan ancak kâfirler yüz çevirir ve onlar da bilsinler ki) Allah, kâfirleri sevmez.

إِنَّ اللّهَ اصْطَفَى آدَمَ وَنُوحًا وَآلَ إِبْرَاهِيمَ وَآلَ عِمْرَانَ عَلَى الْعَالَمِينَ ﴿٣٣﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-33. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnallâhestafâ âdeme ve nûhan ve âle ibrâhîme ve âle imrâne alel âlemîn(âlemîne).

(Eğer, sana ve peygamberlerden bazılarına inanmıyorlarsa, şu bir gerçek ki Allah, risaleti dilediğine verir ve) şüphesiz Allah, Âdem’i, Nuh’u, İbrahim Ailesi’ni ve İmran Ailesini (insanlık içinde) bizzat süzüp tertemiz bir hülâsa kılmış ve bütün insanlar, bütün milletler üzerine seçip tercih etmiştir

ذُرِّيَّةً بَعْضُهَا مِن بَعْضٍ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ ﴿٣٤﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-34. AYET (Meâlleri Kıyasla): Zurriyyeten ba’duhâ min ba’d(ba’din), vallâhu semîun alîm(alîmun).

Birbirlerinden gelen (aynı inanç üzerinde) tek bir nesil olarak. (Bu bakımdan, peygamberlere inanmada onları birbirinden ayırmayın ve haklarında, ayrıca Allah’ın tercihi konusunda yanlış söz söylemeyin ve yanlış düşüncelere girmeyin). Allah, (her söyleneni) hakkıyla işitendir; her şeyi hakkıyla bilendir.

إِذْ قَالَتِ امْرَأَةُ عِمْرَانَ رَبِّ إِنِّي نَذَرْتُ لَكَ مَا فِي بَطْنِي مُحَرَّرًا فَتَقَبَّلْ مِنِّي إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ﴿٣٥﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-35. AYET (Meâlleri Kıyasla): İz kâlet imraetu ımrâne rabbi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe tekabbel minnî, inneke entes semîul alîm(alîmu).

Hani bir zaman İmran’ın hanımı şöyle dua ve münacatta bulunmuştu: “Rabbim! Şu karnımdaki yavruyu her türlü bağdan, dünya iş ve meşgalesinden azade ve her şeyiyle Sana teslim bir kul olarak, (bilhassa Ma’bed’e hizmet etsin diye) Sana adadım; ne olur bu adağımı kabul buyur; şüphesiz ki Sen’sin Semîʽ (her şeyi hakkıyla işiten); Alîm (niyetlere ve kalbden geçenlere varıncaya kadar her şeyi hakkıyla bilen).”

فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ إِنِّي وَضَعْتُهَا أُنثَى وَاللّهُ أَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالأُنثَى وَإِنِّي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وِإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ ﴿٣٦﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-36. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe lemmâ vadaathâ kâlet rabbi innî vada’tuhâ unsâ vallâhu a’lemu bi mâ vadaat ve leysez zekeru kel unsâ, ve innî semmeytuhâ meryeme ve innî uîzuhâ bike ve zurriyyetehâ mineş şeytânir racîm(racîmi).

Derken, vakti gelip de onu dünyaya getirince, (adağından dolayı erkek beklerken kız gelmesi karşısında,) “Rabbim, ben bir kız dünyaya getirdim!” deyiverdi. –Allah, dünyaya ne getirdiğini elbette daha iyi biliyordu! (Bu sebeple üzülmesine gerek yoktu, çünkü O’nun beklediği) erkek çocuğu, (O’na bahşettiğimiz ve nasıl bir nimete mazhar kılınacağını bilmediği) bu kız gibi olamazdı.– “Ben, O’nun adını Meryem koydum; O’nu ve O’ndan gelecek nesli, rahmetten kovulmuş şeytanın şerrinden Sana ısmarlıyorum.”

فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَأَنبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِندَهَا رِزْقاً قَالَ يَا مَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ إنَّ اللّهَ يَرْزُقُ مَن يَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿٣٧﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-37. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe tekabbelehâ rabbuhâ bi kabûlin hasenin ve enbetehâ nebâten hasenen, ve keffelehâ zekeriyyâ kullemâ dehale aleyhâ zekeriyyal mihrâbe, vecede indehâ rızkâ(rızkan), kâle yâ meryemu ennâ leki hâzâ kâlet huve min indillâh(indillâhi), innallâhe yerzuku men yeşâu bi gayri hısâb(hısâbın).

Rabbisi onu, (annesinin adamasındaki samimi niyet ve güzel duygulara karşılık) iyilik ve güzellikle kabul buyurdu ve pek güzel bir fidan gibi büyütüp yetiştirdi. O’nu Zekeriya’nın bakım, görüm ve himayesine verdi. Zekeriya, ne zaman Ma’bed’e girip O’nun yanına varsa beraberinde yiyecekler bulurdu. “Meryem, bunlar sana nereden geliyor?” diye sordu. “Allah katından!” dedi Meryem. Şüphesiz Allah, kimi dilerse ona hesapsız rızık verir.

هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُ قَالَ رَبِّ هَبْ لِي مِن لَّدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً إِنَّكَ سَمِيعُ الدُّعَاء ﴿٣٨﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-38. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hunâlike deâ zekeriyyâ rabbeh(rabbehu), kâle rabbi heblî min ledunke zurriyyeten tayyibeh(tayyibeten), inneke semîud duâ’(duâi).

İşte o noktada Zekeriya, dua ile hemen Rabbisine yöneldi ve şöyle dedi: “Rabbim, bana katından tertemiz, hayırlı bir nesil lütfet. Şüphesiz Sen, duaları hakkıyla işitensin.”

فَنَادَتْهُ الْمَلآئِكَةُ وَهُوَ قَائِمٌ يُصَلِّي فِي الْمِحْرَابِ أَنَّ اللّهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيَى مُصَدِّقًا بِكَلِمَةٍ مِّنَ اللّهِ وَسَيِّدًا وَحَصُورًا وَنَبِيًّا مِّنَ الصَّالِحِينَ ﴿٣٩﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-39. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe nâdethul melâiketu ve huve kâimun yusallî fîl mihrâbi, ennallâhe yubeşşiruke bi yahyâ musaddikan bi kelimetin minallâhi ve seyyiden ve hasûran ve nebiyyen mines sâlihîn(sâlihîne).

Derken, (bir gün) mihrapta namaza durmuştu ki, melekler kendisine seslendiler: “Allah, sana Yahya’yı müjdeliyor: Allah’tan bir Kelime’yi tasdik edecek, hem salihlerden bir efendi, hem gayet zahit ve bir nebî olacaktır.”

قَالَ رَبِّ أَنَّىَ يَكُونُ لِي غُلاَمٌ وَقَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ وَامْرَأَتِي عَاقِرٌ قَالَ كَذَلِكَ اللّهُ يَفْعَلُ مَا يَشَاء ﴿٤٠﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-40. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle rabbi ennâ yekûnu lî gulâmun ve kad beleganiyel kiberu vemraetî âkir(âkirun), kâle kezâlikellâhu yef’alu mâ yeşâ’(yeşâu).

Zekeriya, (hayret içinde) “Rabbim, ihtiyarlık gelip çatmış, karım da kısırken benim nasıl, hangi yolla çocuğum olacak?!” diye sordu. (Allah, melek vasıtasıyla), “Olacak, Allah ne dilerse yapar!” buyurdu.

قَالَ رَبِّ اجْعَل لِّيَ آيَةً قَالَ آيَتُكَ أَلاَّ تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلاَثَةَ أَيَّامٍ إِلاَّ رَمْزًا وَاذْكُر رَّبَّكَ كَثِيرًا وَسَبِّحْ بِالْعَشِيِّ وَالإِبْكَارِ ﴿٤١﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-41. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle rabbic’al lî âyeh(âyeten), kâle âyetuke ellâ tukellimen nâse selâsete eyyâmin illâ remzâ(remzan), vezkur rabbeke kesîran ve sebbih bil aşiyyi vel ibkâr(ibkâri).

“Ya Rab,” dedi (Zekeriya), “Bana bir emare, bir alâmet lûtfet!” “Sana emare” buyurdu (Allah): “işaretleşme dışında, insanlarla üç gün süreyle konuşamamandır. Bu arada, Rabbini çok zikret ve ikindiakşam saatleriyle şafakişrak saatlerinde tesbihte bulun.”

وَإِذْ قَالَتِ الْمَلاَئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفَاكِ عَلَى نِسَاء الْعَالَمِينَ ﴿٤٢﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-42. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve iz kâletil melâiketu yâ meryemu innallâhastafâki ve tahhareki vestafâki alâ nisâil âlemîn(âlemîne).

Bir zaman da geldi, melekler, (Ma’bed’ de hizmete devam etmekte olan Meryem’e) seslendiler: “Meryem! Hiç şüphesiz Allah seni süzüp seçti; seni tertemiz ve her türlü günahtan, lekeden uzak kıldı ve sana bütün dünya kadınlarının üzerinde bir mevki verdi.

يَا مَرْيَمُ اقْنُتِي لِرَبِّكِ وَاسْجُدِي وَارْكَعِي مَعَ الرَّاكِعِينَ ﴿٤٣﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-43. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ meryemuknutî li rabbiki vescudî verkai mear râkiîn(râkiîne).

“Meryem! Rabbinin huzurunda O’nun için elpençe divan dur, secdeye kapan ve O’nun önünde baş eğip rükûa varanlarla birlikte rükûa var!”

ذَلِكَ مِنْ أَنبَاء الْغَيْبِ نُوحِيهِ إِلَيكَ وَمَا كُنتَ لَدَيْهِمْ إِذْ يُلْقُون أَقْلاَمَهُمْ أَيُّهُمْ يَكْفُلُ مَرْيَمَ وَمَا كُنتَ لَدَيْهِمْ إِذْ يَخْتَصِمُونَ ﴿٤٤﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-44. AYET (Meâlleri Kıyasla): Zâlike min enbâil gaybi nûhîhi ileyk(ileyke), ve mâ kunte ledeyhim iz yulkûne eklâmehum eyyuhum yekfulu meryeme, ve mâ kunte ledeyhim iz yahtesımûn(yahtesımûne).

(Ey Rasûlüm!) Bütün bunlar, (senin ve hiçbirinizin şahit olmadığı) gayb haberlerindendir ki, onları sana vahiyle bildiriyoruz. Yoksa Meryem’in bakım ve himayesini hangisi üzerine alacak diye kalemleriyle kura çekerlerken elbette yanlarında değildin; bu konuda çekişirlerken de onlarla birlikte değildin.

إِذْ قَالَتِ الْمَلآئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِّنْهُ اسْمُهُ الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَجِيهًا فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّبِينَ ﴿٤٥﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-45. AYET (Meâlleri Kıyasla): İz kâletil melâiketu yâ meryemu innallâhe yubeşşiruki bi kelimetin minhu, ismuhul mesîhu îsebnu meryeme vecîhan fîd dunyâ vel âhırati ve minel mukarrabîn(mukarrabîne).

Yine bir defasında melekler, “Ya Meryem!” dediler: “Allah sana Kendisinden bir Kelime’yi müjdeliyor: ismi Mesih, Meryem oğlu İsa’dır; dünyada da Âhiret’te de itibarlı, şerefli ve Allah’a en yakın kullardan olacaktır.”

وَيُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلاً وَمِنَ الصَّالِحِينَ ﴿٤٦﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-46. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve yukellimun nâse fîl mehdi ve kehlen ve mines sâlihîn(sâlihîne).

“Ayrıca, beşikte iken de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşur ve salihlerdendir.”

قَالَتْ رَبِّ أَنَّى يَكُونُ لِي وَلَدٌ وَلَمْ يَمْسَسْنِي بَشَرٌ قَالَ كَذَلِكِ اللّهُ يَخْلُقُ مَا يَشَاء إِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ ﴿٤٧﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-47. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâlet rabbi ennâ yekûnu lî veledun ve lem yemsesnî beşer(beşerun), kâle kezâlikillâhu yahluku mâ yeşâ’(yeşâu) izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn(yekûnu).

“Ya Rab!” dedi (Meryem), bana hiçbir (erkek) insan eli dokunmamışken benim nasıl çocuğum olabilir?” (Allah adına konuşan Ruh), cevap verdi: “Allah’tır O, ne dilerse yaratır. Bir şeyin olmasına hükmettiği zaman ona sadece ‘Ol!’ der, o da oluverir.”

وَيُعَلِّمُهُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرَاةَ وَالإِنجِيلَ ﴿٤٨﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-48. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve yuallimuhul kitâbe vel hikmete vet tevrâte vel incîl(incîle).

“(Allah, o doğacak çocuğa) “Kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretecek;

وَرَسُولاً إِلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَنِّي قَدْ جِئْتُكُم بِآيَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ أَنِّي أَخْلُقُ لَكُم مِّنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ فَأَنفُخُ فِيهِ فَيَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِ اللّهِ وَأُبْرِئُ الأكْمَهَ والأَبْرَصَ وَأُحْيِي الْمَوْتَى بِإِذْنِ اللّهِ وَأُنَبِّئُكُم بِمَا تَأْكُلُونَ وَمَا تَدَّخِرُونَ فِي بُيُوتِكُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لَّكُمْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ ﴿٤٩﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-49. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve resûlen ilâ benî isrâîle ennî kad ci’tukum bi âyetin min rabbikum, ennî ehluku lekum minet tîni ke heyetit tayri fe enfuhu fîhi fe yekûnu tayran bi iznillâh(iznillâhi), ve ubriul ekmehe vel ebrasa ve uhyîl mevtâ bi iznillâh(iznillâhi), ve unebbiukum bi mâ te’kulûne ve mâ teddehırûne, fî buyûtikum inne fî zâlike le âyeten lekum in kuntum mu’minîn(mu’minîne).

“Ve onu İsrail Oğulları’na bir rasûl olarak gönderecektir.” (O da, kendisini onlara misyonunda tecelli eden ana hususiyetleriyle şöyle takdim eder:) “Hiç şüpheniz olmasın ki, size Rabbinizden bir âyetle, apaçık bir delille geldim: Sizin için çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar ve içine üflerim de, Allah’ın izniyle bir kuş oluverir. Yine, Allah’ın izniyle, (anadan doğma) körü ve alacalıyı (cüzzamlı) iyileştirir, ölüleri diriltirim. Ne yediğinizi ve evlerinizde neyi biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer şimdiye kadarki iman iddianızda samimi, gerçekten mü’minlerseniz, bütün bunlarda sizin için (benim peygamberliğimi ortaya koyan) apaçık bir delil vardır.

وَمُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرَاةِ وَلِأُحِلَّ لَكُم بَعْضَ الَّذِي حُرِّمَ عَلَيْكُمْ وَجِئْتُكُم بِآيَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ فَاتَّقُواْ اللّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿٥٠﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-50. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve musaddikan limâ beyne yedeyye minet tevrâti ve li uhılle lekum ba’dallezî hurrime aleykum ve ci’tukum bi âyetin min rabbikum fettekûllâhe ve etîûn(etîûni).

“(Ayrıca,) benden önce indirilen Tevrat’ı (aslî hali, halâ ihtiva ettiği gerçekler ve İlâhî kaynağı itibariyle) tasdik edici olarak ve üzerinize haram kılınan bazı şeyleri helâl kılmak için (gönderildim); ve gerçekten ben, size Rabbinizden (peygamberliğime) apaçık bir delille geldim. O halde Allah’a karşı gelmekten sakının, takva dairesine girin ve bana itaat edin.

إِنَّ اللّهَ رَبِّي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ هَذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ ﴿٥١﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-51. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnallâhe rabbî ve rabbikum fa’budûh(fa’budûhu), hâzâ sırâtun mustakîm(mustakîmun).

“Şüphe yok ki Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir; o halde O’na ibadet edin. Bu, (üzerinde yürünmesi gereken) doğru bir yoldur.”

فَلَمَّا أَحَسَّ عِيسَى مِنْهُمُ الْكُفْرَ قَالَ مَنْ أَنصَارِي إِلَى اللّهِ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ أَنصَارُ اللّهِ آمَنَّا بِاللّهِ وَاشْهَدْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ ﴿٥٢﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-52. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe lemmâ ehassa îsâ min humul kufre kâle men ensârî ilâllâh(ilâllâhi), kâlel havâriyyûne nahnu ensârullâh(ensârullâhi), âmennâ billâh(billâhi), veşhed bi ennâ muslimûn(muslimûne).

İsa, (bu minval üzere tebliğine devam etti) ve onların gerçeği bile bile inkârlarını, (hattâ kendisine karşı düşmanlıklarını) kesinkes sezince, “Allah’a (giden bu yolda) bana kim yardım eder?” diyerek (umumî bir çağrıda bulundu). Havariler, “Biziz, Allah (yolunun) yardımcıları!” diyerek (ortaya atıldılar ve) “Allah’a iman ettik” dediler: “Sen de şahit ol: biz, Allah’a teslim olmuş Müslümanlarız."

رَبَّنَا آمَنَّا بِمَا أَنزَلَتْ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ ﴿٥٣﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-53. AYET (Meâlleri Kıyasla): Rabbenâ âmennâ bi mâ enzelte vetteba’nâr resûle fektubnâ meaş şâhidîn(şâhidîne).

