Mekke döneminde inmiştir. 28. âyetin Medine döneminde indiği de rivayet edilmiştir. 110 âyettir. Sûre, adını; ilk defa dokuzuncu âyette olmak üzere, birkaç yerde geçen “kehf” kelimesinden almıştır. Kehf, mağara demektir.

الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَنزَلَ عَلَى عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَل لَّهُ عِوَجَا ﴿١﴾

18/KEHF SURESİ-1. AYET (Meâlleri Kıyasla): El hamdulillâhillezî enzele alâ abdihil kitâbe ve lem yec'al lehu ıvecâ(ıvecen).

HAMD o Allâh'a mahsustur ki, kuluna Hakikat ve Sünnetullah BİLGİsini (KİTAP), kendisinde hiçbir tutarsızlık olmaksızın inzâl etti.

قَيِّمًا لِّيُنذِرَ بَأْسًا شَدِيدًا مِن لَّدُنْهُ وَيُبَشِّرَ الْمُؤْمِنِينَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ أَجْرًا حَسَنًا ﴿٢﴾

18/KEHF SURESİ-2. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kayyimen li yunzira be'sen şedîden min ledunhu ve yubeşşirel mu'minînellezîne ya'melûnes sâlihâti enne lehum ecren hasenâ(hasenen).

Dosdoğru (bir Kitap'tır) da. . . O'nun ledünnündendir; şiddetli bir sıkıntıya karşı uyarmak ve de imanın gereği çalışmalar yapan iman edenlere, kendileri için güzel bir karşılık olduğunu müjdelemek içindir.

مَاكِثِينَ فِيهِ أَبَدًا ﴿٣﴾

18/KEHF SURESİ-3. AYET (Meâlleri Kıyasla): Mâkisîne fîhi ebedâ(ebeden).

Ki (bu iman edenler) onun içinde sonsuza dek kalacaklardır.

وَيُنذِرَ الَّذِينَ قَالُوا اتَّخَذَ اللَّهُ وَلَدًا ﴿٤﴾

18/KEHF SURESİ-4. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve yunzirellezîne kâlûttehazellâhu veledâ(veleden).

"Allâh çocuk edindi" diyenleri de uyarmak için.

مَّا لَهُم بِهِ مِنْ عِلْمٍ وَلَا لِآبَائِهِمْ كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ إِن يَقُولُونَ إِلَّا كَذِبًا ﴿٥﴾

18/KEHF SURESİ-5. AYET (Meâlleri Kıyasla): Mâ lehum bihî min ilmin ve lâ li âbâihim, keburet kelimeten tahrucu min efvâhihim, in yekûlûne illâ kezibâ(keziben).

O konuda ne onların ne de atalarının bir ilmi vardır! Ağızlarından çıkan, ne büyük laftır! (Dolayısıyla) onlar yalandan başka şey konuşmuyorlar!

فَلَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَّفْسَكَ عَلَى آثَارِهِمْ إِن لَّمْ يُؤْمِنُوا بِهَذَا الْحَدِيثِ أَسَفًا ﴿٦﴾

18/KEHF SURESİ-6. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe lealleke bâhiun nefseke alâ âsârihim in lem yu'minû bi hâzâl hadîsi esefâ(esefen).

Şimdi bu olaya iman etmezlerse, arkalarından, kendini harap edercesine üzecek misin?

إِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْأَرْضِ زِينَةً لَّهَا لِنَبْلُوَهُمْ أَيُّهُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا ﴿٧﴾

18/KEHF SURESİ-7. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnâ cealnâ mâ alâl ardı zîneten lehâ li nebluvehum eyyuhum ahsenu amelâ(amelen).

En güzel davranışı kimin ortaya koyacağı açığa çıksın diye, arzda bulunan her şeyi (veya bedensellik yaşamını) kendisine süsledik!

وَإِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَعِيدًا جُرُزًا ﴿٨﴾

18/KEHF SURESİ-8. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve innâ le câilûne mâ aleyhâ saîden curuzâ(curuzen).

Muhakkak ki biz arzda (bedende) bulunan her şeyi çorak bir toprak hâline getireceğiz!

أَمْ حَسِبْتَ أَنَّ أَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّقِيمِ كَانُوا مِنْ آيَاتِنَا عَجَبًا ﴿٩﴾

18/KEHF SURESİ-9. AYET (Meâlleri Kıyasla): Em hasibte enne ashâbel kehfi ver rakîmi kânû min âyâtinâ acabâ(acaben).

Yoksa bizim işaretlerimizden (sadece) Ashab-ı Kehf (mağara arkadaşları) ve Rakîm'in (bilgi yazılı taş levha) bilgisinin mi şaşılacak şey olduklarını sandın?

إِذْ أَوَى الْفِتْيَةُ إِلَى الْكَهْفِ فَقَالُوا رَبَّنَا آتِنَا مِن لَّدُنكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ أَمْرِنَا رَشَدًا ﴿١٠﴾

18/KEHF SURESİ-10. AYET (Meâlleri Kıyasla): İz evâl fityetu ilâl kehfi fe kâlû rabbenâ âtinâ min ledunke rahmeten ve heyyi' lenâ min emrinâ raşedâ(raşeden).

Hani o delikanlılar, o mağaraya sığınmışlar ve "Rabbimiz (hakikatimiz olan Esmâ bileşimimiz) bize ledünnünden (aslın olan mutlak El Esmâ mertebesinden açığa çıkan özel bir kuvve ile) bir rahmet (lütfunla oluşacak bir nimet) ver ve bize (bu) işte bir kemâl hâli oluştur" demişlerdi.

فَضَرَبْنَا عَلَى آذَانِهِمْ فِي الْكَهْفِ سِنِينَ عَدَدًا ﴿١١﴾

18/KEHF SURESİ-11. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe darabnâ alâ âzânihim fîl kehfi sinîne adedâ(adeden).

Bu sebeple uzun yıllar o mağarada onların kulakları üzerine vurduk (algılamalarını dünyaya kapadık, uyuttuk).

ثُمَّ بَعَثْنَاهُمْ لِنَعْلَمَ أَيُّ الْحِزْبَيْنِ أَحْصَى لِمَا لَبِثُوا أَمَدًا ﴿١٢﴾

18/KEHF SURESİ-12. AYET (Meâlleri Kıyasla): Summe beasnâhum li na'leme eyyul hızbeyni ahsâ limâ lebisû emedâ(emeden).

Sonra onları bâ'settik, iki grubun hangisinin, kaldıkları süreyi daha iyi tahmin edeceğini bilelim (daha iyi hesap edeceği ortaya çıksın) diye. (Burada bilelim demek, açığa çıkaralım, fiilen tahakkuk ettirelim de kendileri de anlasın demektir. {Elmalı tefsir; cilt:5 sayfa:3226})

نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ نَبَأَهُم بِالْحَقِّ إِنَّهُمْ فِتْيَةٌ آمَنُوا بِرَبِّهِمْ وَزِدْنَاهُمْ هُدًى ﴿١٣﴾

18/KEHF SURESİ-13. AYET (Meâlleri Kıyasla): Nahnu nakussu aleyke nebeehum bil hakkı, innehum fityetun âmenû bi rabbihim ve zidnâhum hudâ(huden).

(Rasûlüm) Onların haberlerini Hak olarak sana hikâye ediyoruz. . . Muhakkak ki onlar Rablerine (Bi-Rabbihim = hakikatleri olan şuurlarında olarak) iman etmiş delikanlılardı. . . Biz de onların hakikatlerini yaşamalarını kuvvetlendirdik.

وَرَبَطْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ إِذْ قَامُوا فَقَالُوا رَبُّنَا رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ لَن نَّدْعُوَ مِن دُونِهِ إِلَهًا لَقَدْ قُلْنَا إِذًا شَطَطًا ﴿١٤﴾

18/KEHF SURESİ-14. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve rabatnâ alâ kulûbihim iz kâmû fe kâlû rabbunâ rabbus semâvâti vel ardı len ned'uve min dûnihî ilâhen lekad kulnâ izen şetatâ(şetaten).

Onların kalplerine râbıta koyduk (şuurlarını, müşahede hâlinde devamlı kıldık)! İşte (o delikanlılar) ayağa kalktılar da şöyle dediler: "Rabbimiz (aslımız olan El Esmâ mertebesi), semâların ve arzın Rabbidir (varlıkta olan her şeyi El Esmâ'sıyla oluşturandır)! O'nun dûnunda (o kavrama denk olmayan) ilâh (varlıkta tasarruf eden) kabul edemeyiz! Andolsun, bunun aksini dillendirirsek o takdirde akıl ve mantığın alamayacağı kadar saçma bir laf etmiş oluruz. "

هَؤُلَاء قَوْمُنَا اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ آلِهَةً لَّوْلَا يَأْتُونَ عَلَيْهِم بِسُلْطَانٍ بَيِّنٍ فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا ﴿١٥﴾

18/KEHF SURESİ-15. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hâulâi kavmunâttehazû min dûnihî âliheten, lev lâ ye'tûne aleyhim bi sultânin beyyin(beyyinin), fe men azlemu mimmenifterâ alâllâhi kezibâ(keziben).

