Mekke döneminde inmiştir. 135 âyettir. Sûre, adını birinci âyette yer alan harflerden almıştır.

طه ﴿١﴾

20/TÂHÂ SURESİ-1. AYET (Meâlleri Kıyasla): Tâ, hâ.

TâHâ.

مَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لِتَشْقَى ﴿٢﴾

20/TÂHÂ SURESİ-2. AYET (Meâlleri Kıyasla): Mâ enzelnâ aleykel kur’âne li teşkâ.

Bu Kur’ân’ı sana (onu insanlara tebliğ görevinde bir) meşakkate düşesin diye indirmiyoruz.

إِلَّا تَذْكِرَةً لِّمَن يَخْشَى ﴿٣﴾

20/TÂHÂ SURESİ-3. AYET (Meâlleri Kıyasla): İllâ tezkiraten li men yahşâ.

Onu ancak, iman adına harekete geçirilebilecek kalb taşıyanlar için bir öğüt, bir hatırlatma olarak,

تَنزِيلًا مِّمَّنْ خَلَقَ الْأَرْضَ وَالسَّمَاوَاتِ الْعُلَى ﴿٤﴾

20/TÂHÂ SURESİ-4. AYET (Meâlleri Kıyasla): Tenzîlen mimmen halakal arda ves semâvâtil ulâ.

Yeri ve yüce gökleri Yaratan’dan tedricî buyruklar halinde indiriyoruz.

الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى ﴿٥﴾

20/TÂHÂ SURESİ-5. AYET (Meâlleri Kıyasla): Er rahmânu alâl arşistevâ.

O Rahman, Arş’a istivâ buyurmuştur.

لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرَى ﴿٦﴾

20/TÂHÂ SURESİ-6. AYET (Meâlleri Kıyasla): Lehu mâ fis semâvâti ve mâ fîl ardı ve mâ beynehumâ ve mâ tahtes serâ.

O’nundur göklerde ne var, yerde ne varsa, bu ikisinin arasında ve toprağın altında, yerkürenin içinde ne varsa.

وَإِن تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَإِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَأَخْفَى ﴿٧﴾

20/TÂHÂ SURESİ-7. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve in techer bil kavli fe innehu ya’lemus sirre ve ahfâ.

Sözü açıktan söylemiş olsan da olmasan da fark etmez; şüphesiz O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir.

اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى ﴿٨﴾

20/TÂHÂ SURESİ-8. AYET (Meâlleri Kıyasla): Allâhu lâ ilâhe illâ huve, lehul esmâul husnâ.

Allah’tır O, yoktur O’ndan başka hiçbir ilâh. En Güzel İsimler O’na aittir.

وَهَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ مُوسَى ﴿٩﴾

20/TÂHÂ SURESİ-9. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve hel etâke hadîsu mûsâ.

(Rasûlüm,) sana Musa’nın haberi ulaştı mı?

إِذْ رَأَى نَارًا فَقَالَ لِأَهْلِهِ امْكُثُوا إِنِّي آنَسْتُ نَارًا لَّعَلِّي آتِيكُم مِّنْهَا بِقَبَسٍ أَوْ أَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى ﴿١٠﴾

20/TÂHÂ SURESİ-10. AYET (Meâlleri Kıyasla): İz raâ nâren fe kâle li ehlihimkusû innî ânestu nâren leallî âtîkum minhâ bi kabesin ev ecidu alân nâri hudâ(huden).

O, (ailesiyle birlikte gece çölde yol alırken) uzaktan bir ateş gördü ve “Durun, siz burada bekleyin!” dedi ailesine, “bir ateş gördüm. Gidip bir bakayım, bakarsınız bir parça kor alıp getirir veya orada yolu bilen birini bulabilirim.”

فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِي يَا مُوسَى ﴿١١﴾

20/TÂHÂ SURESİ-11. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe lemmâ etâhâ nûdiye yâ mûsâ.

Ateşin yanına varınca kendisine seslenildiğini işitti: “Ey Musa,” (diyordu ses):

إِنِّي أَنَا رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَ إِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى ﴿١٢﴾

20/TÂHÂ SURESİ-12. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnî ene rabbuke fehla’ na’leyke, inneke bil vâdil mukaddesi tuvâ(tuven).

“Bil ki, Ben senin Rabbinim; şimdi pabuçlarını çıkar; çünkü mukaddes Tuva Vadisi’nde bulunuyorsun.

وَأَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِعْ لِمَا يُوحَى ﴿١٣﴾

20/TÂHÂ SURESİ-13. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve enahtertuke festemi’ li mâ yûhâ.

“Seni (nebî ve rasûl olarak) seçtim; öyleyse şimdi sana vahyolunacak şeyleri iyi dinle.

إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي ﴿١٤﴾

20/TÂHÂ SURESİ-14. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnenî enallâhu lâ ilâhe illâ ene fa’budnî ve ekımis salâte li zikrî.

“Şüphesiz Ben Allah’ım, Ben’den başka ilâh yoktur. O halde Bana ibadet et ve Ben’i zikretmek için hakkıyla namaz kıl.

إِنَّ السَّاعَةَ ءاَتِيَةٌ أَكَادُ أُخْفِيهَا لِتُجْزَى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعَى ﴿١٥﴾

20/TÂHÂ SURESİ-15. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnes sâate âtiyetun ekâdu uhfîhâ li tuczâ kullu nefsin bimâ tes’â.

“Kıyamet hiç kuşkusuz, (hem de ansızın) kopacaktır; (bu öyle büyük bir hakikattır ki,) herkes (ne için çabalayacaksa onun için çabalasın ve) ne için çabalamışsa onun karşılığını görsün diye Kıyamet’in vaktini bütün bütün gizli tutuyorum.

فَلاَ يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لاَ يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَتَرْدَى ﴿١٦﴾

20/TÂHÂ SURESİ-16. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe lâ yasuddenneke anhâ men lâ yu’minu bihâ vettebea hevâhu fe terdâ.

“Kıyamet’e inanmayan ve arzularının, ihtiraslarının peşinden gidenler, ona inanmak ve onunla ilgili gerçekleri anlatmaktan sakın seni alıkoymasın; yoksa helâk olursun.

وَمَا تِلْكَ بِيَمِينِكَ يَا مُوسَى ﴿١٧﴾

20/TÂHÂ SURESİ-17. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ tilke bi yemînike yâ mûsâ.

“Şu sağ elinde tuttuğun nedir ey Musa?”

قَالَ هِيَ عَصَايَ أَتَوَكَّأُ عَلَيْهَا وَأَهُشُّ بِهَا عَلَى غَنَمِي وَلِيَ فِيهَا مَآرِبُ أُخْرَى ﴿١٨﴾

20/TÂHÂ SURESİ-18. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle hiye asâye, etevekkeu aleyhâ ve ehuşşu bihâ alâ ganemî ve liye fîhâ meâribu uhrâ.

“O, benim asâmdır (değneğimdir);” dedi, “ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak çırparım; ayrıca daha pek çok ihtiyaçlarımı karşılarım onunla.”

قَالَ أَلْقِهَا يَا مُوسَى ﴿١٩﴾

20/TÂHÂ SURESİ-19. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle elkıhâ yâ mûsâ.

Allah, “Bırak onu yere Musa!” buyurdu.

فَأَلْقَاهَا فَإِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعَى ﴿٢٠﴾

20/TÂHÂ SURESİ-20. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe elkâhâ fe izâ hiye hayyetun tes’â.

Musa da bıraktı. Bir de ne görsün: asâ, hızla kıvrılıp sürünen bir yılan oluvermiş!

قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْ سَنُعِيدُهَا سِيرَتَهَا الْأُولَى ﴿٢١﴾

20/TÂHÂ SURESİ-21. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle huzhâ ve lâ tehaf se nuîduhâ sîretehâl ûlâ.

“Tut onu!” buyurdu Allah, “Korkma, onu eski haline iade edeceğiz.

وَاضْمُمْ يَدَكَ إِلَى جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاء مِنْ غَيْرِ سُوءٍ آيَةً أُخْرَى ﴿٢٢﴾

20/TÂHÂ SURESİ-22. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vadmum yedeke ilâ cenâhıke tahruc beydâe min gayri sûin âyeten uhrâ.

“Şimdi de elini koynuna sok; bir başka âyet (mucize) olarak hiç pürüzsüz ve kusursuz, parlak mı parlak çıkacaktır o.

لِنُرِيَكَ مِنْ آيَاتِنَا الْكُبْرَى ﴿٢٣﴾

20/TÂHÂ SURESİ-23. AYET (Meâlleri Kıyasla): Li nuriyeke min âyâtinâl kubrâ.

“Bunları, (Bize ve kudretimize işaret eden) en büyük delillerimizden bir kısmını sana gösterelim diye yaptık.

