Mekke döneminde inmiştir. 35 âyettir. Sûre, adını 21. âyette geçen “Ahkâf” kelimesinden almıştır. Ahkâf, sûrede sözü edilen “Âd” kavminin yaşadığı Yemen’de bir bölgenin adı olup, uzun ve kıvrımlı kum yığınları demektir.

حم ﴿١﴾

46/AHKÂF SURESİ-1. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hâ mîm.

Hâ - Mîm.

تَنْزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ ﴿٢﴾

46/AHKÂF SURESİ-2. AYET (Meâlleri Kıyasla): Tenzîlul kitâbi minallâhil azîzil hakîm(hakîmi).

Kitab'ın indirilmesi, O çok üstün, çok güçlü hikmet sahibi Allah'tandır.

مَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَأَجَلٍ مُّسَمًّى وَالَّذِينَ كَفَرُوا عَمَّا أُنذِرُوا مُعْرِضُونَ ﴿٣﴾

46/AHKÂF SURESİ-3. AYET (Meâlleri Kıyasla): Mâ halaknâs semâvâti vel arda ve mâ beyne humâ illâ bil hakkı ve ecelin musemmâ(musemmen), vellezîne keferû ammâ unzirû mu’ridûn(mu’ridûne).

Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri ancak hakk ile ve belli bir süreye kadar yarattık. İnkâr edenlere gelince: Uyarıldıkları şeylerden yüzçevirirler.

قُلْ أَرَأَيْتُم مَّا تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ أَرُونِي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْأَرْضِ أَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمَاوَاتِ اِئْتُونِي بِكِتَابٍ مِّن قَبْلِ هَذَا أَوْ أَثَارَةٍ مِّنْ عِلْمٍ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ ﴿٤﴾

46/AHKÂF SURESİ-4. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul e raeytum mâ ted’ûne min dûnillâhi erûnî mâzâ halakû minel ardı em lehum şirkun fîs semâvâti, îtûnî bi kitâbin min kabli hâzâ ev esâratin min ilmin in kuntum sâdikîn(sâdikîne).

De ki: Baksanıza, Allah'ı bırakıp yalvararak taptıklarınızın yeryüzünde neler yarattığını bana gösterir misiniz ? Yoksa onların göklerde bir ortaklığı mı var ? Eğer doğrulardan iseniz bundan önce (size verilmiş) bir kitab bana getirin veya ilimden bir eser ortaya koyun.

وَمَنْ أَضَلُّ مِمَّن يَدْعُو مِن دُونِ اللَّهِ مَن لَّا يَسْتَجِيبُ لَهُ إِلَى يَومِ الْقِيَامَةِ وَهُمْ عَن دُعَائِهِمْ غَافِلُونَ ﴿٥﴾

46/AHKÂF SURESİ-5. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men edallu mimmen yed’û min dûnillâhi men lâ yestecîbu lehu ilâ yevmil kıyâmeti ve hum an duâihim gâfilûn(gâfilûne).

Allah'ı bırakıp Kıyâmet'e kadar kendisine cevap veremiyecek ve onların yaptıkları duâ ve yalvarıdan habersiz bulunan şeylere tapandan daha sapık, daha şaşkın kim vardır?

وَإِذَا حُشِرَ النَّاسُ كَانُوا لَهُمْ أَعْدَاء وَكَانُوا بِعِبَادَتِهِمْ كَافِرِينَ ﴿٦﴾

46/AHKÂF SURESİ-6. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve izâ huşiran nâsu kânû lehum a’dâen ve kânû bi ibâdetihim kâfirîn(kâfirîne).

(Kıyamet günü) insanlar sürülüp Mahşer'de biraraya getirildiğinde, (tapındıkları putlar) onlara düşman kesilirler ve kendilerine tapındıklarını inkâr ederler.

وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَاءهُمْ هَذَا سِحْرٌ مُّبِينٌ ﴿٧﴾

46/AHKÂF SURESİ-7. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin kâlellezîne keferû lil hakkı lemmâ câehum hâzâ sihrun mubîn(mubînun).