“Rabbimiz! İndirdiğin (Kitab’a) iman ettik ve (gönderdiğin) Rasûl’e tâbi olduk; bizi (indirdiğin gerçeğe, gönderdiğin Rasûl’e ve o Rasûl’ün vazifesini yaptığına) şahit olanlardan yaz.”

وَمَكَرُواْ وَمَكَرَ اللّهُ وَاللّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ ﴿٥٤﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-54. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mekerû ve mekarallâh(mekarallâhu), vallâhu hayrul mâkirîn(mâkirîne).

Öbürleri ise tuzak kurup komplolar hazırladılar; Allah da Kendi iradesini uygulamaya koydu. Allah, tamamen hayra dayalı olarak Kendi iradesini hakim kılan, (mü’minlere karşı kurulan tuzakları, onu kuranlar aleyhinde bir tuzak olarak icra eden)’dir.

إِذْ قَالَ اللّهُ يَا عِيسَى إِنِّي مُتَوَفِّيكَ وَرَافِعُكَ إِلَيَّ وَمُطَهِّرُكَ مِنَ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَجَاعِلُ الَّذِينَ اتَّبَعُوكَ فَوْقَ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأَحْكُمُ بَيْنَكُمْ فِيمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ ﴿٥٥﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-55. AYET (Meâlleri Kıyasla): İz kâlellâhu yâ îsâ innî muteveffîke ve râfiuke ileyye ve mutahhiruke minellezîne keferû ve câilullezînettebeûke fevkallezîne keferû ilâ yevmil kıyâmeh(kıyâmeti), summe ileyye merciukum fe ahkumu beynekum fîmâ kuntum fîhi tahtelifûn(tahtelifûne).

O zaman Allah şöyle buyurdu: “Ey İsa! Artık (rasûl olarak vazifen tamamlanmakla) seni eceline yetirip geri alacak ve (misalî vücuda bürünmüş bedenin ve ruhunla birlikte) nezdime yükselteceğim; ve seni o küfredenlerin arasından alıp suçsuzluğunu, paklığını ortaya koyacak ve sana tâbi olanları Kıyamet Günü’ne kadar küfredenlere üstün kılacağım.” Sonra, her halükârda hepinizin dönüşü Banadır; işte o zaman, ihtilâf edegeldiğiniz konularda aranızda hükmümü vereceğim.

فَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُواْ فَأُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَدِيدًا فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ ﴿٥٦﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-56. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe emmellezîne keferû fe uazzibuhum azâben şedîden fîd dunyâ vel âhıreti, ve mâ lehum min nâsirîn(nâsirîne).

“Küfredenlere gelince, onlara dünyada ve Âhiret’te çok şiddetle azap edeceğim ve (bu azabım karşısında) onların hiçbir yardımcıları da olmayacaktır.

وَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ فَيُوَفِّيهِمْ أُجُورَهُمْ وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ الظَّالِمِينَ ﴿٥٧﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-57. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve emmellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe yuveffîhim ucûrehum vallâhu lâ yuhibbuz zâlimîn(zâlimîne).

“Buna karşılık, iman edip imanlarının gerektirdiği istikamette sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanlar ise, Allah onların mükâfatlarını eksiksiz verecektir. Allah, (apaçık âyetlerini inkârla O’nu tanımayan veya O’na şirk koşan ve böylece en büyük haksızlığı yapan) zalimleri, haksızlıkta bulunanları asla sevmez (ve Kendisi de, asla haksızlık yapmaz).”

ذَلِكَ نَتْلُوهُ عَلَيْكَ مِنَ الآيَاتِ وَالذِّكْرِ الْحَكِيمِ ﴿٥٨﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-58. AYET (Meâlleri Kıyasla): Zâlike netlûhu aleyke minel âyâti vez zikril hakîm hakîmi).

İşte (ey Rasûlüm,) bütün bu gerçekleri sana birer âyet ve o hikmet yüklü, doğruluğu açık ve kesin Zikr’e (Kur’ân’a) dahil olarak okuyoruz.

إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِندَ اللّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِن تُرَابٍ ثِمَّ قَالَ لَهُ كُن فَيَكُونُ ﴿٥٩﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-59. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnne mesele îsâ indallâhi ke meseli âdem(âdeme), halakahu min turâbin summe kâle lehu kun fe yekûn(yekûnu).

Allah katında (dünyaya gelmesi açısından) İsa’nın durumu aynen Âdem’in durumu gibidir. (İsa’yı babasız olarak Meryem’ in rahminde gıda halinde O’nun vücuduna giren unsurlardan şekillendirip yaratan) Allah, Âdem’i (yine babasız, hattâ annesiz de olarak) topraktan (toprakhavasu unsurlarından) meydana getirdi, sonra da ona “Ol!” dedi (ruh üfledi), o da oluverir.

الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ فَلاَ تَكُن مِّن الْمُمْتَرِينَ ﴿٦٠﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-60. AYET (Meâlleri Kıyasla): El hakku min rabbike fe lâ tekun minel mumterîn(mumterîne).

Gerçek (nasıl her zaman) Rabbinin buyurduğu (ise, bu da Rabbinden öyle bir gerçektir). Bu konudaki şüpheden uzak kesin inancında sabit olmaya devam et.

فَمَنْ حَآجَّكَ فِيهِ مِن بَعْدِ مَا جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْاْ نَدْعُ أَبْنَاءنَا وَأَبْنَاءكُمْ وَنِسَاءنَا وَنِسَاءكُمْ وَأَنفُسَنَا وأَنفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَل لَّعْنَةُ اللّهِ عَلَى الْكَاذِبِينَ ﴿٦١﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-61. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe men hâcceke fîhi min ba’di mâ câeke minel ilmi fe kul teâlev ned’u ebnâenâ ve ebnâekum ve nisâenâ ve nisâekum ve enfusenâ ve enfusekum summe nebtehil fe nec’al la’netallâhi alel kâzibîn(kâzibîne).

Artık sana bu sağlam ve doğru bilgi geldikten sonra, kim halâ seninle (İsa hakkında) tartışmaya girerse onlara de: “Gelin öyleyse: oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, hem bizzat kendimizi ve kendinizi çağırıp, sonra gönülden Allah’a dua ile, Allah’ın lânetinin yalancılar üzerine inmesini dileyelim.”

إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْقَصَصُ الْحَقُّ وَمَا مِنْ إِلَهٍ إِلاَّ اللّهُ وَإِنَّ اللّهَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿٦٢﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-62. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnne hâzâ le huvel kasasul hakk(hakku), ve mâ min ilâhin illâllâh(illâllâhu), ve innellâhe le huvel azîzul hakîm(hakîmu).

Meselenin aslı ve özü, sözün doğrusu budur. (Ne İsa, ne başkası,) ilâh olarak sadece Allah vardır; ve şüphesiz Allah, Azîz (izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip)tir; Hakîm (her hüküm ve işinde pek çok hikmetler bulunan)dır.

فَإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِالْمُفْسِدِينَ ﴿٦٣﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-63. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe in tevellev fe innallâhe alîmun bil mufsidîn(mufsidîne).

Her şeye rağmen halâ yüz çeviriyorlarsa, muhakkak ki Allah, o bozguncuları hakkıyla bilmektedir.

قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْاْ إِلَى كَلَمَةٍ سَوَاء بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلاَّ نَعْبُدَ إِلاَّ اللّهَ وَلاَ نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلاَ يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقُولُواْ اشْهَدُواْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ ﴿٦٤﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-64. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul yâ ehlel kitâbi teâlev ilâ kelimetin sevâin beynenâ ve beynekum ellâ na’bude illâllâhe ve lâ nuşrike bihî şey’en ve lâ yettehize ba’dunâ ba’den erbâben min dûnillâh(dûnillâhi), fe in tevellev fe kûlûşhedû bi ennâ muslimûn(muslimûne).

De ki: “Ey Kitap Ehli! Sizinle aramızda aynı olan bir kelimeye, şu ortak noktaya gelin: Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım; Allah’ı bırakıp da, kimimiz kimimizi rabler edinmesin.” Senin bu çağrından sonra yine de yüz çevirirlerse, (ey Müslümanlar,) siz şunu ilân edin: “Şahit olun, şüphesiz ki biz, (Allah’a tam manâsıyla teslim olmuş) Müslümanlarız.”

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تُحَآجُّونَ فِي إِبْرَاهِيمَ وَمَا أُنزِلَتِ التَّورَاةُ وَالإنجِيلُ إِلاَّ مِن بَعْدِهِ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ ﴿٦٥﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-65. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ ehlel kitâbi lime tuhâccûne fî ibrâhîme ve mâ unziletit tevrâtu vel incîlu illâ min ba’dih(ba’dihî), e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).

Ey Kitap Ehli! İbrahim hakkında (o Yahudi idi, yok Hıristiyan’dı diye) niye tartışıp iddialaşıyorsunuz?! (Siz de biliyorsunuz ki,) Tevrat da, İncil de O’ndan sonra indirildi. Bu kadarcık olsun akletmeyecek misiniz?

هَاأَنتُمْ هَؤُلاء حَاجَجْتُمْ فِيمَا لَكُم بِهِ عِلمٌ فَلِمَ تُحَآجُّونَ فِيمَا لَيْسَ لَكُم بِهِ عِلْمٌ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ ﴿٦٦﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-66. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hâ entum hâulâi hâcectum fî mâ lekum bihî ilmun fe lime tuhâccûne fî mâ leyse lekum bihî ilm(ilmun), vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).

İşte siz böylesiniz: hakkında kesin bilgi sahibi olduğunuz bir konuda bile (hiç akletmez, doğruyu kabullenmez ve) böyle tartışıp iddialaşırken, hakkında sağlam hiçbir bilgiye sahip olmadığınız konularda ne diye tartışıp iddialaşırsınız? Oysa Allah bilir, siz bilmezsiniz.

مَا كَانَ إِبْرَاهِيمُ يَهُودِيًّا وَلاَ نَصْرَانِيًّا وَلَكِن كَانَ حَنِيفًا مُّسْلِمًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ ﴿٦٧﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-67. AYET (Meâlleri Kıyasla): Mâ kâne ibrâhîmu yahûdiyyen ve lâ nasrâniyyen ve lâkin kâne hanîfen muslimâ(muslimen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).

İbrahim, Yahudi de değildi, Hıristiyan da değildi; selim bir kalb ve dupduru bir Tevhid inancıyla Hak’ka yönelmiş bir Müslüman’dı O. Asla müşriklerden olmadı.

إِنَّ أَوْلَى النَّاسِ بِإِبْرَاهِيمَ لَلَّذِينَ اتَّبَعُوهُ وَهَذَا النَّبِيُّ وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَاللّهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِنِينَ ﴿٦٨﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-68. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnne evlen nâsi bi ibrâhîme lellezînettebeûhu ve hâzan nebiyyu vellezîne âmenû vallâhu veliyyul mu’minîn(mu’minîne).

Dolayısıyla, insanlar içinde İbrahim’e en lâyık ve en yakın olanlar, (misyonunun devamı sürecince) O’na tâbi olanlarla, şu (şanı çok yüce) Peygamber ve (beraberinde bulunan) iman edenlerdir. Allah, bütün mü’minlerin velîsi, (koruyucusu, yâr ve yardımcısı)dır.

وَدَّت طَّآئِفَةٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يُضِلُّونَكُمْ وَمَا يُضِلُّونَ إِلاَّ أَنفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ ﴿٦٩﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-69. AYET (Meâlleri Kıyasla): Veddet tâifetun min ehlil kitâbi lev yudillûnekum ve mâ yudıllûne illâ enfusehum ve mâ yeş’urûn(yeş’urûne).

Kitap Ehli’nden bir grup arzu eder ki, keşke sizi saptırabilseler! (Tabiî ki, kursaklarında kalacak bir arzudur bu! Çünkü) onlar sadece kendilerini saptırmaktadırlar ama, farkında değillerdir.

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَأَنتُمْ تَشْهَدُونَ ﴿٧٠﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-70. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ ehlel kitâbi lime tekfurûne bi âyâtillâhi ve entum teşhedûn(teşhedûne).

Ey Kitap Ehli! (Yanınızdaki kitaplarda) doğruluğuna şahit olup dururken bile bile ne diye Allah’ın âyetlerini gizliyor ve inkâr cihetine gidiyorsunuz?

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَلْبِسُونَ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٧١﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-71. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ya ehlel kitâbi lime telbisûnel hakka bil bâtılı ve tektumûnel hakka ve entum ta’lemûn(ta’lemûne).

Ey Kitap Ehli! Bile bile niçin hakkı bâtılla karıştırıyor ve hakkı gizliyorsunuz?

وَقَالَت طَّآئِفَةٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ آمِنُواْ بِالَّذِيَ أُنزِلَ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَجْهَ النَّهَارِ وَاكْفُرُواْ آخِرَهُ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿٧٢﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-72. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kâlet tâifetun min ehlil kitâbi âminû billezî unzile alellezîne âmenû vechen nehâri vekfurû âhirahu leallehum yerciûn(yerciûne).

Kitap Ehli’nden bir grup da (birbirlerine) şöyle demektedir: “Şu iman edenlere indirilene günün ilk bölümünde inanmış görünüverin; günün sonunda ise onu inkâr edin: belki böylece dinlerinden şüpheye düşüp, önceki hallerine ve inançlarına geri dönerler.

وَلاَ تُؤْمِنُواْ إِلاَّ لِمَن تَبِعَ دِينَكُمْ قُلْ إِنَّ الْهُدَى هُدَى اللّهِ أَن يُؤْتَى أَحَدٌ مِّثْلَ مَا أُوتِيتُمْ أَوْ يُحَآجُّوكُمْ عِندَ رَبِّكُمْ قُلْ إِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ ﴿٧٣﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-73. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).

“Fakat siz siz olun, kendi dininize tâbi olandan başkasına inanmayın;” –(Ey Rasûlüm,) de ki: “Takip edilmesi gereken gerçek ve doğru yol, Allah’ın koyduğu yoldur.”– “(inanmayın ki,) size verilenin bir benzeri başkasına da verilmiş olmasın veya Rabbinizin katında aleyhinizde delil getirip sizi mağlûp etmesinler.” (Rasûlüm,) de ki: “Doğrusu, bütün lütuf Allah’ın elindedir; onu dilediğine verir.” Allah, rahmet ve lütfuyla her varlığı kucaklayan, merhametiyle kullarına genişlik gösterendir; (kimin neye niçin lâyık olduğunu ve olmadığını) hakkıyla bilendir.

يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ ﴿٧٤﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-74. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yahtassu bi rahmetihî men yeşâ’(yeşâu), vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).

Rahmetini, (bu arada, vahiy ve peygamberliği kullarından) kimi dilerse ona has kılar. Allah, çok büyük fazl sahibidir (karşılıksız lütf u ihsanda bulunmada pek cömerttir).

وَمِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ مَنْ إِن تَأْمَنْهُ بِقِنطَارٍ يُؤَدِّهِ إِلَيْكَ وَمِنْهُم مَّنْ إِن تَأْمَنْهُ بِدِينَارٍ لاَّ يُؤَدِّهِ إِلَيْكَ إِلاَّ مَا دُمْتَ عَلَيْهِ قَآئِمًا ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُواْ لَيْسَ عَلَيْنَا فِي الأُمِّيِّينَ سَبِيلٌ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ ﴿٧٥﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-75. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve min ehlil kitâbi men in te’menhu bi kıntârin yueddihî ileyk(ileyke), ve minhum men in te’menhu bi dînârin lâ yueddihî ileyke illâ mâ dumte aleyhi kâimâ(kâimen), zâlike bi ennehum kâlû leyse aleynâ fîl ummiyyîne sebîl(sebîlun), ve yekûlûne alâllâhil kezibe ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).

Kitap Ehli içinde öylesi vardır ki, kendisine yük yük emanet bıraksan onu sana eksiksiz iade eder. Fakat öylesi de vardır ki, ona tek bir dinar para emanet etsen, üzerine varıp da başında dikilip durmadıkça onu sana iade edecek değildir. (Bu ikincilerin tavrı şundandır): Onlar, “Dinimizden olmayan, hele bizim gibi bir kitaba sahip bulunmayanlar hakkında ne yapsak mübahtır; bundan dolayı sorumlu olmayız.” iddiasındadırlar. Halbuki, (bu iddialarının hiçbir temele dayanmadığını) bile bile Allah hakkında yalan uydurmaktadırlar.

بَلَى مَنْ أَوْفَى بِعَهْدِهِ وَاتَّقَى فَإِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَّقِينَ ﴿٧٦﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-76. AYET (Meâlleri Kıyasla): Belâ men evfâ bi ahdihî vettekâ fe innallâhe yuhibbul muttekîn(muttekîne).

Oysa (Allah’ın koyduğu hakikat şudur): Kim, (kime karşı olursa olsun) sözünde durur, ahdine sadık kalır ve (her hususta olduğu gibi, bu hususta da) Allah’a karşı gelmekten sakınıp takva dairesinde hareket ederse, bilin ki Allah, müttakîleri sever.