اذْهَبْ إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى ﴿٢٤﴾

20/TÂHÂ SURESİ-24. AYET (Meâlleri Kıyasla): İzheb ilâ fir’avne innehu tagâ.

“Firavun’a git, çünkü o gerçekten çok azgınlaştı.”

قَالَ رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي ﴿٢٥﴾

20/TÂHÂ SURESİ-25. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle rabbişrah lî sadrî.

Musa, “Rabbim,” diye yalvardı, “göksümü genişlet.

وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي ﴿٢٦﴾

20/TÂHÂ SURESİ-26. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve yessir lî emrî.

“İşimi kolaylaştır.

وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِّن لِّسَانِي ﴿٢٧﴾

20/TÂHÂ SURESİ-27. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vahlul ukdeten min lisânî.

“Dilimde bir bağ var, onu çöz.

يَفْقَهُوا قَوْلِي ﴿٢٨﴾

20/TÂHÂ SURESİ-28. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yefkahû kavlî.

“Ta ki, sözümü iyi anlasınlar.

وَاجْعَل لِّي وَزِيرًا مِّنْ أَهْلِي ﴿٢٩﴾

20/TÂHÂ SURESİ-29. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vec’al lî vezîren min ehlî.

“Ailemden birini bana yardımcı kıl.

هَارُونَ أَخِي ﴿٣٠﴾

20/TÂHÂ SURESİ-30. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hârûne ahî.

“Kardeşim Harun’u.

اشْدُدْ بِهِ أَزْرِي ﴿٣١﴾

20/TÂHÂ SURESİ-31. AYET (Meâlleri Kıyasla): Uşdud bihî ezrî.

“O’nunla beni takviye buyur.

وَأَشْرِكْهُ فِي أَمْرِي ﴿٣٢﴾

20/TÂHÂ SURESİ-32. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve eşrikhu fî emrî.

“O’nu bu işime ortak et.

كَيْ نُسَبِّحَكَ كَثِيرًا ﴿٣٣﴾

20/TÂHÂ SURESİ-33. AYET (Meâlleri Kıyasla): Key nusebbihake kesîrâ(kesîren).

“Ki, Sen’i gerçekten çok tesbih ve tenzih edelim.

وَنَذْكُرَكَ كَثِيرًا ﴿٣٤﴾

20/TÂHÂ SURESİ-34. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve nezkureke kesîrâ(kesîren).

“Sen’i gerçekten çok zikredelim.

إِنَّكَ كُنتَ بِنَا بَصِيرًا ﴿٣٥﴾

20/TÂHÂ SURESİ-35. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnneke kunte binâ basîrâ(basîren).

“Sen, zaten bizi her halimizle çok iyi görmekte ve bilmektesin.”

قَالَ قَدْ أُوتِيتَ سُؤْلَكَ يَا مُوسَى ﴿٣٦﴾

20/TÂHÂ SURESİ-36. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle kad ûtîte su’leke yâ mûsâ.

Allah buyurdu: “Şüphen olmasın ki Musa, istediklerin sana verilmiştir.

وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً أُخْرَى ﴿٣٧﴾

20/TÂHÂ SURESİ-37. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lekad menennâ aleyke merraten uhrâ.

“Nitekim sana daha önce de bir lütufta bulunmuştuk.

إِذْ أَوْحَيْنَا إِلَى أُمِّكَ مَا يُوحَى ﴿٣٨﴾

20/TÂHÂ SURESİ-38. AYET (Meâlleri Kıyasla): İz evhaynâ ilâ ummike mâ yûhâ.

“İlham edilmesi gerekeni annene ilham etmiş, (kalbini şöyle yönlendirmiş)tik:

أَنِ اقْذِفِيهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِفِيهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ لِّي وَعَدُوٌّ لَّهُ وَأَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِّنِّي وَلِتُصْنَعَ عَلَى عَيْنِي ﴿٣٩﴾

20/TÂHÂ SURESİ-39. AYET (Meâlleri Kıyasla): Enıkzifîhi fît tâbûti fakzifîhi fîl yemmi felyulkıhil yemmu bis sâhıli ye’huzhu aduvvun lî ve aduvvun lehu, ve elkaytu aleyke mehabbeten minnî ve li tusnea alâ aynî.

“Oğlun Musa’yı bir sandığa koyup, sonra da sandığı suya bırak.” Su O’nu alıp sahile götürecek ve orada O’nu Benim de, (İsrail Oğulları içinde doğan erkek çocukları öldürmeye karar vermiş bulunan, dolayısıyla) O’nun da düşmanı (Firavun) alacaktı. “Ey Musa, seni görüp tanıyanların kalbine senin için bir sevgi bıraktım; sana her ne yapılıyorsa nezaretim ve inayetim altında yapılıyordu.

إِذْ تَمْشِي أُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى مَن يَكْفُلُهُ فَرَجَعْنَاكَ إِلَى أُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَقَتَلْتَ نَفْسًا فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُونًا فَلَبِثْتَ سِنِينَ فِي أَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلَى قَدَرٍ يَا مُوسَى ﴿٤٠﴾

20/TÂHÂ SURESİ-40. AYET (Meâlleri Kıyasla): İz temşî uhtuke fe tekûlu hel edullukum alâ men yekfuluhu, fe raca’nâke ilâ ummike key takarra aynuhâ ve lâ tahzene, ve katelte nefsen fe necceynâke minel gammi ve fetennâke futûnen, fe lebiste sinîne fî ehli medyene summe ci’te alâ kaderin yâ mûsâ.

“(Annenin talimatı üzerine) kız kardeşin, durumunu araştırmak üzere saraya ulaşabilmişti ve seni emzirecek birisini arayan saray halkına, ‘Ona gerçekten iyi bakacak birini size buluvereyim mi?’ diyordu. Böylece seni annene kavuşturduk ki, gözü aydın olsun ve üzülmesin. Derken sen büyüdün ve (kazaen) bir adam öldürmüştün de, seni onun getireceği belâ ve sıkıntıdan kurtarmıştık. Ardından seni, her bakımdan tam kemale ermen için çeşitli iptilâlardan geçirdik. Bu sebeple Medyen halkı arasında yıllarca kaldın ve nihayet ey Musa, gerekli kıvama ve senin için takdir buyurulan konuma geldin.

وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْسِي ﴿٤١﴾

20/TÂHÂ SURESİ-41. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vastana’tuke li nefsî.

“Seni Kendim için, Bana ait bir vazife için seçip lütuflarımla yetiştirdim.

اذْهَبْ أَنتَ وَأَخُوكَ بِآيَاتِي وَلَا تَنِيَا فِي ذِكْرِي ﴿٤٢﴾

20/TÂHÂ SURESİ-42. AYET (Meâlleri Kıyasla): İzheb ente ve ehûke bi âyâtî ve lâ teniyâ fî zikrî.

“Şimdi, sen ve kardeşin, size ihsan ettiğim ve daha da ihsan edeceğim mucizelerimle gidin ve imana davet vazifenizde katiyen gevşeklik göstermeyin.

اذْهَبَا إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى ﴿٤٣﴾

20/TÂHÂ SURESİ-43. AYET (Meâlleri Kıyasla): İzhebâ ilâ fir’avne innehu tagâ.

“Firavun’a gidin, çünkü o gerçekten çok azgınlaştı.

فَقُولَا لَهُ قَوْلًا لَّيِّنًا لَّعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ أَوْ يَخْشَى ﴿٤٤﴾

20/TÂHÂ SURESİ-44. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe kûlâ lehu kavlen leyyinen leallehu yetezekkeru ev yahşâ.

“Ama ona tatlı, yumuşak bir şekilde hitap edin. Olur ki öğüt dinler ve aklını başına alır veya hiç olmazsa kalbinde bir hareketlenme olur da biraz kendine gelir.

قَالَا رَبَّنَا إِنَّنَا نَخَافُ أَن يَفْرُطَ عَلَيْنَا أَوْ أَن يَطْغَى ﴿٤٥﴾

20/TÂHÂ SURESİ-45. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâlâ rabbenâ innenâ nehâfu en yefruta aleynâ ev en yatgâ.

Musa ve Harun, “Rabbimiz,” dediler, “birden üzerimize gelip, tebliğimizi tamamlamaya imkân vermemesinden veya daha da azgınlaşıp, zulüm ve inkârında ileri gitmesinden endişe ediyoruz.”

قَالَ لَا تَخَافَا إِنَّنِي مَعَكُمَا أَسْمَعُ وَأَرَى ﴿٤٦﴾

20/TÂHÂ SURESİ-46. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle lâ tehâfâ innenî meakumâ esmau ve erâ.

Allah, “Endişelenmeyin,” buyurdu, “çünkü Ben, daima sizinle beraberim; söylenen her şeyi işitir ve olan her şeyi görürüm.