İşte şunlar (asılsız zanlarının getirisini ilâh edinenler); şu bizim halkımız, O'nun dûnunda tanrılar edindiler. . . Bari bu ilâhlarının gücüne dair, açık bir delil gösterebilseler! Bu durumda, Allâh üzerine yalan söyleyerek iftira edenden daha zâlim kim olabilir?

وَإِذِ اعْتَزَلْتُمُوهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ إِلَّا اللَّهَ فَأْوُوا إِلَى الْكَهْفِ يَنشُرْ لَكُمْ رَبُّكُم مِّن رَّحمته ويُهَيِّئْ لَكُم مِّنْ أَمْرِكُم مِّرْفَقًا ﴿١٦﴾

18/KEHF SURESİ-16. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve izi'tezeltumûhum ve mâ ya'budûne illâllâhe fe'vû ilâl kehfi yenşur lekum rabbukum min rahmetihî ve yuheyyi' lekum min emrikum mirfekâ(mirfekan).

Mâdemki onlardan ve Allâh'tan ayrı olarak taptıklarından uzaklaştınız, o hâlde o mağaraya sığının ki, Rabbiniz Rahmetinden size yaysın ve yaptığınızda sizin için yararlı bir şey oluştursun.

وَتَرَى الشَّمْسَ إِذَا طَلَعَت تَّزَاوَرُ عَن كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَإِذَا غَرَبَت تَّقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ فِي فَجْوَةٍ مِّنْهُ ذَلِكَ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ مَن يَهْدِ اللَّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِي وَمَن يُضْلِلْ فَلَن تَجِدَ لَهُ وَلِيًّا مُّرْشِدًا ﴿١٧﴾

18/KEHF SURESİ-17. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve terâş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minhu, zâlike min âyâtillâhi, men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).

Güneş doğduğunda, mağaralarınının sağından döner. . . Gurubunda da sol taraflarından geçer. . . Onlar mağaranın geniş avlusu içindedirler. . . İşte bu, Allâh'ın işaretlerindendir. . . Allâh kime hidâyet ederse, işte o hakikate erdirilmiştir. . . Kimi de saptırmışsa artık onu aydınlatacak bir velî bulamazsın.

وَتَحْسَبُهُمْ أَيْقَاظًا وَهُمْ رُقُودٌ وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَذَاتَ الشِّمَالِ وَكَلْبُهُم بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَصِيدِ لَوِ اطَّلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَارًا وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْبًا ﴿١٨﴾

18/KEHF SURESİ-18. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve tahsebuhum eykâzan ve hum rukûdun, ve nukallibuhum zâtel yemîni ve zâteş şimâli, ve kelbuhum bâsitun zirâayhi bil vasîd(vasîdi), levittala'te aleyhim le velleyte minhum firâran ve le muli'te minhum ru'bâ(ru'ben).

Onlar (ölü gibi) uykuda oldukları hâlde, sen onları ayıktırlar sanırdın. . . Onları sağlarına sollarına çevirdik. . . Köpekleri de (mağaranın) önüne iki kolunu uzatıp yaymıştı! Onları o hâlde görseydin, arkanı döner uzaklaşırdın! Onların bu durumundan heyecanlanır ürkerdin!

وَكَذَلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَاءلُوا بَيْنَهُمْ قَالَ قَائِلٌ مِّنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ قَالُوا رَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَابْعَثُوا أَحَدَكُم بِوَرِقِكُمْ هَذِهِ إِلَى الْمَدِينَةِ فَلْيَنظُرْ أَيُّهَا أَزْكَى طَعَامًا فَلْيَأْتِكُم بِرِزْقٍ مِّنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ أَحَدًا ﴿١٩﴾

18/KEHF SURESİ-19. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kezâlike beasnâhum li yetesâelû beynehum, kâle kâilun minhum kem lebistum, kâlû lebisnâ yevmen ev ba'da yevmin, kâlû rabbukum a'lemu bi mâ lebistum feb'asû ehadekum bi verıkıkum hâzihî ilâl medîneti felyanzur eyyuhâ ezkâ taâmen felye'tikum bi rızkın minhu velyetelattaf ve lâ yuş'ıranne bikum ehadâ(ehaden).

İşte böylece, onları bâ's ettik (BAİS isminin işaret ettiği bir özellik onlarda açığa çıktı) aralarında yaşadıklarını sorgulasınlar, diye. . . Onlardan biri: "Ne kadar kaldınız?" dedi. . . (Bazıları): "Bir gün veya bir günün bir parçası kaldık" dediler. . . (Diğerleri de) şöyle dediler: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. . . Şimdi içinizden birini şu gümüşle (parayla) şehre gönderin de şehrin en temiz yiyeceği hangisiyse bir bakıp, ondan size biraz yaşam gıdası getirsin; çok dikkatli davransın ve sizi kimseye fark ettirmesin. "

إِنَّهُمْ إِن يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ أَوْ يُعِيدُوكُمْ فِي مِلَّتِهِمْ وَلَن تُفْلِحُوا إِذًا أَبَدًا ﴿٢٠﴾

18/KEHF SURESİ-20. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnehum in yazherû aleykum yercumûkum ev yuîdûkum fî milletihim ve len tuflihû izen ebedâ(ebeden).

Zira durumunuza vâkıf olurlarsa, (ya) sizi taşlayarak öldürürler ya da kendi inançlarına döndürürler. . . O zaman sonsuza dek kurtuluş imkânı bulamazsınız!

وَكَذَلِكَ أَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُوا أَنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَأَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ فِيهَا إِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ أَمْرَهُمْ فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِم بُنْيَانًا رَّبُّهُمْ أَعْلَمُ بِهِمْ قَالَ الَّذِينَ غَلَبُوا عَلَى أَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِم مَّسْجِدًا ﴿٢١﴾

18/KEHF SURESİ-21. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kezâlike a'sernâ aleyhim li ya'lemû enne va'dallâhi hakkun ve ennes sâate lâ raybe fîhâ, iz yetenâzeûne beynehum emrehum fe kâlûbnû aleyhim bunyânâ(bunyânen), rabbuhum a'lemu bihim, kâlellezîne galebû alâ emrihim le nettehızenne aleyhim mescidâ(mesciden).

Böylece onlar hakkında bilgilendirdik ki, Allâh'ın bildiriminin Hak olduğunu (bâ'sı) ve o saatin (ölümün) şüphe götürmez olduğunu bilsinler! Hani onlar, aralarında onların olayını tartışıyorlardı. . . Şöyle dediler: "Onlar üzerine bina yapın; (ne olduklarını) Rableri daha iyi bilir". . . Onların hakkında sözü geçenler ise; "Elbette biz onların (Ashab-ı Kehf'in) üzerine ibadethâne yapacağız" dediler.

سَيَقُولُونَ ثَلَاثَةٌ رَّابِعُهُمْ كَلْبُهُمْ وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ رَجْمًا بِالْغَيْبِ وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْ قُل رَّبِّي أَعْلَمُ بِعِدَّتِهِم مَّا يَعْلَمُهُمْ إِلَّا قَلِيلٌ فَلَا تُمَارِ فِيهِمْ إِلَّا مِرَاء ظَاهِرًا وَلَا تَسْتَفْتِ فِيهِم مِّنْهُمْ أَحَدًا ﴿٢٢﴾

18/KEHF SURESİ-22. AYET (Meâlleri Kıyasla): Se yekûlûne selâsetun râbiuhum kelbuhum, ve yekûlûne hamsetun sâdisuhum kelbuhum racmen bil gaybi, ve yekûlûne seb'atun ve sâminuhum kelbuhum, kul rabbî a'lemu bi ıddetihim mâ ya'lemuhum illâ kalîl, fe lâ tumâri fîhim illâ mirâen zâhirâ(zâhiren), ve lâ testefti fîhim minhum ehâdâ(ehâden).

"Üçtür, dördüncüleri köpekleridir" diyecekler. . . "Beştir, altıncıları köpekleridir" diyecekler. . . Ki bu gaybı taşlamaktır (bilmedikleri hakkında atıp tutmaktadırlar)! "Yedidir, sekizincileri köpekleridir" derler. . . De ki: "Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir. . . Onları bilen azdır". . . Onlar hakkında fikir alışverişi haricinde tartışma! Onlar hakkında, onlardan hiç kimseye de bir şey sorma!

وَلَا تَقُولَنَّ لِشَيْءٍ إِنِّي فَاعِلٌ ذَلِكَ غَدًا ﴿٢٣﴾

18/KEHF SURESİ-23. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lâ tekûlenne li şey'in innî fâılun zâlike gadâ(gaden).

Hiçbir şey için "Onu yarın kesinlikle yapacağım" deme (çünkü Allâh'ın onu inşa edip etmeyeceğini bilemezsin)!

إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ وَاذْكُر رَّبَّكَ إِذَا نَسِيتَ وَقُلْ عَسَى أَن يَهْدِيَنِ رَبِّي لِأَقْرَبَ مِنْ هَذَا رَشَدًا ﴿٢٤﴾

18/KEHF SURESİ-24. AYET (Meâlleri Kıyasla): İllâ en yeşâallâhu vezkur rabbeke izâ nesîte ve kul asâ en yehdiyeni rabbî li akrabe min hâzâ raşedâ(raşeden).

