Medine döneminde inmiştir. 176 âyettir. Sûre, özellikle kadın haklarından, onların hukûkî ve sosyal konumlarından bahsettiği için bu adı almıştır. “Nisâ” kadınlar demektir.

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيرًا وَنِسَاء وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِي تَسَاءلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا ﴿١﴾

4/NİSÂ SURESİ-1. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ eyyuhân nâsuttekû rabbekumullezî halakakum min nefsin vâhidetin ve halaka minhâ zevcehâ ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisââ(nisâen), vettekûllâhellezî tesâelûne bihî vel erhâm(erhâme). İnnallâhe kâne aleykum rakîbâ(rakîben).

Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan ve ondan (onunla aynı tür ve mahiyetten) de eşini yaratarak, bu ikisinden pek çok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının. (“Allah hakkı için”) deyip adını anarak birbirinize karşı istekte bulunduğunuz Allah’a saygısızlık etmekten ve rahimlerin hakkını (annebaba, aile ve akraba hukukunu) ihlâlden de sakınınız (–gerek yakınlarınızla gerekse bütün insanlarla olan münasebetlerinizde takva esasları üzerinde hareket ediniz). Hiç şüphesiz Allah, üzerinizde her yaptığınızdan haberdar bir gözetleyicidir.

وَآتُواْ الْيَتَامَى أَمْوَالَهُمْ وَلاَ تَتَبَدَّلُواْ الْخَبِيثَ بِالطَّيِّبِ وَلاَ تَأْكُلُواْ أَمْوَالَهُمْ إِلَى أَمْوَالِكُمْ إِنَّهُ كَانَ حُوبًا كَبِيرًا ﴿٢﴾

4/NİSÂ SURESİ-2. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve âtûl yetâmâ emvâlehum ve lâ tetebeddelûl habîse bit tayyîb(tayyîbi), ve lâ te’kulû emvâlehum ilâ emvâlikum. İnnehu kâne hûben kebîrâ(kebîran).

Bakım ve gözetiminizde bulunan yetimlerin mallarını tastamam verin ve (hakkınız olmayan mallara tecavüz edip de,) temizi kirli ile (helâl malınızı haramla, yetimlere bakmakla kazandığınız sevabı günahla) değişmeyin. Ayrıca, onların mallarını kendi malınıza katarak yemeyin. (Anılan bu kötülüklerden) herhangi birini yapmanın getireceği vebal çok büyüktür.

وَإِنْ خِفْتُمْ أَلاَّ تُقْسِطُواْ فِي الْيَتَامَى فَانكِحُواْ مَا طَابَ لَكُم مِّنَ النِّسَاء مَثْنَى وَثُلاَثَ وَرُبَاعَ فَإِنْ خِفْتُمْ أَلاَّ تَعْدِلُواْ فَوَاحِدَةً أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ ذَلِكَ أَدْنَى أَلاَّ تَعُولُواْ ﴿٣﴾

4/NİSÂ SURESİ-3. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve in hıftum ellâ tuksitû fîl yetâmâ fenkihû mâ tâbe lekum minen nisâi mesnâ ve sulâse ve rubâa, fe in hıftum ellâ ta’dilû fe vâhideten ev mâ meleket eymânukum. Zâlike ednâ ellâ teûlû.

Himayenizdeki yetim kızlarla evlendiğinizde eğer haklarını gerektiği ölçüde gözetemeyeceğinizden korkarsanız, bu takdirde, size helâl olup da arzu ettiğiniz başka kadınlardan iki, üç veya dört tanesiyle evlenebilirsiniz. Eğer, birden fazla hanımınız olur da aralarında (nafakalarını temin ve birlikte geceleme gibi, hukuki açıdan) adalet yapamamaktan korkarsanız, bu durumda bir tanesiyle veya elinizin altında bulunan cariyelerle yetinin. Böyle davranmanız, zulme ve haksızlığa meyletmemeniz için daha uygun, daha elverişlidir.

وَآتُواْ النَّسَاء صَدُقَاتِهِنَّ نِحْلَةً فَإِن طِبْنَ لَكُمْ عَن شَيْءٍ مِّنْهُ نَفْسًا فَكُلُوهُ هَنِيئًا مَّرِيئًا ﴿٤﴾

4/NİSÂ SURESİ-4. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve âtûn nisâe sadukâtihinne nıhleh(nıhleten). Fe in tıbne lekum an şey’in minhu nefsen fe kulûhu henîen merîâ(merîan).

Evleneceğiniz kadınlara mehirlerini gönül hoşluğu ile verin. Eğer mehrin bir kısmını gönül rızası ile size bağışlarlarsa, onu içinize sine sine ve afiyetle yiyebilirsiniz.

وَلاَ تُؤْتُواْ السُّفَهَاء أَمْوَالَكُمُ الَّتِي جَعَلَ اللّهُ لَكُمْ قِيَاماً وَارْزُقُوهُمْ فِيهَا وَاكْسُوهُمْ وَقُولُواْ لَهُمْ قَوْلاً مَّعْرُوفًا ﴿٥﴾

4/NİSÂ SURESİ-5. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lâ tu’tûs sufehâe emvâlekumulletî cealallâhu lekum kıyâmen verzukûhum fîhâ veksûhum ve kûlû lehum kavlen ma’rûfâ(ma’rûfen).

Hayatınızı sürdürebilmeniz için Allah’ın bir vesile kıldığı ve gerek mülkünüz, gerekse emanet olarak ellerinizde bulunan malları aklı ermez, nereye ve nasıl harcanacağını bilmez ve israfçı kişilere vermeyiniz. Bunun yerine, o mallarla (özellikle o malları işleterek elde edeceğiniz gelirle) böylelerinin yemeiçme ihtiyaçlarını sağlayınız, onları giydiriniz ve (kendilerine karşı kaba ve kırıcı olmaktan kaçınıp), onlara güzel ve yerinde söz söyleyiniz, usulünce tavsiyelerde bulununuz.

وَابْتَلُواْ الْيَتَامَى حَتَّىَ إِذَا بَلَغُواْ النِّكَاحَ فَإِنْ آنَسْتُم مِّنْهُمْ رُشْدًا فَادْفَعُواْ إِلَيْهِمْ أَمْوَالَهُمْ وَلاَ تَأْكُلُوهَا إِسْرَافًا وَبِدَارًا أَن يَكْبَرُواْ وَمَن كَانَ غَنِيًّا فَلْيَسْتَعْفِفْ وَمَن كَانَ فَقِيرًا فَلْيَأْكُلْ بِالْمَعْرُوفِ فَإِذَا دَفَعْتُمْ إِلَيْهِمْ أَمْوَالَهُمْ فَأَشْهِدُواْ عَلَيْهِمْ وَكَفَى بِاللّهِ حَسِيبًا ﴿٦﴾

4/NİSÂ SURESİ-6. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vebtelûl yetâmâ hattâ izâ belagûn nikâh(nikâha), fe in ânestum minhum ruşden fedfeû ileyhim emvâlehum, ve lâ te’kulûhâ isrâfen ve bidâren en yekberû. Ve men kâne ganiyyen felyesta’fif, ve men kâne fakîran felye’kul bil ma’rûf(ma’rûfi). Fe izâ defa’tum ileyhim emvâlehum fe eşhidû aleyhim. Ve kefâ billâhi hasîbâ(hasîben).

Evlenme çağına ulaşıncaya kadar yetimleri gözetip deneyin. Eğer akılca olgunlaştıklarına ve sorumluluk şuuruna ulaştıklarına kanaat getirirseniz, mallarını kendilerine hemen devrediniz. O malları gereksiz yere ve büyüyünce ellerine geçecek diye aceleden harcamalarla tüketmeyiniz. Kim, kendisini (ve ailesini) geçindirecek derecede zengin ise, (himayesinde bulunan) yetimin malından almaya tenezzül etmesin. Kim de fakir ve muhtaç olursa, bu takdirde, baktığı yetim( ler)in malından meşrû dairede, emeği ve ihtiyacı ölçüsünde yararlanabilir. Mallarını kendilerine devrettiğinizde, bunu şahitlerle tesbit edin. Hesap soran ve hesap gören olarak Allah yeter.

لِّلرِّجَالِ نَصيِبٌ مِّمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالأَقْرَبُونَ وَلِلنِّسَاء نَصِيبٌ مِّمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالأَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ أَوْ كَثُرَ نَصِيبًا مَّفْرُوضًا ﴿٧﴾

4/NİSÂ SURESİ-7. AYET (Meâlleri Kıyasla): Lir ricâli nasîbun mimmâ terakel vâlidâni vel akrabûne, ve lin nisâi nasîbun mimmâ terakel vâlidâni vel akrabûne mimmâ kalle minhu ev kesur(kesura). Nasîben mefrûdâ(mefrûdan).

Annebabanın ve yakın akrabanın vefatla geride bıraktıkları mallarda erkek mirasçılar için pay vardır; annebabanın ve yakın akrabanın vefatla geride bıraktıkları mallarda –o mallar az olsun çok olsun– kadın mirasçılar için de pay vardır. Bunlar, Allah tarafından takdir edilmiş ve mirasçıya mutlaka verilmesi gereken paylardır.

وَإِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ أُوْلُواْ الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينُ فَارْزُقُوهُم مِّنْهُ وَقُولُواْ لَهُمْ قَوْلاً مَّعْرُوفًا ﴿٨﴾

4/NİSÂ SURESİ-8. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve izâ hadaral kısmete ulûl kurbâ vel yetâmâ vel mesâkînu ferzukûhum minhu ve kûlû lehum kavlen ma’rûfâ(ma’rûfen).

Miras taksim edilirken mirasçı olmayan akrabadan, yetimlerden ve yeterli geçimlikten gerçekten mahrum düşkünlerden hazır bulunanlar olursa, onlara da o mirastan bir şeyler verin ve kendilerine gönül alıcı, güzel söz söyleyin.

وَلْيَخْشَ الَّذِينَ لَوْ تَرَكُواْ مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافًا خَافُواْ عَلَيْهِمْ فَلْيَتَّقُوا اللّهَ وَلْيَقُولُواْ قَوْلاً سَدِيدًا ﴿٩﴾

4/NİSÂ SURESİ-9. AYET (Meâlleri Kıyasla): Velyahşellezîne lev terakû min halfihim zurriyeten dıâfen hâfû aleyhim, felyettekûllâhe velyekûlû kavlen sedîdâ(sedîdan).

Arkalarında eli ermez, gücü yetmez küçük çocuklar bıraktıkları takdirde onların hali nice olur diye endişe edenler, yetimlerin hukuku hususunda da öylece korkup ürpersinler. Ürpersinler de, Allah’ın (bu konudaki emirlerine karşı gelerek O’nun cezasına maruz kalmaktan) sakınsınlar ve (gerek miras paylaşımında, gerekse yetimlere muamelelerinde) sözün güzelini ve doğrusunu söylesinler.

إِنَّ الَّذِينَ يَأْكُلُونَ أَمْوَالَ الْيَتَامَى ظُلْمًا إِنَّمَا يَأْكُلُونَ فِي بُطُونِهِمْ نَارًا وَسَيَصْلَوْنَ سَعِيرًا ﴿١٠﴾

4/NİSÂ SURESİ-10. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnellezîne ye’kulûne emvâlel yetâmâ zulmen innemâ ye’kulûne fî butûnihim nârâ(nâran). Ve se yaslevne seîrâ(seîran).

Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarında ancak (niteliğini şu anda bilmedikleri çok dehşetli bir) ateş yerler. Onlar, yakın bir gelecekte, (dünyadaki ateşlerden hiçbirine benzemeyen ve şiddetinin derecesini Allah’tan başka kimsenin bilmediği) kaynar ve alevli bir Ateş’e girip kavrulacaklardır.

يُوصِيكُمُ اللّهُ فِي أَوْلاَدِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الأُنثَيَيْنِ فَإِن كُنَّ نِسَاء فَوْقَ اثْنَتَيْنِ فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَ وَإِن كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُ وَلأَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِّنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ إِن كَانَ لَهُ وَلَدٌ فَإِن لَّمْ يَكُن لَّهُ وَلَدٌ وَوَرِثَهُ أَبَوَاهُ فَلأُمِّهِ الثُّلُثُ فَإِن كَانَ لَهُ إِخْوَةٌ فَلأُمِّهِ السُّدُسُ مِن بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصِي بِهَا أَوْ دَيْنٍ آبَآؤُكُمْ وَأَبناؤُكُمْ لاَ تَدْرُونَ أَيُّهُمْ أَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعاً فَرِيضَةً مِّنَ اللّهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيما حَكِيمًا ﴿١١﴾

4/NİSÂ SURESİ-11. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yûsîkumullâhu fî evlâdikum liz zekeri mislu hazzıl unseyeyn(unseyeyni), fe in kunne nisâen fevkasneteyni fe lehunne sulusâ mâ terak(terake), ve in kânet vâhideten fe lehân nısf(nısfu). Ve li ebeveyhi li kulli vâhidin min humâs sudusu mimmâ terake in kâne lehu veled(veledun), fe in lem yekun lehu veledun ve varisehû ebevâhu fe li ummihis sulus(sulusu), fe in kâne lehû ıhvetun fe li ummihis sudusu, min ba’di vasiyyetin yûsî bihâ ev deyn(deynin). Âbâukum ve ebnâukum, lâ tedrûne eyyuhum akrabu lekum nef’â(nef’en), farîdaten minallâh(minallâhi). İnnallâhe kâne alîmen hakîmâ(hakîmen).

Allah, çocuklarınız hakkındaki miras hükümlerini size şöyle emrediyor: erkek çocuğun payı, kız çocuğunun hissesinin iki katıdır; eğer (mirasçı olarak erkek çocuk yok da, sadece) iki ve daha fazla kız çocuk varsa, terikenin üçte ikisi onlarındır; eğer tek bir kız çocuğu varsa, bu durumda o, (terikenin) yarısını alır. Vefat edenin çocuğu var, (annebabası da geriye kalmışsa), annebabanın her birine altıda bir pay verilir. Vefat edenin çocuğu yok da, kendisine sadece annebabası vâris oluyorsa, bu defa anne için üçte bir hisse vardır. Vefat edenin (çocuğu yok,) annesiyle birlikte, (kız kardeşi olsun olmasın) iki veya daha fazla erkek kardeşi varsa, bu durumda altıda bir anne alır: mirasla ilgili bütün bu işlemler, vefat edenin yaptığı (Şer’an geçerli) vasiyetin ifasından ve varsa bıraktığı borcun muhakkak ödenmesinden sonra uygulanır (–önce borç ödenir, sonra vasiyet yerine getirilir, sonra da miras taksim edilir). Annebabanız ve çocuklarınız: faydaları itibariyle hangisinin size daha yakın olduğunu siz bilemezsiniz. Bu bakımdan, bütün bu taksimat, Allah’ın takdir buyurup yerine getirilmelerini kesinlikle farz kıldığı hükümlerdir. Şüphesiz ki Allah, her şeyi hakkıyla bilendir; her yaptığında çok önemli hikmetler bulunandır.

وَلَكُمْ نِصْفُ مَا تَرَكَ أَزْوَاجُكُمْ إِن لَّمْ يَكُن لَّهُنَّ وَلَدٌ فَإِن كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ فَلَكُمُ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْنَ مِن بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصِينَ بِهَا أَوْ دَيْنٍ وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ إِن لَّمْ يَكُن لَّكُمْ وَلَدٌ فَإِن كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُم مِّن بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَا أَوْ دَيْنٍ وَإِن كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلاَلَةً أَو امْرَأَةٌ وَلَهُ أَخٌ أَوْ أُخْتٌ فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِّنْهُمَا السُّدُسُ فَإِن كَانُوَاْ أَكْثَرَ مِن ذَلِكَ فَهُمْ شُرَكَاء فِي الثُّلُثِ مِن بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصَى بِهَآ أَوْ دَيْنٍ غَيْرَ مُضَآرٍّ وَصِيَّةً مِّنَ اللّهِ وَاللّهُ عَلِيمٌ حَلِيمٌ ﴿١٢﴾

4/NİSÂ SURESİ-12. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lekum nısfu mâ terake ezvâcukum in lem yekun lehunne veled(veledun), fe in kâne lehunne veledun fe lekumur rubuu mimmâ terakne min ba’di vasıyyetin yûsîne bihâ ev deyn(deynin). Ve lehunner rubuu mimmâ teraktum in lem yekun lekum veled(veledun), fe in kâne lekum veledun fe lehunnes sumunu mimmâ teraktum min ba’di vasıyyetin tûsûne bihâ ev deyn(deynin). Ve in kâne raculun yûrasu kelâleten ev imraetun ve lehû ahun ev uhtun fe li kulli vâhidin min humâs sudus(sudusu), fe in kânû eksera min zâlike fe hum şurakâu fîs sulusi min ba’di vasiyyetin yûsâ bihâ ev deynin gayra mudârr(mudârrin), vasıyyeten minallâh(minallâhi). Vallâhu alîmun halîm(halîmun).

Vefat eden eşlerinizin bıraktıkları malın, eğer çocukları yoksa, yarısı siz (kocalarındır); çocukları varsa, bu takdirde dörtte biri sizindir: fakat bu, vasiyetlerinin ifasından ve varsa borçlarının ödenmesinden sonradır. Sizin bıraktığınız terikenin ise, eğer çocuğunuz yoksa, dörtte biri, eğer çocuğunuz varsa bu durumda sekizde biri onlarındır: yine bu da, vasiyetinizin yerine getirilmesi ve varsa borcunuzun ödenmesinden sonradır. Eğer vefat eden erkek veya kadın, geriye çocuk(lar) veya annebaba bırakmayıp, sadece (aynı anneden) bir erkek veya bir kız kardeşi bulunursa, bu durumda, geriye kalan kardeşe altıda bir hisse verilir. Şayet bu (anne bir kardeşler) daha fazla sayıda olursa, bu takdirde üçte bir hisseye ortak olurlar. Bu hüküm de, yapılan vasiyet ve varsa borcun ifasından sonrası içindir: vasiyetin yerine getirilip borcun ödenmesinde, (malın üçte birden fazlasını vasiyet etmek, vefat edenin borcu olmadığı halde borç iddia etmek veya borcu fazla göstermek gibi yollarla) mirasçılar zarara uğratılmamalıdır. Bütün bu miras hükümleri, Allah’ın birer emridir. Allah, (herkesin neyi, nasıl ve niçin yaptığını) hakkıyla bilendir; kullarının hataları karşısında çok sabırlı, çok müsamahalıdır.

تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ ﴿١٣﴾

4/NİSÂ SURESİ-13. AYET (Meâlleri Kıyasla): Tilke hudûdullâh(hudûdullâhi). Ve men yutııllâhe ve resûlehu yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ. Ve zâlikel fevzul azîm(azîmu).

Bütün bunlar, Allah’ın çizmiş olduğu sınırlardır. Kim, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat eder (ve bu sınırlar içinde kalırsa), Allah onu içlerinde sonsuzca kalmak üzere, (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetlere koyar. İşte budur çok büyük kazanç, çok büyük başarı.

وَمَن يَعْصِ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا فِيهَا وَلَهُ عَذَابٌ مُّهِينٌ ﴿١٤﴾

4/NİSÂ SURESİ-14. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men ya’sıllâhe ve resûlehu ve yeteadde hudûdehu yudhılhu nâran hâliden fîhâ.Ve lehu azâbun muhîn(muhînun).

Buna karşılık, kim de Allah’a ve Rasûlü’ne isyan eder ve O’nun (koymuş olduğu) sınırları aşarsa, Allah da onu, içinde sonsuzca kalmak üzere (çok korkunç bir) Ateş’e koyar. Onun hakkı, alçaltıcı bir azaptır.

وَاللاَّتِي يَأْتِينَ الْفَاحِشَةَ مِن نِّسَآئِكُمْ فَاسْتَشْهِدُواْ عَلَيْهِنَّ أَرْبَعةً مِّنكُمْ فَإِن شَهِدُواْ فَأَمْسِكُوهُنَّ فِي الْبُيُوتِ حَتَّىَ يَتَوَفَّاهُنَّ الْمَوْتُ أَوْ يَجْعَلَ اللّهُ لَهُنَّ سَبِيلاً ﴿١٥﴾

4/NİSÂ SURESİ-15. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellâtî ye’tînel fâhişete min nisâikum festeşhidû aleyhinne erbaaten minkum, fe in şehidû fe emsikûhunne fîl buyûti hattâ yeteveffâhunnel mevtu ev yec’alallâhu lehunne sebîlâ(sebîlen).

Kadınlarınızdan çirkin bir fiilde (zina) bulunanlarla ilgili olarak, (hadisenin üzerinden şehirlerde bir ayı, köylerde azamî altı ayı geçmemek üzere), içinizden dört erkek şahidin (hadiseyi bizzat gördüğüne dair) şahitlikte bulunması gerekir. Eğer dört kişi şahitlik ederse, bu takdirde ölüm kendilerini alıp götürünceye veya Allah haklarında bir yol tayin buyuruncaya kadar onları evlerde tutun.