إِنَّ الَّذِينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَأَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَلِيلاً أُوْلَئِكَ لاَ خَلاَقَ لَهُمْ فِي الآخِرَةِ وَلاَ يُكَلِّمُهُمُ اللّهُ وَلاَ يَنظُرُ إِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلاَ يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿٧٧﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-77. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnellezîne yeşterûne bi ahdillâhi ve eymânihim semenen kalîlen ulâike lâ halaka lehum fîl âhırati ve lâ yukellimuhumullâhu ve lâ yenzuru ileyhim yevmel kıyâmeti ve lâ yuzekkîhim ve lehum azâbun elîm(elîmun).

Allah’ın bir ahd olarak kendilerine lütuf buyurduğu Din’i ve ona uyma hususunda Allah’a verdikleri sözü, bir de yeminlerini önemsiz bir fiyat karşılığı satanlara gelince, onların Âhiret’te hiçbir nasipleri yoktur: Kıyamet Günü (en çok ihtiyaç duydukları anda) Allah onlarla konuşmayacak, yüzlerine bakmayacak ve onları günahlarından temizleyip paka çıkarmayacaktır. Onların hakkı, pek acı bir azaptır.

وَإِنَّ مِنْهُمْ لَفَرِيقًا يَلْوُونَ أَلْسِنَتَهُم بِالْكِتَابِ لِتَحْسَبُوهُ مِنَ الْكِتَابِ وَمَا هُوَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَقُولُونَ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ وَمَا هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ ﴿٧٨﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-78. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve inne minhum le ferîkan yelvûne elsinetehum bil kitâbi li tahsebûhu minel kitâbi ve mâ huve minel kitâb(kitâbi), ve yekûlûne huve min indillâhi ve mâ huve min indillâh(indillâhi), ve yekûlûne alâllâhil kezibe ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).

(Kitap Ehli’nin) içinde bir grup da vardır ki, Kitabı okurken aslında Kitap’tan olmadığı halde siz Kitap’tan sanasınız diye başka manâya gelecek şekilde kelimelerin telaffuzunu, vurguları ve okunuşu değiştirirler. Sonra da bu yaptıklarını, asla Allah katından olmadığı halde, “Bunlar, Allah katındandır.” diye takdim ederler. Hayır, onlar, Allah hakkında bile bile yalan uydurmaktadırlar.

مَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُؤْتِيَهُ اللّهُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ ثُمَّ يَقُولَ لِلنَّاسِ كُونُواْ عِبَادًا لِّي مِن دُونِ اللّهِ وَلَكِن كُونُواْ رَبَّانِيِّينَ بِمَا كُنتُمْ تُعَلِّمُونَ الْكِتَابَ وَبِمَا كُنتُمْ تَدْرُسُونَ ﴿٧٩﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-79. AYET (Meâlleri Kıyasla): Mâ kâne li beşerin en yu’tiyehullâhul kitâbe vel hukme ven nubuvvete summe yekûle lin nâsi kûnû ıbâden lî min dûnillâhi ve lâkin kûnû rabbâniyyîne bi mâ kuntum tuallimûnel kitâbe ve bimâ kuntum tedrusûn(tedrusûne).

Allah, bir kişiye Kitap, hüküm (manevî ve misyonu çerçevesinde maddî sahada hakimiyet, doğru ve yerinde karar verebilme ve doğru ile yanlışı ayırt edebilme kabiliyeti ile Allah’ın hükümlerini uygulama yetkisi) ve peygamberlik versin, sonra da bu kişi kalkıp insanlara, “Allah’ı bırakın ve bana kul olun!” desin, bu asla mümkün değildir ve olmamıştır. Oysa her peygambere şunu demek yaraşır ve nitekim her peygamber bunu demiştir: “Kitabı okuyor, öğretiyor ve üzerinde çalışıyorsunuz, o halde Hak’ kın öğrenip öğrettiğinizi uygulayan sadık ve ihlâslı kulları olun!”

وَلاَ يَأْمُرَكُمْ أَن تَتَّخِذُواْ الْمَلاَئِكَةَ وَالنِّبِيِّيْنَ أَرْبَابًا أَيَأْمُرُكُم بِالْكُفْرِ بَعْدَ إِذْ أَنتُم مُّسْلِمُونَ ﴿٨٠﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-80. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lâ ye’murekum en tettehizûl melâikete ven nebiyyîne erbâbâ(erbâben), e ye’murukum bil kufri ba’de iz entum muslimûn(muslimûne).

O, size “Melekleri ve peygamberleri Rabler edinin!” diye de emretmez. Siz Allah’a boyun eğen Müslümanlar olduktan sonra kalkıp, size hiç küfrü emreder mi?

وَإِذْ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ النَّبِيِّيْنَ لَمَا آتَيْتُكُم مِّن كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَاءكُمْ رَسُولٌ مُّصَدِّقٌ لِّمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِهِ وَلَتَنصُرُنَّهُ قَالَ أَأَقْرَرْتُمْ وَأَخَذْتُمْ عَلَى ذَلِكُمْ إِصْرِي قَالُواْ أَقْرَرْنَا قَالَ فَاشْهَدُواْ وَأَنَاْ مَعَكُم مِّنَ الشَّاهِدِينَ ﴿٨١﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-81. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tansurunnehu, kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).

Hem Allah, vaktiyle bütün peygamberlerden: “Ne zaman size (rasûl olanlarınıza doğrudan, nebî olanlarınıza bir Rasûl’ün mirasçısı olarak) Kitap ve hikmet versem ve ardından, size verilmiş bulunan (Kitabı) tasdik edici bir Rasûl gelse, ona mutlak surette inanacak ve mutlaka ona yardım edeceksiniz.” diye söz almıştır. Allah, “Bunu kabul ettiniz, bu ağır yükümü sırtınıza aldınız mı?” diye sormuş, onlar da, “Kabul ettik!” diye ikrar vermiş, bunun üzerine Allah, “Öyleyse şahit olun, (ümmetleriniz de şahit olsun); Ben de sizin gibi şahit oluyorum!” buyurmuştur.

فَمَن تَوَلَّى بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ ﴿٨٢﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-82. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe men tevellâ ba’de zâlike fe ulâike humul fâsikûn(fâsikûne).

Artık kim bundan sonra yüz çevirip başka türlü davranırsa, onlar (Din’den çıkmış) fasıklardır.

أَفَغَيْرَ دِينِ اللّهِ يَبْغُونَ وَلَهُ أَسْلَمَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَإِلَيْهِ يُرْجَعُونَ ﴿٨٣﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-83. AYET (Meâlleri Kıyasla): E fe gayre dînillâhi yebgûne ve lehû esleme men fîs semâvâti vel ardı tav’an ve kerhen ve ileyhi yurceûn(yurceûne).

Yoksa onlar, Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde kim varsa, (tamamı tekvinî, pek çoğu da hem tekvinî hem teşriî açıdan,) isteyerek veya istemeyerek Allah’a teslim olmuş durumdadır ve hepsi O’na döndürülüp, götürülmektedir.

قُلْ آمَنَّا بِاللّهِ وَمَا أُنزِلَ عَلَيْنَا وَمَا أُنزِلَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ وَالأَسْبَاطِ وَمَا أُوتِيَ مُوسَى وَعِيسَى وَالنَّبِيُّونَ مِن رَّبِّهِمْ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ ﴿٨٤﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-84. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul âmennâ billâhi ve mâ unzile aleynâ ve mâ unzile alâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâtı ve mâ ûtiye mûsâ ve îsâ ven nebiyyûne min rabbihim, lâ nuferriku beyne ehadin minhum, ve nahnu lehu muslimûn(muslimûne).

De ki: “Biz (hiç şirk koşmadan) Allah’a, bize indirilen (Kur’ân’a) ve İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve O’nun soyundan gelip İsrail kabileleri içinde gönderilen peygamberlere indirilen (Sahifeler)’e, Musa’ya ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil’e) ve (bütün) nebîlere Rabbilerinden verilen (ilim, hikmet ve peygamberliğe) iman ettik. (İman etmede) hiçbirini diğerinden ayırmaz, (hepsine aynı şekilde, aynı derecede iman ederiz). Biz, (ne indirmiş ve ne vermişse hepsini kabul ederek) Allah’a tam manâsıyla teslim olmuş Müslümanlarız.”

وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلاَمِ دِينًا فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ ﴿٨٥﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-85. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men yebtegi gayral islâmi dînen fe len yukbele minhu, ve huve fîl âhirati minel hâsirîn(hâsirîne).

Kim, İslâm’dan başka bir din arzu eder ve ararsa, (bilsin ki) bu, ondan asla kabûl edilmeyecektir; o, Âhiret’te de kaybedenlerden olacaktır.

كَيْفَ يَهْدِي اللّهُ قَوْمًا كَفَرُواْ بَعْدَ إِيمَانِهِمْ وَشَهِدُواْ أَنَّ الرَّسُولَ حَقٌّ وَجَاءهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ ﴿٨٦﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-86. AYET (Meâlleri Kıyasla): Keyfe yehdillâhu kavmen keferû ba’de îmânihim ve şehidû enner resûle hakkun ve câehumul beyyinât(beyyinâtu) vallâhu lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne).

İman ettikten, O (şanı yüce) Rasûl’ün hak olduğuna (O’nda gördükleri risaletine delil sıfatlar sebebiyle) bizzat şahadet ettikten ve kendilerine (hem O’nun risaletini hem de getirdiği Kitabın Allah Kelâmı olduğunu ispat eden) o apaçık deliller geldikten sonra küfre sapan bir topluluğu Allah hiç hidayet eder mi? Allah, (gerçeği gizleyerek, bile bile inkâr ederek bütün kâinata ve hakikatlara haksızlık yapan) zalimler güruhuna asla hidayet vermez.

أُوْلَئِكَ جَزَآؤُهُمْ أَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللّهِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ ﴿٨٧﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-87. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ulâike cezâuhum enne aleyhim la’netallâhi vel melâiketi ven nâsi ecmaîn(ecmaîne).

Böylelerinin görecekleri karşılık, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lânetine uğramaktır.

خَالِدِينَ فِيهَا لاَ يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلاَ هُمْ يُنظَرُونَ ﴿٨٨﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-88. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hâlidîne fîhâ, lâ yuhaffefu anhumul azâbu ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne).

Hem de bu lânetin içinde sonsuzca kalmak üzere. Görecekleri azap hafifletilmeyecek, yüzlerine de bakılmayacaktır.

إِلاَّ الَّذِينَ تَابُواْ مِن بَعْدِ ذَلِكَ وَأَصْلَحُواْ فَإِنَّ الله غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿٨٩﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-89. AYET (Meâlleri Kıyasla): İllellezîne tâbû min ba’di zâlike ve aslehû fe innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).

Ancak bilahare tevbe eden ve (içlerini küfürden temizleyerek, iman ve salih amelle) ıslahı halde bulunanlar müstesna. Şüphesiz Allah, günahları çok affedendir; (tevbe ve ıslahı hâl ile Kendisine yönelenlere karşı) hususî merhameti pek bol olandır.

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ بَعْدَ إِيمَانِهِمْ ثُمَّ ازْدَادُواْ كُفْرًا لَّن تُقْبَلَ تَوْبَتُهُمْ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الضَّآلُّونَ ﴿٩٠﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-90. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnellezîne keferû ba’de îmânihim summezdâdû kufran len tukbele tevbetuhum, ve ulâike humud dâllûn(dâllûne).

Buna karşılık, iman ikrarından sonra küfre sapanlar ve sonra (davranışları, çıkardıkları fitneler ve kurdukları komplolarla) küfürde daha da ileri gidenler ise, (artık iman kabiliyetini yitirdikleri için öylelerinin bir daha geri dönüşleri olmaz; onlar, ölümü görmedikçe tevbeye de yanaşmazlar, ölüm ânında küfürden) yapacakları tevbe de artık kabul görmez. Onlardır tam manâsıyla sapmış, dalâlete yuvarlanıp gitmiş olanlar.

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَمَاتُواْ وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَن يُقْبَلَ مِنْ أَحَدِهِم مِّلْءُ الأرْضِ ذَهَبًا وَلَوِ افْتَدَى بِهِ أُوْلَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ ﴿٩١﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-91. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnellezîne keferû ve mâtû ve hum kuffârun fe len yukbele min ehadihim mil’ul ardı zeheben ve leviftedâ bih(bihî), ulâike lehum azâbun elîmun ve mâ lehum min nâsırîn(nâsırîne).

Küfredip de neticede kâfir olarak ölüp gidenler, içlerinden her biri kendini kurtarmak için yer dolusu altın verecek bile olsa bu, onların hiçbirinden asla kabul edilmeyecektir. Onların hakkı çok acı bir azaptır ve (bu azap karşısında) hiçbir yardımcıları da olmayacaktır.

لَن تَنَالُواْ الْبِرَّ حَتَّى تُنفِقُواْ مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ ﴿٩٢﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-92. AYET (Meâlleri Kıyasla): Len tenâlûl birre hattâ tunfikû mimmâ tuhibbûn(tuhibbûne), ve mâ tunfikû min şey’in fe innallâhe bihî alîm(alîmun).

Bizzat sevdiğiniz (mal, bilgi, eşya…)dan infak etmedikçe gerçek fazilete ve kâmil manâda iyiliğe ulaşamaz, (ebrardan olamazsınız.) Bununla beraber, her ne infak ederseniz, Allah onu mutlaka bilir.

كُلُّ الطَّعَامِ كَانَ حِلاًّ لِّبَنِي إِسْرَائِيلَ إِلاَّ مَا حَرَّمَ إِسْرَائِيلُ عَلَى نَفْسِهِ مِن قَبْلِ أَن تُنَزَّلَ التَّوْرَاةُ قُلْ فَأْتُواْ بِالتَّوْرَاةِ فَاتْلُوهَا إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ ﴿٩٣﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-93. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kullut taâmi kâne hillen li benî isrâile illâ mâ harrame isrâîlu alâ nefsihî min kabli en tunezzelet tevrât(tevrâtu), kul fe’tû bit tevrâti fetlûhâ in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).

Tevrat indirilmeden önce İsrail’in (Yakub’un) kendi nefsine haram kıldığı müstesna, (Kur’ân’da helâl kılınmış bulunan) bütün yiyecekler İsrail Oğulları için de helâl idi. (Ey Rasûlüm, onlara), “Eğer (Tevrat’ta nesih bulunmadığı iddiasında) samimi iseniz, getirin Tevrat’ı ve okuyun!” de.

فَمَنِ افْتَرَىَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ مِن بَعْدِ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ ﴿٩٤﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-94. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe menifterâ alâllâhil kezibe min ba’di zâlike fe ulâike humuz zâlimûn(zâlimûne).

Artık kim bundan sonra Allah’a yalan isnadıyla iftirada bulunursa, böyleleri zalimlerin ta kendileridir.

قُلْ صَدَقَ اللّهُ فَاتَّبِعُواْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ ﴿٩٥﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-95. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul sadakallâhu fettebiû millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).

(Ey Rasûlüm,) sen, “Sadekallah: (Allah, sözün doğrusunu söyledi.)” de. O halde haydi, safî bir kalb ve dupduru bir Tevhid inancı içinde İbrahim’in milletine tâbi olun. O, asla müşriklerden olmamıştı.

إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِّلْعَالَمِينَ ﴿٩٦﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-96. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnne evvele beytin vudia lin nâsi lellezî bi bekkete mubâreken ve huden lil âlemîn(âlemîne).

İnsanlar için (ibadet maksadıyla yeryüzünde) ilk kondurulan ev, Mekke’deki (Kâbe) olup, feyiz ve bereket kaynağı, bütün insanlık için bir hidayet rehberi ve bir yönelme merkezidir.

فِيهِ آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَّقَامُ إِبْرَاهِيمَ وَمَن دَخَلَهُ كَانَ آمِنًا وَلِلّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ الله غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ ﴿٩٧﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-97. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fîhi âyâtun beyyinâtun makâmu ibrâhîm(ibrâhîme), ve men dahalehu kâne âminâ(âminen), ve lillâhi alen nâsi hiccul beyti menistetâa ileyhi sebîlâ(sebîlen), ve men kefere fe innallâhe ganiyyun anil âlemîn(âlemîne).

Orada (Allah’ın dini ve O’na ibadet adına, ayrıca o Ev’in ibadet için merkez ve kıble olduğunu gösteren) apaçık alâmetler, deliller, İbrahim’in Makamı vardır. Kim oraya girerse, (taarruz ve korkudan) emin olur. Ona yol bulup varmaya gücü yeten herkesin o Ev’i haccetmesi, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır. Kim Hac’cı inkâr eder veya nankörlükte bulunup Allah’ın bu hakkını yerine getirmezse, (bilin ki) Allah, bütün âlemlerden müstağnîdir, kimseden hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.

قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَاللّهُ شَهِيدٌ عَلَى مَا تَعْمَلُونَ ﴿٩٨﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-98. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul yâ ehlel kitâbi lime tekfurûne bi âyâtillâhi, vallâhu şehîdun alâ mâ ta’melûn(ta’melûne).

De ki: “Ey Kitap Ehli! Allah’ın (apaçık) âyetlerini ne diye gizleyip inkâr cihetine gidiyorsunuz? Halbuki Allah, yapıp durduğunuz her şeye bihakkın şahit bulunuyor.

قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ مَنْ آمَنَ تَبْغُونَهَا عِوَجًا وَأَنتُمْ شُهَدَاء وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ ﴿٩٩﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-99. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul yâ ehlel kitâbi lime tesuddûne an sebîlillâhi men âmene tebgûnehâ ivecen ve entum şuhedâu ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ta’melûn(ta’melûne).

De ki: “Ey Kitap Ehli! Doğruluğunun bizzat şahitleri olduğunuz halde, niçin Allah’ın yolunun eğri tanınmasını ve keyfinize göre eğrilip bükülmesini arzu ederek iman edenleri ondan uzaklaştırmaya çalışıyorsunuz? Oysa Allah, yapıp durduklarınızdan asla habersiz ve onlara karşı kayıtsız değildir.”

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوَاْ إِن تُطِيعُواْ فَرِيقًا مِّنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ يَرُدُّوكُم بَعْدَ إِيمَانِكُمْ كَافِرِينَ ﴿١٠٠﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-100. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tutîû ferîkan minellezîne ûtûl kitâbe yeruddûkum ba’de îmânikum kâfirîn(kâfirîne).

Ey iman edenler! Şu kendilerine Kitap verilenlerden bazılarına itaat edecek, onların dediklerini dinleyecek olursanız, iyi bilin ki, imanınızdan sonra sizi gerisin geriye döndürüp kâfir yaparlar.

وَكَيْفَ تَكْفُرُونَ وَأَنتُمْ تُتْلَى عَلَيْكُمْ آيَاتُ اللّهِ وَفِيكُمْ رَسُولُهُ وَمَن يَعْتَصِم بِاللّهِ فَقَدْ هُدِيَ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ ﴿١٠١﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-101. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve keyfe tekfurûne ve entum tutlâ aleykum âyâtullâhi ve fîkum resûluh(resûluhu), ve men ya’tesim billâhi fe kad hudiye ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).

Ne diye küfre sapacaksınız ki, önünüzde Allah’ın âyetleri okunup duruyor ve aranızda da O’nun Rasûlü var. Kim Allah’a gönülden sımsıkı bağlanırsa, hiç şüphesiz doğru bir yola iletilmiş demektir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ ﴿١٠٢﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-102. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).

Ey iman edenler! O’na karşı gelmekten ne ölçüde sakınmak gerekiyorsa o ölçüde Allah’a karşı gelmekten sakının ve ancak (O’na gönülden teslim olmuş) Müslümanlar olarak can vermeye bakın.

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ ﴿١٠٣﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-103. AYET (Meâlleri Kıyasla): Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrakû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufratin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).

Hep birlikte Allah’ın İpi’ne sımsıkı sarılın ve asla ayrılığa düşmeyin. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın ki, siz bölük pörçük birbirinize düşman idiniz; derken Allah kalblerinizi birleştirdi de, O’nun nimeti sayesinde kardeş oluverdiniz. Bir ateş çukurunun tam kenarında bulunuyordunuz, fakat Allah sizi oraya düşmekten kurtardı. Allah, âyetlerini size böylece açıklıyor ki, (her hususta) doğruya ulaşıp onda sabitkadem olasınız.

وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿١٠٤﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-104. AYET (Meâlleri Kıyasla): Veltekun minkum ummetun yed’ûne ilel hayri ve ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munker(munkeri), ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).

İçinizde (insanları devamlı) hayra çağıran ve usulünce iyilik, doğruluk ve güzelliği teşvik edip yayan, kötülük, yanlışlık ve çirkinliğin ise önünü almaya çalışan bir topluluk bulunsun. Onlardır gerçek mazhariyet sahipleri ve gerçekten kurtuluşa erenler.

وَلاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ تَفَرَّقُواْ وَاخْتَلَفُواْ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَأُوْلَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ ﴿١٠٥﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-105. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lâ tekûnû kellezîne teferrakû vahtelefû min ba’di mâ câehumul beyyinât(beyyinâtu), ve ulâike lehum azâbun azîm(azîmun).

Kendilerine apaçık hidayet delilleri geldikten sonra grup grup olanlar ve farklı farklı yollar tutanlar gibi olmayın. Onların payına düşen, pek büyük bir azaptır.

يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌ فَأَمَّا الَّذِينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ أَكْفَرْتُم بَعْدَ إِيمَانِكُمْ فَذُوقُواْ الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ ﴿١٠٦﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-106. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yevme tebyaddu vucûhun ve tesveddu vucûh(vucûhun), fe emmellezînesveddet vucûhuhum e kefertum ba’de îmânikum fe zûkûl azâbe bimâ kuntum tekfurûn(tekfurûne).

Gün gelecek, bazı yüzler ağaracak, bazı yüzler ise kararacaktır. Yüzleri kararanlara şöyle denecektir: “İmanınızdan sonra küfre sapmıştınız değil mi? Küfür üzerinde yürüyüp durmanız sebebiyle tadın bakalım şimdi (bu çok büyük) azabı!”

وَأَمَّا الَّذِينَ ابْيَضَّتْ وُجُوهُهُمْ فَفِي رَحْمَةِ اللّهِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ ﴿١٠٧﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-107. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve emmellezînebyaddat vucûhuhum fe fî rahmetillâh(rahmetillâhi), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).

Yüzleri ak olanlara gelince: onlar, Allah’ın rahmetine garkolmuşlardır; hem de orada sonsuzca kalacaklardır.

تِلْكَ آيَاتُ اللّهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّ وَمَا اللّهُ يُرِيدُ ظُلْمًا لِّلْعَالَمِينَ ﴿١٠٨﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-108. AYET (Meâlleri Kıyasla): Tilke âyâtullâhi netlûhâ aleyke bil hakk(hakkı), ve mâllâhu yurîdu zulmen lil âlemîn(âlemîne).

Bunlar Allah’ın âyetleridir ki, onları sana her türlü şüpheden uzak olarak ve bütün doğruluğuyla okuyoruz. Allah, herhangi bir varlık, herhangi bir kimse hakkında zulüm diliyor değildir.

وَلِلّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَإِلَى اللّهِ تُرْجَعُ الأُمُورُ ﴿١٠٩﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-109. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), ve ilâllâhi turceul umûr(umûru).

Kaldı ki, göklerde ne varsa ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır; (dolayısıyla O, sahip olduğu her şeyde dilediği gibi tasarruf eder ve esasen zulmetmiş olması asla mümkün değildir.) Bütün işler, neticede varır Allah’ta biter ve O neye hükmederse o olur.

كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُم مِّنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ ﴿١١٠﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-110. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kuntum hayra ummetin uhricet lin nâsi te’murûne bil ma’rûfi ve tenhevne anil munkeri ve tu’minûne billâh(billâhi), ve lev âmene ehlul kitâbi le kâne hayran lehum, minhumul mu’minûne ve ekseruhumul fâsikûn(fâsikûne).

(Ey Ümmeti Muhammed!) Siz, insanların iyiliğine olarak ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Usulünce iyilik, doğruluk ve güzelliği teşvik edip yayar, kötülük, yanlışlık ve çirkinliğin önünü almaya çalışırsınız; elbette Allah’a inanıyor (ve bunu da zaten inancınızdan dolayı ve onun gereği olarak yapıyorsunuz). Eğer Kitap (Tevrat) Ehli de (sizin gibi) iman etmiş olsaydı, (keşke şimdi olsun etseler,) hiç şüphesiz bu haklarında hayırlı olurdu. Gerçi içlerinde (gerçekten inanmış) mü’minler de vardır, fakat onların çoğu (Din’den çıkmış) fasıklardır.

لَن يَضُرُّوكُمْ إِلاَّ أَذًى وَإِن يُقَاتِلُوكُمْ يُوَلُّوكُمُ الأَدُبَارَ ثُمَّ لاَ يُنصَرُونَ ﴿١١١﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-111. AYET (Meâlleri Kıyasla): Len yedurrûkum illâ ezâ(ezen), ve in yukâtilûkum yuvellûkumul edbâr(edbâre), summe lâ yunsarûn(yunsarûne).

Ama onlar, size hiçbir şekilde asla zarar veremezler; ancak dilleriyle incitebilirler. Sizinle savaşacak olsalar arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra hiçbir yardım da görmezler.

ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ أَيْنَ مَا ثُقِفُواْ إِلاَّ بِحَبْلٍ مِّنْ اللّهِ وَحَبْلٍ مِّنَ النَّاسِ وَبَآؤُوا بِغَضَبٍ مِّنَ اللّهِ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الْمَسْكَنَةُ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانُواْ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَيَقْتُلُونَ الأَنبِيَاء بِغَيْرِ حَقٍّ ذَلِكَ بِمَا عَصَوا وَّكَانُواْ يَعْتَدُونَ ﴿١١٢﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-112. AYET (Meâlleri Kıyasla): Duribet aleyhimuz zilletu eyne mâ sukıfû illâ bi hablin minallâhi ve hablin minen nâsi ve bâû bi gadabin minallâhi ve duribet aleyhimul meskeneh(meskenetu), zâlike bi ennehum kânû yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûnel enbiyâe bi gayri hakk(hakkın), zâlike bimâ asav ve kânû ya’tedûn(ya’tedûne).

Her nerede bulunurlarsa bulunsunlar üzerlerine zillet damgası vurulmuştur; ancak Allah’tan gelen bir ipe ve insanlar tarafından uzatılan bir ipe (desteğe ve koruma altına almaya) tutunmaları hali müstesna; ayrıca Allah’tan (müthiş) bir gazaba (cezaya) uğradılar ve meskenet altında ezilmeye mahkûm oldular. Çünkü Allah’ın âyetlerini inkâr edip duruyor ve hakhukuk gözetmeksizin peygamberleri öldürüyorlardı. Çünkü artık asi olmuşlardı ve haddi aşıp duruyorlardı.

لَيْسُواْ سَوَاء مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ أُمَّةٌ قَآئِمَةٌ يَتْلُونَ آيَاتِ اللّهِ آنَاء اللَّيْلِ وَهُمْ يَسْجُدُونَ ﴿١١٣﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-113. AYET (Meâlleri Kıyasla): Leysû sevâen, min ehlil kitâbi ummetun kâimetun yetlûne âyâtillâhi ânâel leyli ve hum yescudûn(yescudûne).

Bununla birlikte, Kitap Ehli’nin hepsi aynı değildir. İçlerinde (sizin gibi iman etmiş olup) doğruluktan şaşmayan istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde Allah’ın âyetlerini hakkıyla okuyarak secdelere kapanırlar.

يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَأُوْلَئِكَ مِنَ الصَّالِحِينَ ﴿١١٤﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-114. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri ve ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munkeri ve yusâriûne fîl hayrât(hayrâti), ve ulâike mines sâlihîn(sâlihîne).

(Gerektiği şekilde) Allah’a ve Âhiret Günü’ne inanır, usulünce iyilik, doğruluk ve güzelliği teşvik edip yayar, kötülük, yanlışlık ve çirkinliğin önünü almaya çalışır ve yarışırcasına hayırlı işlere koşarlar. Onlar, inanç, düşünce ve davranışları itibariyle doğru yolda, sağlam ve bozgunculuktan uzak bulunanlardandır.

وَمَا يَفْعَلُواْ مِنْ خَيْرٍ فَلَن يُكْفَرُوْهُ وَاللّهُ عَلِيمٌ بِالْمُتَّقِينَ ﴿١١٥﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-115. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ yef’alû min hayrin fe len yukferûh(yukferûhu), vallâhu alîmun bil muttekîn(muttekîne).

Hayır adına her ne işlerlerse, elbette onun mükâfatından mahrum bırakılacak değillerdir. Allah, içleri Kendine karşı saygıyla dopdolu olan ve O’na itaatsizlikten kaçınanları çok iyi bilmektedir.

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَن تُغْنِيَ عَنْهُمْ أَمْوَالُهُمْ وَلاَ أَوْلاَدُهُم مِّنَ اللّهِ شَيْئًا وَأُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ ﴿١١٦﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-116. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnellezîne keferû len tugniye anhum emvâluhum ve lâ evlâduhum minallâhi şey’â(şey’en), ve ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).

O küfredenlere gelince: sahip oldukları mallar da, evlâtları da Allah karşısında onlara hiçbir fayda sağlamayacaktır. Ateş’in yârânı ve yoldaşlarıdır onlar, hem de orada sonsuzca kalacaklardır.

مَثَلُ مَا يُنفِقُونَ فِي هِذِهِ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا كَمَثَلِ رِيحٍ فِيهَا صِرٌّ أَصَابَتْ حَرْثَ قَوْمٍ ظَلَمُواْ أَنفُسَهُمْ فَأَهْلَكَتْهُ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّهُ وَلَكِنْ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿١١٧﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-117. AYET (Meâlleri Kıyasla): Meselu mâ yunfikûne fî hâzihil hayâtid dunyâ ke meseli rîhin fîhâ sırrun esâbet harse kavmin zalemû enfusehum fe ehlekethu ve mâ zalemehumullâhu ve lâkin enfusehum yazlımûn(yazlımûne).

Onların (insanî veya dinî gayeli gibi görünse de, menfaatlerini tatmin veya yanlış inançları yolunda ya da sırf gösteriş için) bu dünya hayatında harcama yapmaları şuna benzer: Dondurucu bir rüzgâr çıkar ve bizzat kendi öz canlarına zulmeden bir topluluğun ürününe isabet edip onu yok ediverir. Allah onlara zulmetmedi, haksızlık yapmadı; fakat onlar, hep kendi kendilerine zulmetmektedirler.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ بِطَانَةً مِّن دُونِكُمْ لاَ يَأْلُونَكُمْ خَبَالاً وَدُّواْ مَا عَنِتُّمْ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاء مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الآيَاتِ إِن كُنتُمْ تَعْقِلُونَ ﴿١١٨﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-118. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettehızû bitâneten min dûnikum lâ ye’lûnekum habâlâ(habâlen), veddû mâ anittum, kad bedetil bagdâu min efvâhihim, ve mâ tuhfî sudûruhum ekber(ekberu), kad beyyennâ lekumul âyâti in kuntum ta’kılûn(ta’kılûne).

Ey iman edenler! Kendinizden (her bakımdan sizin gibi olanlardan) başkasını sırdaş edinmeyin; çünkü (bilhassa o gayrı Müslimler içinde size gayz ve düşmanlık besleyenler), başınıza dert açmada ellerinden geleni arkalarına koymazlar; ayrıca üzerinizden dert ve sıkıntı hiç gitmesin isterler. Baksanıza, size olan buğzları ağızlarından taşıyor; içlerinde gizledikleri ise daha da öte. Eğer aklınızı kullanır ve gereğince davranırsanız, size apaçık gerçekleri açıklıyoruz.

هَاأَنتُمْ أُوْلاء تُحِبُّونَهُمْ وَلاَ يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّهِ وَإِذَا لَقُوكُمْ قَالُواْ آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْاْ عَضُّواْ عَلَيْكُمُ الأَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِ قُلْ مُوتُواْ بِغَيْظِكُمْ إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿١١٩﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-119. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tu’minûne bil kitâbi kullihi, ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).

Siz öylesine (safî, kalbleri dupduru ve herkesin iyiliğini isteyen) kimselersiniz ki, o (düşmanlarınızı) bile seviyorsunuz, ama onlar sizi sevmezler; siz, (âyetleri arasında hiçbir ayırım yapmadan) Kitabın bütününe ve Allah’ın gönderdiği bütün kitaplara inanıyorsunuz. Onlar ise, ancak sizinle karşılaştıkları zaman “İnandık!” deyip geçerler; fakat birbirleriyle başbaşa kaldıklarında ise size olan kin ve düşmanlıklarından dolayı parmaklarını ısırır, dişlerini gıcırdatırlar. (Onlara), “Gayzınızda boğulun!” de! Şüphesiz ki Allah, sinelerin özünü, onlarda saklı tutulan bütün sırları hakkıyla bilir.

إِن تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ وَإِن تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُواْ بِهَا وَإِن تَصْبِرُواْ وَتَتَّقُواْ لاَ يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئًا إِنَّ اللّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ ﴿١٢٠﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-120. AYET (Meâlleri Kıyasla): İn temseskum hasenetun tesû’hum, ve in tusibkum seyyietun yefrahû bihâ ve in tasbirû ve tettekû lâ yadurrukum keyduhum şey’a(şey’en), innallâhe bi mâ ya’melûne muhît(muhîtun).

Size küçük bir iyilik, bir ferahlık, bir nimet ulaşsa, bu onları tasaya sevk eder; bir belâya giriftar olsanız, bu defa sevinçten bayılırlar. Her şeye rağmen sabreder ve (haktan, adaletten sapmadan) takva çizgisinde hareket ederseniz, onların hile ve tuzaklarının size hiçbir zararı dokunmayacaktır. Her ne yapıp ediyorlarsa, Allah (ilmi ve kudretiyle) hepsini kuşatmış durumdadır.

وَإِذْ غَدَوْتَ مِنْ أَهْلِكَ تُبَوِّئُ الْمُؤْمِنِينَ مَقَاعِدَ لِلْقِتَالِ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ ﴿١٢١﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-121. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve iz gadavte min ehlike tubevviul mu’minîne makâide lil kıtâl(kıtâli), vallâhu semîun alîm(alîmun).