Sadece "İnşâ Allâh = Allâh inşa ederse" kaydıyla demen, müstesna! Unuttuğunda Rabbini (hakikatin olan Esmâ mertebesini) zikret (hatırla)! Ve de ki: "Umarım Rabbim beni kurbunda (mâiyet sırrının yaşandığı Tecelli-i Sıfat mertebesi. {İnsan-ı Kâmil, Sıfatların tecellisi bahsi; Abdülkerîm Ciylî. A. H. }) olgunluğa erdirir. "

وَلَبِثُوا فِي كَهْفِهِمْ ثَلَاثَ مِائَةٍ سِنِينَ وَازْدَادُوا تِسْعًا ﴿٢٥﴾

18/KEHF SURESİ-25. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lebisû fî kehfihim selâse mietin sinîne vezdâdû tis'â(tis'an).

(Kimileri diyor ki) mağaralarında 300 yıl kaldılar; 9 da eklediler.

قُلِ اللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثُوا لَهُ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ أَبْصِرْ بِهِ وَأَسْمِعْ مَا لَهُم مِّن دُونِهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا يُشْرِكُ فِي حُكْمِهِ أَحَدًا ﴿٢٦﴾

18/KEHF SURESİ-26. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kulillâhu a'lemu bimâ lebisû, lehu gaybus semâvâti vel ard(ardı), ebsır bihî ve esmı', mâ lehum min dûnihî min veliyyin ve lâ yuşriku fî hukmihî ehadâ(ehaden).

De ki: "Ne kadar kaldıklarını Allâh daha iyi bilir. . . Semâların ve arzın gaybı O'nundur! Görmesi ve işitmesi akılla kavranılamayandır O! Onların, O'nun dûnunda bir Veliyy'i de yoktur! O'nun hükmüne ortak olacak da yoktur!"

وَاتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِن كِتَابِ رَبِّكَ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِهِ وَلَن تَجِدَ مِن دُونِهِ مُلْتَحَدًا ﴿٢٧﴾

18/KEHF SURESİ-27. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vetlu mâ ûhıye ileyke min kitâbi rabbike, lâ mubeddile li kelimâtihî ve len tecide min dûnihî multehadâ(multehaden).

Rabbinin Kitabından (Hakikatin olan El Esmâ mertebesindeki BİLGİden) sana (şuuruna) vahyolunanı oku (deşifre et - kavra)! O'nun kelimelerini (açığa çıkardıklarını) değiştirecek yoktur! O'ndan başka sığınak da bulamazsın.

وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرِيدُ زِينَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَن ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا ﴿٢٨﴾

18/KEHF SURESİ-28. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vasbır nefseke meallezîne yed'ûne rabbehum bil gadâti vel aşiyyi yurîdûne vechehu ve lâ ta'du aynâke anhum, turîdu zînetel hayâtid dunyâ ve lâ tutı' men agfelnâ kalbehu an zikrinâ vettebea hevâhu ve kâne emruhu furutâ(furutan).

O'nun vechini dileyerek, sabah - akşam Rablerine dua edenlerle beraber, nefsine (bilincine) sabret! Dünya hayatının süslü gösterilen şeylerine yönelip de, onlardan ilgini kesme! Görüşü kozası içinde bizi hatırlamaktan mahrum bırakılmış; asılsız kabullerine tâbi olup, işi yapması gerekenin ötesindeki olan kimseye itaat etme!

وَقُلِ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ فَمَن شَاء فَلْيُؤْمِن وَمَن شَاء فَلْيَكْفُرْ إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ نَارًا أَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا وَإِن يَسْتَغِيثُوا يُغَاثُوا بِمَاء كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ بِئْسَ الشَّرَابُ وَسَاءتْ مُرْتَفَقًا ﴿٢٩﴾

18/KEHF SURESİ-29. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kulil hakku min rabbikum fe men şâe felyu'min ve men şâe felyekfur innâ a'tednâ liz zâlimîne nâran ehâta bihim surâdikuhâ, ve in yestegîsû yugâsû bi mâin kel muhli yeşvîl vucûhe, bi'seş şerâb(şerâbu) ve sâet murtefekâ(murtefekan).

De ki: "Hak Rabbinizdendir! İsteyen iman etsin, isteyen inkâr etsin!" Doğrusu biz, zâlimler için dev dalgalar hâlinde öyle bir ateş hazırlamışız ki, onları her yönden kuşatmıştır! Eğer yardıma çağırsalar; erimiş maden benzeri, yüzleri pişiren bir su ile yardımlarına koşulur! O ne kötü içecek, o ne kötü yaşam ortamı!

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ إِنَّا لَا نُضِيعُ أَجْرَ مَنْ أَحْسَنَ عَمَلًا ﴿٣٠﴾

18/KEHF SURESİ-30. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti innâ lâ nudîu ecre men ahsene amelâ(amelen).

Muhakkak ki (Allâh ismiyle işaret edilenin Esmâ özellikleriyle zâhir oluşuna, Ahad - Samed oluşuna) iman edip imanın gereği olan düzgün çalışmalar yapanlar var ya; doğrusu iyi çalışmalarının karşılığını asla boşa çıkarmayız!

أُوْلَئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهِمُ الْأَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِن ذَهَبٍ وَيَلْبَسُونَ ثِيَابًا خُضْرًا مِّن سُندُسٍ وَإِسْتَبْرَقٍ مُّتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ نِعْمَ الثَّوَابُ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقًا ﴿٣١﴾

18/KEHF SURESİ-31. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ulâike lehum cennâtu adnin tecrî min tahtihimul enharu yuhallevne fîhâ min esâvire min zehebin ve yelbesûne siyâben hudran min sundusin ve istebrakın muttekiîne fîhâ alâl erâiki, ni'mes sevâb(sevâbu), ve hasunet murtefekâ(murtefekan).

İşte bunlar için altlarından ırmaklar akan ADN cennetleri vardır; orada altın bileziklerle süslenirler; ince veya kalın ipekten yeşil giysiler giyip koltuklar üzerine dayanıp kurulurlar. . . O ne güzel karşılık ve ne güzel yararlanma yeri. (Misal yollu cennet yaşamı anlatımı; bakınız: Ra'd: 35, Muhammed: 15. A. H. )

وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلًا رَّجُلَيْنِ جَعَلْنَا لِأَحَدِهِمَا جَنَّتَيْنِ مِنْ أَعْنَابٍ وَحَفَفْنَاهُمَا بِنَخْلٍ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمَا زَرْعًا ﴿٣٢﴾

18/KEHF SURESİ-32. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vadrıb lehum meselen raculeyni cealnâ li ehadihimâ cenneteyni min a'nâbin ve hafefnâhumâ bi nahlin ve cealnâ beynehumâ zer'â(zer'an).

(Rasûlüm) onlara misal olarak şu iki adamı örnek ver: Onlardan birine üzümlerden iki bağ verdik, bu bağların etrafını hurma ağaçlarıyla halkaladık, aralarında da ekinler oluşturduk.

كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ آتَتْ أُكُلَهَا وَلَمْ تَظْلِمْ مِنْهُ شَيْئًا وَفَجَّرْنَا خِلَالَهُمَا نَهَرًا ﴿٣٣﴾

18/KEHF SURESİ-33. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kiltel cenneteyni âtet ukulehâ ve lem tazlim minhu şey’en ve feccernâ hılâlehumâ neherâ(neheren).

Bağların her ikisi de yemişlerini vermiş, ondan hiçbir şeyi noksan bırakmamış. . . İki bağın ortasından bir de nehir fışkırtmışız.

وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌ فَقَالَ لِصَاحِبِهِ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَنَا أَكْثَرُ مِنكَ مَالًا وَأَعَزُّ نَفَرًا ﴿٣٤﴾

18/KEHF SURESİ-34. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kâne lehu semerun, fe kâle li sâhıbihî ve huve yuhâviruhû ene ekseru minke mâlen ve eazzu neferâ(neferen).

(Bu adamın) başka geliri de vardı. . . Bu nedenle arkadaşıyla (misaldeki diğer adamla) tartıştığı bir sırada ona şöyle dedi: "Ben malca senden daha zengin ve nüfus olarak da daha kalabalığım. "

وَدَخَلَ جَنَّتَهُ وَهُوَ ظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ قَالَ مَا أَظُنُّ أَن تَبِيدَ هَذِهِ أَبَدًا ﴿٣٥﴾

18/KEHF SURESİ-35. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve dehale cennetehu ve huve zâlimun li nefsihî, kâle mâ ezunnu en tebîde hâzihî ebedâ(ebeden).

Böylece nefsine zulmederek bağına girdi. . . Şöyle dedi: "Ebediyen bu varlığımın yok olacağını zannetmiyorum. "

وَمَا أَظُنُّ السَّاعَةَ قَائِمَةً وَلَئِن رُّدِدتُّ إِلَى رَبِّي لَأَجِدَنَّ خَيْرًا مِّنْهَا مُنقَلَبًا ﴿٣٦﴾

18/KEHF SURESİ-36. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ ezunnus sâate kâimeten ve le in rudidtu ilâ rabbî le ecidenne hayran minhâ munkalebâ(munkaleben).