وَاللَّذَانَ يَأْتِيَانِهَا مِنكُمْ فَآذُوهُمَا فَإِن تَابَا وَأَصْلَحَا فَأَعْرِضُواْ عَنْهُمَا إِنَّ اللّهَ كَانَ تَوَّابًا رَّحِيمًا ﴿١٦﴾

4/NİSÂ SURESİ-16. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezâni ye’tiyânihâ minkum fe âzûhumâ, fe in tâbâ ve aslehâ fe a’rıdû anhumâ. İnnallâhe kâne tevvâben rahîmâ(rahîmen).

İçinizde eğer bir çift o çirkin fiili işlemiş olursa, onlara kınama, azarlama, dövme tarzında ceza verin. Bununla birlikte, tam bir pişmanlıkla yaptıklarından vazgeçer ve artık hallerini ıslah ederlerse, bu takdirde onları daha fazla cezalandırmaktan vazgeçin. Şüphesiz Allah, kullarına tevbe nasip eden ve onların tevbesini fazlasıyla kabul buyurandır; inanmış ve Kendisi’ne yönelmiş kullarına hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.

إِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّهِ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السُّوَءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِن قَرِيبٍ فَأُوْلَئِكَ يَتُوبُ اللّهُ عَلَيْهِمْ وَكَانَ اللّهُ عَلِيماً حَكِيماً ﴿١٧﴾

4/NİSÂ SURESİ-17. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnemât tevbetu alâllâhi lillezîne ya’melûnes sûe bi cehâletin summe yetûbûne min karîbin fe ulâike yetûbullâhu aleyhim. Ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).

Allah’ın kabulünü va’d buyurduğu tevbe, kötülüğü bir an nefsine (öfkesine, şehvetine) mağlûp olarak veya yaptığının günah olduğunu henüz bilmeden işleyip, sonra da çabucak (veya yaptığının günah olduğunu öğrenir öğrenmez) hemen vazgeçerek Allah’a yönelenlerin tevbesidir. İşte tevbelerini Allah’ın kabul buyuracağı kimseler bunlardır. Allah, herkesin (niyetini, neyi niçin yaptığını) hakkıyla bilendir; tam hüküm ve hikmet sahibidir.

وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ حَتَّى إِذَا حَضَرَ أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ إِنِّي تُبْتُ الآنَ وَلاَ الَّذِينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌ أُوْلَئِكَ أَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا ﴿١٨﴾

4/NİSÂ SURESİ-18. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve leysetit tevbetu lillezîne ya’melûnes seyyiât(seyyiâti), hattâ izâ hadara ehadehumul mevtu kâle innî tubtul âne ve lâllezîne yemûtûne ve hum kuffâr(kuffârun). Ulâike a’tednâ lehum azâben elîmâ(elîmen).

Yoksa makbul tevbe, (hayatları boyu) kötülükleri işleyip de onlardan birine tam da ölüm gelip çattığında, “Artık ben tevbe ettim!” diyenlerin tevbesi olmadığı gibi, küfür içinde bir hayat geçirip, (ölüm anında tevbeye yeltenen, ama o andaki tevbe makbul olmadığı için) kâfir olarak ölüp gidenlerin tevbesi de değildir. Evet, böyleleri için çok acı bir azap hazırladık.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ يَحِلُّ لَكُمْ أَن تَرِثُواْ النِّسَاء كَرْهًا وَلاَ تَعْضُلُوهُنَّ لِتَذْهَبُواْ بِبَعْضِ مَا آتَيْتُمُوهُنَّ إِلاَّ أَن يَأْتِينَ بِفَاحِشَةٍ مُّبَيِّنَةٍ وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ فَإِن كَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئًا وَيَجْعَلَ اللّهُ فِيهِ خَيْرًا كَثِيرًا ﴿١٩﴾

4/NİSÂ SURESİ-19. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ yahıllu lekum en terisûn nisâe kerhâ(kerhen). Ve lâ ta’dulûhunne li tezhebû bi ba’dı mâ âteytumûhunne illâ en ye’tîne bi fâhışetin mubeyyineh(mubeyyinetin), ve âşirûhunne bil ma’rûf(ma’rûfi), fe in kerihtumûhunne fe asâ en tekrahû şey’en ve yec’alallâhu fîhi hayran kesîrâ(kesîran).

Ey iman edenler! (Yakınlarınızdan vefat edenlerin) eşlerini, (sanki miras malmışlar gibi) zorla sahiplenip, (kendilerine mehir ödemeden nikâhlamanız veya mehirlerini alarak başkalarıyla evlenmeye zorlamanız) helâl olmaz; zina gibi aranızı bütün bütün açacak bir suç işlemedikleri takdirde, kendi eşlerinizi de onlara verdiğiniz mehrin bir kısmını geri almak için sıkıştırmanız (ve boşanmaya zorlamanız) da helâl değildir. Eşlerinizle güzelce ve iyi geçinin. (Başlangıçta ve bazı yönleriyle) onlardan hoşlanmayabilirsiniz; fakat bir şey sizin hoşunuza gitmez de, bakarsınız Allah onda pek çok hayırlar takdir etmiştir.

وَإِنْ أَرَدتُّمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَّكَانَ زَوْجٍ وَآتَيْتُمْ إِحْدَاهُنَّ قِنطَارًا فَلاَ تَأْخُذُواْ مِنْهُ شَيْئًا أَتَأْخُذُونَهُ بُهْتَاناً وَإِثْماً مُّبِيناً ﴿٢٠﴾

4/NİSÂ SURESİ-20. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve in eradtumustibdâle zevcin mekâne zevcin, ve âteytum ihdâhunne kıntâren fe lâ te’huzû minhu şey’â(şey’en). E te’huzûnehu buhtânen ve ismen mubînâ(mubînen).

(Her şeye rağmen), bir eşinizden ayrılıp da yerine başka bir eşle evlenmek isterseniz, ayrıldığınız hanıma yük yük mehir vermiş de olsanız içinden en küçük bir şey almayın. Yoksa onu almayı mümkün kılacak (bir boşanma yoluna başvurup) iftirada bulunacak ve göz göre göre çok büyük bir günaha mı gireceksiniz?

وَكَيْفَ تَأْخُذُونَهُ وَقَدْ أَفْضَى بَعْضُكُمْ إِلَى بَعْضٍ وَأَخَذْنَ مِنكُم مِّيثَاقًا غَلِيظًا ﴿٢١﴾

4/NİSÂ SURESİ-21. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve keyfe te’huzûnehu ve kad efdâ ba’dukum ilâ ba’dın ve ehazne minkum mîsâkan galîzâ(galîzan).

Hem nasıl alabilirsiniz ki, birbirinize karılıp katıldınız; aynı yastığa baş koydunuz ve (eşleriniz) sizden haklarını gözetme konusunda sağlam bir teminat da almışlardı!?

وَلاَ تَنكِحُواْ مَا نَكَحَ آبَاؤُكُم مِّنَ النِّسَاء إِلاَّ مَا قَدْ سَلَفَ إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَمَقْتًا وَسَاء سَبِيلاً ﴿٢٢﴾

4/NİSÂ SURESİ-22. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lâ tenkihû mâ nekaha âbâukum minen nisâi, illâ mâ kad selef(selefe). İnnehu kâne fâhışeten ve maktâ(maktan). Ve sâe sebîlâ(sebîlen).

Daha önce olup bitenler(in hukukî neticelerinin sabit bulunması ve onlardan dolayı artık üzerinizde vebal olmaması) bir tarafa, bundan böyle babalarınızın (ve dedelerinizin) nikâhladığı (ve onlardan geriye kalan) kadınları nikâhınıza almayın; (nikâhlı bulunduklarınızdan da ayrılın). Hiç şüphe yok ki bu, Allah’ın gazabına sebep olan büyük bir hayasızlıktır. Ve ne iğrenç bir yoldur o!

حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ أُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ وَأَخَوَاتُكُمْ وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالاَتُكُمْ وَبَنَاتُ الأَخِ وَبَنَاتُ الأُخْتِ وَأُمَّهَاتُكُمُ اللاَّتِي أَرْضَعْنَكُمْ وَأَخَوَاتُكُم مِّنَ الرَّضَاعَةِ وَأُمَّهَاتُ نِسَآئِكُمْ وَرَبَائِبُكُمُ اللاَّتِي فِي حُجُورِكُم مِّن نِّسَآئِكُمُ اللاَّتِي دَخَلْتُم بِهِنَّ فَإِن لَّمْ تَكُونُواْ دَخَلْتُم بِهِنَّ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ وَحَلاَئِلُ أَبْنَائِكُمُ الَّذِينَ مِنْ أَصْلاَبِكُمْ وَأَن تَجْمَعُواْ بَيْنَ الأُخْتَيْنِ إَلاَّ مَا قَدْ سَلَفَ إِنَّ اللّهَ كَانَ غَفُورًا رَّحِيمًا ﴿٢٣﴾

4/NİSÂ SURESİ-23. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hurrimet aleykum ummehâtukum ve benâtukum ve ehavâtukum ve ammâtukum ve halâtukum ve benâtul ahi ve benâtul uhti ve ummehâtukumullâtî erdâ’nekum ve ehavâtukum miner radâati ve ummehâtu nisâikum ve rabâibukumullâtî fî hucûrikum min nisâikumullâtî dehaltum bihinn(bihinne), fe in lem tekûnû dehaltum bihinne fe lâ cunâha aleykum, ve halâilu ebnâikumullezîne min aslâbikum, ve en tecmeû beynel uhteyni illâ mâ kad selef(selefe). İnnallâhe kâne gafûran rahîmâ(rahîmen).

(Ey mü’min erkekler! Şunlarla nikâhlanmanız) size haram kılınmıştır: (Öz veya üvey) anneleriniz, kızlarınız (ve torunlarınız), (öz veya üvey) kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşlerinizin kızları, kız kardeşlerinizin kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz (–aranızda haramlığa sebep olan kan yakınlığı mukabili süt yakınlığı bulunanlar), kayınvalideleriniz ve kendileriyle gerdeğe girdiğiniz eşlerinizden olup da yanınızda kalan (veya kalmayan) üvey kızlarınız –kendileriyle gerdeğe girmeyerek evlilik tamamlanmadan ayrıldığınız eşlerinizin kızlarını nikâhlamanızda ise beis yoktur. Keza, öz oğullarınızın eşleri ile evlenmeniz ve iki kız kardeşi (ve hala veya teyze ile yeğenini) nikâhınız altında birleştirmeniz de haram kılındı. Ancak daha önce geçen geçmiştir. Çünkü Allah, kullarının günahlarını çok bağışlayandır; bilhassa mü’min kullarına karşı hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.

وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ النِّسَاء إِلاَّ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ كِتَابَ اللّهِ عَلَيْكُمْ وَأُحِلَّ لَكُم مَّا وَرَاء ذَلِكُمْ أَن تَبْتَغُواْ بِأَمْوَالِكُم مُّحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ فَمَا اسْتَمْتَعْتُم بِهِ مِنْهُنَّ فَآتُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ فَرِيضَةً وَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فِيمَا تَرَاضَيْتُم بِهِ مِن بَعْدِ الْفَرِيضَةِ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيمًا حَكِيمًا ﴿٢٤﴾

4/NİSÂ SURESİ-24. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vel muhsanâtu minen nisâi illâ mâ meleket eymânukum, kitâballâhi aleykum, ve uhille lekum mâ varâe zâlikum en tebtegû bi emvâlikum muhsinîne gayra musâfihîn(musâfihîne). Fe mâstemta’tum bihî minhunne fe âtûhunne ucûrehunne farîdah(farîdaten). Ve lâ cunâha aleykum fîmâ terâdaytum bihî min ba’dil farîdah(farîdati). İnnallâhe kâne alîmen hakîmâ(hakîmen).

Harp esiri olarak elinizin altında bulunan ve kocalarıyla münasebetleri fiilen kopmuş olan cariyeler müstesna, başkalarının nikâhı altındaki kadınlarla evlenmeniz de haramdır. Bütün bunlar, sizin için Allah’ın takdir buyurduğu ve mutlaka uymanız gereken hükümlerdir. Bu sayılanlardan başkalarını, iffet ve meşruiyet çerçevesinde, zina gibi sefahat yollarına sapmadan, evliliğin hikmet ve sorumluluklarına uygun bir hayat sürmek üzere ve mehirlerini vererek nikâhlamanız helâldır. Bu şartlar altında onlardan hangisiyle bir arada bulunup beraberliklerinden yararlanmak istiyorsanız (ve yararlandı iseniz), üzerinizde bir borç olarak belirlenmiş olan mehirlerini ödeyin. Fakat mehri belirledikten sonra üzerinde karşılıklı rıza ile anlaştığınız bir ödeme şekli veya miktarı konusunda sizin için herhangi bir vebal söz konusu değildir. Şüphesiz Allah, (her neyi ve her ne maksatla yaparsanız onu) hakkıyla bilendir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.

وَمَن لَّمْ يَسْتَطِعْ مِنكُمْ طَوْلاً أَن يَنكِحَ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ فَمِن مِّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُم مِّن فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَاتِ وَاللّهُ أَعْلَمُ بِإِيمَانِكُمْ بَعْضُكُم مِّن بَعْضٍ فَانكِحُوهُنَّ بِإِذْنِ أَهْلِهِنَّ وَآتُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ مُحْصَنَاتٍ غَيْرَ مُسَافِحَاتٍ وَلاَ مُتَّخِذَاتِ أَخْدَانٍ فَإِذَا أُحْصِنَّ فَإِنْ أَتَيْنَ بِفَاحِشَةٍ فَعَلَيْهِنَّ نِصْفُ مَا عَلَى الْمُحْصَنَاتِ مِنَ الْعَذَابِ ذَلِكَ لِمَنْ خَشِيَ الْعَنَتَ مِنْكُمْ وَأَن تَصْبِرُواْ خَيْرٌ لَّكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿٢٥﴾

4/NİSÂ SURESİ-25. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men lem yestetı’ minkum tavlen en yenkıhal muhsanâtil mu’minâti fe min mâ meleket eymânukum min feteyâtikumul mu’minât(mu’minâti). Vallâhu a’lemu bi îmânikum. Ba’dukum min ba’d(ba’dın), fenkihûhunne bi izni ehlihinne ve âtûhunne ucûrehunne bil ma’rûfi muhsanâtin gayra musâfihâtin ve lâ muttehızâti ahdân(ahdânin), fe izâ uhsinne fe in eteyne bi fâhışetin fe aleyhinne nısfu mâ alâl muhsanâti minel azâb(azâbi). Zâlike li men haşiyel anete minkum. Ve en tasbirû hayrun lekum. Vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).

İçinizde hür mü’min kadınlarla evlenecek servet ve imkânı bulunmayanlar, ellerinizin altında bulunan mü’min cariyelerle evlenebilirler. (Böyle mü’min cariyelerle evlenmeyi bir zül saymayın. Evlenmeyip zina gibi haram yollara yönelmek, asıl zillettir. Zaten) Allah da sizi imanlarınızla değerlendirir ve her birinizin imanının keyfiyet ve derecesini çok iyi bilmektedir. (Hür olsun cariye olsun,) hepiniz aynı kökten birer insan (ve mü’minler olarak da) aynı Din’in, aynı toplumun mensuplarısınız. Öyleyse o cariyeleri, zinaya, fuhşa sapmadan ve gizli dost da edinmeden iffet ve namuslarını koruyan, evliliğin hikmet ve sorumluluklarını bilen kadınlar olarak sahiplerinin izniyle nikâhlayın ve mehirlerini de güzellikle ve Din’in, örfün ilgili kaidelerini nazara alarak verin. Bu şekilde evlenip iffetleri de korumaya alındıktan sonra eğer zina gibi çirkin bir fiil irtikap edecek olurlarsa, bu takdirde onlara uygulanacak ceza, (bekâr) hür kadınlara uygulananın yarısıdır. Cariyelerle evlenme (emri), içinizden kötü yola sapmaktan korkanlar içindir. Bu konuda önü alınamaz bir endişeniz yok da, eğer sabrederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Allah, günahları, hataları çok bağışlayandır; (bilhassa mü’min ve haşyet sahibi kullarına karşı) hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.

يُرِيدُ اللّهُ لِيُبَيِّنَ لَكُمْ وَيَهْدِيَكُمْ سُنَنَ الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ وَيَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ ﴿٢٦﴾

4/NİSÂ SURESİ-26. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yurîdullâhu li yubeyyine lekum ve yehdîyekum sunenellezîne min kablikum ve yetûbe aleykum. Vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).

Allah, (haramları ve helâlleri, doğruları ve yanlışları) size bu şekilde apaçık bildirerek yolunuzu aydınlatmak, sizi daha önce geçen (Salih ümmetlerin gerçek kurtuluş ve mutluluk) yollarına iletmek ve sizi günahlardan, yanlış yollara gitmekten alıkoyup affına, rahmetine ve her bakımdan hakka yöneltmek diliyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.

وَاللّهُ يُرِيدُ أَن يَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَيُرِيدُ الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ أَن تَمِيلُواْ مَيْلاً عَظِيمًا ﴿٢٧﴾

4/NİSÂ SURESİ-27. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vallâhu yurîdu en yetûbe aleykum ve yurîdullezîne yettebiûneş şehevâti en temîlû meylen azîmâ(azîmen).

Allah, (haramları ve helâlleri size açıklayarak) sizi günahlardan, yanlış yollara gitmekten alıkoyup affına, rahmetine ve her bakımdan hakka yöneltmek diliyor; buna karşılık, (karşı cinse, çocuklara, mal, para, makam, şöhret, ekin gibi her türlü dünyalığa ve kazanca karşı besledikleri) aşırı tutkuların peşinde gidip keyiflerine tâbi olanlar ise, sizin büsbütün yoldan çıkıp uçurumlara sürüklenmeniz dileğindedirler.

يُرِيدُ اللّهُ أَن يُخَفِّفَ عَنكُمْ وَخُلِقَ الإِنسَانُ ضَعِيفًا ﴿٢٨﴾

4/NİSÂ SURESİ-28. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yurîdullâhu en yuhaffife ankum, ve hulikal insânu daîfâ(daîfen).

Allah, yükünüzü hafifletmek (Din’i ve hayatı sizin için yaşanılır kılmak) diliyor. Çünkü insan, yaratılışça zayıftır ve zaafları olan bir varlıktır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَأْكُلُواْ أَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ إِلاَّ أَن تَكُونَ تِجَارَةً عَن تَرَاضٍ مِّنكُمْ وَلاَ تَقْتُلُواْ أَنفُسَكُمْ إِنَّ اللّهَ كَانَ بِكُمْ رَحِيمًا ﴿٢٩﴾

4/NİSÂ SURESİ-29. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ te’kulû emvâlekum beynekum bil bâtılı, illâ en tekûne ticâraten an terâdın minkum, ve lâ taktulû enfusekum. İnnallâhe kâne bikum rahîmâ(rahîmen).

Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda, ticaret gibi karşılıklı rızaya ve anlaşmaya dayanan meşrû bir yolla olması dışında (hırsızlık, gasp, yolsuzluk, hıyanet, faiz, kumar gibi ve benzeri) bâtıl yollarla yemeyin ve (meşrû dairede kazanmayı bırakıp, sözde zühd adına nefsinizi aşırı sıkıntıya sokarak ve toplumunuzu yoksulluğa iterek, ayrıca bâtıl yollarla hem kendinizi, hem toplumunuzu helâke sürükleyerek) ölümünüze sebep olmayın. Unutmayın ki Allah, (bilhassa mü’minler olmanız hasebiyle) size karşı çok merhametlidir.

وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ عُدْوَانًا وَظُلْمًا فَسَوْفَ نُصْلِيهِ نَارًا وَكَانَ ذَلِكَ عَلَى اللّهِ يَسِيرًا ﴿٣٠﴾

4/NİSÂ SURESİ-30. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men yef’al zâlike udvânen ve zulmen fe sevfe nuslîhi nârâ(nâran). Ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîran).

Buna rağmen her kim, (bilmeyerek, hataen veya unutarak değil de,) herhangi bir tür düşmanlık, (Allah’ın koyduğu) sınırları bile bile aşma ve hem başkalarına, hem de kendisine haksızlıkta bulunma manâsında ve ölçüsünde bu yasakları işlerse, o zaman Biz onu yanıp kavrulmak üzere (burada niteliğini bilmeniz mümkün olmayan) bir Ateş’e koyarız. Allah için çok kolaydır bu.

إِن تَجْتَنِبُواْ كَبَآئِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ نُكَفِّرْ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَنُدْخِلْكُم مُّدْخَلاً كَرِيمًا ﴿٣١﴾

4/NİSÂ SURESİ-31. AYET (Meâlleri Kıyasla): İn tectenibû kebâira mâ tunhevne anhu nukeffir ankum seyyiâtikum ve nudhılkum mudhalen kerîmâ(kerîmen).

Eğer siz yasaklanan günahların büyüklerinden kaçınırsanız, diğer günahlarınızı Biz örtüp affederiz ve sizi, nerede bulunursanız bulunun, saygı ve ikram göreceğiniz bir mevkie çıkarır ve neticede de pek hoş, çok değerli ve ikramı pek bol bir yere yerleştiririz.