فَأْتِيَاهُ فَقُولَا إِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَأَرْسِلْ مَعَنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْ قَدْ جِئْنَاكَ بِآيَةٍ مِّن رَّبِّكَ وَالسَّلَامُ عَلَى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدَى ﴿٤٧﴾

20/TÂHÂ SURESİ-47. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe’tiyâhu fe kûlâ innâ resûlâ rabbike fe ersil meanâ benî isrâîle ve lâ tuazzibhum, kad ci’nâke bi âyetin min rabbike, ves selâmu alâ menittebeal hudâ.

“Ona varın ve şöyle deyin: ‘Biz, (seni yaratan, yaşatan ve rızıklandıran) Rabbinin iki elçisiyiz. İsrail Oğulları’nı bizimle gönder ve onlara daha fazla işkence etme. Şurası kesin ki, sana Rabbinden apaçık bir delille geldik. Saadet ve nihaî kurtuluş, ancak Allah’ın yolunda gidenleredir.

إِنَّا قَدْ أُوحِيَ إِلَيْنَا أَنَّ الْعَذَابَ عَلَى مَن كَذَّبَ وَتَوَلَّى ﴿٤٨﴾

20/TÂHÂ SURESİ-48. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnâ kad ûhıye ileynâ ennel azâbe alâ men kezzebe ve tevellâ.

‘Buna karşılık, inan ki bize (Allah’ın Mesajı’nı) yalanlayıp, ondan yüz çevirenin göreceği de azaptır diye vahyolundu’.”

قَالَ فَمَن رَّبُّكُمَا يَا مُوسَى ﴿٤٩﴾

20/TÂHÂ SURESİ-49. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle fe men rabbikumâ yâ mûsâ.

(Musa ve Harun, Firavun’a varıp, Allah kendilerine ne emretmişse onu yerine getirdiler. Firavun, cevap olarak,) “Sizin Rabbiniz de kimmiş ey Musa?” dedi.

قَالَ رَبُّنَا الَّذِي أَعْطَى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدَى ﴿٥٠﴾

20/TÂHÂ SURESİ-50. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle rabbunâllezî a’tâ kulle şey’in halkahu summe hedâ.

“Rabbimiz,” diye cevap verdi Musa, “her şeyi yaratan, sonra da onu yaratılış gayesine uygun yola koyandır.”

قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْأُولَى ﴿٥١﴾

20/TÂHÂ SURESİ-51. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle fe mâ bâlul kurûnil ûlâ.

Firavun, “Madem öyle,” dedi, “ya daha önce yaşamış gitmiş ve artık kendilerinden haber alınamadığı gibi, izleri de kalmamış nesiller ne olacak; yaptıklarının karşılığını nasıl görecekler?”

قَالَ عِلْمُهَا عِندَ رَبِّي فِي كِتَابٍ لَّا يَضِلُّ رَبِّي وَلَا يَنسَى ﴿٥٢﴾

20/TÂHÂ SURESİ-52. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle ilmuhâ inde rabbî fî kitâbin, lâ yadıllu rabbî ve lâ yensâ.

Musa cevap verdi: “Rabbim onları bilmektedir ve hepsini bütün yaptıklarıyla birlikte bir deftere kaydetmiştir. Rabbim şaşırmaz, yanlış yapmaz ve unutmaz.”

الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ مَهْدًا وَسَلَكَ لَكُمْ فِيهَا سُبُلًا وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَخْرَجْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِّن نَّبَاتٍ شَتَّى ﴿٥٣﴾

20/TÂHÂ SURESİ-53. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ellezî ceale lekumul arda mehden ve seleke lekum fîhâ subulen ve enzele mines semâi mâen, fe ahracnâ bihî ezvâcen min nebâtin şettâ.

O’dur ki, yeryüzünü sizin için bir beşik yaptı ve orada sizin için yollar, geçitler açtı; gökten de bir tür su indiriyor. O su ile türlü türlü bitkilerden çift çift bitiriyoruz.

كُلُوا وَارْعَوْا أَنْعَامَكُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّأُوْلِي النُّهَى ﴿٥٤﴾

20/TÂHÂ SURESİ-54. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kulû ver’av en’âmekum, inne fî zâlike le âyâtin li ulîn nuhâ.

Hem kendiniz yiyin, hem hayvanlarınıza yedirin. Hiç şüphesiz bunda heva ve heveslerinin yönlendirmediği gerçek akıl sahipleri için nice dersler, (iman hakikatları adına nice deliller) vardır.

مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَفِيهَا نُعِيدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً أُخْرَى ﴿٥٥﴾

20/TÂHÂ SURESİ-55. AYET (Meâlleri Kıyasla): Minhâ halaknâkum ve fîhâ nuîdukum ve minhâ nuhricukum târeten uhrâ.

Sizi de (ey insanlar, bitkilerin bittiği) aynı topraktan yarattık ve yeniden sizi oraya iade ediyoruz. Bir başka defa sizi yine oradan çıkaracağız.

وَلَقَدْ أَرَيْنَاهُ آيَاتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَأَبَى ﴿٥٦﴾

20/TÂHÂ SURESİ-56. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lekad eraynâhu âyâtinâ kullehâ fe kezzebe ve ebâ.

İşte, Firavun’a (kâinattaki bütün bu âyetlerimizi takdim ettik ve daveti boyunca Musa’ya verdiğimiz) bütün mucizelerimizi gösterdik, fakat o, (hiçbirine itibar etmeden, Mesajımızı) yalanladı ve gerçeği kabul etmemekte diretti.

قَالَ أَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ أَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَا مُوسَى ﴿٥٧﴾

20/TÂHÂ SURESİ-57. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle e ci’tenâ li tuhricenâ min ardınâ bi sihrike yâ mûsâ.

“Musa!” dedi: “Sen, sihirbazlığınla bizi şu ülkemizden çıkarmak için mi geldin?

فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍ مِّثْلِهِ فَاجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِدًا لَّا نُخْلِفُهُ نَحْنُ وَلَا أَنتَ مَكَانًا سُوًى ﴿٥٨﴾

20/TÂHÂ SURESİ-58. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe le ne’tiyenneke bi sihrin mislihî fec’al beynenâ ve beyneke mev’ıden lâ nuhlifuhu nahnu ve lâ ente mekânen suvâ(suven).

“Şunu bil ki, sihrine mukabil aynı sihirle sana karşı koyacağız. Şimdi, aramızda sonradan üzerinde caymayacağımız bir buluşma vakti tayin et de, düz, geniş bir alanda karşılaşalım.”

قَالَ مَوْعِدُكُمْ يَوْمُ الزِّينَةِ وَأَن يُحْشَرَ النَّاسُ ضُحًى ﴿٥٩﴾

20/TÂHÂ SURESİ-59. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle mev’ıdukum yevmuz zîneti ve en yuhşeren nâsu duhâ(duhan).

Musa, “Buluşma vaktimiz bayram günü olsun ve halk, kuşluk vakti toplansın!” dedi.

فَتَوَلَّى فِرْعَوْنُ فَجَمَعَ كَيْدَهُ ثُمَّ أَتَى ﴿٦٠﴾

20/TÂHÂ SURESİ-60. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe tevellâ fir’avnu fe cemea keydehu summe etâ.

Firavun, işlerini ayarlamaya girişti; bütün tuzak imkânlarını seferber etti ve en üstün sihirbazlarını topladı; sonra da buluşma yerine geldi.

قَالَ لَهُم مُّوسَى وَيْلَكُمْ لَا تَفْتَرُوا عَلَى اللَّهِ كَذِبًا فَيُسْحِتَكُمْ بِعَذَابٍ وَقَدْ خَابَ مَنِ افْتَرَى ﴿٦١﴾

20/TÂHÂ SURESİ-61. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle lehum mûsâ veylekum lâ tefterû alâllâhi keziben fe yushıtekum bi azâb(azâbin), ve kad hâbe menifterâ.

Musa, (önce herkese tebliğde bulunarak) dedi ki: “Yazık size! (O’nun apaçık delillerine sihir diyerek, size olan Mesajı’nı sizi ülkenizden çıkarmak içinmiş gibi çarpıtarak ve O varken başka rabler, ilâhlar edinerek) Allah hakkında yalanlar uydurmak suretiyle O’na iftirada bulunmayın. Yoksa üzerinize öyle bir musibet gönderir ki, kökünüzü keser. Şurası bir gerçek ki, her kim Allah’a iftirada bulunursa muhakkak hüsrana uğrar.”

فَتَنَازَعُوا أَمْرَهُم بَيْنَهُمْ وَأَسَرُّوا النَّجْوَى ﴿٦٢﴾

20/TÂHÂ SURESİ-62. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe tenâzeû emrehum beynehum ve eserrûn necvâ.