"Kıyametin kopacağını da zannetmiyorum! Eğer Rabbime döndürülürsem, kesinlikle bundan daha hayırlı bir gelecek bulurum. "

قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَكَفَرْتَ بِالَّذِي خَلَقَكَ مِن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ سَوَّاكَ رَجُلًا ﴿٣٧﴾

18/KEHF SURESİ-37. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle lehu sâhıbuhu ve huve yuhâviruhû e keferte billezî halakake min turâbin summe min nutfetin summe sevvâke raculâ(raculen).

Konuştuğu arkadaşı ona dedi ki: "Hakikatini inkâr mı ediyorsun? Seni topraktan, sonra spermden yaratıp sonra da seni şuurlu insan kıldı!"

لَّكِنَّا هُوَ اللَّهُ رَبِّي وَلَا أُشْرِكُ بِرَبِّي أَحَدًا ﴿٣٨﴾

18/KEHF SURESİ-38. AYET (Meâlleri Kıyasla): Lâkinne huvallâhu rabbî ve lâ uşriku bi rabbî ehadâ(ehaden).

"Bu yüzdendir ki, 'HÛ' Allâh, Rabbim'dir! Rabbime (hakikatim olan El Esmâ'ya) hiçbir şeyi eş koşmam!"

وَلَوْلَا إِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَاء اللَّهُ لَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللَّهِ إِن تُرَنِ أَنَا أَقَلَّ مِنكَ مَالًا وَوَلَدًا ﴿٣٩﴾

18/KEHF SURESİ-39. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lev lâ iz dehalte cenneteke kulte mâ şâallâhu lâ kuvvete illâ billâh(billâhi), in terani ene ekalle minke mâlen ve veledâ(veleden).

"Keşke cennetine (bağına) girdiğinde 'maşâAllâh {Allâh dilemesinin meydana getirdiğidir}; la kuvvete illâ Billah {bende açığa çıktığı görülen} kuvvet sadece Allâh'a aittir', deseydin. . . Gerçi sen beni, zenginlik ve evlatça kendinden düşük de görüyorsun. "

فَعَسَى رَبِّي أَن يُؤْتِيَنِ خَيْرًا مِّن جَنَّتِكَ وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَانًا مِّنَ السَّمَاء فَتُصْبِحَ صَعِيدًا زَلَقًا ﴿٤٠﴾

18/KEHF SURESİ-40. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe asâ rabbî en yu’tiyeni hayran min cennetike ve yursile aleyhâ husbânen mines semâi fe tusbiha saîden zelekâ(zelekan).

"Olabilir ki Rabbim, bana senin cennetinden (bağlarından) daha hayırlısını verir; senin bağına ise semâdan bir afet irsâl eder de, (bağın) kuru bir toprak hâline gelir. "

أَوْ يُصْبِحَ مَاؤُهَا غَوْرًا فَلَن تَسْتَطِيعَ لَهُ طَلَبًا ﴿٤١﴾

18/KEHF SURESİ-41. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ev yusbiha mâuhâ gavran fe len testetîa lehu talebâ(taleben).

"Yahut (bağının) suyu dibe çekilir de, bir daha onu bulamazsın. "

وَأُحِيطَ بِثَمَرِهِ فَأَصْبَحَ يُقَلِّبُ كَفَّيْهِ عَلَى مَا أَنفَقَ فِيهَا وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَى عُرُوشِهَا وَيَقُولُ يَا لَيْتَنِي لَمْ أُشْرِكْ بِرَبِّي أَحَدًا ﴿٤٢﴾

18/KEHF SURESİ-42. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve uhîta bi semerihî fe asbeha yukallibu keffeyhi alâ mâ enfeka fîhâ ve hiye hâviyetun alâ urûşihâ ve yekûlu yâ leytenî lem uşrik bi rabbî ehadâ(ehaden).

Derken onun serveti kuşatılıp yok edildi! Sonunda, çardakları üzerine yıkılıp kalmış bağına yaptığı harcamaları dolayısıyla, (hüsranla) ellerini ovuşturarak şöyle diyordu: "Keşke Rabbime (hiç) bir şeyi ortak koşmasaydım. "

وَلَمْ تَكُن لَّهُ فِئَةٌ يَنصُرُونَهُ مِن دُونِ اللَّهِ وَمَا كَانَ مُنتَصِرًا ﴿٤٣﴾

18/KEHF SURESİ-43. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lem tekun lehu fietun yansurûnehu min dûnillâhi ve mâ kâne muntesirâ(muntesiran).

Allâh dûnunda ne bir yardımcısı vardı ne de kendi kendine yetecek gücü!

هُنَالِكَ الْوَلَايَةُ لِلَّهِ الْحَقِّ هُوَ خَيْرٌ ثَوَابًا وَخَيْرٌ عُقْبًا ﴿٤٤﴾

18/KEHF SURESİ-44. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hunâlikel velâyetu lillâhil hakkı, huve hayrun sevâben ve hayrun ukbâ(ukben).

İşte fark edileceği üzere, velâyet (El Veliyy isminin zuhuru) yalnızca, Hak olan Allâh'a aittir (velayet yaşamını yaşatan Allâh'tır)! O mükâfat verici olarak da hayırlıdır, sonucu yaşatıcı olarak da.

وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا كَمَاء أَنزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَاء فَاخْتَلَطَ بِهِ نَبَاتُ الْأَرْضِ فَأَصْبَحَ هَشِيمًا تَذْرُوهُ الرِّيَاحُ وَكَانَ اللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ مُّقْتَدِرًا ﴿٤٥﴾

18/KEHF SURESİ-45. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vadrıb lehum meselel hayâtid dunyâ ke mâin enzelnâhu mines semâi fahteleta bihî nebâtul ardı fe asbeha heşîmen tezrûhur riyâhu, ve kânallâhu alâ kulli şey'in muktedirâ(muktediran).

Onlara dünya hayatının MİSALİNİ ver. . . (Dünya hayatı) semâdan indirdiğimiz bir su gibidir ki, onunla arzın nebatı birbirine karıştı. . . Derken (o bitki) rüzgârın savurduğu çöp kırıntısı hâline geldi. . . Allâh her şeye Muktedir'dir.

الْمَالُ وَالْبَنُونَ زِينَةُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِندَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ أَمَلًا ﴿٤٦﴾

18/KEHF SURESİ-46. AYET (Meâlleri Kıyasla): El mâlu vel benûne zînetul hayâtid dunyâ, vel bâkıyâtus sâlihâtu hayrun inde rabbike sevâben ve hayrun emelâ(emelen).

Zenginlik - mal ve oğullar dünya hayatının süsüdür (fânidir - yok olucudur, geçicidir)! Bâkî kalacak olan imanın gereği yapılanlar ise; Rabbinin indînde mükâfat olarak da hayırlıdır, beklenti olarak da hayırlıdır.

وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْأَرْضَ بَارِزَةً وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ أَحَدًا ﴿٤٧﴾

18/KEHF SURESİ-47. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve yevme nuseyyirul cibâle ve terâl arda bârizeten ve haşernâhum fe lem nugâdir minhum ehadâ(ehaden).

Dağları yürüttüğümüz gün (organları işlevsiz bıraktığımızda), arzı çırılçıplak görürsün! Onların hepsini bir araya toplamışızdır; öyle ki hiçbiri ihmal edilmez!

وَعُرِضُوا عَلَى رَبِّكَ صَفًّا لَّقَدْ جِئْتُمُونَا كَمَا خَلَقْنَاكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ بَلْ زَعَمْتُمْ أَلَّن نَّجْعَلَ لَكُم مَّوْعِدًا ﴿٤٨﴾

18/KEHF SURESİ-48. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve uridû alâ rabbike saffâ(saffen), lekad ci'tumûnâ kemâ halaknâkum evvele merratin, bel zeamtum ellen nec'ale lekum mev'ıdâ(mev'ıden).

Saf saf Rablerine arz olunmuşlardır (inanç mertebelerine göre yer alırlar)! Andolsun ki, sizi ilk yarattığımız gibi (bilinç karışıklığından arınmış, saf şuurlar olarak) bize geldiniz. . . Belki siz, sizin için böyle bir aşamayı oluşturmayacağımızı sandınız!

وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِمِينَ مُشْفِقِينَ مِمَّا فِيهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هَذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغِيرَةً وَلَا كَبِيرَةً إِلَّا أَحْصَاهَا وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِرًا وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ أَحَدًا ﴿٤٩﴾

18/KEHF SURESİ-49. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve vudıal kitâbu fe terâl mucrimîne muşfikîne mimmâ fîhi ve yekûlûne yâ veyletenâ mâ li hâzâl kitâbi lâ yugâdiru sagîraten ve lâ kebîraten illâ ahsâhâ, ve vecedû mâ amilû hâdırâ(hâdıran), ve lâ yazlimu rabbuke ehadâ(ehaden).

Kitap (kişinin tüm yaşam bilgisi) ortaya konmuştur! Suçlu durumundakilerin hepsinin, o bilgilerden korkup ürpererek "Yandık şimdi! Bu nasıl 'Kitap'mış (kaydedilmiş bilgi) ki, küçük - büyük demeden tüm düşünce ve yaptıklarımızı kaydetmiş!" dediklerini görürsün. . . Ne yapmışlarsa onu hazır bulmuşlardır! Rabbin kimseye zulmetmez.