Hani (ey Rasûlüm,) bir sabah ailenden erkenden ayrılmıştın ve mü’minleri savaş için konuşlandırıyordun. Allah, (her sözü) hakkıyla işitendir, her şeyi hakkıyla bilendir; (nitekim o gün de olup biteni bihakkın işitiyor ve biliyordu).

إِذْ هَمَّت طَّآئِفَتَانِ مِنكُمْ أَن تَفْشَلاَ وَاللّهُ وَلِيُّهُمَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ ﴿١٢٢﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-122. AYET (Meâlleri Kıyasla): İz hemmet tâifetâni minkum en tefşelâ vallâhu veliyyuhumâ ve alâllâhi fel yetevekkelil mu’minûn(mu’minûne).

İşte o anda içinizden iki grup gevşeklik gösterip geri dönmeye yeltenmişlerdi; oysa Allah, onların yardımcısı, koruyucusu ve destekçisiydi. Daima ve sadece Allah’a dayanıp güvenmelidir mü’minler.

وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّهُ بِبَدْرٍ وَأَنتُمْ أَذِلَّةٌ فَاتَّقُواْ اللّهَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿١٢٣﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-123. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lekad nasarakumullâhu bi bedrin ve entum ezilleh(ezilletun), fettekûllâhe leallekum teşkurûn(teşkurûne).

Nasıl ki O, (hem sayı hem de kuvvet yönünden) çok az ve çok zayıf olduğunuz bir zamanda size Bedir’de yardım etmiş ve sizi muzaffer kılmıştı. Öyleyse, Allah’a karşı gelmekten sakınarak takva dairesinde hareket edin ki, böylece şükretmiş olasınız.

إِذْ تَقُولُ لِلْمُؤْمِنِينَ أَلَن يَكْفِيكُمْ أَن يُمِدَّكُمْ رَبُّكُم بِثَلاَثَةِ آلاَفٍ مِّنَ الْمَلآئِكَةِ مُنزَلِينَ ﴿١٢٤﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-124. AYET (Meâlleri Kıyasla): İz tekûlu lil mu’minîne e len yekfiyekum en yumiddekum rabbukum bi selâseti âlâfin minel melâiketi munzelîn(munzelîne).

O (Bedir) günü mü’minlere, “İndirdiği üç bin melekle Rabbinizin size imdat göndermesi yetmez mi?” diyordun.

بَلَى إِن تَصْبِرُواْ وَتَتَّقُواْ وَيَأْتُوكُم مِّن فَوْرِهِمْ هَذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُم بِخَمْسَةِ آلافٍ مِّنَ الْمَلآئِكَةِ مُسَوِّمِينَ ﴿١٢٥﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-125. AYET (Meâlleri Kıyasla): Belâ in tasbirû ve tettekû ve ye’tûkum min fevrihim hâzâ yumdidkum rabbukum bi hamseti âlâfin minel melâiketi musevvimîn(musevvimîne).

Evet, (niye yetmesin!) Hattâ, eğer sabreder, (cephede direnir) ve Allah’a karşı gelmekten sakınıp takva dairesinde kalarak O’nun koruması altına girerseniz, düşmanlarınız hemen şu dakikada üzerinize geliverecek olsalar, Rabbiniz beş bin formalı, nişanlı melekle size imdat edecektir.

وَمَا جَعَلَهُ اللّهُ إِلاَّ بُشْرَى لَكُمْ وَلِتَطْمَئِنَّ قُلُوبُكُم بِهِ وَمَا النَّصْرُ إِلاَّ مِنْ عِندِ اللّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ ﴿١٢٦﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-126. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ cealehullâhu illâ buşrâ lekum ve li tatmeinne kulûbukum bih(bihî), ve men nasru illâ min indillâhil azîzil hakîm(hakîmi).

Allah, (o zaman yaptığı bu yardımı) ancak sizin için bir muştu olsun ve onunla kalbleriniz yatışsın diye yapmıştı. (Yoksa Allah dilemedikçe, yardımını size yar etmedikçe, meleklerin de kendiliklerinden yapabilecekleri bir şey yoktur.) Yardım ve zafer, ancak Azîz (izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip), Hakîm (her hüküm ve işinde pek çok hikmetler) bulunan Allah’ın katındandır.

لِيَقْطَعَ طَرَفًا مِّنَ الَّذِينَ كَفَرُواْ أَوْ يَكْبِتَهُمْ فَيَنقَلِبُواْ خَآئِبِينَ ﴿١٢٧﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-127. AYET (Meâlleri Kıyasla): Li yaktaa tarafen minellezîne keferû ev yekbitehum fe yenkalibû hâibîn(hâibîne).

Allah, (o yardımı ayrıca kimisinin katledilmesi, kimisinin esir alınmasıyla) küfredenlerin bir tarafını koparmak (sayılarını azaltıp, güçlerini kırmak) için, diğerleri de ümitsiz ve perişan bir halde dönüp gitsinler diye yaptı.

لَيْسَ لَكَ مِنَ الأَمْرِ شَيْءٌ أَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ أَوْ يُعَذَّبَهُمْ فَإِنَّهُمْ ظَالِمُونَ ﴿١٢٨﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-128. AYET (Meâlleri Kıyasla): Leyse leke minel emri şey’un ev yetûbe aleyhim ev yuazzibehum fe innehum zâlimûn(zâlimûne).

(Ey Rasûlüm, bütün bunları yapan Allah’tır;) gerçek tedbir ve idare ile işlerin sonuca ulaştırılmasında sana düşen bir şey yoktur; (bu sebeple, muvaffakiyetlerinizden kendinize övünme vesilesi olacak bir pay çıkarmayın. Ayrıca, sen vazifeli bir kulsun; kullarına karşı Allah’ın nasıl davranacağı) konusunda da sana düşen bir şey yoktur. Allah, ister onlara tevbe (ve iman) nasip edip günahlarını bağışlar, isterse (küfür, şirk ve kötülüklerde ısrar eden) zalimler olmaları hasebiyle onları azapla cezalandırır.

وَلِلّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ يَغْفِرُ لِمَن يَشَاء وَيُعَذِّبُ مَن يَشَاء وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿١٢٩﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-129. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), yagfiru li men yeşâu ve yuazzibu men yeşâu, vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).

Çünkü göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Ama Allah, (her şeyden önce, kullarını) çok fazla bağışlayandır, (bilhassa tevbe ve iman ile Kendisine yönelenlere karşı hususî) rahmeti pek çok olandır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَأْكُلُواْ الرِّبَا أَضْعَافًا مُّضَاعَفَةً وَاتَّقُواْ اللّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿١٣٠﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-130. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ te’kulur ribâ ad’âfen mudâafeh(mudâafeten), vettekûllâhe leallekum tuflihûn(tuflihûne).

Ey iman edenler! (Hele bir de) öyle kat kat artırarak faiz yemeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki, (dünyada da Âhiret’te de) felâh bulasınız.

وَاتَّقُواْ النَّارَ الَّتِي أُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ ﴿١٣١﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-131. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vettekûn nârelletî uiddet lil kâfirîn(kâfirîne).

(Dininizi koruma adına muamelelerinize dikkat edin ve) kâfirler için hazırlanmış olan Ateş’ten sakının.

وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ ﴿١٣٢﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-132. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve atîûllâhe ver resûle leallekum turhamûn(turhamûne).

Allah’a ve Rasûl’e itaat edin ki, rahmete, (dünyada helâl dairesinde güzel bir hayata, Âhiret’te de af ve Cennet’e) nail olasınız.

وَسَارِعُواْ إِلَى مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ ﴿١٣٣﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-133. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve sâriû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâs semâvâtu vel ardu, uiddet lil muttekîn(muttekîne).

Rabbiniz’den (sürpriz mükâfatlarla yüklü) bir mağfirete ve genişliği göklerle yer kadar olan ve müttakîler için hazırlanmış bir Cennet’e yarışırcasına koşuşun!

الَّذِينَ يُنفِقُونَ فِي السَّرَّاء وَالضَّرَّاء وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ ﴿١٣٤﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-134. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ellezîne yunfikûne fîs serrâi ved darrâi vel kâzımînel gayza vel âfîne anin nâs(nâsi), vallâhu yuhibbul muhsinîn(muhsinîne).

O müttakîler ki, (Allah’ın kendilerine verdiği her türlü nimetten, bilhassa servetten Allah için) bollukta da darlıkta da harcamada bulunur; kızdıklarında, (intikam almaya güçleri yettiği halde) öfkelerini (zor da olsa) yutar ve insanların kusurlarını affederler. Allah, (işte böyle) ihsan sahiplerini, (Allah’ı görürcesine, en azından O’nun kendilerini gördüğünün şuuru içinde iyiliğe adanmış olanları) sever.

وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُواْ فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُواْ أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُواْ اللّهَ فَاسْتَغْفَرُواْ لِذُنُوبِهِمْ وَمَن يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُ وَلَمْ يُصِرُّواْ عَلَى مَا فَعَلُواْ وَهُمْ يَعْلَمُونَ ﴿١٣٥﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-135. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezîne izâ fealû fâhişeten ev zalemû enfusehum zekerûllâhe festagferû li zunûbihim, ve men yagfiruz zunûbe illâllâhu ve lem yusırrû alâ mâ fealû ve hum ya’lemûn (ya’lemûne).

Onlar, çirkin bir iş yaptıklarında veya (günahla) kendi öz canlarına zulmettiklerinde peşinden hemen Allah’ı hatırlar, O’nu anar ve günahlarının affedilmesini dilerler –zaten, günahları Allah’tan başka kim affedebilir ki! Ayrıca, işledikleri (günah ve hatalarda) bile bile ısrar da etmezler.

أُوْلَئِكَ جَزَآؤُهُم مَّغْفِرَةٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَنِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ ﴿١٣٦﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-136. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ulâike cezâuhum magfiretun min rabbihim ve cennâtun tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, ve ni’me ecrul âmilîn(âmilîne).

(Parmakla gösterilmeye değer bu takva ve ihsan sahiplerinin) mükâfatları, Rabbilerinden (sürprizlerle yüklü) bir mağfiret ve içlerinde sonsuzca kalmak üzere girecekleri (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetlerdir. Bildikleriyle gerektiği şekilde amel eden ve güzel işler yapanların mükâfatı ne güzeldir!

قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِكُمْ سُنَنٌ فَسِيرُواْ فِي الأَرْضِ فَانْظُرُواْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذَّبِينَ ﴿١٣٧﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-137. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kad halet min kablikum sunenun, fe sîrû fîl ardı fenzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).

Sizden önce, (toplumların hayatını ve tarihî süreci tanıma adına Allah’ın koymuş bulunduğu kanunları ve icraatını gösteren) nice yol olmuş vakalar geldi geçti. İsterseniz yeryüzünde şöyle bir gezip dolaşın da, (Allah’ın âyetlerini ve peygamberleri) yalanlayanların sonları ne oldu, görüp inceleyin!

هَذَا بَيَانٌ لِّلنَّاسِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةٌ لِّلْمُتَّقِينَ ﴿١٣٨﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-138. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hâzâ beyânun lin nâsi ve huden ve mev’ızatun lil muttekîn(muttekîne).

(Sebep ve sonuçlarıyla) bütün bu olup bitenler, herkes için (görülmesi gereken) gerçeği gösteren bir izah, müttakîler için ise imanda ve Allah’a bağlılıkta pekişme ve ikaz, irşad adına bizatihî bir öğüttür.

وَلاَ تَهِنُوا وَلاَ تَحْزَنُوا وَأَنتُمُ الأَعْلَوْنَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ ﴿١٣٩﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-139. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lâ tehinû ve lâ tahzenû ve entumul a’levne in kuntum mu’minîn(mu’minîne).

Sakın ola ki yılmayın ve tasalanmayın; eğer gerçekten mü’minler iseniz, her zaman için üstün olan sizsiniz.

إِن يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِّثْلُهُ وَتِلْكَ الأيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ وَيَتَّخِذَ مِنكُمْ شُهَدَاء وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ الظَّالِمِينَ ﴿١٤٠﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-140. AYET (Meâlleri Kıyasla): İn yemseskum karhun fe kad messel kavme karhun misluh(misluhu), ve tilkel eyyâmu nudâviluhâ beynen nâs(nâsi), ve li ya’lemallâhullezîne âmenû ve yettehize minkum şuhedâe vallâhu lâ yuhibbuz zâlimîn(zâlimîne).

(Uhud’da) size bir yara dokundu ise, biliyorsunuz, karşınızdaki o düşman topluluğuna da benzer bir yara (Bedir’de) dokunmuştu. Böylesi (tarihî ve önemli) günler ki, Biz onları, Allah gerçekten iman etmiş bulunanları ortaya çıkarsın ve sizden (hakka ve imanın hakikatine) birtakım şahitler edinsin diye insanlar arasında döndürür dururuz. Şurası bir gerçek ki, Allah zalimleri sevmez, (zulmü, yanlış davranışları tasvip etmez, cezalandırır ve neticede hakkı hakim kılar).

وَلِيُمَحِّصَ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ وَيَمْحَقَ الْكَافِرِينَ ﴿١٤١﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-141. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve liyumahhisallâhullezîne âmenû ve yemhakal kâfirîn(kâfirîne).

(O günleri insanlar arasında döndürüp durmamız,) Allah’ın (fert fert içlerindeki yanlış duygu, düşünce ve nifak tortularını arıtarak, toplum planında ise içlerindeki münafıkları ortaya çıkararak) mü’minleri tertemiz yapması ve kâfirleri derece derece imha etmesi içindir de.

أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تَدْخُلُواْ الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّهُ الَّذِينَ جَاهَدُواْ مِنكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِرِينَ ﴿١٤٢﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-142. AYET (Meâlleri Kıyasla): Em hasibtum en tedhulûl cennete ve lemmâ ya’lemillâhullezîne câhedû minkum ve ya’lemes sâbirîn(sâbirîne).

Yoksa siz, Allah içinizdeki cihad edenleri ayırt edip ortaya çıkarmadan, bir de sabredenleri ayırt edip ortaya çıkarmadan hepiniz hemen Cennet’e girivereceğinizi mi sanıyordunuz?

وَلَقَدْ كُنتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ مِن قَبْلِ أَن تَلْقَوْهُ فَقَدْ رَأَيْتُمُوهُ وَأَنتُمْ تَنظُرُونَ ﴿١٤٣﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-143. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lekad kuntum temennevnel mevte min kabli en telkavhu, fe kad raeytumûhu ve entum tenzurûn(tenzurûne).

Hani, onunla yüz yüze gelmeden ölümü temenni ediyordunuz! İşte o şimdi karşınızda, ama (seyirci gibi) bakıp duruyorsunuz!

وَمَا مُحَمَّدٌ إِلاَّ رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِ الرُّسُلُ أَفَإِن مَّاتَ أَوْ قُتِلَ انقَلَبْتُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْ وَمَن يَنقَلِبْ عَلَىَ عَقِبَيْهِ فَلَن يَضُرَّ اللّهَ شَيْئًا وَسَيَجْزِي اللّهُ الشَّاكِرِينَ ﴿١٤٤﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-144. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ muhammedun illâ resûl(resûlun), kad halet min kablihir rusûl(rusûlu), e fein mâte ev kutilenkalebtum alâ a’kâbikum, ve men yenkalib alâ akıbeyhi fe len yadurrallâhe şey’â(şey’en), ve se yeczîllâhuş şâkirîn(şâkirîne).”

(Bu İslâm davasını yoksa Allah ile değil de, Muhammed ile kaim veya Muhammed hiç ölmeyecek mi zannediyordunuz? Öyle ise bilin ki, bu davanın asıl sahibi Allah’tır ve ondaki yeri itibariyle) Muhammed ancak bir rasûldür. Nitekim O’ndan önce de rasûller gelip geçmiştir. Eğer O ölür veya öldürülürse, yoksa hemen ökçeleriniz üzerinde gerisin geriye dönümüvereceksiniz? Kim ökçesi üzerinde gerisin geriye dönerse, (bilsin ki o,) hiçbir şekilde Allah’a zarar veremez. Ama Allah, (hidayetin kıymetini bilip onda sebatla gereğini yerine getiren) şükür ehlini yakın bir gelecekte bol bol mükâfatlandıracaktır.

وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَنْ تَمُوتَ إِلاَّ بِإِذْنِ الله كِتَابًا مُّؤَجَّلاً وَمَن يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِهِ مِنْهَا وَمَن يُرِدْ ثَوَابَ الآخِرَةِ نُؤْتِهِ مِنْهَا وَسَنَجْزِي الشَّاكِرِينَ ﴿١٤٥﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-145. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ kâne li nefsin en temûte illâ bi iznillâhi kitâben mueccelâ(mueccelen), ve men yurid sevâbed dunyâ nu’tihî minhâ, ve men yurid sevâbel âhirati nu’tihî minhâ, ve se neczîş şâkirîn(şâkirîne).

Kimsenin Allah’ın izni olmadan, ezelde takdir edilmiş bulunan eceli gelmeden ölmesi söz konusu değildir. O bakımdan, kim yaptığının karşılığını dünyada bekliyorsa ona bir miktar dünyalık veririz; kim de mükâfatını Âhiret’te almak diliyorsa, ona da Âhiret mükâfatından veririz. Şükredenleri yakın bir gelecekte elbette mükâfatlandıracağız.