Onlara âyetlerimiz açık-seçik okunduğu zaman, küfre saplanıp kalanlar, kendilerine gelen hakk için, «bu açık bir sihirdir» derler.

أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ إِنِ افْتَرَيْتُهُ فَلَا تَمْلِكُونَ لِي مِنَ اللَّهِ شَيْئًا هُوَ أَعْلَمُ بِمَا تُفِيضُونَ فِيهِ كَفَى بِهِ شَهِيدًا بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ ﴿٨﴾

46/AHKÂF SURESİ-8. AYET (Meâlleri Kıyasla): Em yekûlûnefterâhu, kul inifteraytuhu fe lâ temlikûne lî minallahi şey’â(şey’en), huve a’lemu bi mâ tufîdûne fîhi, kefâ bihî şehîden beynî ve beynekum ve huvel gafûrur rahîm(rahîmu).

Yoksa onlar, Kur'ân'ı O (Muhammed) uydurdu mu diyorlar?! De ki: Eğer onu uydurdumsa, o takdirde siz beni Allah'tan (O'nun vereceği azâb'dan) kurtaracak hiçbir şeye sahip değilsinizdir. Ve O, Kur'ân hakkında kopardığınız yaygara ve sergilediğiniz taşkınlığı çok iyi bilir. Benimle sizin aramızda şâhid olarak Allah yeter. O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

قُلْ مَا كُنتُ بِدْعًا مِّنْ الرُّسُلِ وَمَا أَدْرِي مَا يُفْعَلُ بِي وَلَا بِكُمْ إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَى إِلَيَّ وَمَا أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ مُّبِينٌ ﴿٩﴾

46/AHKÂF SURESİ-9. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul mâ kuntu bid’an miner rusuli ve mâ edrî mâ yuf’alu bî ve lâ bikum, in ettebiu illâ mâ yûhâ ileyye ve mâ ene illâ nezîrun mubîn(mubînun).

De ki: Ben, gönderilen peygamberlerin ilki değilim ; bana ve size neler yapılacağını da bilmiyorum. Ben ancak bana vahyolunana uyarım ve ben ancak açık bir uyarıcıyım.

قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِن كَانَ مِنْ عِندِ اللَّهِ وَكَفَرْتُم بِهِ وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِّن بَنِي إِسْرَائِيلَ عَلَى مِثْلِهِ فَآمَنَ وَاسْتَكْبَرْتُمْ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ ﴿١٠﴾

46/AHKÂF SURESİ-10. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul e raeytum in kâne min indillâhi ve kefertum bihî ve şehide şâhidun min benî isrâîle alâ mislihî fe âmene vestekbertum innallahe lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).

Söyleseniz a, eğer bu (Kur'ân), Allah katından ise, siz de bunu inkâr etmiş olursanız, İsrail oğulları'ndan bir adam da bunun benzerine (dayanarak) şehadette bulunup imân ederse ve siz büyüklük taslayıp kabul etmezseniz, (kendinize büyük bir haksızlık etmiş olmaz mısınız ?). Şüphesiz ki Allah, zâlim bir milleti doğru yola çıkarmaz.

وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا لَوْ كَانَ خَيْرًا مَّا سَبَقُونَا إِلَيْهِ وَإِذْ لَمْ يَهْتَدُوا بِهِ فَسَيَقُولُونَ هَذَا إِفْكٌ قَدِيمٌ ﴿١١﴾

46/AHKÂF SURESİ-11. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kâlellezîne keferû lillezîne âmenû lev kâne hayran mâ sebekûnâ ileyhi, ve iz lem yehtedû bihî fe se yekûlûne hâzâ ifkun kadîm(kadîmun).

İnkâr edenler, imân edenlerle ilgili olarak derler ki: «Eğer İslâm, bir iyilik olsaydı, elbette onlar bizim önümüze geçemezlerdi.» Kur'ân ile doğru yolu bulmayı düşünmedikleri için de, «bu çok eski bir uydurmadır !» derler.