وَلاَ تَتَمَنَّوْاْ مَا فَضَّلَ اللّهُ بِهِ بَعْضَكُمْ عَلَى بَعْضٍ لِّلرِّجَالِ نَصِيبٌ مِّمَّا اكْتَسَبُواْ وَلِلنِّسَاء نَصِيبٌ مِّمَّا اكْتَسَبْنَ وَاسْأَلُواْ اللّهَ مِن فَضْلِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا ﴿٣٢﴾

4/NİSÂ SURESİ-32. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lâ tetemennev mâ faddalallâhû bihî ba’dakum alâ ba’d(ba’dın). Lir ricâli nasîbun mimmâktesebû ve lin nisâi nasîbun mimmâktesebn(mimmektesebne. Ves’elûllâhe min fadlihî. İnnallâhe kâne bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).

(Dünyada geçimlikler farklı farklıdır. Erkek veya kadın olmak da elinizde değildir. Dolayısıyla,) Allah’ın bazınıza bazınızdan daha fazla verdiği (makam, servet, fizikî cazibe gibi) dünyalıklar hususunda, (“Keşke bizim de olsaydı!”) şeklinde temennide bulunmayın ve (aranızda kıskançlığa düşmeyin; Allah’ın yaptığı paylaştırmaya da itiraz etmeyin). Erkekler için çalışıp kazandıklarından bir pay (ve işledikleri amellerden dolayı sevap veya günah) olduğu gibi, kadınlar için de çalışıp kazandıklarından bir pay (ve işledikleri amellerden dolayı sevap veya günah) vardır. (Bununla birlikte, mevcutla yetinmeyin; meşrû dairede ve Allah rızası istikametinde olmak kaydıyla, gayretinizi ve hedefinizi büyük tutup, çalışarak ve dua ile) Allah’ın lütf u kereminden isteyin. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilir ve her yaptığını bilerek yapar.

وَلِكُلٍّ جَعَلْنَا مَوَالِيَ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالأَقْرَبُونَ وَالَّذِينَ عَقَدَتْ أَيْمَانُكُمْ فَآتُوهُمْ نَصِيبَهُمْ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدًا ﴿٣٣﴾

4/NİSÂ SURESİ-33. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve li kullin cealnâ mevâliye mimmâ terakel vâlidâni vel akrabûn(akrabûne). Vellezîne akadet eymânukum fe âtûhum nasîbehum. İnnallâhe kâne alâ kulli şey’in şehîdâ(şehîden).

Annebaba ve diğer yakın akrabanın ölümlerinden sonra bırakacakları terike için vârisler belirledik. (Bu vârislerin terikede kendilerine verilmesi gereken belli hakları olduğu gibi,) yeminlerinizle aranızda mukavele akdettiğiniz kişilerin de haklarını verin. Şüphesiz Allah, her şeye (ve bu arada, yaptığınız her işe ve her anlaşmaya) hakkıyla şahittir.

الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاء بِمَا فَضَّلَ اللّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنفَقُواْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِّلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّهُ وَاللاَّتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلاَ تَبْغُواْ عَلَيْهِنَّ سَبِيلاً إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا ﴿٣٤﴾

4/NİSÂ SURESİ-34. AYET (Meâlleri Kıyasla): Er ricâlu kavvâmûne alân nisâi bi mâ faddalallâhu ba’dahum alâ ba’dın ve bi mâ enfekû min emvâlihim. Fes sâlihâtu kânitâtun hâfizâtun lil gaybi bi mâ hafizallâh(hafizallâhu). Vellâtî tehâfûne nuşûzehunne fe ızûhunne vahcurûhunn (vahcurûhunne) fîl medâcıı vadrıbûhunne, fe in ata’nekum fe lâ tebgû aleyhinne sebîlâ(sebîlen). İnnallâhe kâne aliyyen kebîrâ(kebîran).

(Sahip kılındıkları birtakım sıfatlar ve yüklendikleri vazife ve sorumluluk açısından erkeklik vasfına tam sahip bulunan) erkekler, kadınlar üzerinde koruyucu ve yöneticidirler. Bu, (yöneticilik ve koruyuculuk noktasında) Allah’ın bazı insanları bazılarından, (bu arada genellikle erkekleri de kadınlardan) daha kapasiteli yaratmasından ve bir de erkeklerin (mehir verme ve evin bütün masraflarını yüklenme gibi) mâlî sorumluluklarından dolayıdır. Gerçekten iyi kadınlar, Allah’a karşı itaatkâr, (meşrû çerçevede ve günahta olmamak kaydıyla) kocalarının hukukuna da riayet eden ve Allah nasıl gizli ve mahrem kalması gereken hususları koruyor ve onların açılmasına müsaade etmiyor ise, aynı şekilde (namuslarını, aile sırlarını, ailenin mal, şeref ve haysiyetini ve kocalarının hukukunu) bilhassa kimsenin görmeyeceği yerlerde ve kocalarının yokluğunda koruyan kadınlardır. Dikbaşlılığından yıldığınız kadınlara gelince: önce onlara öğüt verin; ıslah olmazlarsa, onları yatakta yalnız bırakın ve yine yola gelmezlerse (hafifçe) dövün. Eğer (Allah hakkı, aile fertlerinin eğitimi ve yetiştirilmesi başta olmak üzere, kendinize de ait meşrû isteklerinizde) size itaat ederlerse, onlara yüklenmek için bir sebep ve mazeret aramayın. Unutmayın ki Allah, mutlak yücedir aşkındır, mutlak büyüktür.

وَإِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُواْ حَكَمًا مِّنْ أَهْلِهِ وَحَكَمًا مِّنْ أَهْلِهَا إِن يُرِيدَا إِصْلاَحًا يُوَفِّقِ اللّهُ بَيْنَهُمَا إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيمًا خَبِيرًا ﴿٣٥﴾

4/NİSÂ SURESİ-35. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve in hıftum şıkâka beynihimâ feb’asû hakemen min ehlihî ve hakemen min ehlihâ, in yurîdâ ıslâhan yuveffikıllâhu beynehumâ. İnnallâhe kâne alîmen habîrâ(habîren).

Eğer eşlerin arasının açılıp birbirinden ayrılacaklarından endişe ederseniz, bu takdirde erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden de bir hakem tayin edin. İki taraf da işi düzeltmek dilerse, Allah aralarını bulur ve onları uyuşmaya muvaffak eder. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilendir ve her şeyden hakkıyla haberdar olandır.

وَاعْبُدُواْ اللّهَ وَلاَ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَبِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبَى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالجَنبِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ مَن كَانَ مُخْتَالاً فَخُورًا ﴿٣٦﴾

4/NİSÂ SURESİ-36. AYET (Meâlleri Kıyasla): Va’budûllâhe ve lâ tuşrikû bihî şeyen ve bil vâlideyni ihsânen ve bizil kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîni vel câri zil kurbâ vel câril cunubi ves sâhıbi bil cenbi vebnis sebîli, ve mâ meleket eymânukum. İnnallâhe lâ yuhıbbu men kâne muhtâlen fehûrâ(fehûran).

(Bu arada fert, aile ve toplum hayatındaki gerçek saadetin esasları olarak) Allah’a ibadet edin ve hiçbir şeyi hiçbir şekilde O’na ortak koşmayın; annebabaya en güzel şekilde davranın ve iyilikte bulunun; aynı şekilde akrabaya, yetimlere, yeterli geçimlikten gerçekten mahrum düşkünlere, (mekân, Din bağı, kan bağı açısından) yakın komşulara, uzak komşulara; yol, meslek veya iş arkadaşlarınıza; memleketinden ayrı düşmüşlere, yolculara, misafire; ve elinizin altında bulunan (köle, cariye ve hizmetçilere) de (güzel muamele ve iyilikte bulunun. Böyle davranın ve kendinizi bu yönde eğitin); çünkü Allah, kendini beğenen ve övünüp duran hiç kimseyi sevmez.

الَّذِينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَيَكْتُمُونَ مَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُّهِينًا ﴿٣٧﴾

4/NİSÂ SURESİ-37. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ellezîne yebhalûne ve ye’murûnen nâse bil buhli ve yektumûne mâ âtâhumullâhu min fadlıhî. Ve a’tednâ lil kâfirîne azâben muhînâ(muhînen).

(Allah’ın verdiği nimetlerde) cimrilik eden, üstelik etrafındaki insanları da cimriliğe çağıran ve Allah’ın tamamen lütf u kereminden ihsan buyurduğu (mal ve ilim gibi) nimetleri gizleyenler var ya: işte Biz, o nankör kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık.

وَالَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ رِئَاء النَّاسِ وَلاَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَن يَكُنِ الشَّيْطَانُ لَهُ قَرِينًا فَسَاء قِرِينًا ﴿٣٨﴾

4/NİSÂ SURESİ-38. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezîne yunfıkûne emvâlehum riâen nâsi ve lâ yu’minûne billâhi ve lâ bil yevmil âhir(âhiri). Ve men yekuniş şeytânu lehu karînen fe sâe karînâ(karînen).

Mallarını insanlara gösteriş olsun diye harcayıp Allah’a ve Âhiret Günü’ne inanmayanları (da Allah sevmez ve onlar için de alçaltıcı bir azap hazırladık). (Böylelerinin yakını, yoldaşı şeytandır ve) şeytan kime yakın ve yoldaş olmuşsa, açık ki o, ne kötü bir yakın ve yoldaştır!

وَمَاذَا عَلَيْهِمْ لَوْ آمَنُواْ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَأَنفَقُواْ مِمَّا رَزَقَهُمُ اللّهُ وَكَانَ اللّهُ بِهِم عَلِيمًا ﴿٣٩﴾

4/NİSÂ SURESİ-39. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâzâ aleyhim lev âmenû billâhi vel yevmil âhıri ve enfekû mimmâ razakahumullâh(razakahumullâhu). Ve kânallâhu bihim alîmâ(alîmen).

Onlar, Allah’a ve Âhiret Günü’ne iman etmiş olsalardı ve Allah’ın kendilerine verdiği rızıktan (Allah rızası için) infak etselerdi, sanki ne kaybederlerdi? Ama Allah, onları çok iyi bilmektedir.

إِنَّ اللّهَ لاَ يَظْلِمُ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ وَإِن تَكُ حَسَنَةً يُضَاعِفْهَا وَيُؤْتِ مِن لَّدُنْهُ أَجْرًا عَظِيمًا ﴿٤٠﴾

4/NİSÂ SURESİ-40. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnallâhe lâ yazlimu miskâle zerreh(zerretin), ve in teku haseneten yudâıfhâ ve yu’ti min ledunhu ecran azîmâ(azîmen).

Şu bir gerçek ki, Allah zerre kadar bile olsa kimseye zulmetmez. (Zulmetmek şöyle dursun,) yapılmış tek bir iyiliği (hem neticesi, hem de onun için vereceği mükâfat açısından) kat kat artırır; ayrıca (onun hak ettiği bir karşılık olarak değil, bütünüyle) Kendi katından çok büyük bir mükâfat da bahşeder.

فَكَيْفَ إِذَا جِئْنَا مِن كُلِّ أمَّةٍ بِشَهِيدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلَى هَؤُلاء شَهِيدًا ﴿٤١﴾

4/NİSÂ SURESİ-41. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe keyfe izâ ci’nâ min kulli ummetin bi şehîdin ve ci’nâ bike alâ hâulâi şehîdâ(şehîden).

Her ümmetten (o ümmetin yaptıklarına ve onlara Allah’ın dininin tebliğ edildiğine dair) bir şahit getirdiğimiz ve (ey Rasûlüm,) seni de şunlar (ümmetin hakkında ve onlar içindeki kâfirler ve münafıklar) aleyhinde şahit olarak getirdiğimizde insanların hali nice olur?

يَوْمَئِذٍ يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَعَصَوُاْ الرَّسُولَ لَوْ تُسَوَّى بِهِمُ الأَرْضُ وَلاَ يَكْتُمُونَ اللّهَ حَدِيثًا ﴿٤٢﴾

4/NİSÂ SURESİ-42. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yevme izin yeveddullezîne keferû ve asavur resûle lev tusevvâ bihimul ard(ardu). Ve lâ yektumûnallâhe hadîsâ(hadîsen).

O gün, (dünyada iken) küfür içinde yaşayıp küfür içinde ölmüş ve (bilhassa o şanı yüce ve en büyük) Rasûl’e isyan etmiş olanlar isterler ki, yer onları yutsun da, (söyledikleri ve yaptıklarıyla kendilerinden en küçük bir eser kalmayacak şekilde) dümdüz olsun. Ama onlar, Allah’tan ne söyledikleri bir sözü gizleyebilirler, ne de yaptıkları bir işi.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَقْرَبُواْ الصَّلاَةَ وَأَنتُمْ سُكَارَى حَتَّىَ تَعْلَمُواْ مَا تَقُولُونَ وَلاَ جُنُبًا إِلاَّ عَابِرِي سَبِيلٍ حَتَّىَ تَغْتَسِلُواْ وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مِّنكُم مِّن الْغَآئِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُواْ مَاء فَتَيَمَّمُواْ صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُواْ بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُمْ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَفُوًّا غَفُورًا ﴿٤٣﴾

4/NİSÂ SURESİ-43. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ takrabûs salâte ve entum sukârâ hattâ ta’lemû mâ tekûlûne ve lâ cunuben illâ âbirî sebîlin hattâ tagtesilû. Ve in kuntum mardâ ev alâ seferin ev câe ehadun minkum minel gâiti ev lâmestumun nisâe fe lem tecidû mâen fe teyemmemû saîden tayyiben femsehû bi vucûhikum ve eydîkum. İnnallâhe kâne afuvven gafûrâ(gafûran).

Ey iman edenler! (Alkol veya bir başka sebeple) sarhoş (ve uyku hali ya da benzeri bir halle mahmur)ken, ne söylediğinizi bilecek derecede ayıkıncaya kadar namaza yaklaşmayın; yolculuk dışında, cünüp iken de gusletmedikçe (yine namaza durmayın). Eğer hasta olup da (su kullanmak size zarar verecekse) veya seferde olup da (su bulamazsanız), veya sizden biri tuvaletten gelmiş ise, yahut hanımlarınıza temas etmiş de gusledecek su bulamadı iseniz, bu takdirde temiz toprağa yönelip teyemmüm edin: (avuç içlerinizi toprağa vurarak,) yüzlerinizi ve elleriniz(le birlikte dirseklerinize kadar kollarınızı) meshedin. Şüphesiz Allah, zorlukları hafifletip kullarına hep kolaylık gösteren ve onların hata ve günahlarını pek çok bağışlayandır.

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ أُوتُواْ نَصِيبًا مِّنَ الْكِتَابِ يَشْتَرُونَ الضَّلاَلَةَ وَيُرِيدُونَ أَن تَضِلُّواْ السَّبِيلَ ﴿٤٤﴾

4/NİSÂ SURESİ-44. AYET (Meâlleri Kıyasla): E lem tera ilâllezîne ûtû nasîben minel kitâbi yeşterûned dalâlete ve yurîdûne en tedıllus sebîl(sebîle).

Bakmaz mısın şu kendilerine Kitap’tan bir pay verilenlere: nasıl da sürekli dalâleti satın alıp duruyorlar ve bu yetmiyormuş gibi, sizin de (üzerinde bulunduğunuz) düz yoldan sapıp gitmenizi diliyorlar.

وَاللّهُ أَعْلَمُ بِأَعْدَائِكُمْ وَكَفَى بِاللّهِ وَلِيًّا وَكَفَى بِاللّهِ نَصِيرًا ﴿٤٥﴾

4/NİSÂ SURESİ-45. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vallâhu a’lemu bi a’dâikum. Ve kefâ billâhi veliyyen, ve kefâ billâhi nasîrâ(nasîran).

(Ey mü’minler!) Allah, düşmanlarınızın kimler olduğunu çok iyi bilir; sizden daha iyi bilir. (Ve, düşmanlarınız karşısında ve her durumda) Allah size dost ve koruyucu olarak yeter; Allah, size yardımcı olarak yeter.

مِّنَ الَّذِينَ هَادُواْ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَن مَّوَاضِعِهِ وَيَقُولُونَ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ وَرَاعِنَا لَيًّا بِأَلْسِنَتِهِمْ وَطَعْنًا فِي الدِّينِ وَلَوْ أَنَّهُمْ قَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَاسْمَعْ وَانظُرْنَا لَكَانَ خَيْرًا لَّهُمْ وَأَقْوَمَ وَلَكِن لَّعَنَهُمُ اللّهُ بِكُفْرِهِمْ فَلاَ يُؤْمِنُونَ إِلاَّ قَلِيلاً ﴿٤٦﴾

4/NİSÂ SURESİ-46. AYET (Meâlleri Kıyasla): Minellezîne hâdû yuharrifûnel kelime an mevâdııhî ve yekûlûne semi’nâ ve asaynâ vesma’ gayra musmeın ve râınâ leyyen bi elsinetihim ve ta’nan fîd dîn(dîni). Ve lev ennehum kâlû semi’nâ ve ata’nâ vesma’ venzurnâ le kâne hayran lehum ve akvem(akveme), ve lâkin leanehumullâhu bi kufrihim fe lâ yu’minûne illâ kalîlâ(kalîlen).

Yahudi olanlardan bir kısmı, sözü manâsı değişecek biçimde aslî şeklinden saptırmakta ve kasten yanlış telaffuz etmekte, (“İşittik ve itaat ettik!” diyecekleri yerde) “İşittik ve isyan ettik!”; (“Bizi dinleme lûtfunda bulunur musunuz!” der gibi yapıp,) “Dinle, dinlemez olası söz dinlemez!” ve (“Lütfen bize nezaret buyurup, dikkatinizi lütfeder misiniz?” der gibi yapıp,) “Bizi de gözet çobanımız!” demektedirler; bunu da, ağızlarını eğip bükerek ve sırf (İslâm) Dini’ni kınayıp onunla alay etmek için yapmaktadırlar. (Böyle davranacaklarına,) “İşittik ve itaat ettik!”; “Bizi dinleme lûtfunda bulunur musunuz!”; ve “Lütfen bize nezaret buyurup, dikkatinizi lütfeder misiniz!” deselerdi, elbette kendileri için hem hayırlı, hem de dürüst ve yakışır bir şey olurdu. Fakat sürekli inkârlarından ve küfürle özdeşleşmelerinden dolayı Allah onları lânetledi (rahmetinden kovdu) ve artık imanla, iman hakikatleriyle münasebet ve alâkaları pek azdır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ آمِنُواْ بِمَا نَزَّلْنَا مُصَدِّقًا لِّمَا مَعَكُم مِّن قَبْلِ أَن نَّطْمِسَ وُجُوهًا فَنَرُدَّهَا عَلَى أَدْبَارِهَا أَوْ نَلْعَنَهُمْ كَمَا لَعَنَّا أَصْحَابَ السَّبْتِ وَكَانَ أَمْرُ اللّهِ مَفْعُولاً ﴿٤٧﴾

4/NİSÂ SURESİ-47. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ eyyuhâllezîne ûtûl kitâbe âminû bi mâ nezzelnâ musaddikan li mâ meakum min kabli en natmise vucûhen fe neruddehâ alâ edbârihâ ev nel’anehum kemâ leannâ ashâbes sebt(sebti). Ve kâne emrullâhi mef’ûlâ(mef’ûlen).

Ey kendilerine Kitap verilenler! İndirmekte olduğumuz ve elinizde bulunan Kitabı (aslî hali, İlâhî kaynaklı oluşu ve halâ ihtiva ettiği gerçekler itibariyle) tasdik eden bu Kitaba, Biz birtakım yüzleri yüz olmaktan çıkarıp, ‘hiçbir şey görmez, işitmez, söylemez ve koklayamaz hale getirmeden’ veya Sebt Günü’nün haramlığına uymayanları rahmetimizden kovduğumuz gibi onları da kovup insan kılığından çıkarmadan iman edin. (Unutmayın ki,) Allah her neye hükmederse o mutlaka yerine gelir.

إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدِ افْتَرَى إِثْمًا عَظِيمًا ﴿٤٨﴾

4/NİSÂ SURESİ-48. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnallâhe lâ yagfiru en yuşrake bihî ve yagfiru mâ dûne zâlike li men yeşâu ve men yuşrik billâhi fe kadifterâ ismen azîmâ(azîmen).

Şurası muhakkak ki, Allah (katında en önemli değer O’nun varlığına ve birliğine inanmak olup) O, Kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz; bunun altındaki günahları ise (bilhassa tevbe ve istiğfarla Kendisi’ne yönelen) dilediği kimse hakkında bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, hiç şüphesiz korkunç bir iftirada bulunmuş, pek büyük bir günah işlemiştir.

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يُزَكُّونَ أَنفُسَهُمْ بَلِ اللّهُ يُزَكِّي مَن يَشَاء وَلاَ يُظْلَمُونَ فَتِيلاً ﴿٤٩﴾

4/NİSÂ SURESİ-49. AYET (Meâlleri Kıyasla): E lem tera ilâllezîne yuzekkûne enfusehum. Belillâhu yuzekkî men yeşâu ve lâ yuzlemûne fetîlâ(fetîlen).