(Bu tebliğ ve ikaz üzerine sihirbazlar,) birbirleriyle ihtilâfa düşüp tartışmaya giriştiler. (Durumu gören Firavun ve adamları olaya müdahale ederek, sihirbazlarla) gizlice konuştular:

قَالُوا إِنْ هَذَانِ لَسَاحِرَانِ يُرِيدَانِ أَن يُخْرِجَاكُم مِّنْ أَرْضِكُم بِسِحْرِهِمَا وَيَذْهَبَا بِطَرِيقَتِكُمُ الْمُثْلَى ﴿٦٣﴾

20/TÂHÂ SURESİ-63. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâlû in hâzâni le sâhirâni yurîdâni en yuhricâkum min ardıkum bi sihrihimâ ve yezhebâ bi tarîkatikumul muslâ.

“Bakın,” dediler, “bu ikisi var ya, birer sihirbazdır; sihirleriyle sizi ülkenizden çıkarmak ve tuttuğunuz örnek yolu ve hayat tarzınızı yok etmek istiyorlar.

فَأَجْمِعُوا كَيْدَكُمْ ثُمَّ ائْتُوا صَفًّا وَقَدْ أَفْلَحَ الْيَوْمَ مَنِ اسْتَعْلَى ﴿٦٤﴾

20/TÂHÂ SURESİ-64. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe ecmiû keydekum summe’tû saffâ(saffen), ve kad eflehal yevme menista’lâ.

“Şimdi bütün imkânlarınızı bir araya getirin ve bütün hünerinizi ortaya koymanın yoluna bakın. Meydana da birlikte ve omuz omuza çıkın. Bugün hangi taraf üstün gelirse, sonunda kazanacak ve gülecek olan da o taraftır.”

قَالُوا يَا مُوسَى إِمَّا أَن تُلْقِيَ وَإِمَّا أَن نَّكُونَ أَوَّلَ مَنْ أَلْقَى ﴿٦٥﴾

20/TÂHÂ SURESİ-65. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâlû yâ mûsâ immâ en tulkıye ve immâ en nekûne evvele men elkâ.

Nihayet meydana çıkılınca sihirbazlar, “Ey Musa,” diye meydan okudular, “ister sen elindekini bırak, istersen ilk bırakan biz olalım!”

قَالَ بَلْ أَلْقُوا فَإِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ إِلَيْهِ مِن سِحْرِهِمْ أَنَّهَا تَسْعَى ﴿٦٦﴾

20/TÂHÂ SURESİ-66. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle bel elkû, fe izâ hıbâluhum ve ısıyyuhum yuhayyelu ileyhi min sihrihim ennehâ tes’â.

Musa, “İyisi mi siz bırakın!” dedi. Ortaya ne çıkmayagörsün: sihirbazların ipleri ve değnekleri, yaptıkları sihir sebebiyle Musa’ya sanki kıvrılarak hareket ediyorlarmış gibi göründü.

فَأَوْجَسَ فِي نَفْسِهِ خِيفَةً مُّوسَى ﴿٦٧﴾

20/TÂHÂ SURESİ-67. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe evcese fî nefsihî hîfeten mûsâ.

Musa, birden içinde bir endişe duydu.

قُلْنَا لَا تَخَفْ إِنَّكَ أَنتَ الْأَعْلَى ﴿٦٨﴾

20/TÂHÂ SURESİ-68. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kulnâ lâ tehaf inneke entel a’lâ.

“Musa, endişe etme!” dedik, “Hiç şüphesiz her bakımdan üstün olan sensin ve muhakkak galip geleceksin.

وَأَلْقِ مَا فِي يَمِينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُوا إِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ أَتَى ﴿٦٩﴾

20/TÂHÂ SURESİ-69. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve elkı mâ fî yemînike telkaf mâ sanaû, innemâ sanaû keydu sâhır(sâhırin), ve lâ yuflihus sâhıru haysu etâ.

“Sağ elinde tuttuğun asâyı ortaya bırak, onların yaptıkları bütün o sunî şeyleri derhal yutacaktır. Onların bütün yaptıkları sihirbaz oyunundan ibarettir. Büyücü her ne türlü büyü yaparsa yapsın, neticede katiyen muvaffak olamaz.”

فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّدًا قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ هَارُونَ وَمُوسَى ﴿٧٠﴾

20/TÂHÂ SURESİ-70. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe ulkıyes seharatu succeden kâlû âmennâ bi rabbi hârûne ve mûsâ.

(Her şey, Musa’ya söylediğimiz şekilde cereyan etti ve) neticede sihirbazlar, “Biz, Harun ve Musa’nın Rabbi’ne iman ettik!” diyerek secdeye kapandılar.

قَالَ آمَنتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ فَلَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُم مِّنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ فِي جُذُوعِ النَّخْلِ وَلَتَعْلَمُنَّ أَيُّنَا أَشَدُّ عَذَابًا وَأَبْقَى ﴿٧١﴾

20/TÂHÂ SURESİ-71. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle âmentum lehu kable en âzene lekum, innehu le kebîrukumullezî allemekumus sihr(sihra), fe le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hilâfin ve le usallibennekum fî cuzûın nahli ve le ta’lemunne eyyunâ eşeddu azâben ve ebkâ.

Firavun, “Benden izinsiz O’na iman ettiniz ha?” dedi. “Görüyorum ki, size büyüyü öğreten asıl ustanız şu Musa imiş. Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kesecek ve sizi hurma dallarında sallandıracağım. Hangimizin, (şu Musa ile Harun’un Rabbinin mi, yoksa benim mi) azabım daha şiddetli ve devamlıymış, işte o zaman anlayacaksınız.”

قَالُوا لَن نُّؤْثِرَكَ عَلَى مَا جَاءنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذِي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَا أَنتَ قَاضٍ إِنَّمَا تَقْضِي هَذِهِ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا ﴿٧٢﴾

20/TÂHÂ SURESİ-72. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâlû len nu’sireke alâ mâ câenâ minel beyyinâti vellezî fataranâ fakdi mâ ente kâdin, innemâ takdî hâzihil hayâted dunyâ.

“Mümkün değil;” dedi sihirbazlar, “önümüzde cereyan eden bunca açık delile ve bizi belli hususiyetlerle Yaratan’a seni asla tercih edemeyiz. Hakkımızda hangi hükmü verirsen ver. Senin hükmün ancak bu dünyada geçer.

إِنَّا آمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَا أَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِ وَاللَّهُ خَيْرٌ وَأَبْقَى ﴿٧٣﴾

20/TÂHÂ SURESİ-73. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnâ âmennâ bi rabbinâ li yagfira lenâ hatâyânâ ve mâ ekrehtenâ aleyhi mines sihr(sihri), vallâhu hayrun ve ebkâ.

“Biz, Rabbimize iman ettik. O’nun günahlarımızı ve bu arada bizi yapmaya zorladığın sihir günahını bağışlayacağını umuyoruz. Mükâfatlandırmada en hayırlı olan da, azabı en kalıcı olan da Allah’tır.”

إِنَّهُ مَن يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِمًا فَإِنَّ لَهُ جَهَنَّمَ لَا يَمُوتُ فِيهَا وَلَا يَحْيى ﴿٧٤﴾

20/TÂHÂ SURESİ-74. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnehu men ye’ti rabbehu mucrimen fe inne lehu cehennem(cehenneme), lâ yemûtu fîhâ ve lâ yahyâ.

Doğrusu, kim Rabbine dünyada sürekli hasat ettiği günah yükünü yüklenmiş inançsız bir suçlu olarak gelirse, onun hakkı Cehennem’dir. Orada öyle bir azap çeker ki, ne ölür kurtulur, ne de yaşama denebilecek bir hayatı olur.

وَمَنْ يَأْتِهِ مُؤْمِنًا قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَأُوْلَئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلَى ﴿٧٥﴾

20/TÂHÂ SURESİ-75. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men ye’tihî mu’minen kad amiles sâlihâti fe ulâike lehumud deracâtul ulâ.

Buna karşılık kim de meşrû, yerinde, sağlam ve ıslaha dönük işler yapmış bir mü’ min olarak gelirse, bu kutlu zatlar için ise pek yüksek mevkîler vardır.

جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَذَلِكَ جَزَاء مَن تَزَكَّى ﴿٧٦﴾

20/TÂHÂ SURESİ-76. AYET (Meâlleri Kıyasla): Cennâtu adnin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ ve zâlike cezâu men tezekkâ.

(Ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmakların aktığı sonsuz nimet ve ebedî mutluluk cennetleri; orada sonsuzca kalacaktır onlar. İşte, (her türlü yanlış inançtan ve kötülüklerden) arınanların mükâfatı budur.

وَلَقَدْ أَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَرِيقًا فِي الْبَحْرِ يَبَسًا لَّا تَخَافُ دَرَكًا وَلَا تَخْشَى ﴿٧٧﴾

20/TÂHÂ SURESİ-77. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lekad evhaynâ ilâ mûsâ en esri bi ibâdî fadrib lehum tarîkan fîl bahri yebesâ(yebesen), lâ tehâfu deraken ve lâ tahşâ.