وَمِن قَبْلِهِ كِتَابُ مُوسَى إِمَامًا وَرَحْمَةً وَهَذَا كِتَابٌ مُّصَدِّقٌ لِّسَانًا عَرَبِيًّا لِّيُنذِرَ الَّذِينَ ظَلَمُوا وَبُشْرَى لِلْمُحْسِنِينَ ﴿١٢﴾

46/AHKÂF SURESİ-12. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve min kablihî kitâbu mûsâ imâmen ve rahmeten ve hâzâ kitabun musaddikun lisânen arabiyyen li yunzirallezîne zalemû ve buşrâ lil muhsinîn(muhsinîne).

Bundan önce Musa'nın kitabı, yol gösteren bir rahmet idi. Bu (Kur'ân) ise onu doğrular, Arap diliyledir, zulmedenleri uyarmak, iyiliği, güzelliği, yararlılığı huy edinenleri müjdelemek için (indirilmiştir).

إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿١٣﴾

46/AHKÂF SURESİ-13. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnellezîne kâlû rabbunâllâhu summestekâmû fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).

Onlar ki, Rabbimiz Allah'tır dediler, sonra da dosdoğru oldular, onlara hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir de.

أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ خَالِدِينَ فِيهَا جَزَاء بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٤﴾

46/AHKÂF SURESİ-14. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ulâike ashâbul cenneti hâlidîne fîhâ, cezâen bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).

İşte bunlar Cennet ehlidirler, yapageldiklerine karşılık orada ebedîdirler.

وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ إِحْسَانًا حَمَلَتْهُ أُمُّهُ كُرْهًا وَوَضَعَتْهُ كُرْهًا وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلَاثُونَ شَهْرًا حَتَّى إِذَا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَبَلَغَ أَرْبَعِينَ سَنَةً قَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَى وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ وَأَصْلِحْ لِي فِي ذُرِّيَّتِي إِنِّي تُبْتُ إِلَيْكَ وَإِنِّي مِنَ الْمُسْلِمِينَ ﴿١٥﴾

46/AHKÂF SURESİ-15. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve vassaynâl insâne bi vâlideyhi ihsânen, hamelethu ummuhu kurhen ve vadaathu kurhen, ve hamluhu ve fisâluhu selâsûne şehran, hattâ izâ belega eşuddehu ve belega erbaîne seneten kâle rabbi evzı’nî en eşkure ni’metekelletî en’amte aleyye ve alâ vâlideyye ve en a’mele sâlihan terdâhu ve aslıh lî fî zurriyyetî, innî tubtu ileyke ve innî minel muslimîn(muslimîne).

Biz, insana, ana-babasına iyilik edip güzel davranmasını tavsiye ettik. Anası onu güçlük ve sıkıntıyla taşıdı; güçlük ve sıkıntıyla doğurdu. Rahimde taşınması ve sütten kesilmesi (süresi) otuz aydır. Nihayet güç bulup şahsiyetini kazanınca ve kırk yaşına erişince, «Ey Rabbim!» dedi, «bana ve ana-babama verdiğin nîmete karşı şükretmemi, razı olacağın iyi-yararlı amelde bulunmamı ilham eyle. Soyum hakkında da benim için iyilik, dine bağlılık sağla... Şüphesiz ki ben, sana yönelip tevbe ettim ve ben gerçekten (sana) teslimiyet gösterenlerdenim.»

أُوْلَئِكَ الَّذِينَ نَتَقَبَّلُ عَنْهُمْ أَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَنَتَجاوَزُ عَن سَيِّئَاتِهِمْ فِي أَصْحَابِ الْجَنَّةِ وَعْدَ الصِّدْقِ الَّذِي كَانُوا يُوعَدُونَ ﴿١٦﴾

46/AHKÂF SURESİ-16. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ulâikellezîne netekabbelu anhum ahsene mâ amilû ve netecâvezu an seyyiâtihim fî ashâbil cenneti, va’des sıdkıllezî kânû yûadûn(yûadûne).