Bakmaz mısın şu, nefislerini günahsız (kalblerini temiz) gören (ve “Biz, Allah’ın dostları ve sevgilileriyiz.”; “Sayılı birkaç gün dışında bize Ateş dokunmayacak.” gibi iddialarla) kendilerini temize çıkaranlara? Oysa Allah, (herkesin kalbini ve ne işle meşgul bulunduğunu bilir de) kimi dilerse onu tertemiz yapar ve (bunda elbette herkesin niyet, amel ve iradesini nazara aldığından,) hiç kimseye kıl kadar olsun haksızlık edilmez.

انظُرْ كَيفَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّهِ الكَذِبَ وَكَفَى بِهِ إِثْمًا مُّبِينًا ﴿٥٠﴾

4/NİSÂ SURESİ-50. AYET (Meâlleri Kıyasla): Unzur keyfe yefterûne alâllâhil kezib(kezibe). Ve kefâ bihî ismen mubînâ(mubînen).

Bak, nasıl da Allah adına yalan uydurup O’na iftira ediyorlar! Ki bu yaptıkları, onlara apaçık bir günah olarak fazlasıyla yeter.

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ أُوتُواْ نَصِيبًا مِّنَ الْكِتَابِ يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَالطَّاغُوتِ وَيَقُولُونَ لِلَّذِينَ كَفَرُواْ هَؤُلاء أَهْدَى مِنَ الَّذِينَ آمَنُواْ سَبِيلاً ﴿٥١﴾

4/NİSÂ SURESİ-51. AYET (Meâlleri Kıyasla): E lem tera ilâllezîne ûtû nasîben minel kitâbi yu’minûne bil cibti vet tâgûti ve yekûlûne lillezîne keferû hâulâi ehdâ minellezîne âmenû sebîlâ(sebîlen).

Bakmaz mısın şu kendilerine Kitap’tan bir pay verilenlere? Her bâtıl ma’buda ve tağuta (Allah’a isyanla başka dinler, başka yollar icat edip insanları bunlara itaata zorlayan bâtıl güçlere) inanıyor, bu yetmezmiş gibi, (Din’den, Kitap’tan nasipsiz diğer) küfredenlerin gerçekten iman etmiş bulunan (Müslüman)lardan daha doğru yolda olduklarını iddia ediyorlar.

أُوْلَئِكَ الَّذِينَ لَعَنَهُمُ اللّهُ وَمَن يَلْعَنِ اللّهُ فَلَن تَجِدَ لَهُ نَصِيرًا ﴿٥٢﴾

4/NİSÂ SURESİ-52. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ulâikellezîne leanehumullâh(leanehumullâhu). Ve men yel’anillâhu fe len tecide lehu nasîrâ(nasîran).

Onlar öyle kimselerdir ki, Allah onları lânetlemiş (rahmetinden kovmuş)tur. Allah kimi rahmetinden kovmuşsa, artık ona yardım eli uzatıp onu kurtaracak kimseyi bulamazsın.

أَمْ لَهُمْ نَصِيبٌ مِّنَ الْمُلْكِ فَإِذًا لاَّ يُؤْتُونَ النَّاسَ نَقِيرًا ﴿٥٣﴾

4/NİSÂ SURESİ-53. AYET (Meâlleri Kıyasla): Em lehum nasîbun minel mulki fe izen lâ yu’tûnen nâse nakîrâ(nakîran).

Yoksa onların (göklerle yerin) mülk ve hakimiyetinden bir nasipleri mi var (da, hidayetin, peygamberliğin ve yeryüzü servetlerinin sadece kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlar)? Öyle olmuş olsaydı, (cimrilik ve bencillikleri sebebiyle) insanlara bir kırıntı bile vermezlerdi.

أَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلَى مَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ فَقَدْ آتَيْنَآ آلَ إِبْرَاهِيمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَآتَيْنَاهُم مُّلْكًا عَظِيمًا ﴿٥٤﴾

4/NİSÂ SURESİ-54. AYET (Meâlleri Kıyasla): Em yahsudûnen nâse alâ mâ âtâhumullâhu min fadlıhî, fe kad âteynâ âle ibrâhîmel kitâbe vel hikmete ve âteynâhum mulken azîmâ(azîmen).

Yoksa Allah’ın lütf u kereminden kendilerine ihsan buyurduğu nimetlerden dolayı insanları mı kıskanıyorlar? Evet Biz, Âli İbrahim’e (ve ondan gelen İshak nesli gibi İsmail nesline de) Kitap ve hikmet verdik; ayrıca (maddîmanevî) çok büyük bir mülk ve hakimiyet bahşettik.

فَمِنْهُم مَّنْ آمَنَ بِهِ وَمِنْهُم مَّن صَدَّ عَنْهُ وَكَفَى بِجَهَنَّمَ سَعِيرًا ﴿٥٥﴾

4/NİSÂ SURESİ-55. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe minhum men âmene bihî ve minhum men sadde anhu. Ve kefâ bi cehenneme saîrâ(saîran).

(İbrahim’in neslinden gelen ve kendilerini O’na nisbet edenler) içinde kimi, (tarihte olduğu gibi şimdi de) O’na (ve dolayısıyla O’na her bakımdan daha lâyık olan bu en büyük Nebî’ye ve Kur’ân’a) gerçekten inanıp (onun yolundan gitmekte), kimi de, (daha önce kendilerine Kitap verilmiş olanların pek çoğu gibi,) halkı ondan engellemektedir. (Engelleyenler için) kaynar ve alevli bir ateş olarak Cehennem yeter.

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِآيَاتِنَا سَوْفَ نُصْلِيهِمْ نَارًا كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُمْ بَدَّلْنَاهُمْ جُلُودًا غَيْرَهَا لِيَذُوقُواْ الْعَذَابَ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَزِيزًا حَكِيمًا ﴿٥٦﴾

4/NİSÂ SURESİ-56. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnellezîne keferû bi âyâtinâ sevfe nuslîhim nârâ(nâran). Kullemâ nadicet culûduhum beddelnâhum culûden gayrahâ li yezûkûl azâb(azâbe). İnnallâhe kâne azîzen hakîmâ(hakîmen).

Böyle bile bile âyetlerimizi reddedip kabul etmeyenleri bir gün gelecek, (dünyada eşi olmayan ve niteliğini şimdiden bilemeyeceğiniz korkunç) bir Ateş’e sokacağız. (O Ateş’te) derileri kızarıp kavruldukça yerlerine başka deri getiririz ki, azabı hiç aralıksız tatmaya devam etsinler. Şüphesiz Allah, izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galiptir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.

وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا لَّهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَنُدْخِلُهُمْ ظِلاًّ ظَلِيلاً ﴿٥٧﴾

4/NİSÂ SURESİ-57. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti se nudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden). Lehum fîhâ ezvâcun mutahharatun, ve nudhıluhum zıllen zalîlâ(zalîlen).

Buna karşılık, iman edip imanlarının gerektirdiği istikamette sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanlara gelince, onları içlerinde ebedî kalmak üzere, (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetlere koyacağız; o cennetlerde onlar için tertemiz eşler de vardır. Ve onları sürekli taze ve hiç kesilmeyen nimetler, ferah ve eksilmeyen bir mutluluk içinde yaşatacağız.

إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّواْ الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُم بَيْنَ النَّاسِ أَن تَحْكُمُواْ بِالْعَدْلِ إِنَّ اللّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُم بِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ سَمِيعًا بَصِيرًا ﴿٥٨﴾

4/NİSÂ SURESİ-58. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli). İnnallâhe niımmâ yeızukum bihî. İnnallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).

Allah, size (umumî ve hususî görevler, kamu hizmetleri, makam ve mevkiler dahil) bütün emanetleri ehillerine vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Böylece Allah, size gerçekten ne güzel öğüt veriyor, ne güzel yol gösteriyor! Hiç şüphesiz Allah, (söylediğiniz sözler, verdiğiniz hükümler dahil) her şeyi hakkıyla işitendir; her şeyi hakkıyla görendir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً ﴿٥٩﴾

4/NİSÂ SURESİ-59. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ eyyuhâllezîne âmenû atîûllâhe ve atîûr resûle ve ulil emri minkum, fe in tenâza’tum fî şey’in fe ruddûhu ilâllâhi ver resûli in kuntum tu’minûne billâhi vel yevmil âhir(âhiri). Zâlike hayrun ve ahsenu te’vîlâ(te’vîlen).

Ey iman edenler! (Bütün emir ve yasaklarında) Allah’a itaat edin, Rasûl’e itaat edin ve sizden olan, (sizin gibi inanan) bütün idarecilere de (Allah’a ve Rasûlü’ne itaat çerçevesinde itaat edin). Eğer Allah’a ve Âhiret Günü’ne gerçekten iman etmişseniz, hakkında ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir meseleyi Allah’a ve Rasûl’e arz edin. Böyle yapmanız, hem (hakkınızda) hayırlıdır, hem de netice itibariyle çok daha güzeldir.

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُواْ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُواْ إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُواْ أَن يَكْفُرُواْ بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيدًا ﴿٦٠﴾

4/NİSÂ SURESİ-60. AYET (Meâlleri Kıyasla): E lem tera ilâllezîne yez’umûne ennehum âmenû bimâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablike yurîdûne en yetehâkemû ilât tâgûti ve kad umirû en yekfurû bihî. Ve yurîduş şeytânu en yudıllehum dalâlen baîdâ(baîden).

Bakmaz mısın şu, hem sana indirilen (Kur’ân)’a hem de senden önce indirilen (kitaplar)a inandıklarını iddia edenlere ki, Tağut’un (Allah’a isyanla başka dinler, başka yollar icat edip, insanları bunlara itaata zorlayan bâtıl otoriteler) önünde yargılanmak istiyorlar; halbuki onu bütünüyle reddetmekle emrolunmuşlardı. Açık ki şeytan, onları haktan büsbütün saptırmak diliyor.

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْاْ إِلَى مَا أَنزَلَ اللّهُ وَإِلَى الرَّسُولِ رَأَيْتَ الْمُنَافِقِينَ يَصُدُّونَ عَنكَ صُدُودًا ﴿٦١﴾

4/NİSÂ SURESİ-61. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve izâ kîle lehum teâlev ilâ mâ enzelallâhu ve ilâr resûli raeytel munâfıkîne yesuddûne anke sudûdâ(sudûden).

Onlara, “Allah’ın indirdiği (Kur’ân’a) ve şu (şanı yüce) Rasûl’e gelin (ve O’nun vereceği hükmü kabûl edin!”) dendiği zaman, o münafıkların senden daha da uzak durduklarını görürsün.

فَكَيْفَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ ثُمَّ جَآؤُوكَ يَحْلِفُونَ بِاللّهِ إِنْ أَرَدْنَا إِلاَّ إِحْسَانًا وَتَوْفِيقًا ﴿٦٢﴾

4/NİSÂ SURESİ-62. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve keyfe izâ esâbethum musîbetun bimâ kaddemet eydîhim summe câûke yahlıfûne billâhi in eradnâ illâ ihsânen ve tevfîkâ(tevfîkan).

Öyle de, bizzat işledikleri suçların karşılığında bir musibete maruz kaldıklarında nasıl oluyor da sana gelip yemin billâh ederek, “Billâhi maksadımız, sırf iyilik yapmak ve ara bulmaktan ibaretti.” diyebiliyorlar?

أُولَئِكَ الَّذِينَ يَعْلَمُ اللّهُ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ وَعِظْهُمْ وَقُل لَّهُمْ فِي أَنفُسِهِمْ قَوْلاً بَلِيغًا ﴿٦٣﴾

4/NİSÂ SURESİ-63. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ulâikellezîne ya’lemullâhu mâ fî kulûbihim fe a’rıd anhum vaızhum ve kul lehum fî enfusihim kavlen belîgâ(belîgan).

Onlar öyle kimselerdir ki, Allah, onların kalblerinde ne var ne yok çok iyi bilmektedir. Bu bakımdan (ey Rasûlüm), sen onlara aldırış etme, kendilerine çok ciddî nasihatta bulun; içlerine işleyecek ve kendilerini kendilerine tanıtacak tesirli sözler söyle onlara.

وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللّهِ وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذ ظَّلَمُواْ أَنفُسَهُمْ جَآؤُوكَ فَاسْتَغْفَرُواْ اللّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُواْ اللّهَ تَوَّابًا رَّحِيمًا ﴿٦٤﴾

4/NİSÂ SURESİ-64. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi). Ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfera lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen).

(Şurası iyi bilinmelidir ki,) eğer bir yere bir rasûl göndermişsek, Allah’ın ona tanıdığı yetki sebebiyle ve yardımı da daima onunla birlikte olduğundan, o rasûle mutlaka itaat edilmesi gerekir. Bu bakımdan, eğer onlar nefislerine zulmetmek demek olan bir günah işlediklerinde sana gelseler ve günahlarının affı için Allah’a yalvarsalar, (o şanı çok yüce) Rasûl de onlar için Allah’tan bağışlanma dilese, bu takdirde Allah’ı, kullarının tevbesine af ve fazladan mükâfatla karşılık veren ve Kendisine yönelen kullarına karşı pek merhametli olarak bulacaklardır.

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا ﴿٦٥﴾

4/NİSÂ SURESİ-65. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe lâ ve rabbike lâ yu’minûne hattâ yuhakkimûke fîmâ şecera beynehum, summe lâ yecidû fî enfusihim haracen mimmâ kadayte ve yusellimû teslîmâ(teslîmen).

Hayır, hayır! Rabbine and olsun ki, aralarında baş gösteren anlaşmazlıklarda seni hakem veya hakim kabul edip, sonra da senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı ve itiraz duymadan tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça iman etmiş olmazlar.

وَلَوْ أَنَّا كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ أَنِ اقْتُلُواْ أَنفُسَكُمْ أَوِ اخْرُجُواْ مِن دِيَارِكُم مَّا فَعَلُوهُ إِلاَّ قَلِيلٌ مِّنْهُمْ وَلَوْ أَنَّهُمْ فَعَلُواْ مَا يُوعَظُونَ بِهِ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُمْ وَأَشَدَّ تَثْبِيتًا ﴿٦٦﴾

4/NİSÂ SURESİ-66. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lev ennâ ketebnâ aleyhim enıktulû enfusekum evihrucû min diyârikum mâ fealûhu illâ kalîlun minhum. Ve lev ennehum fealû mâ yûazûne bihî le kâne hayran lehum ve eşedde tesbîtâ(tesbîten).

Eğer onlar hakkında, “Günahlarınızdan arınmak için Allah yolunda meydana atılıp ölüme koşun!” veya “(Günahlarınızla kirlettiğiniz) yurdunuzdan çıkın (ve Allah yolunda hicret edin)!” diye hükmetmiş olsaydık, içlerinden pek azı müstesna, bu hükmü yerine getirmezlerdi. Ama hiç olmazsa kendilerine yapılan nasihatları baştan tutmuş olsalardı –bari şimdi tutsalar– bu, hem haklarında hayırlı olurdu, hem de pekişmiş bir iman, güvenli bir hayat ve elde ettikleri güçle ayaklarını yere sağlam basarlardı.

وَإِذاً لَّآتَيْنَاهُم مِّن لَّدُنَّا أَجْراً عَظِيمًا ﴿٦٧﴾

4/NİSÂ SURESİ-67. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve izen le âteynâhum min ledunnâ ecran azîmâ(azîmen).

O zaman hiç kuşkusuz kendilerine katımızdan pek büyük bir mükâfat da verirdik.

وَلَهَدَيْنَاهُمْ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا ﴿٦٨﴾

4/NİSÂ SURESİ-68. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve le hedeynâhum sırâtan mustekîmâ(mustekîmen).

Ve onları mutlaka (inançta, duyguda, düşüncede ve yaşayışta) dosdoğru bir yola iletirdik.

وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا ﴿٦٩﴾

4/NİSÂ SURESİ-69. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men yutiıllâhe ver resûle fe ulâike meallezîne en’amellâhu aleyhim minen nebiyyîne ves sıddîkîne veş şuhedâi ves sâlihîn(sâlihîne), ve hasune ulâike rafîkâ(rafîkan).

Kim Allah’a ve (o şanı yüce) Rasûl’e gerektiği şekilde itaat ederse onlar, Allah’ın kendilerini (tam hidayet) nimetiyle serfiraz kıldığı şu seçkin insanlardan (en azından biriyle) beraberdirler (ve Cennet’te de onlarla beraber olacaklardır): nebîler, bütün duygu, düşünce, inanç ve davranışlarında dosdoğru ve Allah’a karşı tam bir sadakat içinde bulunan, özü sözü bir kimseler (sıddîklar); başkalarının inandığı gaybî gerçekleri bizzat tecrübe eden ve onların doğruluğuna hayatlarıyla şahadet edenler (şahitler) ve inanç, düşünce, söz ve davranışları itibariyle doğru yolda, sağlam, bozgunculuktan uzak, ıslah ve tamir gayesi güdenler (Salihler). Ne güzel arkadaşlardır bunlar!

ذَلِكَ الْفَضْلُ مِنَ اللّهِ وَكَفَى بِاللّهِ عَلِيمًا ﴿٧٠﴾

4/NİSÂ SURESİ-70. AYET (Meâlleri Kıyasla): Zâlikel fadlu minallâh(minallâhi). Ve kefâ billâhi alîmâ(alîmen).

Bu, Allah’ın bahşettiği çok büyük bir lütuftur. (Ona kimlerin lâyık olduğunu, lâyık olanların kadrini ve herkesin derecesini) Allah’ın bilmiş olması yeter.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ خُذُواْ حِذْرَكُمْ فَانفِرُواْ ثُبَاتٍ أَوِ انفِرُواْ جَمِيعًا ﴿٧١﴾

4/NİSÂ SURESİ-71. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ eyyuhâllezîne âmenû huzû hızrakum fenfirû subâtin evinfirû cemîâ(cemîan).

Ey iman edenler! (Böyle bir mükâfat karşıda dururken,) artık siz de düşmanlarınıza karşı bütün korunma tedbirlerinizi alın ve duruma göre, bölükler (alaylar, ordular) halinde sefere çıkın veya toptan seferber olun.

وَإِنَّ مِنكُمْ لَمَن لَّيُبَطِّئَنَّ فَإِنْ أَصَابَتْكُم مُّصِيبَةٌ قَالَ قَدْ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيَّ إِذْ لَمْ أَكُن مَّعَهُمْ شَهِيدًا ﴿٧٢﴾

4/NİSÂ SURESİ-72. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve inne minkum le men le yubattienn(yubattienne), fe in esâbetkum musîbetun kâle kad en’amallâhu aleyye iz lem ekun meahum şehîdâ(şehîden).

İçinizde, açık ki ağırdan alan da var. Öylesi, başınıza bir musibet gelirse, “Neyse ki, Allah bana lütfetti de onlarla birlikte bulunmadım!” der.

وَلَئِنْ أَصَابَكُمْ فَضْلٌ مِّنَ الله لَيَقُولَنَّ كَأَن لَّمْ تَكُن بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ يَا لَيتَنِي كُنتُ مَعَهُمْ فَأَفُوزَ فَوْزًا عَظِيمًا ﴿٧٣﴾

4/NİSÂ SURESİ-73. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve le in esâbekum fadlun minallâhi le yekûlenne ke en lem tekun beynekum ve beynehu meveddetun yâ leytenî kuntu meahum fe efûze fevzen azîmâ(azîmen).

Ama Allah’tan size bir nimet ve inayet, galibiyet ve ganimet eriştiğinde ise, sanki daha önceden aranızda bir tanışıklık yokmuş, sizinle birlikte yaşamıyormuş, dolayısıyla sizinle çıkmasına bir engel varmış gibi, “Ah, ne olurdu! Ben de onlarla beraber olaydım da büyük bir ganimete konaydım!” diye sızlanır.

فَلْيُقَاتِلْ فِي سَبِيلِ اللّهِ الَّذِينَ يَشْرُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا بِالآخِرَةِ وَمَن يُقَاتِلْ فِي سَبِيلِ اللّهِ فَيُقْتَلْ أَو يَغْلِبْ فَسَوْفَ نُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا ﴿٧٤﴾

4/NİSÂ SURESİ-74. AYET (Meâlleri Kıyasla): Felyukâtil fî sebîlillâhillezîne yeşrûnel hayâted dunyâ bil âhirah(âhirati). Ve men yukâtil fî sebîlillâhi fe yuktel ev yaglib fe sevfe nu’tîhi ecran azîmâ(azîmen).

Şu halde, dünya hayatını verip karşılığında Âhiret’i alanlar Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülüp (‘şehit’ olur) veya savaştan galip ve sağ olarak çıkarsa, her iki durumda da bir gün gelecek, Biz ona çok büyük bir mükâfat vereceğiz.