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ أَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُ أَوْلِيَاء مِن دُونِي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّ بِئْسَ لِلظَّالِمِينَ بَدَلًا ﴿٥٠﴾

18/KEHF SURESİ-50. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâne minel cinni fe feseka an emri rabbihî, e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum aduvvun, bi'se liz zâlimîne bedelâ(bedelen).

Hani biz meleklere "Secde edin Adem'e" dedik de İblis hariç hepsi hemen secde ettiler! İblis CİNN (türünden)dendi; (bu nedenle) Rabbinin hükmüne (hakikat ilmi yoktu {Cin türünde hakikat ilmi ve kader sistemi bilgisi yoktur - RUH İNSAN CİN Kitabı. A. H. }) uymadı! O hâlde siz, beni bırakıp onu (iblis'i) ve neslini mi dostlar ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin düşmanınızdır! Zâlimler için ne kötü bir dost seçimi oldu!

مَا أَشْهَدتُّهُمْ خَلْقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَا خَلْقَ أَنفُسِهِمْ وَمَا كُنتُ مُتَّخِذَ الْمُضِلِّينَ عَضُدًا ﴿٥١﴾

18/KEHF SURESİ-51. AYET (Meâlleri Kıyasla): Mâ eşhedtuhum halkas semâvâti vel ardı ve lâ halka enfusihim ve mâ kuntu muttehızel mudıllîne adudâ(aduden).

Ben onları (cinleri) Semâlar ve arzın yaratılmasına da, kendi yaratılmalarına da şahit tutmadım! İnsanları saptıranlar hiçbir zaman bana hizmet vermez!

وَيَوْمَ يَقُولُ نَادُوا شُرَكَائِيَ الَّذِينَ زَعَمْتُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَجِيبُوا لَهُمْ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُم مَّوْبِقًا ﴿٥٢﴾

18/KEHF SURESİ-52. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve yevme yekûlu nâdû şurakâiyellezîne zeamtum fe deavhum fe lem yestecibû lehum ve cealnâ beynehum mevbikâ(mevbikan).

"Varsaydığınız ortaklarımı çağırın" diye seslenildiği süreçte, onları çağırırlar da, onlar kendilerine cevap vermezler. . . Biz onların aralarına aşılmaz bir engel koyduk.

وَرَأَى الْمُجْرِمُونَ النَّارَ فَظَنُّوا أَنَّهُم مُّوَاقِعُوهَا وَلَمْ يَجِدُوا عَنْهَا مَصْرِفًا ﴿٥٣﴾

18/KEHF SURESİ-53. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve rael mucrimûnen nâre fe zannû ennehum muvâkıûhâ ve lem yecidû anhâ masrifâ(masrifen).

Suçlular ateşi gördüler de, artık onun içine kesin düşeceklerini bildiler. . . Ateş dışında gidebilecekleri bir yol yoktu!

وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَذَا الْقُرْآنِ لِلنَّاسِ مِن كُلِّ مَثَلٍ وَكَانَ الْإِنسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا ﴿٥٤﴾

18/KEHF SURESİ-54. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lekad sarrafnâ fî hâzâl kur'âni lin nâsi min kulli meselin, ve kânel insânu eksere şey'in cedelâ(cedelen).

Andolsun ki biz şu Kurân'da, insanlar için, gerçekleri her türlü misalle sayıp döktük! İnsan ise gerçekleri tartışmaya en düşkün olanıdır.

وَمَا مَنَعَ النَّاسَ أَن يُؤْمِنُوا إِذْ جَاءهُمُ الْهُدَى وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ إِلَّا أَن تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ أَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلًا ﴿٥٥﴾

18/KEHF SURESİ-55. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ menean nâse en yu’minû iz câe humul hudâ ve yestagfirû rabbehum illâ en te’tiyehum sunnetul evvelîne ev ye’tiyehumul azâbu kubulâ(kubulen).

Kendilerine hakikate giden yola kılavuzluk edecek olan (Rasûl) geldiği hâlde, insanları iman etmekten ve Rablerinden mağfiret istemekten alıkoyan engel; öncekilerin başına gelenlerin kendilerine de gelmesini veya azabın karşılarına dikilivermesini beklemekten başka ne olabilir ki!

وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ وَيُجَادِلُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَمَا أُنذِرُوا هُزُوًا ﴿٥٦﴾

18/KEHF SURESİ-56. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîne, ve yucâdilullezîne keferû bil bâtılı li yudhıdû bihil hakka vettehazû âyâtî ve mâ unzirû huzuvâ(huzuven).

Biz Rasûlleri sadece müjdeleyici ve uyarıcılar olarak irsâl ederiz. . . Hakikat bilgisini inkâr edenler ise, asılsız, temelsiz fikirlerle Hakk'ı örtme mücadelesi veriyorlar! İşaretlerimi ve uyarıldıkları şeyleri eğlence edindiler (ciddiye alıp değerlendirmediler)!

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ فَأَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ إِنَّا جَعَلْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَن يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا وَإِن تَدْعُهُمْ إِلَى الْهُدَى فَلَن يَهْتَدُوا إِذًا أَبَدًا ﴿٥٧﴾

18/KEHF SURESİ-57. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men azlemu mimmen zukkire bi âyâti rabbihî fe a’rada anhâ ve nesiye mâ kaddemet yedâhu, innâ cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran) ve in ted’uhum ilâl hudâ fe len yehtedû izen ebedâ(ebeden).

Rabbinin delilleri (Rabbanî özellikleri) hatırlatıldığı hâlde, onlardan yüz çeviren; iki eli ile hazırlayıp önceden gönderdiği şeyleri unutandan daha zâlim kim olabilir? Gerçek ki, (inkârları dolayısıyla) hakikati fark edememeleri için, kozalarına hapsettik; kulaklarına da ağırlıklar koyduk! Onları Hakikate davet etsen de, bu hâldeyken ebediyen hidâyete eremezler!

وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُو الرَّحْمَةِ لَوْ يُؤَاخِذُهُم بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَ بَل لَّهُم مَّوْعِدٌ لَّن يَجِدُوا مِن دُونِهِ مَوْئِلًا ﴿٥٨﴾

18/KEHF SURESİ-58. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve rabbukel gafûru zur rahmeti, lev yuâhızuhum bi mâ kesebû le accele lehumul azâb(azâbe), bel lehum mev’ıdun len yecidû min dûnihî mev’ilâ(mev’ilen).

Rabbin Ğafûr ve zür Rahmet'tir (Rahmet sahibi)! Eğer kazandıklarının sonuçlarını hemen yaşatmayı dilemiş olsaydı, elbette azabı (vefat ettirmeyi) çabuklaştırırdı! Ancak onlar için vadedilen bir zaman vardır ki, ona ulaşmamaları mümkün değildir.

وَتِلْكَ الْقُرَى أَهْلَكْنَاهُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَعَلْنَا لِمَهْلِكِهِم مَّوْعِدًا ﴿٥٩﴾

18/KEHF SURESİ-59. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve tilkel kurâ ehleknâhum lemmâ zalemû ve cealnâ li mehlikihim mev’ıdâ(mev’ıden).

İşte sana, zulmettiklerinden dolayı yok ettiğimiz şehirler ki onların helâkı için de bir süreç tayin etmiştik.

وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِفَتَاهُ لَا أَبْرَحُ حَتَّى أَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ أَوْ أَمْضِيَ حُقُبًا ﴿٦٠﴾

18/KEHF SURESİ-60. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve iz kâle mûsâ li fetâhu lâ ebrahu hattâ ebluga mecmeal bahrayni ev emdıye hukubâ(hukuben).

Hani bir vakit Musa, hizmetindeki gence demişti ki: "Tâ iki denizin cem olduğu yere varıncaya kadar yoluma devam edeceğim; uzun yıllarıma mal olsa bile. "

فَلَمَّا بَلَغَا مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا نَسِيَا حُوتَهُمَا فَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ سَرَبًا ﴿٦١﴾

18/KEHF SURESİ-61. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe lemmâ belega mecmea beynihimâ nesiyâ hûtehumâ fettehaze sebîlehu fîl bahri serabâ(seraben).

Vaktaki iki denizin arasının birleştiği yere vardılar, balıklarını unuttular. . . Bunun üzerine o (balık) da o denizde yolunu bulup gitmişti!

فَلَمَّا جَاوَزَا قَالَ لِفَتَاهُ آتِنَا غَدَاءنَا لَقَدْ لَقِينَا مِن سَفَرِنَا هَذَا نَصَبًا ﴿٦٢﴾

18/KEHF SURESİ-62. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe lemmâ câvezâ kâle li fetâhu âtinâ gadâenâ lekad lekînâ min seferinâ hâzâ nasabâ(nasaben).

(Buluşma yerlerini) geçip gittiklerinden az sonra Musa hizmetlisine: "Öğle yemeğini çıkar bakalım; gerçekten bu yolculuk bizi yordu. . . "

قَالَ أَرَأَيْتَ إِذْ أَوَيْنَا إِلَى الصَّخْرَةِ فَإِنِّي نَسِيتُ الْحُوتَ وَمَا أَنسَانِيهُ إِلَّا الشَّيْطَانُ أَنْ أَذْكُرَهُ وَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ عَجَبًا ﴿٦٣﴾

18/KEHF SURESİ-63. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle e raeyte iz eveynâ ilâs sahrati fe innî nesîtul hût(hûte), ve mâ ensânîhu illâş şeytânu en ezkurehu, vettehaze sebîlehu fîl bahri acebâ(aceben).