İşte bunların yapageldiklerinin en güzelini kabul eder; işledikleri kötülüklerinden vazgeçeriz (cezalandırmayız). Bunlar Cennet ehli arasındadırlar. Bu, va'dolundukları doğru sözdür (ki mutlaka yerini bulacaktır).

وَالَّذِي قَالَ لِوَالِدَيْهِ أُفٍّ لَّكُمَا أَتَعِدَانِنِي أَنْ أُخْرَجَ وَقَدْ خَلَتْ الْقُرُونُ مِن قَبْلِي وَهُمَا يَسْتَغِيثَانِ اللَّهَ وَيْلَكَ آمِنْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَيَقُولُ مَا هَذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ ﴿١٧﴾

46/AHKÂF SURESİ-17. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezî kâle li vâlideyhi uffın lekumâ e teidâninî en uhrace ve kad haletil kurûnu min kablî ve humâ yestegîsânillâhe veyleke âmin, inne va’dallâhi hakkun, fe yekûlu mâ hâzâ illâ esâtîrul evvelîn(evvelîne).

O kimse ki, ana-babasına «üf be ikinize I Benden önce nice nice kuşaklar gelip geçtiği halde siz beni tekrar dirilip topraktan çıkarılacağımla mı tehdîd ediyorsunuz ?» derken, ana-babası Allah'a sığınıp O'nun yardımını dileyerek ona : «Yazıklar olsun sana I İmân et.. Şüphesiz ki, Allah'ın verdiği söz hakktır,» derler. O da : «Bu (Kur'ân veya sizin anlattıklarınız), eskilerin masallarından başka bir şey değildir,» diye cevap verir.

أُوْلَئِكَ الَّذِينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ فِي أُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِم مِّنَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ إِنَّهُمْ كَانُوا خَاسِرِينَ ﴿١٨﴾

46/AHKÂF SURESİ-18. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ulâikellezîne hakka aleyhimul kavlu fî umemin kad halet min kablihim minel cinni vel insi, innehum kânû hâsirîn(hâsirîne).

İşte bunlar kendilerinden önce cinlerden ve, insanlardan gelip geçen ümmetler hakkında (azâb va'di ve hükmü) gerçekleşen kimselerdir. Şüphesiz ki bunlar hüsran içinde kalanlardır.

وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِّمَّا عَمِلُوا وَلِيُوَفِّيَهُمْ أَعْمَالَهُمْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿١٩﴾

46/AHKÂF SURESİ-19. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve li kullin deracâtun mimmâ amilû, ve li yuveffiyehum a’mâlehum ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne).

Herkes için yaptıkları işlere göre dereceler vardır. Bu da Allah'ın onların amellerinin karşılığını noksansız vermesi içindir ve onlar haksızlığa uğramazlar.

وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذِينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِ أَذْهَبْتُمْ طَيِّبَاتِكُمْ فِي حَيَاتِكُمُ الدُّنْيَا وَاسْتَمْتَعْتُم بِهَا فَالْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنتُمْ تَفْسُقُونَ ﴿٢٠﴾

46/AHKÂF SURESİ-20. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve yevme yu’radullezîne keferû alân nâr(nâri), ezhebtum tayyibâtikum fî hayâtikumud dunyâ vestemta’tum bihâ fel yevme tuczevne azâbel hûni bi mâ kuntum testekbirûne fîl ardı bi gayril hakkı ve bi mâ kuntum tefsukûn(tefsukûne).

İnkâr edenler, getirilip ateşe sunulacakları gün, kendilerine; «En güzel, en iyi şeylerinizi Dünya hayatında harcayıp tükettiniz ; onlarla yararlanıp keyif sürdünüz. Artık bugün yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladığınıza ve dinî kuralları aşıp ahlâk dışı davranışlarda bulunduğunuza karşılık horlayıcı, aşağılayıcı azâb ile cezalanacaksınız.