وَكَأَيِّن مِّن نَّبِيٍّ قَاتَلَ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَثِيرٌ فَمَا وَهَنُواْ لِمَا أَصَابَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَمَا ضَعُفُواْ وَمَا اسْتَكَانُواْ وَاللّهُ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ ﴿١٤٦﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-146. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve keeyyin min nebiyyin kâtele, meahu rıbbiyyûne kesîr(kesîrun), fe mâ vehenû li mâ asâbehum fî sebîlillâhi ve mâ daufû ve mestekânû vallâhu yuhibbus sâbirîn(sâbirîne).

Nice peygamberler gelip geçti ki, beraberlerinde kendilerini Allah’a adamış çok sayıda hak eri olduğu halde (Allah yolunda) harbettiler. Onlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı asla yılgınlığa düşmedikleri gibi, ne zaaf sergilediler, ne de düşmana boyun eğdiler. Allah, (böylesi) sabredenleri sever.

وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ إِلاَّ أَن قَالُواْ ربَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَإِسْرَافَنَا فِي أَمْرِنَا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ ﴿١٤٧﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-147. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ kâne kavlehum illâ en kâlû rabbenagfir lenâ zunûbenâ ve isrâfenâ fî emrinâ ve sebbit akdâmenâ vensurnâ alel kavmil kâfirîn(kâfirîne).

(Düşmanla karşılaştıklarında) ağızlarından dökülen söz, sadece şundan ibaretti: “Rabbimiz! Günahlarımızı ve vazifemizde, işlerimizde gösterdiğimiz taşkınlıkları bağışla; ayaklarımızı sabit kıl ve şu kâfirler topluluğuna karşı bize yardım ve zafer ihsan eyle!”

فَآتَاهُمُ اللّهُ ثَوَابَ الدُّنْيَا وَحُسْنَ ثَوَابِ الآخِرَةِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ ﴿١٤٨﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-148. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe âtâhumullâhu sevâbed dunyâ ve husne sevâbil âhireh(âhireti), vallâhu yuhibbul muhsinîn(muhsinîne).

Allah da onlara hem dünya mükâfatını, hem de en güzel Âhiret mükâfatını verdi. Elbette Allah, (böyle) ihsan sahiplerini, (Allah’ı görürcesine, en azından O’nun kendilerini gördüğünün şuuru içinde iyiliğe adanmışları) sever.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوَاْ إِن تُطِيعُواْ الَّذِينَ كَفَرُواْ يَرُدُّوكُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْ فَتَنقَلِبُواْ خَاسِرِينَ ﴿١٤٩﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-149. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tutîûllezîne keferû yeruddûkum alâ a’kâbikum fe tenkalibû hâsirîn(hâsirîne).

Ey iman edenler! Eğer o küfür içindeki (münafıkların Uhud savaşı münasebetiyle söylediklerine kulak verir de onlara) uyacak olursanız, sizi ökçeleriniz üzerinde gerisin geriye (dininizden) döndürürler de, neticede (hem dünyada hem de Âhiret’te) kaybedenlerden olursunuz.

بَلِ اللّهُ مَوْلاَكُمْ وَهُوَ خَيْرُ النَّاصِرِينَ ﴿١٥٠﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-150. AYET (Meâlleri Kıyasla): Belillâhu mevlâkum, ve huve hayrun nâsırîn(nâsırîne).

Bilakis sizin yâriniz, yardımcınız, gerçek koruyucunuz Allah’tır. O, en hayırlı bir yardımcı ve zafere ulaştırıcıdır.

سَنُلْقِي فِي قُلُوبِ الَّذِينَ كَفَرُواْ الرُّعْبَ بِمَا أَشْرَكُواْ بِاللّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ سُلْطَانًا وَمَأْوَاهُمُ النَّارُ وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِمِينَ ﴿١٥١﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-151. AYET (Meâlleri Kıyasla): Se nulkî fî kulûbillezîne keferûr ru’be bimâ eşrakû billâhi mâ lem yunezzil bihî sultânâ(sultânen), ve me’vâhumun nâr(nâru), ve bi’se mesvez zâlimîn(zâlimîne).

Allah’ın, (iddia ettikleri üzere güya ilâh ve ma’bud kabûl edilebileceklerine dair) haklarında hiçbir delil indirmediği birtakım nesneleri O’na ortak koşmalarından dolayı küfredenlerin kalblerine korku salacağız. Onların nihaî barınakları Ateş’tir. Zalimlerin varıp kalacakları o yer ne fena bir yerdir!

وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّهُ وَعْدَهُ إِذْ تَحُسُّونَهُم بِإِذْنِهِ حَتَّى إِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِي الأَمْرِ وَعَصَيْتُم مِّن بَعْدِ مَا أَرَاكُم مَّا تُحِبُّونَ مِنكُم مَّن يُرِيدُ الدُّنْيَا وَمِنكُم مَّن يُرِيدُ الآخِرَةَ ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْ وَلَقَدْ عَفَا عَنكُمْ وَاللّهُ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ ﴿١٥٢﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-152. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lekad sadakakumullâhu va’dehû iz tehussûnehum bi iznih(iznihî), hattâ izâ feşiltum ve tenâza’tum fîl emri ve asaytum min ba’di mâ erâkum mâ tuhıbbûn(tuhıbbûne), minkum men yurîdud dunyâ ve minkum men yurîdul âhireh(âhirete), summe sarafekum anhum li yebteliyekum, ve lekad afâ ankum, vallâhu zû fadlin alel mu’minîn(mu’minîne).

Esasen Allah, size verdiği sözde durdu: O’nun izni ile düşmanlarınızı kırıp geçiriyordunuz. Fakat arzuladığınız galibiyeti bu şekilde size göstermesinin ardından (ganimet sevdasıyla) gevşeyiverdiniz ve (mevziinizden ayrılmamanız için) size verilmiş bulunan emir konusunda çekiştiniz, neticede de (Allah Rasûlü’nün bu emrine) isyan ettiniz. İçinizde dünyayı dileyen vardı, Âhiret’i dileyen vardı. Bunun üzerine Allah sizi denemek için, (üzerlerine yüklenmiş bulunduğunuz o kâfirler) karşısında sizi yüz geri etti. Bununla beraber, yine de sizi affetti. Allah, mü’minlere karşı daima lütf u inayet sahibidir.

إِذْ تُصْعِدُونَ وَلاَ تَلْوُونَ عَلَى أحَدٍ وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ فِي أُخْرَاكُمْ فَأَثَابَكُمْ غُمَّاً بِغَمٍّ لِّكَيْلاَ تَحْزَنُواْ عَلَى مَا فَاتَكُمْ وَلاَ مَا أَصَابَكُمْ وَاللّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿١٥٣﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-153. AYET (Meâlleri Kıyasla): İz tus’idûne ve lâ telvûne alâ ehadin ver resûlu yed’ûkum fî uhrâkum fe esâbekum gammen bi gammin li keylâ tahzenû alâ mâ fâtekum ve lâ mâ asâbekum, vallâhu habîrun bimâ ta’melûn(ta’melûne).

Savaş meydanından uzaklaştıkça uzaklaşıyor, hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz. O esnada Rasûl de arkanızdan seslenip sizi geri çağırıyordu. İşte bu (en tehlikeli) hengâmede Allah size (biri öncekini unutturacak) gam üstüne gam verdi ki, (dünya adına) artık elinizden çıkıp gidene de, başınıza gelenlere de üzülmeyesiniz. Allah, her ne yapıyorsanız hepsinden hakkıyla haberdardır.

ثُمَّ أَنزَلَ عَلَيْكُم مِّن بَعْدِ الْغَمِّ أَمَنَةً نُّعَاسًا يَغْشَى طَآئِفَةً مِّنكُمْ وَطَآئِفَةٌ قَدْ أَهَمَّتْهُمْ أَنفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ يَقُولُونَ هَل لَّنَا مِنَ الأَمْرِ مِن شَيْءٍ قُلْ إِنَّ الأَمْرَ كُلَّهُ لِلَّهِ يُخْفُونَ فِي أَنفُسِهِم مَّا لاَ يُبْدُونَ لَكَ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الأَمْرِ شَيْءٌ مَّا قُتِلْنَا هَاهُنَا قُل لَّوْ كُنتُمْ فِي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذِينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ إِلَى مَضَاجِعِهِمْ وَلِيَبْتَلِيَ اللّهُ مَا فِي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحَّصَ مَا فِي قُلُوبِكُمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿١٥٤﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-154. AYET (Meâlleri Kıyasla): Summe enzele aleykum min ba’dil gammi emeneten nuâsen yagşâ tâifeten minkum, ve tâifetun kad ehemmethum enfusuhum yezunnûne billâhi gayral hakkı zannel câhiliyyeh(câhiliyyeti), yekûlûne hel lenâ minel emri min şey’(şey’in), kul innel emre kullehu lillâh(lillâhi), yuhfûne fî enfusihim mâ lâ yubdûne lek(leke), yekûlûne lev kâne lenâ minel emri şey’un mâ kutilnâ hâhunâ, kul lev kuntum fî buyûtikum le berezellezîne kutibe aleyhimul katlu ilâ medâciihim, ve li yebteliyallâhu mâ fî sudûrikum ve li yumahhısa mâ fî kulûbikum, vallâhu alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).

Sonra (pişmanlıkla geri dönüp geldiniz, dağda Allah Rasûlü’nün etrafında toplandınız ve) Allah, sizi giriftar ettiği bunca gamın ardından üzerinize bir güven duygusu indirdi: tatlı bir uyku hali ki, içinizden (en samimi olan) bir kısmını bürüyordu; bir grup da canlarının derdine düşmüştü ve Allah hakkında cahiliyeye ait gerçek dışı zanlar besliyorlardı. “Bu idare ve emirkomuta işinde bizim bir yetkimiz var mı?” diye soruyorlar, –De ki: “Bütün iş, bütün yetki Allah’a aittir.”– içlerinde sana karşı açığa vuramadıkları bir şey gizliyorlardı. Şöyle söyleniyorlardı: “Bu idare ve emirkomuta işinde bize de bir pay düşmüş olsaydı, burada böyle öldürülmezdik.” De ki: “Evlerinizde bile bulunmuş olsaydınız, haklarında öldürülme takdir edilmiş bulunanlar mutlaka çıkacak ve düşüp ölecekleri yere geleceklerdi.” Allah, sinelerinizdeki (düşünce, duygu, niyet ve yönelişleri) sınamak ve kalblerinizdeki (imanı) her türlü şüphe ve vesveseden arındırıp dupduru yapmak diliyor. Allah, sinelerin özünü, onlarda saklı tutulan bütün sırları hakkıyla bilendir.

إِنَّ الَّذِينَ تَوَلَّوْاْ مِنكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ إِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمُ الشَّيْطَانُ بِبَعْضِ مَا كَسَبُواْ وَلَقَدْ عَفَا اللّهُ عَنْهُمْ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ حَلِيمٌ ﴿١٥٥﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-155. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnellezîne tevellev minkum yevmel tekal cem’âni, inne mestezellehumuş şeytânu bi ba’di mâ kesebû, ve lekad afâllâhu anhum innallâhe gafûrun halîm(halîmun).

İki ordunun karşı karşıya geldiği o gün içinizden arkasını dönüp kaçanlar var ya, işlemiş oldukları birtakım günahlar sebebiyle şeytan onların ayaklarını kaydırmaya yeltenmişti. Fakat Allah, onları affetti. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, kullarının hataları karşısında çok sabırlı, çok müsamahalıdır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ كَفَرُواْ وَقَالُواْ لإِخْوَانِهِمْ إِذَا ضَرَبُواْ فِي الأَرْضِ أَوْ كَانُواْ غُزًّى لَّوْ كَانُواْ عِندَنَا مَا مَاتُواْ وَمَا قُتِلُواْ لِيَجْعَلَ اللّهُ ذَلِكَ حَسْرَةً فِي قُلُوبِهِمْ وَاللّهُ يُحْيِي وَيُمِيتُ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ ﴿١٥٦﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-156. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tekûnû kellezîne keferû ve kâlû li ıhvânihim izâ darabû fîl ardı ev kânû guzzen lev kânû indenâ mâ mâtû ve mâ kutilû, li yec’alallâhu zâlike hasreten fî kulûbihim vallâhu yuhyî ve yumît(yumîtu), vallâhu bi mâ ta’melûne basîr(basîrun).

Ey iman edenler! Bizzat küfre batmış ve (onlarla aynı halka mensup olmaları ve aynı coğrafyayı paylaşmaları sebebiyle) kardeşleri (konumunda bulunan insanlar) seferde veya herhangi bir gazada öldürüldükleri takdirde onlar hakkında, “Bizim yanımızda bulunsalardı ölmezler veya öldürülmezlerdi.” diyenler gibi olmayın. Allah, onların kalbinde bir hicran, bir yürek yarası bırakıyor. Oysa hayatı veren de, hayatı alan da Allah’tır. Allah, ne yapıp ediyorsanız hepsini hakkıyla görendir.

وَلَئِن قُتِلْتُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَوْ مُتُّمْ لَمَغْفِرَةٌ مِّنَ اللّهِ وَرَحْمَةٌ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ ﴿١٥٧﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-157. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lein kutiltum fî sebîlillâhi ev muttum le magfiretun minallâhi ve rahmetun hayrun mimmâ yecmeûn(yecmeûne).

Eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah katından (sürpriz mükâfatlarla yüklü) bir mağfiret ve bir rahmet, onların (hayatta kalıp da) toplayıp biriktirecekleri mallardan çok daha hayırlıdır.

وَلَئِن مُّتُّمْ أَوْ قُتِلْتُمْ لإِلَى الله تُحْشَرُونَ ﴿١٥٨﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-158. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lein muttum ev kutiltum le ilâllâhi tuhşerûn(tuhşerûne).

Ölseniz de, öldürülseniz de, her halükârda Allah’ın huzurunda toplanacaksınız.

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ ﴿١٥٩﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-159. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe bimâ rahmetin minallâhi linte lehum, ve lev kunte fazzan galîzal kalbi lenfaddû min havlike, fa’fu anhum vestagfir lehum ve şâvirhum fîl emr(emri), fe izâ azamte fe tevekkel alâllâh(alâllâhi), innallâhe yuhibbul mutevekkilîn(mutevekkilîne).

(Ey Rasûlüm, o bozgun ânında) Allah’ tan gelen bir rahmet eseri olarak çevrendeki ashabına yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olmuş olsaydın çevrenden dağılır giderlerdi. Sen onların kusurlarına bakma, bağışla onları ve idarî meselelerde onlarla istişare et. (İstişare sonucu) karar verip de artık bu kararı uygulamaya koyuldun mu, o zaman da Allah’a tevekkül et. Şüphesiz ki Allah, tevekkül sahiplerini sever.

إِن يَنصُرْكُمُ اللّهُ فَلاَ غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّن بَعْدِهِ وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكِّلِ الْمُؤْمِنُونَ ﴿١٦٠﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-160. AYET (Meâlleri Kıyasla): İn yansurkumullâhu fe lâ gâlibe lekum, ve in yahzulkum fe men zellezî yansurukum min ba’dihi, ve alâllâhi felyetevekkelil mu’minûn(mu’minûne).

Eğer Allah size yardım ederse, size üstün gelecek hiç kimse çıkmaz. Şayet O sizi yardımsız ve yüzüstü bırakırsa, artık size kim yardım edebilir ki? O halde sadece Allah’a dayanıp güvensin mü’minler.

وَمَا كَانَ لِنَبِيٍّ أَن يَغُلَّ وَمَن يَغْلُلْ يَأْتِ بِمَا غَلَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ثُمَّ تُوَفَّى كُلُّ نَفْسٍ مَّا كَسَبَتْ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ ﴿١٦١﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-161. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ kâne li nebiyyin en yagull(yagulle), ve men yaglul ye’ti bimâ galle yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), summe tuveffâ kullu nefsin mâ kesebet ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne).

Emanete hıyanet etmek, bir peygamberin yapacağı iş değildir. Her kim emanete hıyanetle (ganimetten ya da kamuya ait hasılattan veya maldan bir şey çalar, bir de bunu gizlerse), Kıyamet Günü, yaptığı bu hıyanetin vebaliyle gelir. Sonra, herkese (dünyada iken) işleyip kazandığının karşılığı eksiksiz ödenir ve hiç kimseye zulmedilmez, haksızlık yapılmaz.

أَفَمَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَ اللّهِ كَمَن بَاء بِسَخْطٍ مِّنَ اللّهِ وَمَأْوَاهُ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ ﴿١٦٢﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-162. AYET (Meâlleri Kıyasla): E femenittebea rıdvânallâhi ke men bâe bi sehatin minallâhi ve me’vâhu cehennem(cehennemu), ve bi’sel masîr(masîru).

Allah’ın rızasını gözetip ona göre davranan kimse, hiç üzerine Allah’ın cezasını çekip de nihaî barınağı Cehennem olan kişi gibi midir? Ne fena bir âkıbet, ne kötü bir son duraktır o Cehennem!

هُمْ دَرَجَاتٌ عِندَ اللّهِ واللّهُ بَصِيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ ﴿١٦٣﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-163. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hum derecâtun indallâh(indallâhi), vallâhu basîrun bi mâ ya’melûn(ya’melûne).