(Musa'nın hizmetlisi): "Gördün mü?" dedi, "Kayanın yanındayken o balığı unuttum ben. . . Onu sana hatırlatmamı şeytan unutturdu! O (balık) acayip bir şekilde (canlanıp) denize daldı gitti!"

قَالَ ذَلِكَ مَا كُنَّا نَبْغِ فَارْتَدَّا عَلَى آثَارِهِمَا قَصَصًا ﴿٦٤﴾

18/KEHF SURESİ-64. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle zâlike mâ kunnâ nebgı ferteddâ alâ âsârihimâ kasasâ(kasasan).

(Musa) dedi: "İşte aradığımız o ya!". . . Böylece izlerinin üzerine, geri döndüler.

فَوَجَدَا عَبْدًا مِّنْ عِبَادِنَا آتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِندِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِن لَّدُنَّا عِلْمًا ﴿٦٥﴾

18/KEHF SURESİ-65. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe vecedâ abden min ibâdinâ âteynâhu rahmeten min indinâ ve allemnâhu min ledunnâ ilmâ(ilmen).

Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz Ona indîmizden (Hakikatini yaşatan) bir rahmet vermiş ve yine Onda ledünnümüzden (Tecelli-i sıfat olarak tahakkuk etme {mardiye} şuuru) ilim açığa çıkarmıştık.

قَالَ لَهُ مُوسَى هَلْ أَتَّبِعُكَ عَلَى أَن تُعَلِّمَنِ مِمَّا عُلِّمْتَ رُشْدًا ﴿٦٦﴾

18/KEHF SURESİ-66. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle lehu mûsâ hel ettebiuke alâ en tuallimeni mimmâ ullimte ruşdâ(ruşden).

Musa Ona dedi: "Sende açığa çıkarılan ilimden bana öğretmen için, sana tâbi olmak isterim!"

قَالَ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا ﴿٦٧﴾

18/KEHF SURESİ-67. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle inneke len testetîa maiye sabrâ(sabran).

(Hızır a. s. ) dedi ki: "Sen benimle beraberliğe kesinlikle dayanamazsın (senin varoluş programın ve işlevin zâhire, göz boyutuna dönük; bâtın/gayb boyutuna ait hükümleri, işlevinin gereği bakışla hazmedemezsin)!"

وَكَيْفَ تَصْبِرُ عَلَى مَا لَمْ تُحِطْ بِهِ خُبْرًا ﴿٦٨﴾

18/KEHF SURESİ-68. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve keyfe tesbiru alâ mâ lem tuhıt bihî hubrâ(hubran).

"Hakikatinden haberin olmayan bir olayı gördüğünde, nasıl dayanabilirsin ki!"

قَالَ سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ صَابِرًا وَلَا أَعْصِي لَكَ أَمْرًا ﴿٦٩﴾

18/KEHF SURESİ-69. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle se tecidunî inşâallahu sâbiran ve lâ a’sî leke emrâ(emren).

(Musa) dedi: "İnşâAllâh beni sabreder bulacaksın; herhangi bir işinde sana itiraz etmem. "

قَالَ فَإِنِ اتَّبَعْتَنِي فَلَا تَسْأَلْنِي عَن شَيْءٍ حَتَّى أُحْدِثَ لَكَ مِنْهُ ذِكْرًا ﴿٧٠﴾

18/KEHF SURESİ-70. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle fe initteba’tenî fe lâ tes’elnî an şey’in hattâ uhdise leke minhu zikrâ(zikren).

(Hızır) dedi: "Eğer bana tâbi olacaksan, bana hiçbir şeyden (niye bunu yaptın diye) soru sormayacaksın; tâ ki ben sana o işin hakikatine dair söz açıncaya kadar!"

فَانطَلَقَا حَتَّى إِذَا رَكِبَا فِي السَّفِينَةِ خَرَقَهَا قَالَ أَخَرَقْتَهَا لِتُغْرِقَ أَهْلَهَا لَقَدْ جِئْتَ شَيْئًا إِمْرًا ﴿٧١﴾

18/KEHF SURESİ-71. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fentalakâ, hattâ izâ rakibâ fîs sefîneti harakahâ kâle e haraktehâ li tugrika ehlehâ, lekad ci’te şey’en imrâ(imren).

Bunun üzerine ikisi (Musa ve Hızır) birlikte yola koyulup gittiler. . . Nihayet bir tekneye bindiklerinde, (Hızır) teknede yara açtı. (Musa) dedi: "Onun yolcuları boğulsun diye mi yara açtın teknede? Yemin olsun çok müthiş bir şey yaptın!"

قَالَ أَلَمْ أَقُلْ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا ﴿٧٢﴾

18/KEHF SURESİ-72. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle e lem ekul inneke len testetîa maiye sabrâ(sabran).

(Hızır) dedi: "Sen benimle beraberliğe katlanamazsın, demedim mi?"

قَالَ لَا تُؤَاخِذْنِي بِمَا نَسِيتُ وَلَا تُرْهِقْنِي مِنْ أَمْرِي عُسْرًا ﴿٧٣﴾

18/KEHF SURESİ-73. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle lâ tuâhıznî bimâ nesîtu ve lâ turhıknî min emrî usrâ(usren).

(Musa) dedi: "(Sözümü) unutmamdan dolayı beni paylama; işimde bana zorluk çıkarma. "

فَانطَلَقَا حَتَّى إِذَا لَقِيَا غُلَامًا فَقَتَلَهُ قَالَ أَقَتَلْتَ نَفْسًا زَكِيَّةً بِغَيْرِ نَفْسٍ لَّقَدْ جِئْتَ شَيْئًا نُّكْرًا ﴿٧٤﴾

18/KEHF SURESİ-74. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fentalekâ, hattâ izâ lekıyâ gulâmen fe katelehu kâle e katelte nefsen zekiyyeten bi gayri nefsin, lekad ci’te şey’en nukrâ(nukren).

Yollarına devam ettiler. . . Nihayet küçük yaşta bir erkek çocuğa rastgeldiler; (Hızır) onu öldürdü! (Musa) dedi: "Kısas gerekçesi olmaksızın suçsuz birini öldürdün? Gerçekten çok çirkin - yanlış bir şey yaptın!"

قَالَ أَلَمْ أَقُل لَّكَ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِي صَبْرًا ﴿٧٥﴾

18/KEHF SURESİ-75. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle e lem ekul leke inneke len testetîa maıye sabrâ(sabran).

(Hızır) dedi: "Ben sana, benimle beraberliğe katlanamazsın demedim mi?"

قَالَ إِن سَأَلْتُكَ عَن شَيْءٍ بَعْدَهَا فَلَا تُصَاحِبْنِي قَدْ بَلَغْتَ مِن لَّدُنِّي عُذْرًا ﴿٧٦﴾

18/KEHF SURESİ-76. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle in seeltuke an şey’in ba’dehâ fe lâ tusâhıbnî, kad belagte min ledunnî uzrâ(uzren).

(Musa) dedi: "Eğer bundan sonra sana (herhangi) şeyden sorarsam artık bana arkadaşlık etme! Bu sana son özrüm olsun!"

فَانطَلَقَا حَتَّى إِذَا أَتَيَا أَهْلَ قَرْيَةٍ اسْتَطْعَمَا أَهْلَهَا فَأَبَوْا أَن يُضَيِّفُوهُمَا فَوَجَدَا فِيهَا جِدَارًا يُرِيدُ أَنْ يَنقَضَّ فَأَقَامَهُ قَالَ لَوْ شِئْتَ لَاتَّخَذْتَ عَلَيْهِ أَجْرًا ﴿٧٧﴾

18/KEHF SURESİ-77. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fentalekâ, hattâ izâ eteyâ ehle karyetinistat’amâ ehlehâ fe ebev en yudayyifûhumâ fe vecedâ fîhâ cidâren yurîdu en yenkadda fe ekâmehu, kâle lev şi’te lettehazte aleyhi ecrâ(ecren).

Bunun üzerine yine bir süre gittiler. . . Nihayet ahalisinden yiyecek istedikleri, bir kasaba halkına vardılar. . . Ama onlar bu ikiliyi ağırlamaktan kaçındılar. . . Bu arada, (Musa ve Hızır) orada yıkılmak üzere bir duvar gördüler. (Hızır) tuttu o duvarı tamir etti. (Musa) dedi: "Eğer isteseydin bu işe karşılık bir ücret alırdın. "

قَالَ هَذَا فِرَاقُ بَيْنِي وَبَيْنِكَ سَأُنَبِّئُكَ بِتَأْوِيلِ مَا لَمْ تَسْتَطِع عَّلَيْهِ صَبْرًا ﴿٧٨﴾

18/KEHF SURESİ-78. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle hâzâ firâku beynî ve beynike, se unebbiuke bi te’vîli mâ lem testetı’ aleyhi sabrâ(sabran).