وَمَا لَكُمْ لاَ تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاء وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ وَلِيًّا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ نَصِيرًا ﴿٧٥﴾

4/NİSÂ SURESİ-75. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ lekum lâ tukâtilûne fî sebîlillâhi vel mustad’afîne miner ricâli ven nisâi vel vildânillezîne yekûlûne rabbenâ ahricnâ min hâzihil karyetiz zâlimi ehluhâ, vec’al lenâ min ledunke veliyyâ(veliyyen), vec’al lenâ min ledunke nasîrâ(nasîran).

Hem, Allah yolunda, ayrıca, baskı altına alınıp zayıf bırakılmış ve “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan şu memleketten çıkar; çıkar da katından bize bir sahip, bir koruyucu gönder ve tarafından bize bir yardımcı yolla!” diye yalvaran çaresiz, kimsesiz mazlum erkekler, kadınlar ve çocuklar için neden savaşmayacakmışsınız ki!?

الَّذِينَ آمَنُواْ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُواْ أَوْلِيَاء الشَّيْطَانِ إِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا ﴿٧٦﴾

4/NİSÂ SURESİ-76. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ellezîne âmenû yukâtilûne fî sebîlillâh(sebîlillâhi), vellezîne keferû yukâtilûne fî sebîlit tâgûti fe kâtilû evliyâeş şeytân(şeytâni), inne keydeş şeytâni kâne daîfâ(daîfen).

Gerçekten iman etmiş olanlar Allah yolunda savaşırlar; küfredenler ise, tağut (bâtıl ma’budlar, Allah’a isyanla, insanları O’nun yolundan alıkoymak için bâtıl dinler, sistemler uyduran otoriteler) yolunda savaşır. O halde (ey iman edenler!), şeytanın (onun yolunda giden) dost ve elemanlarıyla savaşın. Bilin ki, şeytanın hilesi her zaman için zayıftır.

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ قِيلَ لَهُمْ كُفُّواْ أَيْدِيَكُمْ وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ إِذَا فَرِيقٌ مِّنْهُمْ يَخْشَوْنَ النَّاسَ كَخَشْيَةِ اللّهِ أَوْ أَشَدَّ خَشْيَةً وَقَالُواْ رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَ لَوْلا أَخَّرْتَنَا إِلَى أَجَلٍ قَرِيبٍ قُلْ مَتَاعُ الدَّنْيَا قَلِيلٌ وَالآخِرَةُ خَيْرٌ لِّمَنِ اتَّقَى وَلاَ تُظْلَمُونَ فَتِيلاً ﴿٧٧﴾

4/NİSÂ SURESİ-77. AYET (Meâlleri Kıyasla): E lem tera ilâllezîne kîle lehum kuffû eydiyekum, ve ekîmus salâte ve âtûz zekât(zekâte), fe lemmâ kutibe aleyhimul kıtâlu izâ ferîkun minhum yahşevnen nâse ke haşyetillâhi ev eşedde haşyeh(haşyeten), ve kâlû rabbenâ lime ketebte aleynâl kıtâl(kıtâle), lev lâ ahhartenâ ilâ ecelin karîb(karîbin). Kul metâud dunyâ kalîl(kalîlun), vel âhıratu hayrun li menittekâ ve lâ tuzlemûne fetîlâ(fetîlen).

Bakmaz mısın, (kendilerine ne zaman savaş izni verileceğini sorup durdukları bir zamanda) “Ellerinizi savaştan (ve benzeri davranışlardan) çekin, namazı bütün şartlarına riayet ederek, vaktinde ve aksatmadan kılmaya ve zekâtınızı hakkıyla eda etmeye bakın!” denilenlere! Nihayet savaşmak üzerlerine farz kılınınca içlerinden bir grup, Allah karşısında duyulması gereken bir ürperme gibi, hattâ daha şiddetli bir ürpermeyle insanlardan korkup titriyor ve “Rabbimiz, şu savaşı üzerimize neden farz kıldın; onu az bir süre daha ertelesen olmaz mıydı?” diyorlar. (Onlara) de ki: “Dünyanın geçimliği pek azdır ve pek kısa bir süre içindir. Âhiret ise, Allah’a olan saygısıyla günahlardan kaçınıp, O’nun emirlerini yerine getirenler için bütünüyle hayırdır; sonra size orada kıl kadar bir haksızlık da yapılmaz.”

أَيْنَمَا تَكُونُواْ يُدْرِككُّمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنتُمْ فِي بُرُوجٍ مُّشَيَّدَةٍ وَإِن تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُواْ هَذِهِ مِنْ عِندِ اللّهِ وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُواْ هَذِهِ مِنْ عِندِكَ قُلْ كُلًّ مِّنْ عِندِ اللّهِ فَمَا لِهَؤُلاء الْقَوْمِ لاَ يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَدِيثًا ﴿٧٨﴾

4/NİSÂ SURESİ-78. AYET (Meâlleri Kıyasla): Eyne mâ tekûnû yudrikkumul mevtu ve lev kuntum fî burûcin muşeyyedeh(muşeyyedetin). Ve in tusıbhum hasenetun yekûlû hâzihî min indillâh(indillâhi), ve in tusıbhum seyyietun yekûlû hâzihî min indike. Kul kullun min indillâh(indillâhi). Fe mâli hâulâil kavmi lâ yekâdûne yefkahûne hadîsâ(hadîsen).

Her nerede olursanız olun, isterseniz en sağlam kuleler veya kaleler içinde bulunun, ölüm gelip sizi bulacaktır. Sonra, (kalbleri oturaklaşmamış o insanlar) ne zaman bir iyilikle karşılaşsalar, “Bu, Allah’tan!” derler; ne zaman da başlarına bir kötülük gelse, bu defa, “Bu, senin yüzünden!” derler. (Ey Rasûlüm,) de ki: “Hepsi Allah’tan.” Fakat bu adamlara ne oluyor da, söz anlamaya yanaşmıyor ve sözün de, hadiselerin de manâsını idrakten uzak bulunuyorlar!?

مَّا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِن سَيِّئَةٍ فَمِن نَّفْسِكَ وَأَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاً وَكَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا ﴿٧٩﴾

4/NİSÂ SURESİ-79. AYET (Meâlleri Kıyasla): Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh(minallâhi), ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsike. Ve erselnâke lin nâsi resûlâ(resûlen). Ve kefâ billâhi şehîdâ(şehîden).

(Ey insan!) Sana her gelen iyilik Allah’tandır; başına gelen her kötülük de nefsindendir. (Ey Rasûlüm!) Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik. Buna şahit olarak Allah yeter.

مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ وَمَن تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا ﴿٨٠﴾

4/NİSÂ SURESİ-80. AYET (Meâlleri Kıyasla): Men yutiır resûle fe kad atâallâh(atâallâhe), ve men tevellâ fe mâ erselnâke aleyhim hafîzâ(hafîzen).

Kim O (şanı yüce) Rasûl’e itaat ederse, hiç şüphesiz Allah’a itaat etmiş demektir. Kim de (O Rasûl’den, O’nun yolundan ve O’na itaatten) yüz çevirirse, (ey Rasûlüm hiç üzülme,) Biz seni onların üzerine bir bekçi, (onları kontrol edip yanlışlarını düzeltecek ve dolayısıyla onların yaptıklarından sorumlu) bir muhafız olarak göndermedik.

وَيَقُولُونَ طَاعَةٌ فَإِذَا بَرَزُواْ مِنْ عِندِكَ بَيَّتَ طَآئِفَةٌ مِّنْهُمْ غَيْرَ الَّذِي تَقُولُ وَاللّهُ يَكْتُبُ مَا يُبَيِّتُونَ فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ وَكَفَى بِاللّهِ وَكِيلاً ﴿٨١﴾

4/NİSÂ SURESİ-81. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve yekûlûne tâatun, fe izâ berazû min indike beyyete tâifetun minhum gayrallezî tekûl(tekûlu). Vallâhu yektubu mâ yubeyyitûn(yubeyyitûne), fe a’rıd anhum ve tevekkel alâllâh(alâllâhi). Ve kefâ billâhi vekîlâ(vekîlen).

(Senin yanında, her ne buyurursan buyur) “Baş üstüne!” diyorlar. Fakat yanından ayrılınca da, içlerinden (münafık) bir grup, içlerinde sana söylediklerinin aksini kuruyor, karanlık planlar yapıyorlar. Ama Allah, içlerinde kurduklarını, yaptıkları bütün karanlık planları yazmaktadır. Şu halde (ey Rasûlüm,) sen onlara aldırış etme, (yaptıklarını yüzlerine vurma) ve Allah’a güvenip dayan. Kendisine dayanılıp güvenilecek ve bütün işlerin havale edileceği (vekil) olarak Allah yeter.

أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِندِ غَيْرِ اللّهِ لَوَجَدُواْ فِيهِ اخْتِلاَفًا كَثِيرًا ﴿٨٢﴾

4/NİSÂ SURESİ-82. AYET (Meâlleri Kıyasla): E fe lâ yetedebberûnel kur’ân(kur’âne).Ve lev kâne min indi gayrillâhi le vecedû fîhihtilâfen kesîrâ(kesîran).

Acaba hiç Kur’ân üzerinde düşünmezler mi (de, onun Allah’ın Kitabı, senin de O’ nun Rasûlü olduğuna halâ içten inanmıyorlar?) Eğer o Allah’tan başkasının katından gelmiş olsaydı, hiç şüphesiz içinde pek çok tutarsızlık ve çelişki bulurlardı.

وَإِذَا جَاءهُمْ أَمْرٌ مِّنَ الأَمْنِ أَوِ الْخَوْفِ أَذَاعُواْ بِهِ وَلَوْ رَدُّوهُ إِلَى الرَّسُولِ وَإِلَى أُوْلِي الأَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذِينَ يَسْتَنبِطُونَهُ مِنْهُمْ وَلَوْلاَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لاَتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ إِلاَّ قَلِيلاً ﴿٨٣﴾

4/NİSÂ SURESİ-83. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve izâ câehum emrun minel emni evil havfi ezâû bihî.Ve lev reddûhu ilâr resûli ve ilâ ulil emri minhum le alimehullezîne yestenbitûnehu minhum. Ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu letteba’tumuş şeytâne illâ kalîlâ(kalîlen).

Kendilerine (şehrin veya halkın) güvenliği ya da korku ve endişe adına bir haber ulaştığında, (hiç araştırma gereği duymadan ve yaymakta mahzur bulunup bulunmadığını düşünmeden sırf dedikodu olsun ve fitne çıksın diye) onu hemen yayarlar. Halbuki bu haberi Rasûl’e ve aralarındaki yetkili zatlara arz etselerdi, elbette işin iç yüzünü araştırıp ortaya çıkarabilecek olanlar, onun mahiyetini ve neye delâlet ettiğini anlarlardı. (Ey mü’minler!) Eğer Allah’ın üzerinizdeki fazl u rahmeti, (her durumda sizi koruması, vahiyle yolunuzu aydınlatarak sizi yanlış davranışlara sürüklenip gitmekten alıkoyması) olmasaydı, pek azınız müstesna, (şeytanın izinde giden münafıklara kapılıp) şeytana uymuş gitmiştiniz.

فَقَاتِلْ فِي سَبِيلِ اللّهِ لاَ تُكَلَّفُ إِلاَّ نَفْسَكَ وَحَرِّضِ الْمُؤْمِنِينَ عَسَى اللّهُ أَن يَكُفَّ بَأْسَ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَاللّهُ أَشَدُّ بَأْسًا وَأَشَدُّ تَنكِيلاً ﴿٨٤﴾

4/NİSÂ SURESİ-84. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe kâtil fî sebîlillâh(sebîlillâhi), lâ tukellefu illâ nefseke ve harrıdıl mu’minîn(mu’minîne), asallâhu en yekuffe be’sellezîne keferû. Vallâhu eşeddu be’sen ve eşeddu tenkîlâ(tenkîlen).

O halde (ey Rasûlüm,) Allah yolunda savaş. (Biliyorsun ki, nasıl herkes önce kendinden sorumlu ise) sen de öncelikle kendinden sorumlusun; (dolayısıyla, başkalarının savaşa çıkmakta ağır davranması seni etkilemesin;) mü’minleri de savaşa teşvik et. Herhalde Allah, (bu yolla) küfredenlerin savletini savsa gerektir. Allah, savleti en karşı konulmaz, cezalandırıp ortadan kaldırması da en çetin olandır.

مَّن يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُن لَّهُ نَصِيبٌ مِّنْهَا وَمَن يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُن لَّهُ كِفْلٌ مِّنْهَا وَكَانَ اللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ مُّقِيتًا ﴿٨٥﴾

4/NİSÂ SURESİ-85. AYET (Meâlleri Kıyasla): Men yeşfa’ şefâaten haseneten yekun lehû nasîbun minhâ, ve men yeşfa’ şefâaten seyyieten yekun lehu kiflun minhâ. Ve kânallâhu alâ kulli şey’in mukîtâ(mukîten).

Her kim (Allah için) güzel ve hayırlı bir aracılıkta bulunur, bir hayra sebep olursa, o hayırla kazanılacak sevaptan kendisi için bir nasip vardır; kim de kötü bir işe aracılık eder, kötü bir neticeye sebebiyet verirse, bundan da ona bir pay vardır. Allah, her şeyi hakkıyla görmektedir ve her dilediğini yapabilecek güç ve kuvvettedir.

وَإِذَا حُيِّيْتُم بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّواْ بِأَحْسَنَ مِنْهَا أَوْ رُدُّوهَا إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَسِيبًا ﴿٨٦﴾

4/NİSÂ SURESİ-86. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve izâ huyyîtum bi tahıyyetin fe hayyû bi ahsene minhâ ev ruddûhâ. İnnallâhe kâne alâ kulli şey’in hasîbâ(hasîben).

(Seferde veya hazarda, savaşta veya barışta) size selâm verilip bir iyilik dileğinde bulunulduğunda, ondan daha güzeliyle, hiç olmazsa onun misliyle mukabele edin. Bilin ki Allah, her şeyin muhasebesini tutmaktadır ve karşılığını verir.

اللّهُ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لاَ رَيْبَ فِيهِ وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللّهِ حَدِيثًا ﴿٨٧﴾

4/NİSÂ SURESİ-87. AYET (Meâlleri Kıyasla): Allâhu lâ ilâhe illâ huve. Le yecmeannekum ilâ yevmil kıyâmeti lâ raybe fîhi. Ve men asdeku minallâhi hadîsâ(hadîsen).

Allah, yoktur O’ndan başka ilâh. Geleceğinde hiçbir şüphe bulunmayan Kıyamet Günü hepinizi mutlaka bir araya toplayacaktır O. Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir?

فَمَا لَكُمْ فِي الْمُنَافِقِينَ فِئَتَيْنِ وَاللّهُ أَرْكَسَهُم بِمَا كَسَبُواْ أَتُرِيدُونَ أَن تَهْدُواْ مَنْ أَضَلَّ اللّهُ وَمَن يُضْلِلِ اللّهُ فَلَن تَجِدَ لَهُ سَبِيلاً ﴿٨٨﴾

4/NİSÂ SURESİ-88. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe mâ lekum fil munâfikîne fieteyni vallâhu erkesehum bi mâ kesebû. E turîdûne en tehdû men edallallâh(edallallâhu). Ve men yudlilillâhu fe len tecide lehu sebîlâ(sebîlen).

(Ey mü’minler! Müslüman olmuş gibi görünen fakat aleyhinizde müşriklerle işbirliği yapan Mekkeli ve diğer kabilelerden) münafıklar hakkında (mü’min olup olmadıkları ve onlara nasıl davranmak gerektiği hususunda) ne diye iki gruba ayrılıyorsunuz? Görüyorsunuz ki, kazandıkları bunca günah sebebiyle Allah onları baş aşağı getirmiş bulunuyor. Yoksa Allah’ın saptırdığını yola getirmek mi diliyorsunuz? Oysa Allah kimi (hak ettiği) sapkınlığa düşürmüşse, artık onun için asla (üzerinde yürüyeceği sağlam) bir yol bulamazsın.

وَدُّواْ لَوْ تَكْفُرُونَ كَمَا كَفَرُواْ فَتَكُونُونَ سَوَاء فَلاَ تَتَّخِذُواْ مِنْهُمْ أَوْلِيَاء حَتَّىَ يُهَاجِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ وَجَدتَّمُوهُمْ وَلاَ تَتَّخِذُواْ مِنْهُمْ وَلِيًّا وَلاَ نَصِيرًا ﴿٨٩﴾

4/NİSÂ SURESİ-89. AYET (Meâlleri Kıyasla): Veddû lev tekfurûne kemâ keferû fe tekûnûne sevâen fe lâ tettehızû minhum evliyâe hattâ yuhâcirû fî sebîlillâh(sebîlillâhi). Fe in tevellev fe huzûhum vaktulûhum haysu vecedtumûhum, ve lâ tettehızû minhum veliyyen ve lâ nasîrâ(nasîran).

Arzu ederler ki, kendilerinin küfre yuvarlandıkları gibi siz de küfre yuvarlanasınız ve onlarla beraber olasınız. Fakat (başka bir gayeyle değil, sadece) Allah yolunda hicret edinceye (ve böylece mü’min olduklarını ortaya koyuncaya kadar) onlardan asla yakın dostlar ve sırdaşlar edinmeyin. Eğer aldırmaz ve sizden yüz çevirip (kâfirlerle işbirliği halinde aleyhinizde çalışmaya) devam ederlerse, onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan ne bir yakın dost, sırdaş, koruyucu ve ne de bir yardımcı edinin.

إِلاَّ الَّذِينَ يَصِلُونَ إِلَىَ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُم مِّيثَاقٌ أَوْ جَآؤُوكُمْ حَصِرَتْ صُدُورُهُمْ أَن يُقَاتِلُوكُمْ أَوْ يُقَاتِلُواْ قَوْمَهُمْ وَلَوْ شَاء اللّهُ لَسَلَّطَهُمْ عَلَيْكُمْ فَلَقَاتَلُوكُمْ فَإِنِ اعْتَزَلُوكُمْ فَلَمْ يُقَاتِلُوكُمْ وَأَلْقَوْاْ إِلَيْكُمُ السَّلَمَ فَمَا جَعَلَ اللّهُ لَكُمْ عَلَيْهِمْ سَبِيلاً ﴿٩٠﴾

4/NİSÂ SURESİ-90. AYET (Meâlleri Kıyasla): İllâllezîne yasılûne ilâ kavmin beynekum ve beynehum mîsâkun ev câûkum hasırat sudûruhum en yukâtilûkum ev yukâtilû kavmehum. Ve lev şâallâhu le selletahum aleykum fe le kâtelûkum, fe inı’tezelûkum fe lem yukâtilûkum ve elkav ileykumus seleme, fe mâ cealallâhu lekum aleyhim sebîlâ(sebîlen).

Ancak sizinle aralarında anlaşma bulunan bir topluluğa sığınanlar veya sizinle de, kendi kavimleriyle de savaşmayı içlerine sindiremeyip size katılanlar bundan müstesnadır. Eğer Allah dileseydi, (kendilerine cesaret verir ve) onları üzerinize musallat ederdi de, size karşı savaşırlardı. Bundan böyle eğer sizden uzak durur ve sizinle savaşmayıp barış teklifinde bulunurlarsa, artık Allah onlara tecavüz için size bir yol tanımamış demektir.

سَتَجِدُونَ آخَرِينَ يُرِيدُونَ أَن يَأْمَنُوكُمْ وَيَأْمَنُواْ قَوْمَهُمْ كُلَّ مَا رُدُّوَاْ إِلَى الْفِتْنِةِ أُرْكِسُواْ فِيِهَا فَإِن لَّمْ يَعْتَزِلُوكُمْ وَيُلْقُواْ إِلَيْكُمُ السَّلَمَ وَيَكُفُّوَاْ أَيْدِيَهُمْ فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثِقِفْتُمُوهُمْ وَأُوْلَئِكُمْ جَعَلْنَا لَكُمْ عَلَيْهِمْ سُلْطَانًا مُّبِينًا ﴿٩١﴾

4/NİSÂ SURESİ-91. AYET (Meâlleri Kıyasla): Se tecidûne âharîne yurîdûne en ye’menûkum ve ye’menû kavmehum. Kullemâ ruddû ilâl fitneti urkisû fîhâ, fe in lem ya’tezilûkum ve yulkû ileykumus seleme ve yekuffû eydiyehum fe huzûhum vaktulûhum haysu sekıftumûhum. Ve ulâikum cealnâ lekum aleyhim sultânen mubînâ(mubînen).

Bir de öyleleriyle karşılaşacaksınız ki, (sizinle anlaşma yapmak suretiyle) sizden, (yanlarına vardıklarında küfürlerini izhar edip, sizinle yaptıkları anlaşmayı bozarak) kendi kavimlerinden emin olmak isterler; ne zaman size karşı bir harekete çağrılsalar, hemen onun içine dalarlar. Bu yüzden, eğer sizden uzak durmaz ve sizinle uzlaşmayıp ellerini üzerinizden çekmezlerse, onları yakalayın ve ele geçirdiğiniz yerde öldürün. (Zulüm ve hainlikleri dolayısıyla) böylelerine karşı size apaçık bir izin ve yetki verdik.