Bunların her birinin Allah katındaki dereceleri farklıdır; ve Allah, ne yapıp ediyorlar, hepsini çok iyi görmektedir.

لَقَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَى الْمُؤمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْ أَنفُسِهِمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُواْ مِن قَبْلُ لَفِي ضَلالٍ مُّبِينٍ ﴿١٦٤﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-164. AYET (Meâlleri Kıyasla): Lekad mennallâhu alâl mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmete, ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).

Gerçekten Allah, içlerinden bir Rasûl seçip kendilerine göndermekle mü’minlere büyük bir lütufta bulundu. O Rasûl, onlara Allah’ın (Kur’ân cümleleri olarak gelen ve bir de kâinatta tecelli eden) âyetlerini okuyup açıklıyor, (zihinlerini yanlış düşünce ve kabullerden, kalblerini bâtıl inanç ve günahlardan, hayatlarını her türlü kirden temizleyerek) onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti (o Kitabı anlama ve tatbik etme yoluyla, ondaki emir ve yasakların manâ ve maksadını, ayrıca eşya ve hadiselerin anlamını) öğretiyor. Bundan önce onlar, hiç şüphesiz apaçık bir sapıklık içinde idiler.

أَوَلَمَّا أَصَابَتْكُم مُّصِيبَةٌ قَدْ أَصَبْتُم مِّثْلَيْهَا قُلْتُمْ أَنَّى هَذَا قُلْ هُوَ مِنْ عِندِ أَنْفُسِكُمْ إِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿١٦٥﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-165. AYET (Meâlleri Kıyasla): E ve lemmâ asâbetkum musîbetun kad asabtum misleyhâ, kultum ennâ hâzâ, kul huve min indi enfusikum innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).

Hâl böyle iken, düşmanlarınızın başına iki mislini getirdiğiniz bir musibet başınıza gelince, “Bu musibet de nereden?” mi diyorsunuz? (Ey Rasûlüm,) de ki: “Elbette kendi yüzünüzden!” Hiç şüphesiz Allah, her şeye hakkıyla güç yetirendir.

وَمَا أَصَابَكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ فَبِإِذْنِ اللّهِ وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِنِينَ ﴿١٦٦﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-166. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ asâbekum yevmel tekal cem’âni fe bi iznillâhi ve li ya’lemel mu’minîn(mu’minîne).

İki ordunun karşılaştığı o gün başınıza gelen musibet, (kendi yüzünüzden, fakat şüphesiz) Allah’ın izniyle ve (Allah, gerçek) mü’minleri belli etsin diye idi.

وَلْيَعْلَمَ الَّذِينَ نَافَقُواْ وَقِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْاْ قَاتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَوِ ادْفَعُواْ قَالُواْ لَوْ نَعْلَمُ قِتَالاً لاَّتَّبَعْنَاكُمْ هُمْ لِلْكُفْرِ يَوْمَئِذٍ أَقْرَبُ مِنْهُمْ لِلإِيمَانِ يَقُولُونَ بِأَفْوَاهِهِم مَّا لَيْسَ فِي قُلُوبِهِمْ وَاللّهُ أَعْلَمُ بِمَا يَكْتُمُونَ ﴿١٦٧﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-167. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve li ya’lemellezîne nâfekû, ve kîle lehum teâlev kâtilû fî sebîlillâhi evidfeû kâlû lev na’lemu kıtâlen letteba’nâkum, hum lil kufri yevmeizin akrabu minhum lil îmân(îmâni), yekûlûne bi efvâhihim mâ leyse fî kulûbihim, vallâhu a’lemu bi mâ yektumûn(yektumûne).

Ayrıca, münafıklık yapanları da belli etsin diye idi. O (münafıklara), “Haydi gelin, Allah yolunda savaşın veya hiç olmazsa savunmada kalın da (düşmanın şehre ve ailelerinize zarar vermesine engel olun)!” dendiği zaman, “Ah, bir vuruşma olacağını bilsek, mutlaka size katılırız, (ama bir savaş çıkacağını sanmıyoruz)!” diye cevap verdiler. O gün onlar, imandan çok küfre yakın idiler; ağızlarıyla kalblerinde olmayanı söylüyorlardı. Elbette Allah, neyi gizleyip durduklarını çok iyi bilmektedir.

الَّذِينَ قَالُواْ لإِخْوَانِهِمْ وَقَعَدُواْ لَوْ أَطَاعُونَا مَا قُتِلُوا قُلْ فَادْرَؤُوا عَنْ أَنفُسِكُمُ الْمَوْتَ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ ﴿١٦٨﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-168. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ellezîne kâlû li ihvânihim ve kaadû lev atâûnâ mâ kutil(kutilû), kul fedreû an enfusikumul mevte in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).

Savaşa çıkmayıp, savunmaya da girişmeyerek evde oturup kalmaları yetmiyormuş gibi, bir de kalkmış, (aynı halka mensup bulunmaları ve aynı coğrafyayı paylaşmaları sebebiyle) kardeşleri (konumunda) bulunan (şehitler) hakkında, “Bizi dinleselerdi, öldürülmezlerdi!” şeklinde konuşuyorlar. (Onlara) de ki: “Eğer şu söylediklerinizde tutarlı iseniz, elinizden de geliyorsa, haydi ölümü kendinizden savın da görelim!”

وَلاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَمْوَاتًا بَلْ أَحْيَاء عِندَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ ﴿١٦٩﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-169. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lâ tahsebennellezîne kutilû fî sebîlillâhi emvâtâ(emvâten), bel ahyâun inde rabbihim yurzekûn(yurzekûne).

Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler olarak düşünmeyesin! Hayır, onlar diridirler ve Rabbileri katında rızıklanmaktadırlar.

فَرِحِينَ بِمَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذِينَ لَمْ يَلْحَقُواْ بِهِم مِّنْ خَلْفِهِمْ أَلاَّ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿١٧٠﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-170. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ferihîne bi mâ âtâhumullâhu min fadlıhî, ve yestebşirûne billezîne lem yelhakû bihim min halfihim, ellâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).

Allah’ın lütf u kereminden kendilerine ihsan buyurduğu nimetlerle kesintisiz ferahlanmakta ve henüz kendilerine katılmayan (dindaşlarının da Allah’a kavuştuklarında) onlar için korkulacak hiçbir şey olmayacağı ve hiçbir üzüntü, hiçbir keder hissetmeyecekleri müjdesiyle sevinmektedirler.

يَسْتَبْشِرُونَ بِنِعْمَةٍ مِّنَ اللّهِ وَفَضْلٍ وَأَنَّ اللّهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُؤْمِنِينَ ﴿١٧١﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-171. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yestebşirûne bi ni’metin minallâhi ve fadlin, ve ennallâhe lâ yudîu ecrel mu’minîn(mu’minîne).

Sevinmektedirler Allah katından (gözlerin görmediği, kulakların duymadığı ve kimsenin aklından geçmemiş) nimetler ve fazladan bol bol ihsanla; ayrıca, mü’minlerin mükâfatını Allah’ın asla zayi etmeyeceği müjdesiyle.

الَّذِينَ اسْتَجَابُواْ لِلّهِ وَالرَّسُولِ مِن بَعْدِ مَآ أَصَابَهُمُ الْقَرْحُ لِلَّذِينَ أَحْسَنُواْ مِنْهُمْ وَاتَّقَواْ أَجْرٌ عَظِيمٌ ﴿١٧٢﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-172. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ellezinestecâbû lillâhi ver resûli min ba’di mâ asâbehumul karh(karhu), lillezîne ahsenû minhum vettekav ecrun azîm(azîmun).

Kendilerine o yara dokunduktan sonra Allah ve Rasûlü’nün çağrısına uyup (düşmanı takibe çıkanlara), özellikle Allah’ı görürcesine, en azından O’nun kendilerini gördüğünün şuuru içinde davranan ve takvaya dayalı olarak hareket eden o (mü’minlere) pek büyük bir mükâfat vardır.

الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ ﴿١٧٣﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-173. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ellezîne kâle lehumun nâsu innen nâse kad cemeû lekum fahşevhum fe zâdehum îmânâ(îmânen), ve kâlû hasbunâllâhu ve ni’mel vekîl(vekîlu).

O kimseler ki, bir kısım halk kendilerine, “Düşmanlarınız olan insanlar üzerinize gelmek için ordu topladılar; onlardan korkun ve geri durun!” dediklerinde, bu ancak onların imanını arttırdı da, “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir!” mukabelesinde bulundular.

فَانقَلَبُواْ بِنِعْمَةٍ مِّنَ اللّهِ وَفَضْلٍ لَّمْ يَمْسَسْهُمْ سُوءٌ وَاتَّبَعُواْ رِضْوَانَ اللّهِ وَاللّهُ ذُو فَضْلٍ عَظِيمٍ ﴿١٧٤﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-174. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fenkalebû bi ni’metin minallâhi ve fadlin lem yemseshum sûun, vettebeû rıdvânallâh(rıdvânallâhi), vallâhu zû fadlin azîm(azîmin).

Sonra da, kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan, Allah’tan (önemli sonuçlara açık) bir nimet ve fazladan lütuflarla döndüler; Allah’ın rızası istikametinde hareket etti onlar. Allah, çok büyük fazl sahibidir (karşılıksız lütf u ihsanda bulunmada pek cömerttir).

إِنَّمَا ذَلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءهُ فَلاَ تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ ﴿١٧٥﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-175. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnemâ zâlikumuş şeytânu yuhavvifu evliyâehu, fe lâ tehâfûhum ve hâfûni in kuntum mu’minîn(mu’minîne).

Size, (“Düşmanlarınız olan insanlar üzerinize gelmek için ordu topladılar; onlardan korkun ve geri durun!”) diyenler ancak şeytandır ki, sizi dostlarıyla korkutmak istiyor. Fakat siz, gerçekten mü’minler iseniz, onlardan korkmayın, sadece Ben’den korkun.

وَلاَ يَحْزُنكَ الَّذِينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ إِنَّهُمْ لَن يَضُرُّواْ اللّهَ شَيْئاً يُرِيدُ اللّهُ أَلاَّ يَجْعَلَ لَهُمْ حَظًّا فِي الآخِرَةِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ ﴿١٧٦﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-176. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lâ yahzunkellezîne yusâriûne fîl kufr(kufri), innehum len yadurrûllâhe şey’â(şey’an), yurîdullâhu ellâ yec’ale lehum hazzan fîl âhireh(âhireti), ve lehum azâbun azîm(azîmun).

Birbirleriyle yarışırcasına küfürde koşuşturanlar seni mahzun etmesin. Onlar Allah’a, (O’nun davasına ve Rasûlü’ne) hiçbir zarar veremeyeceklerdir. Allah diliyor ki, Âhiret’te onların hiçbir nasibi olmasın. Onların hakkı, ancak pek büyük bir azaptır.

إِنَّ الَّذِينَ اشْتَرَوُاْ الْكُفْرَ بِالإِيمَانِ لَن يَضُرُّواْ اللّهَ شَيْئًا وَلهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿١٧٧﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-177. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnellezîneşteravul kufra bil îmâni len yedurrûllâhe şey’â(şey’en), ve lehum azâbun elîm(elîmun).

İmana karşılık küfrü satın alan (akıldan yoksun zavallı)lar, Allah’a, (O’nun davasına ve Rasûlü’ne) hiçbir zarar veremeyeceklerdir. Onlar için pek büyük bir azap vardır.

وَلاَ يَحْسَبَنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ أَنَّمَا نُمْلِي لَهُمْ خَيْرٌ لِّأَنفُسِهِمْ إِنَّمَا نُمْلِي لَهُمْ لِيَزْدَادُواْ إِثْمًا وَلَهْمُ عَذَابٌ مُّهِينٌ ﴿١٧٨﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-178. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lâ yahsebennellezîne keferû ennemâ numlî lehum hayrun li enfusihim, innemâ numlî lehum li yezdâdû ismâ(ismen), ve lehum azâbun muhîn(muhînun).

O küfredenler, kendilerine mühlet vermemizi haklarında hayırlı zannetmesinler. Biz, onlara sadece günahları daha daha artsın (da, haklarında Allah’ın hükmü tamamlansın) diye mühlet veriyoruz. Onların hakkı, alçaltıcı bir azaptır.

مَّا كَانَ اللّهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِنِينَ عَلَى مَآ أَنتُمْ عَلَيْهِ حَتَّىَ يَمِيزَ الْخَبِيثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ وَلَكِنَّ اللّهَ يَجْتَبِي مِن رُّسُلِهِ مَن يَشَاء فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَإِن تُؤْمِنُواْ وَتَتَّقُواْ فَلَكُمْ أَجْرٌ عَظِيمٌ ﴿١٧٩﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-179. AYET (Meâlleri Kıyasla): Mâ kânallâhu li yezerel mu’minîne alâ mâ entum aleyhi hattâ yemîzel habîse minet tayyib(tayyibi), ve mâ kânallâhu li yutliakum alâl gaybi ve lâkinnallâhe yectebî min rusulihî men yeşâu fe âminû billâhi ve rusulihî, ve in tu’minû ve tettekû fe lekum ecrun azîm(azîmun).

Zaten Allah mü’minleri, murdarı temizden ayırıncaya kadar içinde bulunduğunuz (ve mü’minle münafığın birbirine karıştığı) mevcut durumda bırakacak değildi ve bırakmayacaktır da. Allah, sizin hepinizi gaybe vakıf kılacak (size geleceğinizi gösterecek, kimin mü’min kimin münafık olduğunu hepiniz bilesiniz diye sizi kalblere muttalî edecek) de değildi ve etmeyecektir. Ancak O, dilediği rasûllerini seçer (ve onları dilediği ölçülerde gaybe vâkıf, kalblere muttalî kılar ve sizi tâbi tuttuğu imtihanı onlarla tamamlar). Şu halde siz, Allah’a ve O’nun rasûllerine iman edin. Eğer gerçekten iman eder ve takva dairesi içinde yaşarsanız, sizin için (keyfiyetini burada idrakiniz mümkün bulunmayan) çok büyük bir mükâfat vardır.

وَلاَ يَحْسَبَنَّ الَّذِينَ يَبْخَلُونَ بِمَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ هُوَ خَيْرًا لَّهُمْ بَلْ هُوَ شَرٌّ لَّهُمْ سَيُطَوَّقُونَ مَا بَخِلُواْ بِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلِلّهِ مِيرَاثُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ ﴿١٨٠﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-180. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lâ yahsebennellezîne yebhalûne bi mâ âtâhumullâhu min fadlıhî huve hayran lehum, bel huve şerrun lehum se yutavvekûne mâ bahilû bihî yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), ve lillâhi mîrâsus semâvâti vel ard(ardı), vallâhu bi mâ ta’melûne habîr(habîrun).

Allah’ın tamamen karşılıksız olarak kendilerine bol bol lütfettiği (servet, ilim, güçkuvvet gibi nimetlerde) cimrilik yapanlar sakın zannetmesinler ki, böyle davranmaları haklarında hayırlıdır. Hayır bu, onların hakkında sadece şerdir. Cimrilik edip yanlarında tuttukları o nimetler, Kıyamet Günü boyunlarına dolanacaktır. (Neden böyle davranırlar ki,) gökler ve yer mutlak manâda Allah’ın mülküdür ve (her canlı ölüp gitmekte, dolayısıyla) hep O’na ait kalmaya devam etmektedir. Sonra Allah, her ne yapıyorsanız hepsinden hakkıyla haberdardır.

لَّقَدْ سَمِعَ اللّهُ قَوْلَ الَّذِينَ قَالُواْ إِنَّ اللّهَ فَقِيرٌ وَنَحْنُ أَغْنِيَاء سَنَكْتُبُ مَا قَالُواْ وَقَتْلَهُمُ الأَنبِيَاء بِغَيْرِ حَقٍّ وَنَقُولُ ذُوقُواْ عَذَابَ الْحَرِيقِ ﴿١٨١﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-181. AYET (Meâlleri Kıyasla): Lekad semiallâhu kavlellezîne kâlû innallâhe fakîrun ve nahnu agniyâu se nektubu mâ kâlû ve katlehumul enbiyâe bi gayri hakkın, ve nekûlu zûkû azâbel harîk(harîki).

(Kendilerine “Allah’a güzel bir borç verin!” dendiğinde,) “Demek Allah fakir, biz ise zenginiz!” şeklinde konuşanların sözlerini Allah elbette işitmiştir. Onların bu konuşmaları gibi, bile bile ve hakhukuk tanımadan o bir kısım peygamberleri öldürmelerini, (atalarının bu cinayetlerini tasvip etmelerini) de yazacak ve “Tadın bakalım o yakıcı cezayı!” diyeceğiz.

ذَلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيكُمْ وَأَنَّ اللّهَ لَيْسَ بِظَلاَّمٍ لِّلْعَبِيدِ ﴿١٨٢﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-182. AYET (Meâlleri Kıyasla): Zâlike bimâ kaddemet eydîkum ve ennallâhe leyse bi zallâmin lil abîd(abîdi).

“Düçar olduğunuz bu hâl, bizzat kendi ellerinizle Âhiret’e gönderdiğiniz suç ve günahlarınızın karşılığıdır. Yoksa Allah, kullarına karşı asla zulmedici değildir.”