(Hızır) dedi: "İşte bu (üçüncü itirazınla) beraberliğimiz sona ermiştir! Sana, katlanamadığın o şeylerin TEVİLİNİ (içyüzünü) haber vereceğim. "

أَمَّا السَّفِينَةُ فَكَانَتْ لِمَسَاكِينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ فَأَرَدتُّ أَنْ أَعِيبَهَا وَكَانَ وَرَاءهُم مَّلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَفِينَةٍ غَصْبًا ﴿٧٩﴾

18/KEHF SURESİ-79. AYET (Meâlleri Kıyasla): Emmâs sefînetu fe kânet li mesâkîne ya’melûne fîl bahri fe eradtu en eîbehâ ve kâne verâehum melikun ye’huzu kulle sefînetin gasbâ(gasben).

"O tekneden başlayalım: O tekne, denizde çalışan yoksullarındı. Ben onu kusurlu yapmayı diledim. . . (Çünkü) onların karşılaşacağı, her tekneye el koyan bir Melik var idi" (yaralı tekneyi almayacağı için tekneyi kurtardım, onlara iyilik olsun diye).

وَأَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ أَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ فَخَشِينَا أَن يُرْهِقَهُمَا طُغْيَانًا وَكُفْرًا ﴿٨٠﴾

18/KEHF SURESİ-80. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve emmâl gulâmu fe kâne ebevâhu mu’mineyni fe haşînâ en yurhikahumâ tugyânen ve kufrâ(kufren).

"O küçük erkek çocuğa gelince: Onun ana-babası iki iman eden idi. . . (Büyüyünce, bürüneceği kişilikle çocuğun) onları taşkınlık ve küfre düşürmesinden ürktük!"

فَأَرَدْنَا أَن يُبْدِلَهُمَا رَبُّهُمَا خَيْرًا مِّنْهُ زَكَاةً وَأَقْرَبَ رُحْمًا ﴿٨١﴾

18/KEHF SURESİ-81. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe eradnâ en yubdilehumâ rabbuhumâ hayran minhu zekâten ve akrabe ruhmâ(ruhmen).

"Böylece istedik ki, Rableri onlara, o çocuktan daha hayırlı, temiz; rahmetine daha yakınını açığa çıkarsın. "

وَأَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَتِيمَيْنِ فِي الْمَدِينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنزٌ لَّهُمَا وَكَانَ أَبُوهُمَا صَالِحًا فَأَرَادَ رَبُّكَ أَنْ يَبْلُغَا أَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنزَهُمَا رَحْمَةً مِّن رَّبِّكَ وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ أَمْرِي ذَلِكَ تَأْوِيلُ مَا لَمْ تَسْطِع عَّلَيْهِ صَبْرًا ﴿٨٢﴾

18/KEHF SURESİ-82. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve emmâl cidâru fe kâne li gulâmeyni yetîmeyni fîl medîneti ve kâne tahtehu kenzun lehumâ ve kâne ebûhumâ sâlihan, fe erâde rabbuke en yeblugâ eşuddehumâ ve yestahricâ kenzehumâ rahmeten min rabbike ve mâ fealtuhu an emrî, zâlike te’vîlu mâ lem testı’ aleyhi sabrâ(sabran).

"Duvara gelince: O, şehirde iki yetim oğlanın idi. . . Onun altında, onlara (iki yetim çocuğa) ait bir hazine var idi. . . Ve babaları da sâlih idi. . . Bundan dolayı Rabbin diledi ki, o iki çocuk buluğ çağına ersinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. . . Ben bu işleri kendi hükmümle yapmadım! İşte senin sabretmeye katlanamadığının tevili (içyüzü) budur. "

وَيَسْأَلُونَكَ عَن ذِي الْقَرْنَيْنِ قُلْ سَأَتْلُو عَلَيْكُم مِّنْهُ ذِكْرًا ﴿٨٣﴾

18/KEHF SURESİ-83. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve yes’elûneke an zîl karneyn(karneyni), kul se etlû aleykum minhu zikrâ(zikren).

Sana Zül-Karneyn'den soruyorlar. . . De ki: "Ondan size bir zikir (hatırlatma) okuyacağım. "

إِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْأَرْضِ وَآتَيْنَاهُ مِن كُلِّ شَيْءٍ سَبَبًا ﴿٨٤﴾

18/KEHF SURESİ-84. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnâ mekkennâ lehu fîl ardı ve âteynâhu min kulli şey’in sebebâ(sebeben).

Onu arzda yerleştirdik ve Ona her yolu (dilediğine ulaşmasını) kolaylaştırdık.

فَأَتْبَعَ سَبَبًا ﴿٨٥﴾

18/KEHF SURESİ-85. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe etbea sebebâ(sebeben).

O da bir yolu kullandı.

حَتَّى إِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ فِي عَيْنٍ حَمِئَةٍ وَوَجَدَ عِندَهَا قَوْمًا قُلْنَا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ إِمَّا أَن تُعَذِّبَ وَإِمَّا أَن تَتَّخِذَ فِيهِمْ حُسْنًا ﴿٨٦﴾

18/KEHF SURESİ-86. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hattâ izâ belega magribeş şemsi vecedehâ tagrubu fî aynin hamietin ve vecede indehâ kavmen, kulnâ yâ zel karneyni immâ en tuazzibe ve immâ en tettehıze fîhim husnâ(husnen).

Tâ Güneş'in battığı yere ulaştığında, onu koyu bir karanlık suda batarken buldu. . . (Bir de) o bölgede bir toplum buldu! Dedik: "Ey Zül-Karneyn! İster (onlara) azap edersin; ister haklarında bir güzellik oluşturursun. "

قَالَ أَمَّا مَن ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ ثُمَّ يُرَدُّ إِلَى رَبِّهِ فَيُعَذِّبُهُ عَذَابًا نُّكْرًا ﴿٨٧﴾

18/KEHF SURESİ-87. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle emmâ men zaleme fe sevfe nuazzibuhu summe yuraddu ilâ rabbihî fe yuazzibuhu azâben nukrâ(nukren).

(Zül-Karneyn) dedi ki: "Zulmedene azap edeceğiz. . . Sonra Rabbine döndürülecek; böylece (Rabbi) ona tarifi mümkün olmayan bir azap yaşatacak. "

وَأَمَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُ جَزَاء الْحُسْنَى وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ أَمْرِنَا يُسْرًا ﴿٨٨﴾

18/KEHF SURESİ-88. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve emmâ men âmene ve amile sâlihan fe lehu cezâenil husnâ ve se nekûlu lehu min emrinâ yusrâ(yusren).

Fakat kim (hakikate) iman eder ve imanının gereğini uygularsa; karşılığı onun için en güzelidir. . . Ona kolaylaştırma yolundaki hükmümüzü uygularız.

ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا ﴿٨٩﴾

18/KEHF SURESİ-89. AYET (Meâlleri Kıyasla): Summe etbea sebebâ(sebeben).

Sonra (Zül-Karneyn diğer) bir yolu kullandı.

حَتَّى إِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَطْلُعُ عَلَى قَوْمٍ لَّمْ نَجْعَل لَّهُم مِّن دُونِهَا سِتْرًا ﴿٩٠﴾

18/KEHF SURESİ-90. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hattâ izâ belega matlıaş şemsi vecedehâ tatluu alâ kavmin lem nec’al lehum min dûnihâ sitrâ(sitren).

Tâ Güneş'in başlangıcının olduğu yere geldi (kuzeyde Güneş'in batmadan en alt noktadan tekrar yükseldiği bölge). Onu öyle bir kavim üzerine doğar buldu ki, onlar için ona (Güneş'e) karşı bir örtü oluşturmamıştık (Güneş hiç kaybolmuyordu).

كَذَلِكَ وَقَدْ أَحَطْنَا بِمَا لَدَيْهِ خُبْرًا ﴿٩١﴾

18/KEHF SURESİ-91. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kezâlike, ve kad ehatnâ bimâ ledeyhi hubrâ(hubran).

İşte böyle. . . Biz Onu, ondaki ile ihâta etmiştik.

ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا ﴿٩٢﴾

18/KEHF SURESİ-92. AYET (Meâlleri Kıyasla): Summe etbea sebebâ(sebeben).

Sonra (Zül-Karneyn) bir yolu daha kullandı.

حَتَّى إِذَا بَلَغَ بَيْنَ السَّدَّيْنِ وَجَدَ مِن دُونِهِمَا قَوْمًا لَّا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ قَوْلًا ﴿٩٣﴾

18/KEHF SURESİ-93. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hattâ izâ belega beynes seddeyni vecede min dûnihimâ kavmen lâ yekâdûne yefkahûne kavlâ(kavlen).

Nihayet iki sed (set, dağ) arasına ulaştı. . . Orada neredeyse -hiçbir- uyarıyı değerlendirmeyecek hâlde bir kavim buldu.

قَالُوا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ إِنَّ يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ مُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ فَهَلْ نَجْعَلُ لَكَ خَرْجًا عَلَى أَن تَجْعَلَ بَيْنَنَا وَبَيْنَهُمْ سَدًّا ﴿٩٤﴾

18/KEHF SURESİ-94. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâlû yâ zel karneyni inne ye’cûce ve me’cûce mufsidûne fîl ardı fe hel nec’alu leke harcen alâ en tec’ale beynenâ ve beynehum seddâ(sedden).