وَاذْكُرْ أَخَا عَادٍ إِذْ أَنذَرَ قَوْمَهُ بِالْأَحْقَافِ وَقَدْ خَلَتْ النُّذُرُ مِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ ﴿٢١﴾

46/AHKÂF SURESİ-21. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vezkur ehâ âd(âdin), iz enzere kavmehu bil ahkâfi ve kad haletin nuzuru min beyni yedeyhi ve min halfihî ellâ ta’budû illâllâh(illâllâhe), innî ehâfu aleykum azâbe yevmin azîm(azîmin).

Âd'ın kardeşini (Hûd Peygamberi) an. Hani o Ahkaf'da milletini uyarmıştı. Gerçekten ondan önce de sonra da birçok uyarıcılar gelip geçmiştir. O, «Ancak Allah'a kulluk edip tapın. Şüphesiz ki size karşı büyük bir günün azabından korkarım» demişti.

قَالُوا أَجِئْتَنَا لِتَأْفِكَنَا عَنْ آلِهَتِنَا فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَا إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ ﴿٢٢﴾

46/AHKÂF SURESİ-22. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâlû e ci’tenâ li te’fikenâ an âlihetinâ, fe’tinâ bi mâ teıdunâ in kunte mines sâdikîn(sâdikîne).

Onlar da, «sen bizi tanrılarımızdan döndürmek için mi geldin ? Eğer doğrulardan isen, tehdîd edip durduğun azabı getir» dediler.

قَالَ إِنَّمَا الْعِلْمُ عِندَ اللَّهِ وَأُبَلِّغُكُم مَّا أُرْسِلْتُ بِهِ وَلَكِنِّي أَرَاكُمْ قَوْمًا تَجْهَلُونَ ﴿٢٣﴾

46/AHKÂF SURESİ-23. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle innemâl ilmu indallâhi ve ubelligukum mâ ursiltu bihî ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne).

O, «buna ait bilgi ancak Allah'ın yanındadır; ben, sadece benimle gönderilen şeyi size tebliğ ediyorum. Ne var ki, sizi cahillik edip duran bir millet olarak görüyorum,» dedi.

فَلَمَّا رَأَوْهُ عَارِضًا مُّسْتَقْبِلَ أَوْدِيَتِهِمْ قَالُوا هَذَا عَارِضٌ مُّمْطِرُنَا بَلْ هُوَ مَا اسْتَعْجَلْتُم بِهِ رِيحٌ فِيهَا عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿٢٤﴾

46/AHKÂF SURESİ-24. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe lemmâ raevhu âridan mustakbile evdiyetihim kâlû hâzâ âridun mumtırunâ, bel huve mâsta’celtum bihî, rîhun fîhâ azâbun elîm(elîmun).

Onlar, vadilerine doğru enine yayılıp gelen bir bulut görünce, «bu bize yağmur yağdıracak bir buluttur,» dediler. O, «hayır, o sizin acele istediğiniz şeydir; içinde elem verici azabı taşıyan bir rüzgârdır;

تُدَمِّرُ كُلَّ شَيْءٍ بِأَمْرِ رَبِّهَا فَأَصْبَحُوا لَا يُرَى إِلَّا مَسَاكِنُهُمْ كَذَلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِمِينَ ﴿٢٥﴾

46/AHKÂF SURESİ-25. AYET (Meâlleri Kıyasla): Tudemmiru kulle şey’in bi emri rabbihâ fe asbehû lâ yurâ illâ mesâkinuhum kezâlike neczîl kavmel mucrimîn(mucrimîne).

Rabbımın emriyle her şeyi yıkıp yerle bir eder,» dedi. Çok geçmeden meskenlerinin (kalıntılarından) başka bir şey görünmez oldu. İşte biz, suçlu günahkâr milletleri böyle cezalandırırız.