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ أَن يَقْتُلَ مُؤْمِنًا إِلاَّ خَطَئًا وَمَن قَتَلَ مُؤْمِنًا خَطَئًا فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُّؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُّسَلَّمَةٌ إِلَى أَهْلِهِ إِلاَّ أَن يَصَّدَّقُواْ فَإِن كَانَ مِن قَوْمٍ عَدُوٍّ لَّكُمْ وَهُوَ مْؤْمِنٌ فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُّؤْمِنَةٍ وَإِن كَانَ مِن قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ مِّيثَاقٌ فَدِيَةٌ مُّسَلَّمَةٌ إِلَى أَهْلِهِ وَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُّؤْمِنَةً فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ تَوْبَةً مِّنَ اللّهِ وَكَانَ اللّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا ﴿٩٢﴾

4/NİSÂ SURESİ-92. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ kâne li mu’minin en yaktule mu’minen illâ hataâ(hataen), ve men katele mu’minen hataen fe tahrîru rakabetin mu’minetin ve diyetun musellemetun ilâ ehlihî illâ en yessaddakû. Fe in kâne min kavmin aduvvin lekum ve huve mu’minun fe tahrîru rakabetin mu’mineh(mu’minetin). Ve in kâne min kavmin beynekum ve beynehum mîsâkun fe diyetun musellemetun ilâ ehlihî ve tahrîru rakabetin mu’mineh(mu’minetin), fe men lem yecid fe sıyâmu şehreyni mutetâbiayni tevbeten minallâh(minallâhi). Ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).

(Ama dikkat edin:) Bir mü’minin bir başka mü’mini hata ve yanlışlık dışında öldürmesi asla olacak iş değildir. Kim bir mü ’mini yanlışlıkla öldürürse, mü’min bir köle âzat etmesi ve öldürülenin vârislerine teslim edilecek bir diyet vermesi gerekir; ancak mirasçılar diyetten vazgeçerlerse başka. Eğer yanlışlıkla öldürülen, kendisi mü’min olmakla birlikte fiilen size düşman (ve aranızda anlaşma olmayan) bir topluluktan ise, (öldüren mü’minin) bu defa mü’min bir köle âzat etmesi gerekir. Eğer öldürülen mü’min sizinle aralarında anlaşma bulunan bir topluluktan olursa, bu takdirde vârislerine teslim edilecek bir diyet ve mü’min bir köle âzat etmek lâzım gelir. Bunlara imkânı bulunmayan, Allah’tan bir kolaylık olarak ve tevbesinin kabulüyle günahının affedilmesi için, ara vermeden peş peşe iki ay oruç tutmalıdır. Allah, (içinizden geçenler ve her haliniz dahil her şeyi) hakkıyla bilendir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.

وَمَن يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُّتَعَمِّدًا فَجَزَآؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا ﴿٩٣﴾

4/NİSÂ SURESİ-93. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men yaktul mu’minen muteammiden fe cezâuhu cehennemu hâliden fîhâ ve gadıballâhu aleyhi ve leanehu ve eadde lehu azâben azîmâ(azîmen).

Kim bir mü’mini (mü’min olduğunu da bildiği halde) kasten ve iradî olarak öldürürse, onun (Âhiret’teki) cezası, içinde sonsuzca kalmak üzere Cehennem’dir; Allah, onu azapla mahkûm etmiş, onu lânetlemiş (bütün bütün rahmetinden uzaklaştırmış) ve onun için dehşetli bir azap hazırlamıştır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا ضَرَبْتُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ فَتَبَيَّنُواْ وَلاَ تَقُولُواْ لِمَنْ أَلْقَى إِلَيْكُمُ السَّلاَمَ لَسْتَ مُؤْمِنًا تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فَعِندَ اللّهِ مَغَانِمُ كَثِيرَةٌ كَذَلِكَ كُنتُم مِّن قَبْلُ فَمَنَّ اللّهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُواْ إِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا ﴿٩٤﴾

4/NİSÂ SURESİ-94. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ darabtum fî sebîlillâhi fe tebeyyenû ve lâ tekûlû li men elkâ ileykumus selâme leste mu’minâ(mu’minen), tebtegûne aradal hayâtid dunyâ, fe indallâhi megânimu kesîrah(kesîratun). Kezâlike kuntum min kablu fe mennallâhu aleykum fe tebeyyenû. İnnallâhe kâne bimâ ta’melûne habîrâ(habîran).

Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, karşılaştığınız herhangi bir meseleyi iyice araştırıp mahiyetini tam olarak aydınlatın ve size (İslâm selâmıyla) selâm verip Müslümanlık izharında bulunan her kim olursa olsun, dünya hayatının o pek az ve geçici metaını taleple, “Sen mü’min değilsin!” demeyin. Unutmayın ki, Allah katında pek çok ve pek çeşitli ganimetler vardır. Önceden siz de böyle idiniz: (iman nedir, İslâm nedir bilmiyordunuz ve bir kelime ile İslâm’a girip Müslümanlığınızı izhar ettiniz) de, Allah size nimet üstüne nimet verdi (ve sizi şu anda sahip bulunduğunuz mevkie çıkardı); o halde, karşılaştığınız herhangi bir mesele tam olarak aydınlanmadan o mevzuda harekete geçmeyin. Bilin ki Allah, her ne yapıyorsanız ondan mutlaka ve hakkıyla haberdardır.

لاَّ يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ غَيْرُ أُوْلِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِدِينَ دَرَجَةً وَكُلاًّ وَعَدَ اللّهُ الْحُسْنَى وَفَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ عَلَى الْقَاعِدِينَ أَجْرًا عَظِيمًا ﴿٩٥﴾

4/NİSÂ SURESİ-95. AYET (Meâlleri Kıyasla): Lâ yestevîl kâıdûne minel mu’minîne gayru ulîd darari vel mucâhidûne fî sebîlillâhi bi emvâlihim ve enfusihim. Faddalallâhul mucâhidîne bi emvâlihim ve enfusihim alâl kâidîne dereceh(dereceten). Ve kullen vaadallâhul husnâ. Ve faddalallâhul mucâhidîne alâl kâıdîne ecran azîmâ(azîmen).

(Herkesin Allah yolunda seferber olması gereken durumlar dışında,) geçerli bir özrü bulunmamasına rağmen yerlerinde oturup cihada çıkmamakla birlikte (Din’e ve topluma da) zararı dokunmayan mü’ minlerle, (başka bir gaye için değil, sadece) Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler elbette bir olmaz. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlardan üstün kılmış ve onlara daha üst bir derece bahşetmiştir. Gerçi Allah, hepsine en güzel (mükâfat olan Cennet’i ve hoşnutluğunu) va’d buyurmuştur ya. Bununla birlikte Allah, mücahidlere yerlerinde oturan (mü’ minler) üzerinde çok büyük bir mevkî ve mükâfat lûtfetmiştir:

دَرَجَاتٍ مِّنْهُ وَمَغْفِرَةً وَرَحْمَةً وَكَانَ اللّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا ﴿٩٦﴾

4/NİSÂ SURESİ-96. AYET (Meâlleri Kıyasla): Deracâtin minhu ve magfiraten ve rahmet(rahmeten). Ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).

(Her bir mücahide hizmeti ve ihlâsı ölçüsünde) Kendi tarafından derece derece rütbeler (ve sürpriz mükâfatlarla yüklü) hususî bir mağfiret ve rahmet (Lûtfetmiştir). Değil mi ki Allah günahları bağışlayıverendir, (bilhassa mü’min kullarına karşı) hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.

إِنَّ الَّذِينَ تَوَفَّاهُمُ الْمَلآئِكَةُ ظَالِمِي أَنْفُسِهِمْ قَالُواْ فِيمَ كُنتُمْ قَالُواْ كُنَّا مُسْتَضْعَفِينَ فِي الأَرْضِ قَالْوَاْ أَلَمْ تَكُنْ أَرْضُ اللّهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُواْ فِيهَا فَأُوْلَئِكَ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَسَاءتْ مَصِيرًا ﴿٩٧﴾

4/NİSÂ SURESİ-97. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnellezîne teveffâhumul melâiketu zâlimî enfusihim kâlû fîme kuntum. Kâlû kunnâ mustad’afîne fîl ard(ardı). Kâlû e lem tekun ardullâhi vâsiaten fe tuhâcirû fîhâ. Fe ulâike me’vâhum cehennem(cehennemu) ve sâet masîrâ(masîran).

(Hicrete güçleri yettiği halde hicret etmeyip, bulundukları yerde Allah’a şirk koşmaya devam ettikleri için) kendi kendilerinin zalimleri olarak (ölüm) meleklerinin canlarını aldığı kimselere gelince: (o anda melekler) onlara sorar: “Ne işle meşguldünüz?” Onlar, “Biz, bu ülkede (Din’i yaşamaya imkân bulamayan) zulme ve baskıya maruz kalmış kimselerdik.” diye cevap verirler. Melekler, “Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret edeydiniz!” derler. Böylelerinin nihaî barınağı Cehennem’dir; ne fena bir âkıbet, son durak olarak ne kötü bir yer!

إِلاَّ الْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاء وَالْوِلْدَانِ لاَ يَسْتَطِيعُونَ حِيلَةً وَلاَ يَهْتَدُونَ سَبِيلاً ﴿٩٨﴾

4/NİSÂ SURESİ-98. AYET (Meâlleri Kıyasla): İllâl mustad’afîne miner ricâli ven nisâi vel vildâni lâ yestatîûne hîleten ve lâ yehtedûne sebîlâ(sebîlen).

Ancak, (imanlarını korumakla birlikte) her türlü imkândan mahrum, çaresiz ve hicrete yol bulamayan, (bir de, kendilerine tebliğ gitmediği için iman nedir, İslâm nedir bilme ve inanma imkânı olmayan) erkekler, kadınlar ve (her halükârda) çocuklar bundan müstesnadır.

فَأُوْلَئِكَ عَسَى اللّهُ أَن يَعْفُوَ عَنْهُمْ وَكَانَ اللّهُ عَفُوًّا غَفُورًا ﴿٩٩﴾

4/NİSÂ SURESİ-99. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe ulâike asâllâhu en ya’fuve anhum. Ve kânallâhu afuvven gafûrâ(gafûran).

(Aynı şartların devam etmesi durumunda) Allah’ın bunları sorumlu tutmayacağı umulur. Şüphesiz Allah, zorlukları hafifletip kullarına hep kolaylık gösteren ve onların hata ve günahlarını pek çok bağışlayandır.

وَمَن يُهَاجِرْ فِي سَبِيلِ اللّهِ يَجِدْ فِي الأَرْضِ مُرَاغَمًا كَثِيرًا وَسَعَةً وَمَن يَخْرُجْ مِن بَيْتِهِ مُهَاجِرًا إِلَى اللّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ أَجْرُهُ عَلى اللّهِ وَكَانَ اللّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا ﴿١٠٠﴾

4/NİSÂ SURESİ-100. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men yuhâcir fî sebîlillâhi yecid fîl ardı murâgamen kesîran veseah(veseaten). Ve men yahruc min beytihî muhâciran ilâllâhi ve resûlihî summe yudrikhul mevtu fe kad vakaa ecruhu alâllâh(alâllâhi). Ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).

Kim (başka bir gaye için değil de sadece) Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer, genişlik ve bolluk bulur. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne kavuşma (ve onların rızası istikametinde) hicret için evinden çıkar da daha yolda iken ecel gelip kendini yakalarsa, hiç şüphesiz onun (geç miş günahlarını affetmek ve) mükâfatını vermek Allah’a aittir. Allah, (kullarının hata ve günahlarını) çok bağışlayandır; (bilhassa mü’min ve itaatkâr kullarına karşı) hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.

وَإِذَا ضَرَبْتُمْ فِي الأَرْضِ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَن تَقْصُرُواْ مِنَ الصَّلاَةِ إِنْ خِفْتُمْ أَن يَفْتِنَكُمُ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِنَّ الْكَافِرِينَ كَانُواْ لَكُمْ عَدُوًّا مُّبِينًا ﴿١٠١﴾

4/NİSÂ SURESİ-101. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve izâ darabtum fîl ardı fe leyse aleykum cunâhun en taksurû mines salâti, in hıftum en yeftinekumullezîne keferû. İnnel kâfirîne kânû lekum aduvven mubînâ(mubînen).

(Ey mü’minler! Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman (bilhassa savaş için sefere çıkmış iseniz ve) küfredenlerin size bir fenalık yapmasından endişe ediyorsanız namazı kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur. Hiç şüphesiz kâfirler size apaçık düşmandır (ve mutlaka size fenalık etmek isteyeceklerdir).

وَإِذَا كُنتَ فِيهِمْ فَأَقَمْتَ لَهُمُ الصَّلاَةَ فَلْتَقُمْ طَآئِفَةٌ مِّنْهُم مَّعَكَ وَلْيَأْخُذُواْ أَسْلِحَتَهُمْ فَإِذَا سَجَدُواْ فَلْيَكُونُواْ مِن وَرَآئِكُمْ وَلْتَأْتِ طَآئِفَةٌ أُخْرَى لَمْ يُصَلُّواْ فَلْيُصَلُّواْ مَعَكَ وَلْيَأْخُذُواْ حِذْرَهُمْ وَأَسْلِحَتَهُمْ وَدَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْ تَغْفُلُونَ عَنْ أَسْلِحَتِكُمْ وَأَمْتِعَتِكُمْ فَيَمِيلُونَ عَلَيْكُم مَّيْلَةً وَاحِدَةً وَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِن كَانَ بِكُمْ أَذًى مِّن مَّطَرٍ أَوْ كُنتُم مَّرْضَى أَن تَضَعُواْ أَسْلِحَتَكُمْ وَخُذُواْ حِذْرَكُمْ إِنَّ اللّهَ أَعَدَّ لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُّهِينًا ﴿١٠٢﴾

4/NİSÂ SURESİ-102. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve izâ kunte fîhim fe ekamte lehumus salâte fel tekum tâifetun minhum meake vel ye’huzû eslihatehum fe izâ secedû fel yekûnû min varâikum, vel te’ti tâifetun uhrâ lem yusallû fel yusallû meake vel ye’huzû hızrahum ve eslihatehum, veddellezîne keferû lev tagfulûne an eslihatikum ve emtiatikum fe yemîlûne aleykum meyleten vâhıdeh(vâhıdeten). Ve lâ cunâha aleykum in kâne bikum ezen min matarin ev kuntum mardâ en tedaû eslihatekum, ve huzû hızrakum. İnnallâhe eadde lil kâfirîne azâben muhînâ(muhînen).

(Ey Rasûlüm! Sefer halinde ve kâfirlerin kötülük yapmasından endişe içinde bulunan) mü’minlerle birlikte olur da onlara namaz kıldırırsan, önce onlardan bir grup seninle birlikte namaza dursun ve namaz esnasında silahlarını da üzerlerinde bulundursunlar. (Bu esnada diğer grup düşmanı gözetlesin.) Namaz kılan grup secdeyi yapıp da (rekâtı tamamlayınca, düşmanı gözetlemek üzere) arka tarafa geçsin. Bu arada, namazını kılmamış olan diğer grup gelsin ve seninle birlikte namazı kılsınlar; (bu şekilde yer değiştirme esnasında) tam ihtiyat ve teyakkuz durumunda olsun (ve hem yer değiştirme, hem namaz esnasında) silahlarını da üzerlerinde bulundursunlar. Kâfirler, sizi silahsız ve teçhizatsız halde yakalayıp birden baskın yaparak (işinizi bitirmek) isterler. Bununla birlikte, eğer yağmur (ve yerin de harekete elverişsiz olması) sebebiyle büyük zahmet çekecekseniz veya hasta olursanız, bu takdirde (namaz esnasında) silahlarınızı yere bırakmanızda üzerinize bir vebal yoktur. Fakat her halükârda tedbiri elden bırakmayın. Şüphesiz Allah, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.

فَإِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلاَةَ فَاذْكُرُواْ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَى جُنُوبِكُمْ فَإِذَا اطْمَأْنَنتُمْ فَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ إِنَّ الصَّلاَةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَّوْقُوتًا ﴿١٠٣﴾

4/NİSÂ SURESİ-103. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).

Namaz kılmayı tamamladığınız zaman, (bilhassa sefer ve korku hali sebebiyle namazda kısaltma yaptığınızı dikkate alarak) gerek ayakta, gerek oturarak, gerekse yanlarınız üzerinde uzanmış halde iken, (hattâ savaş esnasında) Allah’ı anın (O’nu kalbinizden hiç çıkarmadığınız gibi dilinizden de bırakmayın). Sefer ve bilhassa korku hali geçip de güvene erdiğinizde, artık namazı bütün şartlarını yerine getirerek tam kılın (ve sıcak çatışma ortamında kılamadıklarınızı güzelce kaza edin). Bilin ki, (en önemli bir ibadet olarak) namaz, mü’minler üzerine belirli vakitlerde farz kılınmıştır.

وَلاَ تَهِنُواْ فِي ابْتِغَاء الْقَوْمِ إِن تَكُونُواْ تَأْلَمُونَ فَإِنَّهُمْ يَأْلَمُونَ كَمَا تَأْلَمونَ وَتَرْجُونَ مِنَ اللّهِ مَا لاَ يَرْجُونَ وَكَانَ اللّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا ﴿١٠٤﴾

4/NİSÂ SURESİ-104. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lâ tehinû fîbtigâil kavm(kavmi). İn tekûnû te’lemûne fe innehum ye’lemûne kemâ te’lemûn(te’lemûne), ve tercûne minallâhi mâ lâ yercûn(yercûne). Ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).

(Sizinle savaşan düşman) topluluğunu takip edip arkalarından sıkıştırmada (ve aranızda anlaşma olmayıp, fiilî veya hukukî savaş hali devam ettiği müddetçe onları baskı altında tutmada) gevşeklik göstermeyin. Eğer siz böyle yapmakla (katlanmanız gereken bir) acı, bir zorluk çekiyorsanız, onlar da sizin acı ve zorluk çektiğiniz gibi acı ve zorluk çekmektedirler; kaldı ki siz, Allah’ tan onların ümit edip beklemedikleri pek çok şeyi ümit edip bekliyorsunuz. Şüphesiz ki Allah, (herkesin her halini) hakkıyla bilendir; (her hükmünde ve icraatında pek çok) hikmetler bulunandır.

إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا أَرَاكَ اللّهُ وَلاَ تَكُن لِّلْخَآئِنِينَ خَصِيمًا ﴿١٠٥﴾

4/NİSÂ SURESİ-105. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnâ enzelnâ ileykel kitâbe bil hakkı li tahkume beynen nâsi bimâ erâkallâh(erâkallâhu). Ve lâ tekun lil hâinîne hasîmâ(hasîmen).

(Ey Rasûlüm!) Biz sana Kitabı insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin diye, kendisinde hiçbir şüphe olmayacak şekilde ve gerçeğin ta kendisi olarak indirdik. Şu halde, (suçlu ile suçsuzu tam ayırt edip, suçsuz aleyhinde) hainlere yardımcı ve müdafaacı olma!

وَاسْتَغْفِرِ اللّهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ غَفُورًا رَّحِيمًا ﴿١٠٦﴾

4/NİSÂ SURESİ-106. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vestagfirillâh(vestagfirillâhe). İnnallâhe kâne gafûran rahîmâ(rahîmen).

Ve, Allah’tan bağışlanma dile. Çünkü Allah, (kullarının hata ve günahlarını) çok bağışlayandır; (bilhassa mü’min kullarına karşı hususî) rahmet ve merhameti pek bol olandır.

وَلاَ تُجَادِلْ عَنِ الَّذِينَ يَخْتَانُونَ أَنفُسَهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ مَن كَانَ خَوَّانًا أَثِيمًا ﴿١٠٧﴾

4/NİSÂ SURESİ-107. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lâ tucâdil anillezîne yahtânûne enfusehum innallâhe lâ yuhıbbu men kâne havvânen esîmâ(esîmen).

Kendi öz canlarına ihanet edenlerden yana tartışma ve savunmada bulunma. Şüphesiz ki Allah, hele hele hainlikte ve büyük günah işlemede çok ileri gidenleri hiç sevmez.

يَسْتَخْفُونَ مِنَ النَّاسِ وَلاَ يَسْتَخْفُونَ مِنَ اللّهِ وَهُوَ مَعَهُمْ إِذْ يُبَيِّتُونَ مَا لاَ يَرْضَى مِنَ الْقَوْلِ وَكَانَ اللّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطًا ﴿١٠٨﴾

4/NİSÂ SURESİ-108. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yestahfûne minen nâsi ve lâ yestahfûne minallâhi ve huve meahum iz yubeyyitûne mâ lâ yardâ minel kavl(kavli). Ve kânallâhu bi mâ ya’melûne muhîtâ(muhîtan).

