BAKARA SURESİ 102. Ayeti Sadık Türkmen Meali
Medine döneminde inmiştir. Kur’an-ı Kerim’in en uzun sûresi olup 286 âyettir. Adını, 67-73. âyetlerde yer alan “bakara (sığır)” kelimesinden alır.
وَاتَّبَعُواْ مَا تَتْلُواْ الشَّيَاطِينُ عَلَى مُلْكِ سُلَيْمَانَ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمَانُ وَلَكِنَّ الشَّيْاطِينَ كَفَرُواْ يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَ وَمَا أُنزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَ وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ أَحَدٍ حَتَّى يَقُولاَ إِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلاَ تَكْفُرْ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِهِ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِهِ وَمَا هُم بِضَآرِّينَ بِهِ مِنْ أَحَدٍ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلاَ يَنفَعُهُمْ وَلَقَدْ عَلِمُواْ لَمَنِ اشْتَرَاهُ مَا لَهُ فِي الآخِرَةِ مِنْ خَلاَقٍ وَلَبِئْسَ مَا شَرَوْاْ بِهِ أَنفُسَهُمْ لَوْ كَانُواْ يَعْلَمُونَ ﴿١٠٢﴾
Ayet Transkripsiyonu ve Sade Meali
söz öbeklerinin üzerine farenizi sürükleyerek çevirilerini görebilirsiniz. Çevirileri tablo halinde görmek için buraya tıklayın
Kelime | Türkçe karşılığı |
---|---|
ve ittebeû | ve tâbi oldular, uydular |
mâ tetlû | okunan şey |
eş şeyâtînu | şeytanlar |
alâ mulki | mülküne, hükümdarlığına |
suleymâne | Süleyman |
ve mâ kefere | ve inkâr etmedi, örtmedi, kâfir olmadı |
suleymânu | Süleyman |
ve lâkinne | ve lâkin, fakat |
eş şeyâtîne | şeytanlar |
keferû | inkâr ettiler, örttüler, kâfir oldular |
yuallimûne | öğretiyorlar |
en nâse | insanlar |
es sihrâ | sihir, büyü |
ve mâ unzile | ve indirilen şey |
alâ el melekeyni | iki meleğe |
bi bâbile | Babil'de, Babil |
hârûte ve mârûte | Harut ve Marut, iki meleğin isimleri |
ve mâ yuallimâni | ve o ikisi öğretmiyorlar |
min ehadin | bir kimse |
hattâ | olmadıkça |
yekûlâ | (ikisi) söylüyorlar |
innemâ | ama, fakat, sadece |
nahnu | biz |
fitnetun | bir fitne, bir imtihan |
fe | o zaman, öyleyse, o halde |
lâ tekfur | inkâr etmeyin, örtmeyin, kâfir olmayın |
fe | o zaman, bundan sonra, fakat |
yeteallemûne | öğreniyorlar |
min-humâ | onlardan (o ikisinden) |
mâ | şey |
yuferrikûne | ayırıyorlar, ayırırlar |
bi-hi | onunla |
beyne | arası |
el mer'i | erkek |
ve zevci-hî | ve onun eşi |
ve mâ | ve değildir, olmadı |
hum | onlar |
bi dârrîne | zarar verici |
bi-hi | onunla |
min ehadin | bir kimse |
illâ | den başka, olmaksızın, olmadan |
bi izni | izniyle |
allâhi | Allah |
ve yeteallemûne | ve öğreniyorlar |
mâ yadurru-hum | onlar zarar veren şeyler |
ve lâ yenfeu-hum | ve onlara fayda veren şeyler |
ve lekad | ve andolsun ki |
alimû | bildiler, öğrendiler |
le | elbette |
men işterâ-hu | onu satın alan kimseler |
mâ lehu | onun için yoktur |
fîl âhireti | ahirette |
min halâkın | nasipten bir pay, bir nasip |
ve le bi'se | ve elbette kötü |
mâ şerev | satın aldıkları şey |
enfuse-hum | onlar nefslerini, kendi kendilerini |
lev kânû | şâyet, keşke ..... olsalardı |
ya'lemûne | bilirler, biliyorlar |
Onlar Süleyman (a.s)’ın mülkü üzerine şeytanların tilavet ettiği (okuduğu) şeylere tâbî oldular (uydular). Süleyman (a.s), inkâr etmedi (sihir yapmadı ve kâfir olmadı). Fakat şeytanlar insanlara, sihri ve Babil şehri’ndeki iki meleğe, Harut ve Marut’a indirilen şeyleri öğretmekle kâfir oldular. Ve oysa onlar, “Biz sadece bir fitneyiz (sizin için bir imtihanız). O halde (sakın sihir ilmini öğrenerek) kâfir olmayın.” demedikçe hiç kimseye bunu öğretmezlerdi. Fakat o ikisinden, bir erkek ile onun karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı ve de onlar, Allah’ın izni olmadan onunla (sihirle) hiç kimseye zarar verebilecek değillerdir. Ve onlar kendilerine fayda vermeyen, zarar veren şeyleri öğreniyorlar. Ve andolsun ki onlar, onu (sihri ve ona ait bilgileri) satın alan kimsenin ahirette bir nasibi olmadığını kesin olarak öğrendiler. Elbette onunla (sihre karşılık) nefslerini sattıkları şey ne kötü, keşke bilselerdi.
BAKARA SURESİ 102. Ayeti Sadık Türkmen Meali
Ve onlar, Süleyman’ın hükümranlığı hakkında, şeytanların uydurdukları yalanların ardına düştüler. Oysa Süleyman (iddia edildiği gibi) küfre sapıp nankörlük etmedi. Aksine şeytanlar gerçeklerin üzerini örtüyor; insanlara sihri/fenni oyunlarla aldatmayı ve (özellikle de), Babil’deki Harut ve Marut adlı iktidar/güç sahiplerine, herhangi birşey indirilmediği halde, onlara indirileni/ilham edileni (insanlara) öğretiyoruz, diye (yalan üreten şeytanlar, böyle şeyler) söylüyorlardı. Halbuki o ikisi; “Biz ancak gerçeğin açığa çıkarılmasını istiyoruz, hiçkimseye (iddia edilen şeylerden) öğretmiyoruz ve sakın (sihri meşru görerek) küfre girmeyin” diyorlardı. Böylece (insanlar); onlardan (şeytanların zihinlerine ilham ettikleri, fısıldadıkları şeylerden), kişi ile eşini birbirinden ayırmak için yalanlar uydurarak, sihir (büyü/komplo) üretiyorlardı. Halbuki onlar, Allah’ın izni olmadıkça o sihirle (organize komplolarla), hiçkimseye zarar veremezlerdi. (Onlar böyle yaparak) kendilerine zarar veren, fayda getirmeyen şeyleri düşünüp üretiyorlardı. Andolsun, onu (organize komploları) üretip meşgul olanların, ahirette bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini, karşılığında sattıkları o şey (sihir/büyü/komplolar) ne kötüdür! Ne olurdu bilselerdi!..
Sadık Türkmen