(Hadiseler bir noktaya geldi ve) Musa’ ya, “Kullarımı gece yola çıkar!” diye, (Firavun ordusuyla onları takip ederken denize ulaştıklarında) “Asanla denize vur ve kullarım için bir yol aç!” diye, (suyun içinde açılmış yolda giderlerken) “Artık ne Firavun’un yetişmesinden korkun, ne de boğulmaktan endişen edin!” diye vahyettik.

فَأَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِهِ فَغَشِيَهُم مِّنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْ ﴿٧٨﴾

20/TÂHÂ SURESİ-78. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe etbeahum fir’avnu bi cunûdihî fe gaşiyehum minel yemmi mâ gaşiyehum.

Ordusuyla onları takip eden Firavun, peşlerinden suda açılan yola girdi; ama deniz üzerlerine kapanıp, onları öyle bir yutuverdi ki!

وَأَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدَى ﴿٧٩﴾

20/TÂHÂ SURESİ-79. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve edalle fir’avnu kavmehu ve mâ hedâ.

Firavun, halkını saptırmış, yanlış yola sürüklemişti; o, onları asla doğruya yöneltmedi.

يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ قَدْ أَنجَيْنَاكُم مِّنْ عَدُوِّكُمْ وَوَاعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْأَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَى ﴿٨٠﴾

20/TÂHÂ SURESİ-80. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ benî isrâîle kad enceynâkum min aduvvikum ve vâadnâkum cânibet tûril eymene ve nezzelnâ aleykumul menne ves selvâ.

Ey İsrail Oğulları! Gerçek şu ki, sizi düşmanınızdan kurtardık; Tûr’un sağ yanında Musa vasıtasıyla sizinle sözleşme yaptık (ve size Tevrat’ı verdik. Çölde aç kalmayasınız diye) size kudret helvası ve bıldırcın eti indirdik.

كُلُوا مِن طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا فِيهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبِي وَمَن يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَبِي فَقَدْ هَوَى ﴿٨١﴾

20/TÂHÂ SURESİ-81. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kulû min tayyibâti mâ razaknâkum ve lâ tatgav fîhi fe yahılle aleykum gadabî ve men yahlil aleyhi gadabî fe kad hevâ.

Size verdiğimiz rızıkların temiz, sağlıklı ve helâl olanlarından yiyin, ama bu hususta (nankörlük, harama sapma, israf ve konulan sınırları çiğneme gibi yollarla) taşkınlık yapmayın. Aksi halde gazabım üzerinize hak olur ve tepenize iniverir. Kimin üzerine gazabım hak olur da tepesine iniverirse, artık o bir uçuruma yuvarlanmış ve helâk olup gitmiştir.

وَإِنِّي لَغَفَّارٌ لِّمَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا ثُمَّ اهْتَدَى ﴿٨٢﴾

20/TÂHÂ SURESİ-82. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve innî le gaffârun li men tâbe ve âmene ve amile sâlihan summehtedâ.

Şurası da muhakkak ki, tuttuğu yanlış yol ve işlediği günahlardan tevbe ile vazgeçen ve iman edip, imanı istikametinde sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha dönük işler yapan, sonra da bir daha yanlış yola sapmayıp, doğruda sebat eden her kim olursa olsun, onun için ise çok bağışlayıcıyımdır.

وَمَا أَعْجَلَكَ عَن قَوْمِكَ يَا مُوسَى ﴿٨٣﴾

20/TÂHÂ SURESİ-83. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ a’celeke an kavmike yâ mûsâ.

(Musa, sözleşmemiz gereği Tevrat’ı almak için dağa geldiğinde), “Ey Musa,” dedik, “seni böyle aceleyle kavminden ayrılıp, buraya gelmeye sevkeden nedir?”

قَالَ هُمْ أُولَاء عَلَى أَثَرِي وَعَجِلْتُ إِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضَى ﴿٨٤﴾

20/TÂHÂ SURESİ-84. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle hum ulâi alâ eserî ve aciltu ileyke rabbi li terdâ.

“Onlar,” diye cevap verdi Musa, “onlar, benim izimdedirler. Ben ise Rabbim, sırf Sen’in rızan için bir an önce Sana kavuşmak maksadıyla acele ettim.”

قَالَ فَإِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِن بَعْدِكَ وَأَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ ﴿٨٥﴾

20/TÂHÂ SURESİ-85. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle fe innâ kad fetennâ kavmeke min ba’dike ve edallehumus sâmiriyy(sâmiriyyu).

Allah, “Ama bil ki,” buyurdu, “sen ayrıldıktan sonra kavmini (imanın kalblerine tam oturmamış olması sebebiyle) bir imtihana maruz bıraktık. Samirî, onları yoldan çıkardı.”

فَرَجَعَ مُوسَى إِلَى قَوْمِهِ غَضْبَانَ أَسِفًا قَالَ يَا قَوْمِ أَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْدًا حَسَنًا أَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ أَمْ أَرَدتُّمْ أَن يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِّن رَّبِّكُمْ فَأَخْلَفْتُم مَّوْعِدِي ﴿٨٦﴾

20/TÂHÂ SURESİ-86. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe racea mûsâ ilâ kavmihî gadbâne esifen, kâle yâ kavmi e lem yaıdkum rabbukum va’den hasenen, e fe tâle aleykumul ahdu em eradtum en yahılle aleykum gadabun min rabbikum fe ahleftum mev’ıdî.

Musa, oldukça kızgın ve üzüntülü olarak halkına döndü. “Ey halkım,” dedi, “Rabbiniz size, (dünya ve Âhiret saadetiniz adına Tevrat’ı vermek ve çevresini bereketlerle donattığı o mübarek topraklara sizi yerleştirmek gibi) güzel bir va’dde bulunmadı mı? Sizden ayrılışımın üzerinden uzun bir zaman mı geçti, yoksa Rabbinizden ağır bir cezaya müstahak olup onun üzerinize inmesini mi diliyorsunuz da, bana olan sözünüzden hemen caydınız?”

قَالُوا مَا أَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلَكِنَّا حُمِّلْنَا أَوْزَارًا مِّن زِينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذَلِكَ أَلْقَى السَّامِرِيُّ ﴿٨٧﴾

20/TÂHÂ SURESİ-87. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâlû mâ ahlefnâ mev’ıdeke bi melkinâ ve lâkinnâ hummilnâ evzâran min zînetil kavmi fe kazefnâhâ fe kezâlike elkâs sâmiriyy(sâmiriyyu).

“Biz,” dediler, “sana verdiğimiz sözden, bizzat kendimizden kaynaklanan iradî bir tasarrufla caymadık. Fakat üzerimizde o topluluktan (Mısırlılardan) kalma ziynet eşyaları vardı ve bunlar bize yük oluyordu. Onları bıraktık. Samirî de eritmek için onları ateşe attı.”

فَأَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلًا جَسَدًا لَهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هَذَا إِلَهُكُمْ وَإِلَهُ مُوسَى فَنَسِيَ ﴿٨٨﴾

20/TÂHÂ SURESİ-88. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe ahrace lehum ıclen ceseden lehu huvârun fe kâlû hâzâ ilâhukum ve ilâhu mûsâ fe nesiye.

Samirî, sonra o ahali için böğürmesi olan bir buzağı heykeli döküp çıkardı ve kendisine destek olanlarla birlikte, “Aslında ilâhınız budur, Musa’nın ilâhı da budur, fakat O unuttu ve başka ilâh aramaya çıktı.” dediler.

أَفَلَا يَرَوْنَ أَلَّا يَرْجِعُ إِلَيْهِمْ قَوْلًا وَلَا يَمْلِكُ لَهُمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًا ﴿٨٩﴾

20/TÂHÂ SURESİ-89. AYET (Meâlleri Kıyasla): E fe lâ yerevne ellâ yerciu ileyhim kavlen ve lâ yemliku lehum darran ve lâ nef’â(nef’an).

Acaba hiç görmüyorlar mıydı ki, o buzağı heykeli, kendilerine mukabele için tek bir söz bile söyleyemiyordu; –o halde, ilâh diye kendisine dua ettiklerinde dualarına nasıl karşılık verebilecekti?– zarar ve fayda adına da hiçbir güce sahip değildi ki, ne onlardan bir zararı savabilsin, ne de onlara en küçük bir fayda sağlayabilsin.

وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هَارُونُ مِن قَبْلُ يَا قَوْمِ إِنَّمَا فُتِنتُم بِهِ وَإِنَّ رَبَّكُمُ الرَّحْمَنُ فَاتَّبِعُونِي وَأَطِيعُوا أَمْرِي ﴿٩٠﴾

20/TÂHÂ SURESİ-90. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lekad kâle lehum hârûnu min kablu yâ kavmi innemâ futintum bihî ve inne rabbekumur rahmânu fettebiûnî ve etîû emrî.

Kaldı ki, Harun kendilerini uyarmıştı da: “Ey kavmim,” demişti, “bakın, bu heykel ile bir imtihana maruz bırakıldınız. Hiç kuşkusuz sizin Rabbiniz Rahmân’dır; O, çok merhametli ve bağışlayıcıdır; dolayısıyla gelin bana uyun ve emrime itaat edin.”