Dediler: "Ey Zül-Karneyn! Şüphesiz ki yecüc ve mecüc Arz'da bozgunculuk yapmaktadırlar! Bizimle onlar arasına bir set oluşturman için, sana bir ücret ödeyelim mi?"

قَالَ مَا مَكَّنِّي فِيهِ رَبِّي خَيْرٌ فَأَعِينُونِي بِقُوَّةٍ أَجْعَلْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ رَدْمًا ﴿٩٥﴾

18/KEHF SURESİ-95. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle mâ mekkennî fîhi rabbî hayrun fe eînûnî bi kuvvetin ec’al beynekum ve beynehum radmâ(radmen).

(Zül-Karneyn) dedi ki: "Rabbimin bende açığa çıkardıkları daha hayırlıdır. . . Gücünüzle bana yardım edin de, sizinle onlar arasına büyük bir set oluşturayım. "

آتُونِي زُبَرَ الْحَدِيدِ حَتَّى إِذَا سَاوَى بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ قَالَ انفُخُوا حَتَّى إِذَا جَعَلَهُ نَارًا قَالَ آتُونِي أُفْرِغْ عَلَيْهِ قِطْرًا ﴿٩٦﴾

18/KEHF SURESİ-96. AYET (Meâlleri Kıyasla): Atûnî zuberal hadîdi, hattâ izâ sâvâ beynes sadafeyni kâlenfuhû, hattâ izâ cealehu nâran kâle âtûnî ufrig aleyhi kıtrâ(kıtran).

Bana demir kütleleri getirin. . . Nihayet iki taraf arasını eşitleyince: "Nefhedin = körükleyin" dedi. . . Tâ ki onu (demiri) kor hâline getirince, "Getirin bana, üzerine eritilmiş bakır dökeyim" dedi.

فَمَا اسْطَاعُوا أَن يَظْهَرُوهُ وَمَا اسْتَطَاعُوا لَهُ نَقْبًا ﴿٩٧﴾

18/KEHF SURESİ-97. AYET (Meâlleri Kıyasla): Femâstâû en yazherûhu ve mâstetâû lehu nakbâ(nakben).

Artık onu, ne aşmaya muktedir olabildiler ve ne de delebildiler!

قَالَ هَذَا رَحْمَةٌ مِّن رَّبِّي فَإِذَا جَاء وَعْدُ رَبِّي جَعَلَهُ دَكَّاء وَكَانَ وَعْدُ رَبِّي حَقًّا ﴿٩٨﴾

18/KEHF SURESİ-98. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle hâzâ rahmetun min rabbî, fe izâ câe va’du rabbî cealehu dekkâe, ve kâne va’du rabbî hakkâ(hakkan).

(Zül-Karneyn) dedi: "Bu Rabbimden bir rahmettir. . . Dolayısıyla Rabbimin vaadi gelince, onu yerle bir eder. . . Rabbimin vaadi Hak'tır. "

وَتَرَكْنَا بَعْضَهُمْ يَوْمَئِذٍ يَمُوجُ فِي بَعْضٍ وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَجَمَعْنَاهُمْ جَمْعًا ﴿٩٩﴾

18/KEHF SURESİ-99. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve teraknâ ba’dahum yevme izin yemûcu fî ba’dın ve nufiha fîs sûri fe cema’nâhum cem’â(cem’an).

O gün onları serbest bırakırız, dalgalar hâlinde (iki tür) birbirlerine girerler! Sur'a da üflenmiştir; artık hepsini cem etmişizdir.

وَعَرَضْنَا جَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ لِّلْكَافِرِينَ عَرْضًا ﴿١٠٠﴾

18/KEHF SURESİ-100. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve aradnâ cehenneme yevme izin lil kâfirîne ardâ(ardan).

Hakikat bilgisini inkâr edenlerin gözlerinin önüne o süreçte Cehennemi, öyle apaçık sermişizdir ki!

الَّذِينَ كَانَتْ أَعْيُنُهُمْ فِي غِطَاء عَن ذِكْرِي وَكَانُوا لَا يَسْتَطِيعُونَ سَمْعًا ﴿١٠١﴾

18/KEHF SURESİ-101. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ellezîne kânet a’yunuhum fî gıtâin an zikrî ve kânû lâ yestetîûne sem’â(sem’an).

Onların, Benim zikrim (hatırlanmam) konusunda, basîretleri perdeliydi! Dinleyip algılamaya da kapasiteleri yetmiyordu!

أَفَحَسِبَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَن يَتَّخِذُوا عِبَادِي مِن دُونِي أَوْلِيَاء إِنَّا أَعْتَدْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِرِينَ نُزُلًا ﴿١٠٢﴾

18/KEHF SURESİ-102. AYET (Meâlleri Kıyasla): E fe hasibellezîne keferû en yettehızû ibâdî min dûnî evliyâe, innâ a’tednâ cehenneme lil kâfirîne nuzulâ(nuzulen).

Hakikat bilgisini inkâr edenler, Beni bırakıp (hakikatlerindeki El VELİYY isminin özelliğini inkâr edip) kullarımı (dışarıdan) velî edineceklerini mi sandılar! Biz cehennemi, hakikat bilgisini inkâr edenlerin yaşam ortamı yaptık!

قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ بِالْأَخْسَرِينَ أَعْمَالًا ﴿١٠٣﴾

18/KEHF SURESİ-103. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul hel nunebbiukum bil ahserîne a’mâlâ(a’mâlen).

De ki: "Yaptıkları yüzünden en büyük hüsrana uğrayacakları, haber vereyim mi?"

الَّذِينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعًا ﴿١٠٤﴾

18/KEHF SURESİ-104. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â(sun’an).

Onlar ki, dünya hayatında tüm çalışmaları boşa giden kimselerdir. . . Oysa onlar güzel işler yaptıklarını sanıyorlardı!

أُولَئِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَائِهِ فَحَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَلَا نُقِيمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَزْنًا ﴿١٠٥﴾

18/KEHF SURESİ-105. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).

İşte onlar, Rablerinin kendilerindeki işaretlerini (Esmâ'sını) ve O'na LİKÂ'yı (varlıklarında Esmâ şuurunun açığa çıkacağını yaşamayı) inkâr edenlerdir ki, bu nedenle de yaptıkları boşa giden kimselerdir! Artık onlar için kıyamet sürecinde hiçbir ölçü ikame etmeyiz (yaptıklarına değer vermeyiz).

ذَلِكَ جَزَاؤُهُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُوا وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَرُسُلِي هُزُوًا ﴿١٠٦﴾

18/KEHF SURESİ-106. AYET (Meâlleri Kıyasla): Zâlike cezâuhum cehennemu bimâ keferû vettehazû âyâtî ve rusulî huzuvâ(huzuven).

İşte Hakikat bilgisini inkâr edenlerin yaşayacakları cehennem; işaretlerimi ve Rasûllerimi alaya almalarının sonucudur!

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَانَتْ لَهُمْ جَنَّاتُ الْفِرْدَوْسِ نُزُلًا ﴿١٠٧﴾

18/KEHF SURESİ-107. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti kânet lehum cennâtul firdevsi nuzulâ(nuzulen).

Muhakkak ki (hakikate) iman edip bunun gereklerini uygulayanlara gelince; onların konak yerleri Firdevs Cennetleridir.

خَالِدِينَ فِيهَا لَا يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلًا ﴿١٠٨﴾

18/KEHF SURESİ-108. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hâlidîne fîhâ lâ yebgûne anhâ hıvelâ(hıvelen).

Sonsuza dek oradadırlar. . . Oradan hiç çıkmak istemezler de.

قُل لَّوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِّكَلِمَاتِ رَبِّي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ أَن تَنفَدَ كَلِمَاتُ رَبِّي وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِهِ مَدَدًا ﴿١٠٩﴾

18/KEHF SURESİ-109. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul lev kânel bahru midâden li kelimâti rabbî le nefidel bahru kable en tenfede kelimâtu rabbî ve lev ci’nâ bi mislihî mededâ(mededen).

De ki: "Eğer Rabbimin kelimeleri (açığa çıkardığı mânâlar) için deniz mürekkep olsa, Rabbimin kelimeleri tükenmeden önce elbette deniz tükenirdi! Velev ki onun (o denizin) bir o kadarını daha getirsek!"

قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَن كَانَ يَرْجُو لِقَاء رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا ﴿١١٠﴾

18/KEHF SURESİ-110. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul innemâ ene beşerun mislukum yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhidun, fe men kâne yercû likâe rabbihî felya’mel amelen sâlihan ve lâ yuşrik bi ıbâdeti rabbihî ehadâ(ehaden).

(Rasûlüm) de ki: "Ben, benzeriniz olan, bir beşerim (dolayısıyla siz de benim gibisiniz); sadece (sizden ayrıcalıklı olarak) Ulûhiyetin TEK'liği şuuruma vahyolunuyor! O hâlde kim Rabbine likâyı (Esmâ hakikati gereğini yaşamayı) umuyorsa, imanının gereğini yaşasın ve Rabbinin kulluğunda (devam edip) O'na ortak koşmasın!"