(Yaptıkları ihanet ve işledikleri günahları) insanlardan gizlemeye çalışırlar da, onları Allah’ın gördüğünü hiç düşünmezler. Halbuki onlar, bilhassa gece karanlığında gizli gizli Allah’ın razı olmayacağı ihanet ve tezvirat planları yaparlarken O daima yanıbaşlarındaydı. Allah, her ne işliyorlarsa hepsini (ilim, görme, işitme ve kudretiyle) zaten kuşatmış durumdadır.

هَاأَنتُمْ هَؤُلاء جَادَلْتُمْ عَنْهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فَمَن يُجَادِلُ اللّهَ عَنْهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَم مَّن يَكُونُ عَلَيْهِمْ وَكِيلاً ﴿١٠٩﴾

4/NİSÂ SURESİ-109. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hâ entum hâulâi câdeltum anhum fîl hayâtid dunyâ fe men yucâdilullâhe anhum yevmel kıyâmeti em men yekûnu aleyhim vekîlâ(vekîlen).

Haydi diyelim, siz bu dünya hayatında onlardan yana tartışma ve savunmaya giriştiniz; iyi de, ya Kıyamet Günü onları Allah’a karşı kim savunacak veya kim onlara vekil olup (yaptıklarının karşılığını ödeyecek)?

وَمَن يَعْمَلْ سُوءًا أَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللّهَ يَجِدِ اللّهَ غَفُورًا رَّحِيمًا ﴿١١٠﴾

4/NİSÂ SURESİ-110. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men ya’mel sûen ev yazlim nefsehu summe yestagfirillâhe yecidillâhe gafûran rahîmâ(rahîmen).

Buna mukabil, kim bir kötülük işler veya (bir günahla) bizzat kendisine zulmeder de sonra Allah’tan bağışlanma dilerse, Allah’ı (günahları) pek çok bağışlayan, (bilhassa tevbe ve istiğfar ile Kendisine yönelen mü’min kullarına karşı) pek bol rahmet ve merhamet sahibi olarak bulur.

وَمَن يَكْسِبْ إِثْمًا فَإِنَّمَا يَكْسِبُهُ عَلَى نَفْسِهِ وَكَانَ اللّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا ﴿١١١﴾

4/NİSÂ SURESİ-111. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men yeksib ismen fe innemâ yeksibuhu alâ nefsihî. Ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).

Fakat kim de (işlediği kötülüğün ardından tevbe etmez ve bir) günah kazanırsa, bilsin ki, o günahı ancak kendi aleyhine kazanmıştır. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.

وَمَن يَكْسِبْ خَطِيئَةً أَوْ إِثْمًا ثُمَّ يَرْمِ بِهِ بَرِيئًا فَقَدِ احْتَمَلَ بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُّبِينًا ﴿١١٢﴾

4/NİSÂ SURESİ-112. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men yeksib hatîeten ev ismen summe yermi bihî berîen fe kadihtemele buhtânen ve ismen mubînâ(mubînen).

Ayrıca kim, günahı sadece kendisine dönük bir kötülük veya (hırsızlık, cana kıyma gibi) başkalarına yönelik bir suç işler, sonra da onu masum birinin üstüne atarsa, hiç şüphesiz bir iftira ve pek açık, pek büyük bir vebal yüklenmiş olur.

وَلَوْلاَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكَ وَرَحْمَتُهُ لَهَمَّت طَّآئِفَةٌ مُّنْهُمْ أَن يُضِلُّوكَ وَمَا يُضِلُّونَ إِلاُّ أَنفُسَهُمْ وَمَا يَضُرُّونَكَ مِن شَيْءٍ وَأَنزَلَ اللّهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُ وَكَانَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكَ عَظِيمًا ﴿١١٣﴾

4/NİSÂ SURESİ-113. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lev lâ fadlullâhi aleyke ve rahmetuhu le hemmet tâifetun minhum en yudıllûke. Ve mâ yudıllûne illâ enfusehum ve mâ yadurrûneke min şey’(şey’in). Ve enzelallâhu aleykel kitâbe vel hikmete ve allemeke mâ lem tekun ta’lem(ta’lemu). Ve kâne fadlullâhi aleyke azîmâ(azîmen).

(Ey Rasûlüm!) Eğer senin üzerinde Allah’ın pek büyük lütfu, inayeti ve rahmeti olmamış olsaydı, onlardan bir grup vereceğin hükümde seni yanlışa sürüklemeyi kurmuşlardı. Fakat onlar, ancak kendilerini yanlışa sürüklerler ve sana hiçbir şekilde zarar veremezler. (Seni nasıl şaşırtıp, nasıl sana zarar verebilirler ki? Çünkü) Allah, sana Kitabı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediklerini öğretti. (Ey Rasûlüm!) Allah’ın senin üzerindeki lütfu ve inayeti gerçekten çok büyüktür.

لاَّ خَيْرَ فِي كَثِيرٍ مِّن نَّجْوَاهُمْ إِلاَّ مَنْ أَمَرَ بِصَدَقَةٍ أَوْ مَعْرُوفٍ أَوْ إِصْلاَحٍ بَيْنَ النَّاسِ وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ ابْتَغَاء مَرْضَاتِ اللّهِ فَسَوْفَ نُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا ﴿١١٤﴾

4/NİSÂ SURESİ-114. AYET (Meâlleri Kıyasla): Lâ hayra fî kesîrin min necvâhum illâ men emera bi sadakatin ev ma’rûfin ev ıslâhın beynen nâs(nâsi). Ve men yef’al zâlikebtigâe mardâtillâhi fe sevfe nu’tîhi ecran azîmâ(azîmen).

Onların fısıldaşmalarının, bir araya gelip de kendi aralarında yaptıkları gizli toplantı ve görüşmelerin çoğunda hayır yoktur; ancak muhtaçlara yardımı veya iyilik, güzellik ve doğruluğu ya da insanların arasını ıslah etmeyi emir ve tavsiye edenlerin yaptıkları gizli görüşme ve fısıldaşmalar bundan müstesnadır. Kim içten bir taleple Allah’ın rızası peşinde olur ve O’nun rızasının nerede yattığını araştırarak hayırlı toplantı ve görüşmelerde bulunursa, bir gün gelir, Biz ona (hiç ümit etmediği) çok büyük bir mükâfat veririz.

وَمَن يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَى وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَنُصْلِهِ جَهَنَّمَ وَسَاءتْ مَصِيرًا ﴿١١٥﴾

4/NİSÂ SURESİ-115. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men yuşâkıkır resûle min ba’di mâ tebeyyene lehul hudâ ve yettebi’ gayra sebîlil mu’minîne nuvellıhî mâ tevellâ ve nuslihî cehennem(cehenneme). Ve sâet masîrâ(masîran).

Her kim de, hidayet (yolun, sözün, inancın, düşüncenin ve davranışın doğrusu) kendisine apaçık belli olduktan sonra (o şanı büyük) Rasûl’e muhalefet eder ve (topluluk olarak dalâlet üzerinde birleşmeleri mümkün bulunmayan) mü’minlerin yolundan başka bir yol tutarsa onu, arkasını dönüp de yöneldiği o bâtıl yolla baş başa bırakır ve Cehennem’e atıp kavururuz. Ne fena bir âkıbet, son durak olarak ne kötü bir yer!

إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا ﴿١١٦﴾

4/NİSÂ SURESİ-116. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnallâhe lâ yagfiru en yuşrake bihî ve yagfiru mâ dûne zâlike li men yeşâu. Ve men yuşrik billâhi fe kad dalle dalâlen baîdâ(baîdan).

Allah, Kendisi’ne şirk koşulmasını asla bağışlamaz; bunun altındaki günahları ise, (bilhassa tevbe ve istiğfarla Kendisi’ne yönelen) dilediği kimse hakkında bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, hiç şüphesiz hak yoldan büsbütün sapmış gitmiş demektir.

إِن يَدْعُونَ مِن دُونِهِ إِلاَّ إِنَاثًا وَإِن يَدْعُونَ إِلاَّ شَيْطَانًا مَّرِيدًا ﴿١١٧﴾

4/NİSÂ SURESİ-117. AYET (Meâlleri Kıyasla): İn yed’ûne min dûnihî illâ inâsâ(inâsen), ve in yed’ûne illâ şeytânen merîdâ(merîden).

Allah’ı bırakıp, (şuurdan, ilimden, güçten, iradeden yoksun) ve kendilerine dişi isimler taktıkları (birtakım putlar edinerek onlara) ilâh diyor ve karşılarında el açıp yalvarıyorlar. Böyle yapmakla, aslında (kibir, günah ve inkârda) ısrarlı mı ısrarlı ve hayra bütün bütün kapalı bir şeytana el açıp dua etmiş olmaktadırlar.

لَّعَنَهُ اللّهُ وَقَالَ لَأَتَّخِذَنَّ مِنْ عِبَادِكَ نَصِيبًا مَّفْرُوضًا ﴿١١٨﴾

4/NİSÂ SURESİ-118. AYET (Meâlleri Kıyasla): Leanehullâh(leanehullâhu), ve kâle le ettehizenne min ibâdike nasîben mefrûdâ(mefrûdan).

Allah’ın lâneti boynuna olsun o şeytanın! Bir zaman şöyle demişti: “Andolsun, Sen’in kullarından muhakkak bana uyup neticede bana ait olacak bir pay edineceğim.

وَلأُضِلَّنَّهُمْ وَلأُمَنِّيَنَّهُمْ وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ آذَانَ الأَنْعَامِ وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّهِ وَمَن يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِيًّا مِّن دُونِ اللّهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَانًا مُّبِينًا ﴿١١٩﴾

4/NİSÂ SURESİ-119. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve le udillennehum ve le umenniyennehum ve le âmurannehum fe le yubettikunne âzânel en’âmi, ve le âmurannehum fe le yugayyirunne halkallâh(halkallâhi. Ve men yettehıziş şeytâne veliyyen min dûnillâhi fe kad hasira husrânen mubînâ(mubînen).

“Andolsun, saptıracağım onları ve dipsiz emeller, boş ümitler, yalan sevdalar ve bâtıl ideallerle oyalayacağım; kesinlikle onlara emredecek, onları öyle yollara sürükleyeceğim ki, davarlarının kulaklarını yarıp (onları putlarına adayacak ve yemeyi kendilerine haram kılacaklar); onlara yine emredecek, daha başka öyle yollara sürükleyeceğim ki onları, Allah’ın yarattığını, varlığa verdiği aslî şekli değiştirecekler.” Artık kim Allah’ı bırakıp da şeytanı kendisine yakın dost, sırdaş ve işlerini emanet edeceği bir vekil edinirse, hiç şüphesiz apaçık bir kaybın içine yuvarlanmış gitmiş demektir.

يَعِدُهُمْ وَيُمَنِّيهِمْ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلاَّ غُرُورًا ﴿١٢٠﴾

4/NİSÂ SURESİ-120. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yeıduhum, ve yumennîhim. Ve mâ yeıduhumuş şeytânu illâ gurûrâ(gurûran).

(Ama, şeytanın insanlar üzerinde Allah’a rağmen bir yaptırım gücü yoktur.) O, ancak va’deder; kalbe boş ümitler, yalan sevdalar ve bâtıl idealler atar. Şeytanın va’dettiği, boş bir aldanmadan başka bir şey değildir.

أُوْلَئِكَ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَلاَ يَجِدُونَ عَنْهَا مَحِيصًا ﴿١٢١﴾

4/NİSÂ SURESİ-121. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ulâike me’vâhum cehennemu ve lâ yecidûne anhâ mahîsâ(mahîsan).

(O şeytanın da, onun va’dlerine kanıp, kalbe attığı boş ümit, yalan sevda ve bâtıl ideallerin arkasından sürüklenip gidenlerin de) nihaî barınağı Cehennem’dir ve oradan kurtulmak için hiçbir yol, hiçbir çare bulamayacaklardır.

وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا وَعْدَ اللّهِ حَقًّا وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللّهِ قِيلاً ﴿١٢٢﴾

4/NİSÂ SURESİ-122. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti se nudhiluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden). Va’dallâhi hakkâ(hakkan). Ve men asdaku minallâhi kîlâ(kîlen).

İman edip, imanlarının gerektirdiği istikamette sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanlara gelince: Onları, içlerinde ebedî kalmak üzere, (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Allah’tan hak ve gerçekleşmesi kesin bir va’ddir bu. Allah’ tan daha doğru sözlü kim olabilir?

لَّيْسَ بِأَمَانِيِّكُمْ وَلا أَمَانِيِّ أَهْلِ الْكِتَابِ مَن يَعْمَلْ سُوءًا يُجْزَ بِهِ وَلاَ يَجِدْ لَهُ مِن دُونِ اللّهِ وَلِيًّا وَلاَ نَصِيرًا ﴿١٢٣﴾

4/NİSÂ SURESİ-123. AYET (Meâlleri Kıyasla): Leyse bi emâniyyikum ve lâ emâniyyi ehlil kitâb(kitâbi). Men ya’mel sûen yucze bihî, ve lâ yecid lehu min dûnillâhi veliyyen ve lâ nasîrâ(nasîran).

Mesele, ne sizin kuruntularınız, ne de Ehli Kitabın kuruntuları gibidir. (Hiçbir kimse veya kavmin Allah katında bir ayrıcalığı yoktur. Gerçek, sadece şudur:) Kim bir fenalık işlerse onun karşılığını görür ve kendisi için Allah’tan başka, (onu cezadan kurtaracak) ne bir koruyucu, sahiplenici, ne de bir yardımcı bulabilir.

وَمَن يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتَ مِن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُوْلَئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلاَ يُظْلَمُونَ نَقِيرًا ﴿١٢٤﴾

4/NİSÂ SURESİ-124. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men ya’mel mines sâlihâti min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun fe ulâike yedhulûnel cennete ve lâ yuzlemûne nakîrâ(nakîran).

Erkek olsun kadın olsun, kim de (bütün iman esaslarına inanılması gerektiği gibi inanmış tam) bir mü’min olarak Allah’ın emrettiği şekilde sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yaparsa, işte bu (gerçekten kıymetli) insanlar Cennet’e girerler ve kendilerine en küçük bir haksızlıkta bulunulmaz.

وَمَنْ أَحْسَنُ دِينًا مِّمَّنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لله وَهُوَ مُحْسِنٌ واتَّبَعَ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَاتَّخَذَ اللّهُ إِبْرَاهِيمَ خَلِيلاً ﴿١٢٥﴾

4/NİSÂ SURESİ-125. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen). Vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).

O’nu görürcesine, en azından O’nun kendisini sürekli gördüğünün şuuru içinde bütün varlığıyla Allah’a teslim olan ve şirkten, nifaktan uzak dupduru bir Tevhid inancıyla İbrahim’in milletine (yol, inanç ve yaşayış tarzına) uyanın dininden daha güzel bir dine kim sahiptir ki? Allah, İbrahim’i (izni ölçüsünde bazı Ulûhiyet sırlarına muttali) bir sırdaş edinmişti.

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا ﴿١٢٦﴾

4/NİSÂ SURESİ-126. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı). Ve kânallâhu bi kulli şey’in muhîtâ(muhîtan).

Göklerde ne varsa ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Allah, (ilmiyle, kudretiyle) her şeyi kuşatmış bulunmaktadır.

وَيَسْتَفْتُونَكَ فِي النِّسَاء قُلِ اللّهُ يُفْتِيكُمْ فِيهِنَّ وَمَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ فِي يَتَامَى النِّسَاء الَّلاتِي لاَ تُؤْتُونَهُنَّ مَا كُتِبَ لَهُنَّ وَتَرْغَبُونَ أَن تَنكِحُوهُنَّ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الْوِلْدَانِ وَأَن تَقُومُواْ لِلْيَتَامَى بِالْقِسْطِ وَمَا تَفْعَلُواْ مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ بِهِ عَلِيمًا ﴿١٢٧﴾

4/NİSÂ SURESİ-127. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve yesteftûneke fîn nisâi. Kulillâhu yuftîkum fîhinne, ve mâ yutlâ aleykum fîl kitâbi fî yetâmen nisâillâtî lâ tu’tûnehunne mâ kutibe lehunne ve tergabûne en tenkihûhunne vel mustad’afîne minel vildâni, ve en tekûmû lil yetâmâ bil kıst(kıstı). Ve mâ tef’alû min hayrin fe innallâhe kâne bihî alîmâ(alîmen).

(Ey Rasûlüm,) kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: “Allah, onlar hakkında size vereceği fetvaları (Kur’ân’da) veriyor; ayrıca, (güzellikleri ve servetleri uğruna) kendileriyle evlenmeye hırs gösterdiğiniz halde onlara vermeniz gereken mehri vermediğiniz (veya, sizi çekmedikleri için kendileriyle evlenmediğiniz gibi, mallarından faydalanmayı sürdürmek gayesiyle başkalarıyla da evermeye yanaşmadığınız) yetim kadınlarla, zayıf, biçare çocuklar ve yetimlerin haklarına gerektiği ölçüde riayet etmeniz konusundaki hükümler size zaten bu Kitap’ta okunuyor.” Bilin ki, hayır adına her ne yaparsanız, şüphesiz Allah onu hakkıyla bilmektedir.

وَإِنِ امْرَأَةٌ خَافَتْ مِن بَعْلِهَا نُشُوزًا أَوْ إِعْرَاضًا فَلاَ جُنَاْحَ عَلَيْهِمَا أَن يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحًا وَالصُّلْحُ خَيْرٌ وَأُحْضِرَتِ الأَنفُسُ الشُّحَّ وَإِن تُحْسِنُواْ وَتَتَّقُواْ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا ﴿١٢٨﴾

4/NİSÂ SURESİ-128. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve in imraetun hâfet min ba’lihâ nuşûzen ev ı’râdan fe lâ cunâha aleyhimâ en yuslıhâ beynehumâ sulhâ(sulhan). Ves sulhu hayr(hayrun). Ve uhdıratil enfusuş şuhh(şuhha). Ve in tuhsinû ve tettekû fe innallâhe kâne bi mâ ta’melûne habîrâ(habîran).

Eğer bir kadın kocasının serkeşliğinden, evlilik vazifelerini yerine getirmemesinden veya bütün bütün kendisinden yüz çevirip uzaklaşmasından haklı olarak endişe duyuyorsa, bu takdirde bir yolunu bulup, aralarında yeniden anlaşma ve sulh yoluna gitmelerinde üzerlerine bir vebal yoktur. Sulh, gerçekten hayırlı olandır. (Şurası bir gerçek ki,) nefisler, kendilerine düşkün ve hep bencilliğe ve kendi menfaatlerine eğilimlidir. Bu bakımdan (ey erkekler), eğer Allah’ı görüyormuşçasına, en azından O’ nun sizi sürekli gördüğünün şuuru içinde hep iyiliği seçer ve (bilhassa kadınların hakkını gözetmede) takva yolunu tercih ederseniz, bilin ki hiç şüphesiz Allah, her ne yaparsanız yapın ondan mutlaka haberdardır.

وَلَن تَسْتَطِيعُواْ أَن تَعْدِلُواْ بَيْنَ النِّسَاء وَلَوْ حَرَصْتُمْ فَلاَ تَمِيلُواْ كُلَّ الْمَيْلِ فَتَذَرُوهَا كَالْمُعَلَّقَةِ وَإِن تُصْلِحُواْ وَتَتَّقُواْ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ غَفُورًا رَّحِيمًا ﴿١٢٩﴾

4/NİSÂ SURESİ-129. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve len testatîû en ta’dilû beynen nisâi ve lev harastum fe lâ temîlû kullel meyli fe tezerûhâ kel muallakah(muallakati). Ve in tuslihû ve tettekû fe innallâhe kâne gafûran rahîmâ(rahîmen).

Gerçekleştirme konusunda ne kadar hırs gösterseniz de, kadınlar arasında (sevgi, hissî alâka gibi bütünüyle irade altına girmeyen hususlarda) adaleti sağlamaya muvaffak olmanız mümkün değildir. Bununla birlikte, birinden büsbütün yüz çevirip de onu sanki kocasızmış gibi ortada bırakmayın. Eşlerinizle münasebetlerinizde hep sulh yörüngeli davranır, onların aralarında çıkan anlaşmazlıkları sürekli güzellikle ve adaletle halleder ve daima takva yolunu tercih ederseniz, bilin ki Allah, (elde olmadan işlenen, elde olarak işlense bile kendilerinden tevbe edilen hata ve günahları) pek çok bağışlayandır; (bilhassa mü’min ve müttakî kullarına karşı) hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.

وَإِن يَتَفَرَّقَا يُغْنِ اللّهُ كُلاًّ مِّن سَعَتِهِ وَكَانَ اللّهُ وَاسِعًا حَكِيمًا ﴿١٣٠﴾

4/NİSÂ SURESİ-130. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve in yeteferrekâ yugnillâhu kullen min seatihî. Ve kânallâhu vâsian hakîmâ(hakîmen).