قَالُوا لَن نَّبْرَحَ عَلَيْهِ عَاكِفِينَ حَتَّى يَرْجِعَ إِلَيْنَا مُوسَى ﴿٩١﴾

20/TÂHÂ SURESİ-91. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâlû len nebraha aleyhi âkifîne hattâ yercia ileynâ mûsâ.

“Musa yanımıza dönünceye kadar onun karşısında boyun büküp tapınmaktan asla vazgeçmeyeceğiz!” dediler.

قَالَ يَا هَارُونُ مَا مَنَعَكَ إِذْ رَأَيْتَهُمْ ضَلُّوا ﴿٩٢﴾

20/TÂHÂ SURESİ-92. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle yâ hârûnu mâ meneake iz raeytehum dallû.

Musa dönünce, (kardeşi Harun ile halkı arasında geçenlerden habersiz, kardeşine çıkıştı ve) “Harun!” dedi, “onları sapmış gördüğünde sana ne engel oldu da,

أَلَّا تَتَّبِعَنِ أَفَعَصَيْتَ أَمْرِي ﴿٩٣﴾

20/TÂHÂ SURESİ-93. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ellâ tettebiani, e fe asayte emrî.

“Benim yolumca gitmedin? Yoksa emrime karşı mı geldin?”

قَالَ يَا ابْنَ أُمَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَتِي وَلَا بِرَأْسِي إِنِّي خَشِيتُ أَن تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْلِي ﴿٩٤﴾

20/TÂHÂ SURESİ-94. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle yebneumme lâ te’huz bi lıhyetî ve lâ bi ra’sî, innî haşîtu en tekûle ferrakte beyne benî isrâîle ve lem terkub kavlî.

Harun, “Ey anamın oğlu!” dedi, “lütfen sakalımdan ve başımdan tutup da beni böyle sarsıp durma. (Bir defa, bu topluluk beni bir hiç yerine koydu ve linç edip öldürmeye kalktı. Sonra, olup bitene kesin bir müdahalede bulunmaktan sakındım. Çünkü) ‘İsrail Oğulları arasına tefrika soktun; sözümü de dinlemedin!’ demenden korktum.”

قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَا سَامِرِيُّ ﴿٩٥﴾

20/TÂHÂ SURESİ-95. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle fe mâ hatbuke yâ sâmiriyy(sâmiriyyu).

Musa, bu defa Samirî’ye dönerek, “Nedir bu yaptığın korkunç şey?” dedi.

قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِهِ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِّنْ أَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذَلِكَ سَوَّلَتْ لِي نَفْسِي ﴿٩٦﴾

20/TÂHÂ SURESİ-96. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle basurtu bi mâ lem yabsurû bihî fe kabadtu kabdaten min eserir resûli fe nebeztuhâ ve kezâlike sevvelet lî nefsî.

Samirî, “Ben,” diye cevap verdi, “onların göremedikleri bir şeyi fark ve idrak ettim de, Elçi’nin izinden bir avuç dolusu (toprak) aldım ve onu (ateşteki ziynet eşyalarının üzerine) attım. Böyle yapmayı nefsim bana hoş gösterdi.”

قَالَ فَاذْهَبْ فَإِنَّ لَكَ فِي الْحَيَاةِ أَن تَقُولَ لَا مِسَاسَ وَإِنَّ لَكَ مَوْعِدًا لَّنْ تُخْلَفَهُ وَانظُرْ إِلَى إِلَهِكَ الَّذِي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفًا لَّنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفًا ﴿٩٧﴾

20/TÂHÂ SURESİ-97. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle fezheb fe inne leke fîl hayâti en tekûle lâ misâse ve inne leke mev’ıden len tuhlefehu, vanzur ilâ ilâhikellezî zalte aleyhi âkifâ(âkifen), le nuharrikannehu summe le nensifennehu fîl yemmi nesfâ(nesfen).

“Terket burayı!” dedi Musa, “Bundan sonra tek başına vahşî gibi bir hayat yaşayacak ve kimseye karışmayacaksın; sana yaklaşacak olana da hastalıklarından dolayı ‘Bana dokunma!’ diyeceksin. Hem senin için asla kaçıp kurtulamayacağın bir ceza daha var. Bak şu karşısında boyun büküp tapındığın ‘ilâh’ına! Biz onu yakacak, sonra unufak edip denize savuracağız.”

إِنَّمَا إِلَهُكُمُ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا ﴿٩٨﴾

20/TÂHÂ SURESİ-98. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnemâ ilâhukumullâhullezî lâ ilâhe illâ huve, vesia kulle şey’in ilmen.

“(Ey halkım!) Sizin ilâhınız ancak Allah’tır, O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, her şeyi ilmiyle kuşatmıştır.”

كَذَلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنبَاء مَا قَدْ سَبَقَ وَقَدْ آتَيْنَاكَ مِن لَّدُنَّا ذِكْرًا ﴿٩٩﴾

20/TÂHÂ SURESİ-99. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kezâlike nakussu aleyke min enbâi mâ kad sebaka, ve kad âteynâke min ledunnâ zikrâ(zikren).

(Ey Rasûlüm,) işte sana daha önce geçmiş önemli hadiselerden bir kısmını anlatıyoruz. Şurası bir gerçek ki, sana tarafımızdan (ikaz, irşad, ilim, ayrıca inanç, ibadet, ahlâk ve davranış düsturları ihtiva eden) bir kitap verdik.

مَنْ أَعْرَضَ عَنْهُ فَإِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وِزْرًا ﴿١٠٠﴾

20/TÂHÂ SURESİ-100. AYET (Meâlleri Kıyasla): Men a’rada anhu fe innehu yahmilu yevmel kıyâmeti vizrâ(vizren).

Kim ona sırt dönerse, hiç şüphesiz Kıyamet Günü bütün vücuduna taşıması mümkün olmayan bir yük yüklemiş olacaktır.

خَالِدِينَ فِيهِ وَسَاء لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ حِمْلًا ﴿١٠١﴾

20/TÂHÂ SURESİ-101. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hâlidîne fîhi, ve sâe lehum yevmel kıyâmeti hımlâ(hımlen).

Sonsuzca kalacaklardır (vücutlarını kuşatmış) o azap yükünün içinde. Kıyamet Günü onların payına düşecek bu yük ne fena bir yüktür!

يَوْمَ يُنفَخُ فِي الصُّورِ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِمِينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقًا ﴿١٠٢﴾

20/TÂHÂ SURESİ-102. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yevme yunfehu fîs sûri ve nahşurul mucrimîne yevme izin zurkâ(zurkan).

O gün Sûr’a üflenecek ve Biz o gün, hayatları günah hasadından ibaret olan inkârcı suçluları yorgunluk ve susuzluktan gözleri morarmış ve kör bir halde haşredeceğiz.

يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ إِن لَّبِثْتُمْ إِلَّا عَشْرًا ﴿١٠٣﴾

20/TÂHÂ SURESİ-103. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yetehâfetûne beynehum in lebistum illâ aşrâ(aşren).

O halin dehşeti içinde aralarında fısıldaşır ve içlerinden bir kısmı, “Dünyada olsa olsa on gün kadar kaldınız.” der.

نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ إِذْ يَقُولُ أَمْثَلُهُمْ طَرِيقَةً إِن لَّبِثْتُمْ إِلَّا يَوْمًا ﴿١٠٤﴾

20/TÂHÂ SURESİ-104. AYET (Meâlleri Kıyasla): Nahnu a’lemu bimâ yekûlûne iz yekûlu emseluhum tarîkaten in lebistum illâ yevmâ(yevmen).

Aralarında konuştukları hususu Biz elbette çok daha iyi biliriz. İçlerinde doğruya daha yakın gören ve düşünenler, “Hayır, belki sadece bir gün kaldınız!” diye karşılık verirler.

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنسِفُهَا رَبِّي نَسْفًا ﴿١٠٥﴾

20/TÂHÂ SURESİ-105. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve yes’elûneke anil cibâli fe kul yensifuhâ rabbî nesfâ(nesfen).

(Rasûlüm,) sana Kıyamet Günü dağların ne olacağını sorarlar. Onlara de ki: “Rabbim onları ufalayıp savuracak.

فَيَذَرُهَا قَاعًا صَفْصَفًا ﴿١٠٦﴾

20/TÂHÂ SURESİ-106. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe yezeruhâ kâan safsafâ(safsafen).

“Neticede yeryüzünü terkedilmiş bir düzlüğe çevirecek.”

لَا تَرَى فِيهَا عِوَجًا وَلَا أَمْتًا ﴿١٠٧﴾

20/TÂHÂ SURESİ-107. AYET (Meâlleri Kıyasla): Lâ terâ fîhâ ivecen ve lâ emtâ(emten).