وَلَقَدْ مَكَّنَّاهُمْ فِيمَا إِن مَّكَّنَّاكُمْ فِيهِ وَجَعَلْنَا لَهُمْ سَمْعًا وَأَبْصَارًا وَأَفْئِدَةً فَمَا أَغْنَى عَنْهُمْ سَمْعُهُمْ وَلَا أَبْصَارُهُمْ وَلَا أَفْئِدَتُهُم مِّن شَيْءٍ إِذْ كَانُوا يَجْحَدُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِؤُون ﴿٢٦﴾

46/AHKÂF SURESİ-26. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lekad mekkennâ hum fî mâ in mekkennâkum fîhi ve cealnâ lehum sem’an ve ebsâran ve ef’ideten fe mâ agnâ anhum sem’uhum ve lâ ebsâruhum ve lâ ef’idetuhum min şey’in iz kânû yechadûne bi âyâtillâhi ve hâka bihim mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).

And olsun ki, biz onları, sizi yerleştirmediğimiz yerlere yerleştirmiş, kendilerine kulaklar, gözler, gönüller vermiştik; fakat ne kulakları, ne gözleri, ne de gönülleri onlara bir yarar sağlamadı. Çünkü Allah'ın âyetlerini bile bile inâdla inkâr ediyorlardı. Alaya alıp eğlendikleri şeyler onları kuşattı.

وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا مَا حَوْلَكُم مِّنَ الْقُرَى وَصَرَّفْنَا الْآيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿٢٧﴾

46/AHKÂF SURESİ-27. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lekad ehleknâ mâ havlekum minel kurâ ve sarrafnâl âyâti leallehum yerciûn(yerciûne).

And olsun ki, çevrenizdeki kasabalardan birçoğunu yok ettik; dönerler diye âyetleri bir bir açıkladık.

فَلَوْلَا نَصَرَهُمُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ قُرْبَانًا آلِهَةً بَلْ ضَلُّوا عَنْهُمْ وَذَلِكَ إِفْكُهُمْ وَمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ ﴿٢٨﴾

46/AHKÂF SURESİ-28. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe lev lâ nasara humullezînettehâzu min dûnillâhi kurbânen âliheten, bel dallû anhum, ve zâlike ifkuhum ve mâ kânû yefterûn(yefterûne).

Allah'ı bırakıp da Allah'a yaklaşmak için edindikleri tanrılar onlara yardım etselerdi ya.. Hayır, bilâkis ortadan kaybolup uzaklaşırlar. Ve işte bu onların yalanlarıdır ve uydurup durdukları şeylerdir.

وَإِذْ صَرَفْنَا إِلَيْكَ نَفَرًا مِّنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْآنَ فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُوا أَنصِتُوا فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا إِلَى قَوْمِهِم مُّنذِرِينَ ﴿٢٩﴾

46/AHKÂF SURESİ-29. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve iz sarafnâ ileyke neferen minel cinni yestemiûnel kur’âne, fe lemmâ hadarûhu kâlû ensıtû, fe lemmâ kudıye vellev ilâ kavmihim munzirîn(munzirîne).

Hani bir vakit cinlerden birkaç tanesini Kur'ân dinlemek üzere sana çevirip göndermiştik. O'nu dinlemeye hazır duruma gelince, birbirlerine, «susun dinleyin I» dediler. Dinleme işi yerine gelip sona erince birer uyarıcılar olarak kendi topluluklarına dönüp gittiler.

قَالُوا يَا قَوْمَنَا إِنَّا سَمِعْنَا كِتَابًا أُنزِلَ مِن بَعْدِ مُوسَى مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ يَهْدِي إِلَى الْحَقِّ وَإِلَى طَرِيقٍ مُّسْتَقِيمٍ ﴿٣٠﴾

46/AHKÂF SURESİ-30. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâlû yâ kavmenâ innâ semî’nâ kitâben unzile min ba’di mûsâ musaddikan li mâ beyne yedeyhi yehdî ilâl hakkı ve ilâ tarîkın mustakîm(mustakîmin).

Ey kavmimiz! dediler, şüpheniz olmasın ki biz, Musa'dan sonra İndirilen, önceki kitapları doğrulayan ve hakka götüren dosdoğru yola ileten bir kitap dinledik.