الَّذِينَ قَالُواْ إِنَّ اللّهَ عَهِدَ إِلَيْنَا أَلاَّ نُؤْمِنَ لِرَسُولٍ حَتَّىَ يَأْتِيَنَا بِقُرْبَانٍ تَأْكُلُهُ النَّارُ قُلْ قَدْ جَاءكُمْ رُسُلٌ مِّن قَبْلِي بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالَّذِي قُلْتُمْ فَلِمَ قَتَلْتُمُوهُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ ﴿١٨٣﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-183. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ellezîne kâlû innallâhe ahide ileynâ ellâ nu’mine li resûlin hattâ ye’tiyenâ bi kurbânin te’kuluhun nâr(nâru), kul kad câekum rusulun min kablî bil beyyinâti ve billezî kultum fe lime kateltumûhum in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).

Tutmuşlar bir de, “(Kabul edildiğinin alâmeti olarak gökten inecek bir) ateşin yakıp kor haline getirdiği bir kurban mucizesi göstermedikçe hiçbir rasûle inanmayacağımıza dair Allah bizden söz aldı.” diyorlar. (Onlara) de ki: “Benden önce size, (Allah’ın rasûlü olduklarını apaçık gösteren) deliller ve mucizelerle, hem o söylediğiniz kurban mucizesiyle de pek çok rasûller geldi. Eğer bu iddianızda doğru ve samimî iseniz, o zaman o rasûlleri neden hep öldürdünüz?”

فَإِن كَذَّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَ رُسُلٌ مِّن قَبْلِكَ جَآؤُوا بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَالْكِتَابِ الْمُنِيرِ ﴿١٨٤﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-184. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe in kezzebûke fe kad kuzzibe rusulun min kablike câu bil beyyinâti vez zuburi vel kitâbil munîr(munîri).

(Ey Rasûlüm!) Şimdi seni yalanlıyor (Allah’ın rasûlü olduğunu kabûl etmiyor) larsa, (hiç üzülüp tasalanma!) Senden önce de, (rasûl olduklarını gösteren) apaçık deliller, hikmet ve öğüt dolu Sahifeler ve (insanların kalblerini, zihinlerini ve yollarını) aydınlatan (Tevrat ve İncil gibi) kitap(lar)la pek çok rasûller geldi ve onlar da, aynı şekilde ret ve yalanlanmaya maruz kaldılar.

كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ ﴿١٨٥﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-185. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kullu nefsin zâikatul mevt(mevti), ve innemâ tuveffevne ucûrekum yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), fe men zuhziha anin nâri ve udhılel cennete fe kad fâz(fâze), ve mâl hâyâtud dunyâ illâ metâul gurûr(gurûri).

(Kimse, yaptıklarıyla hayatta devamlı kalacak değildir. Çünkü) her nefis ölümlüdür (ve dolayısıyla bir gün) ölümü mutlaka tadacaktır. O bakımdan (ey insanlar, dünyada ne yapmışsanız), karşılığı Kıyamet Günü size mutlaka tastamam ödenecektir. Artık kim Ateş’ten uzaklaştırılıp Cennet’e konursa, hiç şüphesiz o kazanmış ve muradına ermiştir. (Bilin ki) dünya hayatı, insanı aldatan bir geçimlikten başka bir şey değildir.

لَتُبْلَوُنَّ فِي أَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ وَلَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ مِن قَبْلِكُمْ وَمِنَ الَّذِينَ أَشْرَكُواْ أَذًى كَثِيرًا وَإِن تَصْبِرُواْ وَتَتَّقُواْ فَإِنَّ ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الأُمُورِ ﴿١٨٦﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-186. AYET (Meâlleri Kıyasla): Le tublevunne fî emvâlikum ve enfusikum ve le tesmeunne minellezîne ûtûl kitâbe min kablikum ve minellezîne eşrakû ezen kesîrâ(kesîran), ve in tasbirû ve tettekû fe inne zâlike min azmil umûr(umûri).

(Öyleyse ey mü’minler, dünya hayatındaki gaye ve hikmetin gereği olarak fakirlik, hastalık ve daha başka musibetlere maruz kalma gibi sabır gerektiren ve zenginlik, sıhhat gibi şükür gerektiren hallerle) mallarınız ve canlarınız hususunda hiç şüphesiz imtihana tâbi tutulacak ve gerek sizden önce kendilerine Kitap verilmiş olanlardan, gerekse Allah’a şirk koşanlardan kırıcı, incitici pek çok sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve (hem Allah’a iman ve itaat, hem de karşınızdakilere davranış noktasında) yanlışa düşmeden takva dairesi içinde kalabilirseniz, bilin ki bu azim, sebat, metanet gerektiren çok değerli bir iştir.

وَإِذَ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلاَ تَكْتُمُونَهُ فَنَبَذُوهُ وَرَاء ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْاْ بِهِ ثَمَناً قَلِيلاً فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ ﴿١٨٧﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-187. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve iz ehazallâhu mîsâkallezîne ûtûl kitâbe le tubeyyinunnehu lin nâsi ve lâ tektumûneh(tektumûnehu), fe nebezûhu verâe zuhûrihim veşterav bihî semenen kalîlâ(kalîlen), fe bi’se mâ yeşterûn(yeşterûne).

Vaktiyle Allah, kendilerine Kitap verilmiş olanlardan: Kitap’taki gerçekleri mutlaka açıklayacak, (bu arada, geleceği müjdelenen Âhir Zaman Peygamberi’ni) insanlara duyuracak ve bu gerçekleri gizlemeyeceksiniz diye teminat almıştı. Ama onlar, bunu hiç önemsemeyerek hemen kulak ardı ettiler; onu (mal, makam, şöhret gibi) çok küçük bir fiyata sattılar. Hakikaten ne kötü, ne zararlı bir alışveriş içindeler!

لاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ يَفْرَحُونَ بِمَا أَتَواْ وَّيُحِبُّونَ أَن يُحْمَدُواْ بِمَا لَمْ يَفْعَلُواْ فَلاَ تَحْسَبَنَّهُمْ بِمَفَازَةٍ مِّنَ الْعَذَابِ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿١٨٨﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-188. AYET (Meâlleri Kıyasla): Lâ tahsebennellezîne yefrahûne bi mâ etev ve yuhıbbûne en yuhmedû bi mâ lem yef’alû fe lâ tahsebennehum bi mefâzetin minel azâb(azâbi), ve lehum azâbun elîm(elîmun).

Sakın zannetme ki, yaptıklarıyla ve ellerine geçen (o pek önemsiz dünyalıkla) sevinen, ayrıca (“samimi dindar, Allah’ın Kanunu’nun koruyucuları, Allah’ın gerçek dostları” olarak anılmak gibi) asla muvaffak olamadıkları payeler ve yapmadıkları hizmetlerle anılıp övülmeyi arzulayan bu kimseler, evet sakın zannetme ki onlar, azaptan yakayı kurtarabileceklerdir. Onların hakkı, pek acı bir azaptır.

وَلِلّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاللّهُ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿١٨٩﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-189. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lillâhi mulkus semâvâti vel ard(ardı), vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).

Çünkü Allah’ındır göklerin ve yerin mülkü ve hakimiyeti; ve Allah, her şeye hakkıyla güç yetirendir.

إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لآيَاتٍ لِّأُوْلِي الألْبَابِ ﴿١٩٠﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-190. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).

Göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün sürelerinin de değişerek birbiri peşi sıra gelişinde, elbette (Allah’ın kudret ve hakimiyetini gösteren) pek çok işaretler, deliller vardır gerçek akıl ve idrak sahipleri için.

الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ ﴿١٩١﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-191. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).

Ki onlar, (gerek namazda, gerek namaz dışında) ayakta, oturarak ve yanları üzerinde (dilleri ve kalbleriyle) Allah’ı zikreder dururlar ve göklerle yerin yaratılışı üzerinde derin derin düşünürler: (onlardaki hikmeti ve esrarlı manâları sezmişlik içinde,) “Rabbimiz” derler, “Sen, (iki ayrı bölgeli bir memleket gibi duran ve her şeyiyle birliğe işaret eden) bu kâinatı boş yere, sebepsiz, gayesiz yaratmadın. Hayır, hayır, Sen asla boş ve gayesiz iş yapmazsın. (Sen’i, icraatını ve yaratmandaki maksatları idrakte ve bu maksatlar istikametinde davranmakta kusur edip de, neticede) Ateş’in azabına düçar olmaktan bizi koru!

رَبَّنَا إِنَّكَ مَن تُدْخِلِ النَّارَ فَقَدْ أَخْزَيْتَهُ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنصَارٍ ﴿١٩٢﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-192. AYET (Meâlleri Kıyasla): Rabbenâ inneke men tudhılin nâre fe kad ahzeyteh(ahzeytehu), ve mâ liz zâlimîne min ensâr(ensârin).

“Rabbimiz, Sen kimi Ateş’e koyarsan, hiç şüphesiz onu rüsvay etmişsindir. (Göklerdeki ve yerdeki âyetleri görmeyerek veya onları bile bile görmezden gelerek itikadda şirke, düşüncede dalâlete ve davranışta yanlışlara dalan) zalimler için, (onları Ateş’e girmekten koruyacak) hiçbir yardımcı yoktur.

رَّبَّنَا إِنَّنَا سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَادِي لِلإِيمَانِ أَنْ آمِنُواْ بِرَبِّكُمْ فَآمَنَّا رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّئَاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الأبْرَارِ ﴿١٩٣﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-193. AYET (Meâlleri Kıyasla): Rabbenâ innenâ semi’nâ munâdiyen yunâdî lil îmâni en âminû bi rabbikum fe âmennâ, rabbenâ fagfir lenâ zunûbenâ ve keffir annâ seyyiâtinâ ve teveffenâ meal ebrâr(ebrâri).

“Rabbimiz, hiç şüphesiz biz, ‘Rabbinize iman edin!’ diyerek, (durup dinlenmek bilmeden) gür bir davetle imana çağıran (çok şerefli) bir davetçiyi duyduk da, (davetine uyarak) hemen iman ettik. Rabbimiz, ne olur, artık Sen günahlarımızı bağışlayıver, kusurlarımızı örtüver ve vefatımızla bizi kâmil iyilik ve fazilet sahibi mü’minlere (ebrar) dahil ediver!

رَبَّنَا وَآتِنَا مَا وَعَدتَّنَا عَلَى رُسُلِكَ وَلاَ تُخْزِنَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّكَ لاَ تُخْلِفُ الْمِيعَادَ ﴿١٩٤﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-194. AYET (Meâlleri Kıyasla): Rabbenâ ve âtinâ mâ vaadtenâ alâ rusulike ve lâ tuhzinâ yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), inneke lâ tuhliful mîâd(mîâde).

“Rabbimiz! Ve rasûllerin vasıtasıyla bize va’dettiğin (mükâfatı, Cennet ve Cemalini) bize lütuf buyur ve bizi Kıyamet Günü’nde rüsvay etme. Şüphesiz ki Sen, asla sözünden dönmezsin.”

فَاسْتَجَابَ لَهُمْ رَبُّهُمْ أَنِّي لاَ أُضِيعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِّنكُم مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى بَعْضُكُم مِّن بَعْضٍ فَالَّذِينَ هَاجَرُواْ وَأُخْرِجُواْ مِن دِيَارِهِمْ وَأُوذُواْ فِي سَبِيلِي وَقَاتَلُواْ وَقُتِلُواْ لأُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَلأُدْخِلَنَّهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ ثَوَابًا مِّن عِندِ اللّهِ وَاللّهُ عِندَهُ حُسْنُ الثَّوَابِ ﴿١٩٥﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-195. AYET (Meâlleri Kıyasla): Festecâbe lehum rabbuhum ennî lâ udîu amele âmilin minkum min zekerin ev unsâ, ba’dukum min ba’d(ba’dın), fellezîne hâcerû ve uhricû min diyârihim ve uzû fî sebîlî ve kâtelû ve kutilû le ukeffirenne anhum seyyiâtihim ve le udhılennehum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâr(enhâru), sevâben min indillâh(indillâhi) vallâhu indehû husnus sevâb(sevâbi).

Onların, “Rabbimiz!” diyerek Kendisine el açıp dua ettikleri sonsuz lütuf, kerem ve merhamet sahibi) Rabbi, yaptıkları bu duayı şöyle kabul buyurdu: “Hiç şüphesiz Ben, erkek olsun kadın olsun, içinizde hep böyle hayırlı işlerle meşgul bulunan kimsenin yaptığını katiyen zayi etmem. (Erkeğinizle, kadınınızla) siz birbirinizdensiniz, (aynı yolun yolcusu ve yaptıklarının mükâfatını eksiksiz alacak kardeşlersiniz.) Öyle de, (Benim uğrumda) hicret eden, yurtlarından sürülen, yolumda her türlü eziyete katlanan, savaşan ve öldürülen her kim olursa olsun mutlaka kusurlarını örtecek ve hiç şüphesiz onları, (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım; (başkasından değil, size söz veren ve her şeye gücü yeten rahmeti sonsuz) Allah katından, (dolayısıyla şu anda hayal bile edemeyeceğiniz) bir karşılık olarak yapacağım bunu.” Elbette Allah katındadır mükâfatların en güzeli!

لاَ يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُ الَّذِينَ كَفَرُواْ فِي الْبِلاَدِ ﴿١٩٦﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-196. AYET (Meâlleri Kıyasla): Lâ yegurranneke tekallubelluzîne keferû fîl bilâd(bilâdi).

Sakın ola ki, o küfredenlerin (öyle küstahça, refah içinde ve) üstünmüşçesine memleket memleket dolaşıp durmaları seni aldatmasın.

مَتَاعٌ قَلِيلٌ ثُمَّ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمِهَادُ ﴿١٩٧﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-197. AYET (Meâlleri Kıyasla): Metâun kalîlun summe me’vâhum cehennem(cehennemu), ve bi’sel mihâd(mihâdu).

Üzerinde durmaya bile değmez az bir geçimliktir o; hemen arkasından da, başlarını sokacakları yer olarak Cehennem gelir: ne de fena bir yatak!

لَكِنِ الَّذِينَ اتَّقَوْاْ رَبَّهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا نُزُلاً مِّنْ عِندِ اللّهِ وَمَا عِندَ اللّهِ خَيْرٌ لِّلأَبْرَارِ ﴿١٩٨﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-198. AYET (Meâlleri Kıyasla): Lâkinillezînettekav rabbehum lehum cennâtun tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ nuzulen min indillâh(indillâhi), ve mâ indallâhi hayrun lil ebrâr(ebrâri).

Buna karşılık, (kendilerini yaratan, besleyip büyüten, terbiye eden ve hayatlarını tanzim adına en güzel kanunları Din olarak gönderen) Rabbilerine karşı gelmekten sakınıp takvaya riayet edenler için ise, (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetler vardır, hem de içlerinde sonsuzca kalmak üzere ve Allah katından bir ağırlama, ikram ve ziyafet olarak. Allah katında olan her şey, o kâmil iyilik ve fazilet sahibi mü’minler için elbette daha hayırlıdır.

وَإِنَّ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَمَن يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْكُمْ وَمَآ أُنزِلَ إِلَيْهِمْ خَاشِعِينَ لِلّهِ لاَ يَشْتَرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ ثَمَنًا قَلِيلاً أُوْلَئِكَ لَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ إِنَّ اللّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ ﴿١٩٩﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-199. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve inne min ehlil kitâbi le men yu’minu billâhi ve mâ unzile ileykum ve mâ unzile ileyhim hâşiîne lillâhi, lâ yeşterûne bi âyâtillâhi semenen kalîlâ(kalîlen), ulâike lehum ecruhum inde rabbihim innallâhe serîul hısâb(hısâbi).

Kitap Ehli içinde de hiç kuşkusuz öyleleri var ki, Allah’a, size indirilen (Kur’ân)’a ve kendilerine indirilen (Tevrat’a, İncil’e) iman ederler, tam bir teslimiyet ve gönül ürpertisi içinde Allah’a boyun eğmişlerdir; ve Allah’ın âyetlerini az bir paha karşılığı satmazlar. Onlar da, mükâfatları Rabbileri katında olanlardır. Hiç şüphesiz Allah, hesabı pek çabuk görendir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اصْبِرُواْ وَصَابِرُواْ وَرَابِطُواْ وَاتَّقُواْ اللّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿٢٠٠﴾

3/ÂLİ İMRÂN SURESİ-200. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ eyyuhâllezîne âmenusbirû ve sâbirû ve râbitû vettekûllâhe leallekum tuflihûn(tuflihûne).

(Şimdi,) ey (bütün) iman edenler! (Allah yolunda başınıza gelenlere, ayrıca O’ nun emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınma hususunda) sabredin; birbirinize sabır tavsiyesinde bulunun ve sabırda yardımlaşın; Allah’a ibadet ve O’nun yolunda cihad mevzuunda sürekli uyanık, daima hazırlıklı ve tam bir dayanışma içinde bulunun; ve Allah’a karşı gelmekten sakınıp takva dairesi içinde kalın. Umulur ki, böylece (dünyada da Âhiret’te de) kurtuluşa ve gerçek mazhariyetlere erersiniz.