Orada artık ne iniş ne yokuş, ne çukur ne tümsek görürsün.

يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُ وَخَشَعَت الْأَصْوَاتُ لِلرَّحْمَنِ فَلَا تَسْمَعُ إِلَّا هَمْسًا ﴿١٠٨﴾

20/TÂHÂ SURESİ-108. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yevme izin yettebiûned dâıye lâ ivece lehu, ve haşeatil asvâtu lir rahmâni fe lâ tesmeu illâ hemsâ(hemsen).

O gün herkes, (Hak’kın) davetçisine hiç yalpa yapmadan, sağa sola sapmadan, mecburi teslimiyet halinde ve mecburi bir yönde tâbi olur. Rahmân’ın azamet ve kudreti karşısında bütün sesler kısılmıştır ve duyacağın sadece bir hışıltıdır.

يَوْمَئِذٍ لَّا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا ﴿١٠٩﴾

20/TÂHÂ SURESİ-109. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yevme izin lâ tenfauş şefâatu illâ men ezine lehur rahmânu ve radıye lehu kavlâ(kavlen).

O gün, Rahmân’ın kendilerine şefaat izni verdiği ve sözlerinden razı olduğu kimselerden başkasına şefaat yetkisi verilmez ki, (umdukları herhangi bir) şefaatin faydası olsun.

يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحِيطُونَ بِهِ عِلْمًا ﴿١١٠﴾

20/TÂHÂ SURESİ-110. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum ve lâ yuhîtûne bihî ılmâ(ılmen).

Allah, bütün kullarını gelecekte ve o Yargı Günü’nde neyin beklediğini ve onların dünyadaki bütün halleri, ne yapıp ne söyledikleri dahil bütün geçmişlerini bilir, (bilir de, bazılarına bazıları hakkında şefaat etme yetkisi verir;) o (kul)lar ise, (bunu bilmedikleri gibi,) bilme kapasiteleriyle Allah’ı da asla kavrayamazlar.

وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْمًا ﴿١١١﴾

20/TÂHÂ SURESİ-111. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve anetil vucûhu lil hayyil kayyûm(kayyûmi), ve kad hâbe men hamele zulmâ(zulmen).

Bütün yüzler, ezelîebedî mutlak Hayat Sahibi ve varlığı hem Kendinden, hem de kendi kendine Kaim Olan’a tam bir teslimiyet içindedir. Ve her kim (en büyük) zu lüm (olan şirk) yüküyle gelmişse, gerçekten hüsrana uğramıştır.

وَمَن يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْمًا وَلَا هَضْمًا ﴿١١٢﴾

20/TÂHÂ SURESİ-112. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men ya’mel mines sâlihâti ve huve mu’minun fe lâ yehâfu zulmen ve lâ hadmâ(hadmen).

Kim de tam inanmış bir mü’min olarak doğru, yerinde, sağlam ve ıslaha yönelik işler (içinde en azından farz olanları) yerine getirmişse, böyle biri ne haksızlığa uğrama korkusu taşıyacaktır, ne de mükâfatından mahrum bırakılma korkusu.

وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا وَصَرَّفْنَا فِيهِ مِنَ الْوَعِيدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ أَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًا ﴿١١٣﴾

20/TÂHÂ SURESİ-113. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kezâlike enzelnâhu kur’ânen arabîyyen ve sarrafnâ fîhi minel vaîdi leallehum yettekûne ev yuhdisu lehum zikrâ(zikren).

Görüldüğü gibi, Biz bu Kitabı Arapça bir Kur’ân olarak indiriyor ve onda tehdit ve uyarılarımızı çeşitli yönleriyle, farklı açılardan ve farklı üslûplarla serdediyoruz. Ta ki, Bize karşı kalbleri saygıyla dolsun, itaatsizlikten sakınsın ve böylece azabımızdan korunsun ve ta ki bu Kur’ân, onlar için her defasında ayrı bir ikaz ve uyarma dersi olsun.

فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِن قَبْلِ أَن يُقْضَى إِلَيْكَ وَحْيُهُ وَقُل رَّبِّ زِدْنِي عِلْمًا ﴿١١٤﴾

20/TÂHÂ SURESİ-114. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe teâlâllâhul melikul hak(hakku), ve lâ ta’cel bil kur’âni min kabli en yukdâ ileyke vahyuhu ve kul rabbi zidnî ılmâ(ılmen).

Mutlak Hükümdar, Mutlak ve Değişmez Hak olan Allah ne yücedir! (Rasûlüm,) bu Kur’ân’a ait olarak gelen her bir vahyin sana okunması henüz tamamlanmadan onu ezberlemek için tekrar etmekte aceleci davranma ve “Rabbim, benim ilmimi, (bilhassa Kur’ân’ı ve Sen’in muradını idrakimi) artır!” diye dua et.

وَلَقَدْ عَهِدْنَا إِلَى آدَمَ مِن قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْمًا ﴿١١٥﴾

20/TÂHÂ SURESİ-115. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lekad ahidnâ ilâ âdeme min kablu fe nesîye ve lem necid lehu azmâ(azmen).

Doğrusu, daha önce Âdem’e de bir ahd vermiş (ve bir ağaca yaklaşmasını yasaklamıştık). Fakat O, ihmalde bulundu; kendisini o an için yeterince sabırlı, (bununla birlikte günaha karşı da ısrarlı) bulmadık.

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَى ﴿١١٦﴾

20/TÂHÂ SURESİ-116. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ.

Bir vakit de meleklere, “(ilmini, üstünlüğünü, hilâfete liyakatini kabul ve ona yeryüzünün halifeliği vazifesinde yardımcı olmaları manâsında) “Âdem’e secde edin!” buyurmuştuk da, hepsi secde etmiş, ama (cinlerden olan) İblis etmemişti. Emre itaatsizlikte diretmişti o.

فَقُلْنَا يَا آدَمُ إِنَّ هَذَا عَدُوٌّ لَّكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقَى ﴿١١٧﴾

20/TÂHÂ SURESİ-117. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe kulnâ yâ âdemu inne hâzâ aduvvun leke ve li zevcike fe lâ yuhricennekumâ minel cenneti fe teşkâ.

Biz de, “Ey Âdem!” buyurduk, “Bu İblis, senin ve eşin için tehlikeli ve hilesi çok bir düşmandır. Bu bakımdan, dikkat edin ki sizi cennetten çıkarmasın, yoksa ihtiyaçlar içinde koşturur durur, bedbaht ve perişan olursun.

إِنَّ لَكَ أَلَّا تَجُوعَ فِيهَا وَلَا تَعْرَى ﴿١١٨﴾

20/TÂHÂ SURESİ-118. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnne leke ellâ tecûa fîhâ ve lâ ta’râ.

Cennette senin için açlık çekmek de yok, çıplak kalmak da.

وَأَنَّكَ لَا تَظْمَأُ فِيهَا وَلَا تَضْحَى ﴿١١٩﴾

20/TÂHÂ SURESİ-119. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve enneke lâ tazmeu fîhâ ve lâ tadhâ.

Orada susuzluk da çekmeyecek ve güneşin kavurucu sıcaklığına da maruz kalmayacaksın.

فَوَسْوَسَ إِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَا آدَمُ هَلْ أَدُلُّكَ عَلَى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَّا يَبْلَى ﴿١٢٠﴾

20/TÂHÂ SURESİ-120. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe vesvese ileyhiş şeytânu kâle yâ âdemu hel edulluke alâ şeceratil huldi ve mulkin lâ yeblâ.

Fakat şeytan Âdem’e vesvese verdi ve “Ey Âdem, seni sonsuzluk ağacına ve hiç son bulmayacak bir devlet ve saltanata götüreyim mi?” dedi.

فَأَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْآتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِن وَرَقِ الْجَنَّةِ وَعَصَى آدَمُ رَبَّهُ فَغَوَى ﴿١٢١﴾

20/TÂHÂ SURESİ-121. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe ekelâ minhâ fe bedet lehumâ sev’âtuhumâ ve tafıkâ yahsıfâni aleyhimâ min varakıl cenneti ve asâ âdemu rabbehu fe gavâ.

Âdem ve eşi, şeytana kanarak kendilerine yasaklanan ağaçtan yediler de, edep yerleri (ve bütün beşerî hususiyetleri) kendilerine açılıp belli oluverdi ve oraları cennet yapraklarıyla hemen örtmeye giriştiler. Âdem, Rabbisinin emrine tâbi olmadı ve bu sebeple yaptığında isabet kaydetmedi.

ثُمَّ اجْتَبَاهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدَى ﴿١٢٢﴾

20/TÂHÂ SURESİ-122. AYET (Meâlleri Kıyasla): Summectebâhu rabbuhu fe tâbe aleyhi ve hedâ.

Ama sonra Rabbisi O’nu seçti de, tevbesini kabûl buyurdu ve O’nu hidayetine mazhar kıldı.

قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَمِيعًا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُم مِّنِّي هُدًى فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقَى ﴿١٢٣﴾

20/TÂHÂ SURESİ-123. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvvun, fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.

Âdem ve eşine, “İnin oradan!” dedi: “hepiniz inin; artık kiminiz kiminize düşmansınız (ve bu şekilde bir hayat süreceksiniz.) Bundan böyle size Benim tarafımdan (bir rasûl vasıtasıyla Kitap gibi) safî bir hidayet kaynağı gelir de, kim Bana ait bulunan o hidayet kaynağına uyar (ve imanla, ibadetle Bana yönelirse,) artık o ne yolu şaşırır, ne de (yolculuğu süresince ve yolun sonunda) bedbaht olur.”

وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى ﴿١٢٤﴾

20/TÂHÂ SURESİ-124. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men a’rada an zikrî fe inne lehu maîşeten danken ve nahşuruhu yevmel kıyâmeti a’mâ.

Buna karşılık, kim Benim Kitabıma sırt döner ve Beni anmaktan uzak durursa, böylesi için dar, sıkıntılı ve gerçek manâ sından yoksun bir hayat vardır ve Biz onu Kıyamet Günü de kör olarak diriltip, duruşmaya öyle alırız.

قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَنِي أَعْمَى وَقَدْ كُنتُ بَصِيرًا ﴿١٢٥﴾

20/TÂHÂ SURESİ-125. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle rabbi lime haşertenî a’mâ ve kad kuntu basîrâ(basîran).

“Rabbim,” der, “ben gözleri görür biri iken, neden beni kör olarak diriltip buraya aldın?”

قَالَ كَذَلِكَ أَتَتْكَ آيَاتُنَا فَنَسِيتَهَا وَكَذَلِكَ الْيَوْمَ تُنسَى ﴿١٢٦﴾

20/TÂHÂ SURESİ-126. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle kezâlike etetke âyâtunâ fe nesîtehâ, ve kezâlikel yevme tunsâ.

“Öyledir;” buyurur Allah, “âyetlerimiz sana geldiğinde sen onları nasıl unutup bir kenara bıraktıysan, bugün de sen öyle unutulur, bir kenara atılırsın.”

وَكَذَلِكَ نَجْزِي مَنْ أَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِن بِآيَاتِ رَبِّهِ وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَشَدُّ وَأَبْقَى ﴿١٢٧﴾

20/TÂHÂ SURESİ-127. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kezâlike neczî men esrafe ve lem yu’min bi âyâti rabbihî, ve le azâbul âhırati eşeddu ve ebkâ.

İşte, kendilerine verilen her türlü kabiliyeti ve hayatlarını israf edip haddi aşkın davranan ve Rabbisinin âyetlerine inanmayanları böyle cezalandırırız. Bundan sonra gelecek Âhiret azabı ise, elbette daha çetin ve çok daha devamlıdır.

أَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ فِي مَسَاكِنِهِمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّأُوْلِي النُّهَى ﴿١٢٨﴾

20/TÂHÂ SURESİ-128. AYET (Meâlleri Kıyasla): E fe lem yehdi lehum kem ehleknâ kablehum minel kurûni yemşûne fî mesâkinihim, inne fî zâlike le âyâtin li ulîn nuhâ.

Onlardan önce gelip geçmiş ve bugün meskenleri arasında dolaştıkları (onca zalim) nesilleri helâk etmiş olmamızda mı kendileri için bir ders, bir hidayet sebebi teşkil etmiyor? Hiç kuşkusuz bunda heva ve heveslerinin yönlendirmediği gerçek akıl sahipleri için büyük ibretler, önemli mesajlar vardır.

وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَكَانَ لِزَامًا وَأَجَلٌ مُسَمًّى ﴿١٢٩﴾

20/TÂHÂ SURESİ-129. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lev lâ kelimetun sebekat min rabbike le kâne lizâmen ve ecelun musemmâ(musemmen).

Eğer Rabbin tarafından insan ve toplumların hayatı için daha önce verilmiş bir hüküm ve tayin buyurulmuş bir vâde olmasaydı, elbette hak ettikleri azap onları çoktan yakalamış olurdu.

فَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَا وَمِنْ آنَاء اللَّيْلِ فَسَبِّحْ وَأَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضَى ﴿١٣٠﴾

20/TÂHÂ SURESİ-130. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fasbir alâ mâ yekûlûne ve sebbih bi hamdi rabbike kable tulûış şemsi ve kable gurûbihâ, ve min ânâil leyli fe sebbih ve etrâfen nehâri lealleke terdâ.

(Rasûlüm), şu halde onların söylediklerine sabret ve güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et (namaz kıl). Gecenin bazı vakitlerinde ve yine gündüzün de bazı saatlerinde tesbihte bulun. Umulur ki Allah’ın rızasına erer, O’ nun senin hakkındaki her türlü tasarrufunu gönül rahatlığıyla karşılarsın.

وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَى مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِّنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيَاةِ الدُّنيَا لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَأَبْقَى ﴿١٣١﴾

20/TÂHÂ SURESİ-131. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lâ temuddenne ayneyke ilâ mâ mettâ’nâ bihî ezvâcen minhum zehratel hayâtid dunyâ li neftinehum fîhi, ve rızku rabbike hayrun ve ebkâ.

Onlardan bazı zümrelere verdiğimiz dünya hayatının süsünden ibaret olan geçimliklere gözün kaymasın. Biz, bununla onları imtihan ediyoruz. Rabbinin senin üzerindeki nimeti ve sana Âhiret’te vereceği rızık, hem çok daha hayırlı, hem de çok daha devamlıdır.

وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلَاةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا لَا نَسْأَلُكَ رِزْقًا نَّحْنُ نَرْزُقُكَ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَى ﴿١٣٢﴾

20/TÂHÂ SURESİ-132. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve’mur ehleke bis salâti vastabir aleyhâ, lâ nes’eluke rızkâ(rızkan), nahnu nerzukuke, vel âkıbetu lit takvâ.

Ailene ve ümmetine namazı emret ve kendin de ona hassasiyetle devam et. Biz, senden rızık istemiyoruz, bilakis senin rızkın Bize aittir. (Dolayısıyla, bütün kulluk vazifelerin bizzat senin faydana ve senin içindir.) Nihaî başarı ve mutluluk ise, (kulluğun özü olan ve bütün ibadetlerden Allah’a ulaşan) takvadadır.

وَقَالُوا لَوْلَا يَأْتِينَا بِآيَةٍ مِّن رَّبِّهِ أَوَلَمْ تَأْتِهِم بَيِّنَةُ مَا فِي الصُّحُفِ الْأُولَى ﴿١٣٣﴾

20/TÂHÂ SURESİ-133. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kâlû lev lâ ye’tînâ bi âyetin min rabbihî, e ve lem te’tihim beyyinetu mâ fîs suhufil ûlâ.

Müşrikler, “(Şu peygamberlik iddia eden zat, iddiasını ispat için) bize Rabbisinden bir mucize getirse ya!” diyorlar. Kendilerine, (hem de ümmî bir zat vasıtasıyla iman, ibadet ve makbul bir hayatla ilgili ancak) önceki semavî kitaplarda yer alan gerçekleri ihtiva eden ve (önceden gelip geçmiş ve peygamberlerinden mucize isteyen kavimlerin başlarına gelenleri de) açıklayan bir belgenin (Kur’ân) gelmiş olması, onlar için yeterli değil midir?

وَلَوْ أَنَّا أَهْلَكْنَاهُم بِعَذَابٍ مِّن قَبْلِهِ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَا أَرْسَلْتَ إِلَيْنَا رَسُولًا فَنَتَّبِعَ آيَاتِكَ مِن قَبْلِ أَن نَّذِلَّ وَنَخْزَى ﴿١٣٤﴾

20/TÂHÂ SURESİ-134. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lev ennâ ehleknâhum bi azâbin min kablihî le kâlû rabbenâ lev lâ erselte ileynâ resûlen fe nettebia âyâtike min kabli en nezille ve nahzâ.

Eğer (kitap ve peygamber göndermeden) onları aslında hak ettikleri bir felâketle helâk edecek olsaydık, bu takdirde “Rabbimiz, ne olurdu bize bir rasûl gönderseydin de, biz böyle rezil–rüsvay olmadan önce Sen’in âyetlerine uysaydık!” derlerdi.

قُلْ كُلٌّ مُّتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُوا فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ أَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدَى ﴿١٣٥﴾

20/TÂHÂ SURESİ-135. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul kullun muterabbisun fe terabbesû, fe se ta’lemûne men ashâbus sırâtıs seviyyi ve menihtedâ.

(Rasûlüm,) de ki: “Herkes, gelecek adına bir beklentinin içinde; madem öyle, beklemeye devam edin! Kim düz yolda imiş ve kim beklentilerini doğru çıkaracak bir yol takip ediyormuş, elbette yakında bileceksiniz.”