يَا قَوْمَنَا أَجِيبُوا دَاعِيَ اللَّهِ وَآمِنُوا بِهِ يَغْفِرْ لَكُم مِّن ذُنُوبِكُمْ وَيُجِرْكُم مِّنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ ﴿٣١﴾

46/AHKÂF SURESİ-31. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ kavmenâ ecîbû dâiyallâhi ve âminû bihî yagfir lekum min zunûbikum ve yucirkum min azâbin elîm(elîmin).

Ey kavmimiz I Allah'ın dâvetçisine olumlu cevap verip uyun ve O'na imân edin ki Allah sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi elem verici bir azâbdan korusun.

وَمَن لَّا يُجِبْ دَاعِيَ اللَّهِ فَلَيْسَ بِمُعْجِزٍ فِي الْأَرْضِ وَلَيْسَ لَهُ مِن دُونِهِ أَولِيَاء أُوْلَئِكَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ ﴿٣٢﴾

46/AHKÂF SURESİ-32. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).

Kim Allah'ın dâvetçisine olumlu cevap vermez de O'na uymazsa (bilsin ki) o, yeryüzünde (Allah'ı) âciz bırakacak değildir ve onun için Allah'tan başka dostlar, sahip çıkanlar da yoktur. İşte onlar açık bir sapıklık içindedirler.

أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّ اللَّهَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَلَمْ يَعْيَ بِخَلْقِهِنَّ بِقَادِرٍ عَلَى أَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتَى بَلَى إِنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿٣٣﴾

46/AHKÂF SURESİ-33. AYET (Meâlleri Kıyasla): E ve lem yerav ennallâhellezî halakas semâvâti vel arda ve lem ya’ye bi halkıhinne bi kâdirin alâ en yuhyiyel mevtâ, belâ innehu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).

Görmediler mi ki, gökleri ve yeri yaratan, onları yaratmaktan yorulmayan Allah, ölüleri de diriltmeye kudreti yeter. Evet, O'nun mutlaka her şeye kudreti kâfi gelir.

وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذِينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِ أَلَيْسَ هَذَا بِالْحَقِّ قَالُوا بَلَى وَرَبِّنَا قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنتُمْ تَكْفُرُونَ ﴿٣٤﴾

46/AHKÂF SURESİ-34. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve yevme yu’radullezîne keferû alân nâr(nâri),e leyse hâzâ bil hakk(hakkı), kâlû belâ ve rabbinâ, kâle fe zûkûl azâbe bi mâ kuntum tekfurûn(tekfurûne).

İnkarcılara, ateşe sunulacakları gün, «bu hakk değil miydi ?» diye sorulur. Onlar; «Evet, Rabbimiz hakkı için (öyledir)» diye cevap verirler. Allah da : «inkâr edip durmanıza karşılık azabı tadın !» buyurur.

فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ أُوْلُوا الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ وَلَا تَسْتَعْجِل لَّهُمْ كَأَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَ مَا يُوعَدُونَ لَمْ يَلْبَثُوا إِلَّا سَاعَةً مِّن نَّهَارٍ بَلَاغٌ فَهَلْ يُهْلَكُ إِلَّا الْقَوْمُ الْفَاسِقُونَ ﴿٣٥﴾

46/AHKÂF SURESİ-35. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fasbir kemâ sabera ulûl azmi miner rusuli ve lâ testa’cil lehum, ke ennehum yevme yeravne mâ yûadûne lem yelbesû illâ sâaten min nehâr(nehârin), belâgun, fe hel yuhleku illâl kavmul fâsikûn(fâsikûne).

(Ey Peygamber!) Peygamberlerden azim (yüksek irâde ve dayanma gücü) sahiplerinin sabrettiği gibi sabret. Onlara (inecek azabı) acele etme. Onlar, va'dolunduklan şeyi görecekleri gün sanki gündüzden bir saat kadar kalmış gibi olacaklar. Bu, yeterli bir tebliğdir! Allah yolundan çıkmış suçlu günahkâr bir milletten başkası mı yok edilir ?