(Aralarını düzeltme adına ortaya konan her türlü gayrete rağmen) eşler, (evliliği daha fazla devam ettiremeyeceklerine inanıp) ayrılacak olurlarsa, (fakir ve kimsesiz kalırız endişesine kapılmasınlar). Allah, her birine o çok geniş, her varlığı kapsayan lütf u kereminden bir kapı açar ve birini diğerine muhtaç etmez. Allah, lütf u keremiyle her varlığı kucaklayan, kullarına olabildiğince genişlik gösterendir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَلَقَدْ وَصَّيْنَا الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ مِن قَبْلِكُمْ وَإِيَّاكُمْ أَنِ اتَّقُواْ اللّهَ وَإِن تَكْفُرُواْ فَإِنَّ لِلّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ غَنِيًّا حَمِيدًا ﴿١٣١﴾

4/NİSÂ SURESİ-131. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı). Ve lekad vassaynâllezîne ûtûl kitâbe min kablikum ve iyyâkum enittekullâh(enittekullâhe). Ve in tekfurû fe inne lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı). Ve kânallâhu ganiyyen hamîdâ(hamîden).

Göklerde ne varsa ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Bu bakımdan, sizden önce kendilerine Kitap verilenlere ve elbette size de, “Allah’a karşı gelmekten sakının ve O’nunla münasebetlerinizde takva dairesi içinde hareket edip O’nun koruması altına girin!” diye emrettik. Buna rağmen, eğer O’nu tanımaz ve O’na karşı nankör kesilirseniz bilin ki, göklerde ne varsa ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır: (ne O’nu tanıyıp O’na şükretmeniz O’na bir şey katar, ne de O’nu tanımayıp O’na karşı nankör kesilmeniz O’ndan bir şey eksiltir. Çünkü) Allah, mutlak servet sahibi, (dolayısıyla kullarının iman ve şükründen) mutlak müstağnîdir; (bütün ihtiyaçlarınızı gideren ve rızkınızı veren Rabbiniz olarak) hakkıyla hamde lâyıktır.

وَلِلّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَفَى بِاللّهِ وَكِيلاً ﴿١٣٢﴾

4/NİSÂ SURESİ-132. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fil ard(ardı). Ve kefâ billâhi vekîlâ(vekîlen).

Evet, Allah’ındır göklerde ne varsa ve yerde ne varsa. Kendisine dayanılıp güvenilecek ve bütün işlerin havale edileceği (vekil) olarak Allah kâfidir.

إِن يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ أَيُّهَا النَّاسُ وَيَأْتِ بِآخَرِينَ وَكَانَ اللّهُ عَلَى ذَلِكَ قَدِيرًا ﴿١٣٣﴾

4/NİSÂ SURESİ-133. AYET (Meâlleri Kıyasla): İn yeşa’ yuzhibkum eyyuhân nâsu ve ye’ti bi âharîn(âharîne). Ve kânallâhu alâ zâlike kadîrâ(kadîran).

Eğer O dilerse, ey insanlar, hepinizi ortadan kaldırır ve yerinize başkalarını getirir. Bunu yapmaya Allah’ın kudreti elbette yeter.

مَّن كَانَ يُرِيدُ ثَوَابَ الدُّنْيَا فَعِندَ اللّهِ ثَوَابُ الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَكَانَ اللّهُ سَمِيعًا بَصِيرًا ﴿١٣٤﴾

4/NİSÂ SURESİ-134. AYET (Meâlleri Kıyasla): Men kâne yurîdu sevâbed dunyâ fe indallâhi sevâbud dunyâ vel âhırah(âhırati). Ve kânallâhu semîan basîrâ(basîran).

Kim dünya nimet ve mutluluğunu istiyorsa bilsin ki, dünyanın da Âhiret’in de nimet ve mutluluğu Allah katındadır. Allah, her şeyi hakkıyla işitendir, her şeyi hakkıyla görendir: (her sözü işitir, her yapılanı görür ve hepsini kaydeder).

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُونُواْ قَوَّامِينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَاء لِلّهِ وَلَوْ عَلَى أَنفُسِكُمْ أَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالأَقْرَبِينَ إِن يَكُنْ غَنِيًّا أَوْ فَقَيرًا فَاللّهُ أَوْلَى بِهِمَا فَلاَ تَتَّبِعُواْ الْهَوَى أَن تَعْدِلُواْ وَإِن تَلْوُواْ أَوْ تُعْرِضُواْ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا ﴿١٣٥﴾

4/NİSÂ SURESİ-135. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ eyyuhâllezîne âmenû kûnû kavvamîne bil kıstı şuhedâe lillâhi ve lev alâ enfusıkum evil vâlideyni vel akrabîn(akrabîne), in yekun ganiyyen ev fakîran fallâhu evlâ bihimâ fe lâ tettebiûl hevâ en ta’dilû, ve in telvû ev tu’rıdû fe innallâhe kâne bi mâ ta’melûne habîrâ(habîran).

Ey iman edenler! Bizzat kendinizin, annebabanızın ve yakınlarınızın aleyhine de olsa, haktan yana ve Allah için şahitlik yapanlar olarak var gücünüzle ve kılı kırk yararcasına adaleti gerçekleştirin ve koruyun. (Lehinde ve aleyhinde şahitlikte bulunacağız kişi) zengin de olsa fakir de olsa bilin ki Allah, onların her ikisine de sizden daha yakındır; bu sebeple (zengine hürmetinize veya ondan beklentinize ve fakire merhametinize takılarak), nefsinizin meyillerine uyup adaletten ayrılmayın. Eğer dilinizi eğip bükerek doğru şahitlikte bulunmaz veya şahitlik yapmaktan (ya da doğruyu söylemekten) büsbütün kaçınırsanız, unutmayın ki Allah, her yaptığınızdan hakkıyla haberdardır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ آمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِي نَزَّلَ عَلَى رَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِيَ أَنزَلَ مِن قَبْلُ وَمَن يَكْفُرْ بِاللّهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا ﴿١٣٦﴾

4/NİSÂ SURESİ-136. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ eyyuhâllezîne âmenû, âminû billâhi ve resûlihî vel kitâbillezî nezzele alâ resûlihî vel kitâbillezî enzele min kabl(kablu). Ve men yekfur billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulihî vel yevmil âhıri fe kad dalle dalâlen baîdâ(baîden).

Ey iman edenler! Allah’a, Rasûlü (Muhammed)’ e, Rasûlü’ne bölüm bölüm indirmekte olduğu Kitaba (Kur’ân’a) ve daha önce indirmiş bulunduğu kitaplara (hakkıyla ve gerçek manâda) iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, rasûllerini ve Âhiret Günü’nü tanımayıp inkâr ederse, hiç şüphesiz haktan büsbütün sapıp gitmiş demektir.

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ ثُمَّ كَفَرُواْ ثُمَّ آمَنُواْ ثُمَّ كَفَرُواْ ثُمَّ ازْدَادُواْ كُفْرًا لَّمْ يَكُنِ اللّهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلاَ لِيَهْدِيَهُمْ سَبِيلاً ﴿١٣٧﴾

4/NİSÂ SURESİ-137. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnellezîne âmenû, summe keferû, summe âmenû, summe keferû, summezdâdû kufran lem yekunillâhu li yagfira lehum ve lâ li yehdiyehum sebîlâ(sebîlen).

Şurası bir gerçek ki, iman edip sonra küfre düşenler, sonra tekrar iman edip ardından yine küfre düşen ve sonrasında da küfürde ileri gidip kökleşenler var ya: Allah, onları asla bağışlamayacağı gibi, onları (neticede kurtuluşa varacak) herhangi bir yola da katiyen yöneltecek değildir.

بَشِّرِ الْمُنَافِقِينَ بِأَنَّ لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا ﴿١٣٨﴾

4/NİSÂ SURESİ-138. AYET (Meâlleri Kıyasla): Beşşiril munâfikîne bi enne lehum azâben elîmâ(elîmen).

(Bunlar zaten münafıklar olup,) böylesi münafıklara müjdele ki, onların hakkı sadece çok acı bir azaptır.

الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ العِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعًا ﴿١٣٩﴾

4/NİSÂ SURESİ-139. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ellezîne yettehızûnel kâfirîne evliyâe min dûnil mu’minîn(mu’minîne. E yebtegûne indehumul izzete fe innel izzete lillâhi cemîâ(cemîan).

Onlar, mü’minleri bırakıp da kâfirleri kendilerine yakın dost, sırdaş ve işlerini havale edip, sığınacakları birer mercî edinirler. Onlar, izzet, şeref ve kuvveti o kâfirlerle birlikte olmada mı görüyorlar? Oysa izzet, şeref ve kuvvet, bütünüyle Allah’a aittir.

وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ أَنْ إِذَا سَمِعْتُمْ آيَاتِ اللّهِ يُكَفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَأُ بِهَا فَلاَ تَقْعُدُواْ مَعَهُمْ حَتَّى يَخُوضُواْ فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ إِنَّكُمْ إِذًا مِّثْلُهُمْ إِنَّ اللّهَ جَامِعُ الْمُنَافِقِينَ وَالْكَافِرِينَ فِي جَهَنَّمَ جَمِيعًا ﴿١٤٠﴾

4/NİSÂ SURESİ-140. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kad nezzele aleykum fîl kitâbi en izâ semi’tum âyâtillâhi yukferu bihâ ve yustehzeu bihâ fe lâ tak’udû meahum hattâ yehûdû fî hadîsin gayrihî, innekum izen misluhum. İnnallâhe câmiul munâfikîne vel kâfirîne fî cehenneme cemîâ(cemîan).

Allah, size Kitap’ta (Kur’ân’da) daha önce indirmişti: Allah’ın âyetlerinin ret ve inkâr edilip onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, bunu yapanlar başka bir söze dalıp gidinceye kadar onların yanında oturmayın. Eğer (yaptıklarına katılmadığınızı ortaya koyacak en basit bir tavır olarak oradan kalkıp gitmez de, onlarla) oturmaya devam ederseniz, siz de onlar gibisiniz demektir. Şüphesiz Allah, münafıkların ve kâfirlerin tamamını Cehennem’de bir araya getirecektir.

الَّذِينَ يَتَرَبَّصُونَ بِكُمْ فَإِن كَانَ لَكُمْ فَتْحٌ مِّنَ اللّهِ قَالُواْ أَلَمْ نَكُن مَّعَكُمْ وَإِن كَانَ لِلْكَافِرِينَ نَصِيبٌ قَالُواْ أَلَمْ نَسْتَحْوِذْ عَلَيْكُمْ وَنَمْنَعْكُم مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ فَاللّهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً ﴿١٤١﴾

4/NİSÂ SURESİ-141. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ellezîne yeterabbesûne bikum, fe in kâne lekum fethun minallâhi kâlû e lem nekun meakum, ve in kâne lil kâfirîne nasîbun, kâlû e lem nestahviz aleykum ve nemna’kum minel mu’minîn(mu’minîne. Fallâhu yahkumu beynekum yevmel kıyâmet(kıyâmeti). Ve len yec’alallâhu lil kâfirîne alâl mu’minîne sebîlâ(sebîlen).

Münafıklar, sizinle ilgili olup bitenleri çok yakından izler ve devamlı olarak havayı yoklarlar: Şayet Allah size bir zafer lûtfederse, “Biz de sizinle beraber değil miydik?” derler. Eğer karşınızdaki kâfirlere zaferden bir pay düşecek olsa, bu defa onlara, “Biz, (mü’minlere katılmamak ve onları içten vurmak suretiyle) size yardım edip bu zaferde daha önemli bir pay sahibi olmadık mı, sizi mü’minlere karşı korumadık mı?” derler. Allah, Kıyamet Günü sizinle onlar arasında hükmünü verecektir. Allah, kâfirlere mü’minler aleyhinde asla yol vermez.

إِنَّ الْمُنَافِقِينَ يُخَادِعُونَ اللّهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْ وَإِذَا قَامُواْ إِلَى الصَّلاَةِ قَامُواْ كُسَالَى يُرَآؤُونَ النَّاسَ وَلاَ يَذْكُرُونَ اللّهَ إِلاَّ قَلِيلاً ﴿١٤٢﴾

4/NİSÂ SURESİ-142. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnel munâfikîne yuhâdiûnallahe ve huve hâdiuhum, ve izâ kâmû ilâs salâti kâmû kusâlâ yurâunen nâse ve lâ yezkurûnallâhe illâ kalîlâ(kalîlen).

Münafıklar, kendilerince güya Allah’a hile edip O’nu kandırıyorlar; oysa Allah, onların hilelerini sürekli kendi başlarına çeviriyor. (O münafıklar) ne zaman namaza kalksalar, hep üşene üşene, üstelik sadece insanlara gösteriş yapmak, namaz kıldıklarını gösterip (güya Müslümanlıklarını ispat etmek için) kalkarlar ve (hem namazda, hem namaz dışında) Allah’ı pek az anar, pek az hatırlarlar.

مُّذَبْذَبِينَ بَيْنَ ذَلِكَ لاَ إِلَى هَؤُلاء وَلاَ إِلَى هَؤُلاء وَمَن يُضْلِلِ اللّهُ فَلَن تَجِدَ لَهُ سَبِيلاً ﴿١٤٣﴾

4/NİSÂ SURESİ-143. AYET (Meâlleri Kıyasla): Muzebzebîne beyne zâlike, lâ ilâ hâulâi ve lâ ilâ hâulâi. Ve men yudlilillâhu fe len tecide lehu sebîlâ(sebîlen).

(Mü’minlerle kâfirler) arasında bocalayıp dururlar; ne bunlara katılırlar, ne de onlara. Öyle ya, Allah her kimi saptırırsa, artık onun için (üzerinde gideceği) hiçbir sağlam yol bulamazsın.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَتُرِيدُونَ أَن تَجْعَلُواْ لِلّهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًا مُّبِينًا ﴿١٤٤﴾

4/NİSÂ SURESİ-144. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettehızûl kâfirîne evliyâe min dûnil mu’minîn(mu’minîne). E turîdûne en tec’alû lillâhi aleykum sultânen mubînâ(mubînen).

Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri sırdaş, yakın dost, işlerinizde vekil ve müttefik edinmeyin. Yoksa (böyle bir akılsızlıkta bulunup da, nifak alâmeti olarak) aleyhinizde Allah’a apaçık bir delil vermek (ve O’nun azabını üzerinize çekmek) mi istiyorsunuz?

إِنَّ الْمُنَافِقِينَ فِي الدَّرْكِ الأَسْفَلِ مِنَ النَّارِ وَلَن تَجِدَ لَهُمْ نَصِيرًا ﴿١٤٥﴾

4/NİSÂ SURESİ-145. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnel munâfikîne fîd derkil esfeli minen nâr(nâri), ve len tecide lehum nasîrâ(nasîran).

Şüphesiz ki münafıklar, Ateş’in en alt tabakasındadırlar. Onlar için, (kendilerini oradan kurtaracak) bir yardımcı da bulamazsın.

إِلاَّ الَّذِينَ تَابُواْ وَأَصْلَحُواْ وَاعْتَصَمُواْ بِاللّهِ وَأَخْلَصُواْ دِينَهُمْ لِلّهِ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الْمُؤْمِنِينَ وَسَوْفَ يُؤْتِ اللّهُ الْمُؤْمِنِينَ أَجْرًا عَظِيمًا ﴿١٤٦﴾

4/NİSÂ SURESİ-146. AYET (Meâlleri Kıyasla): İllâllezîne tâbû ve aslehû va’tesamû billâhi ve ahlesû dînehum lillâhi fe ulâike meal mu’minîn(mu’minîne). Ve sevfe yu’tillâhul mu’minîne ecran azîmâ(azîmen).

Ancak samimi bir tevbe ile Allah’a yönelip hallerini düzeltenler ve Allah’a sımsıkı sarılanlar, ayrıca dinlerini tam bir ihlâsla yaşayıp Allah’a halis kul olanlar, işte bunlar mü’minlere dahildirler. Ve gün gelecek, Allah mü’minlere çok büyük bir mükâfat verecektir.

مَّا يَفْعَلُ اللّهُ بِعَذَابِكُمْ إِن شَكَرْتُمْ وَآمَنتُمْ وَكَانَ اللّهُ شَاكِرًا عَلِيمًا ﴿١٤٧﴾

4/NİSÂ SURESİ-147. AYET (Meâlleri Kıyasla): Mâ yef’alullâhu bi azâbikum in şekertum ve âmentum. Ve kânallâhu şâkiran alîmâ(alîmen).

Siz şükredip iman ettikten sonra Allah size niye azap etsin ki? Allah, (Kendisine yapılan her şükre ve Kendisine her yönelişe fazlasıyla) karşılık verendir ve (her şeyi, herkesin halini) hakkıyla bilendir.

لاَّ يُحِبُّ اللّهُ الْجَهْرَ بِالسُّوَءِ مِنَ الْقَوْلِ إِلاَّ مَن ظُلِمَ وَكَانَ اللّهُ سَمِيعًا عَلِيمًا ﴿١٤٨﴾

4/NİSÂ SURESİ-148. AYET (Meâlleri Kıyasla): Lâ yuhibbullâhul cehra bis sûi minel kavli illâ men zulim(zulime). Ve kanallâhu semîan alîmâ(alîmen).

Allah, zulme ve haksızlığa maruz kalanın (usulü dairesinde) söylemesi dışında, (her ne türde ve şekilde olursa olsun) kötü sözün açıktan söylenmesinden asla hoşlanmaz. Hiç şüphesiz Allah, (her söyleneni) hakkıyla işitendir; (her sözü, her niyeti, her söyleyeni) hakkıyla bilendir.

إِن تُبْدُواْ خَيْرًا أَوْ تُخْفُوهُ أَوْ تَعْفُواْ عَن سُوَءٍ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ عَفُوًّا قَدِيرًا ﴿١٤٩﴾

4/NİSÂ SURESİ-149. AYET (Meâlleri Kıyasla): İn tubdû hayran ev tuhfûhu ev ta’fû an sûin fe innallâhe kâne afuvven kadîrâ(kadîran).

(Buna karşılık,) bir iyiliği ister açıktan yapın ister gizlice yapın veya (şahsınıza reva görülen) herhangi bir fenalığı (ona usulünce mukabelede bulunmak hakkınız olmakla birlikte) bağışlayıverin: her halükârda bilin ki Allah, (Kendisine karşı işlenen) günahların pek çoğundan hemen geçiverendir; (cezalandırılması gereken her suçluyu ve suçu cezalandırmaya da) gücü hakkıyla yetendir.

إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَيُرِيدُونَ أَن يُفَرِّقُواْ بَيْنَ اللّهِ وَرُسُلِهِ وَيقُولُونَ نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍ وَيُرِيدُونَ أَن يَتَّخِذُواْ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً ﴿١٥٠﴾

4/NİSÂ SURESİ-150. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnellezîne yekfurûne billâhi ve rusulihî ve yurîdûne en yuferrikû beynallâhi ve rusulihî ve yekûlûne nu’minu bi ba’din ve nekfuru bi ba’dın, ve yurîdûne en yettehızû beyne zâlike sebîlâ(sebîlen).

(Çünkü cezayı hak eden) öyleleri vardır ki, (tanınması gerektiği şekilde tanımamakla) Allah’a ve (rasûllerin bazısına inanmamakla) O’nun rasûllerine karşı küfür içindedirler. (İman iddia ettikleri halde rasûllerden bazılarını inkâr ederek) Allah ile rasûllerinin arasını ayırmak dilemekte ve “(O rasûllerden) kimisine inanır, kimisini ise reddederiz.” diyerek, (iman ile küfür) ortasında kendilerince bir yol tutmak istemektedirler.

أُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ حَقًّا وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُّهِينًا ﴿١٥١﴾

4/NİSÂ SURESİ-151. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ulâike humul kâfirûne hakkâ(hakkan), ve a’tednâ lil kâfirîne azâben muhînâ(muhînen).

İşte bunlar, gerçekten kâfirlerin ta kendileridir. Ve Biz, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.

وَالَّذِينَ آمَنُواْ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَلَمْ يُفَرِّقُواْ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ أُوْلَئِكَ سَوْفَ يُؤْتِيهِمْ أُجُورَهُمْ وَكَانَ اللّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا ﴿١٥٢﴾

4/NİSÂ SURESİ-152. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezîne âmenû billâhi ve rusulihî ve lem yuferrikû beyne ehadin minhum ulâike sevfe yu’tîhim ucûrahum. Ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).

Buna karşılık, Allah’a ve rasûllerine (gerçekten) iman eden ve (inanma hususunda) rasûllerin arasında hiçbir ayırım yapmayanlara gelince: gün gelecek, Allah onların mükâfatlarını verecektir. Allah, (günahları) çok bağışlayandır; (bilhassa mü’min kullarına karşı) hususî rahmet ve merhameti pek çok olandır.

يَسْأَلُكَ أَهْلُ الْكِتَابِ أَن تُنَزِّلَ عَلَيْهِمْ كِتَابًا مِّنَ السَّمَاء فَقَدْ سَأَلُواْ مُوسَى أَكْبَرَ مِن ذَلِكَ فَقَالُواْ أَرِنَا اللّهِ جَهْرَةً فَأَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ بِظُلْمِهِمْ ثُمَّ اتَّخَذُواْ الْعِجْلَ مِن بَعْدِ مَا جَاءتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ فَعَفَوْنَا عَن ذَلِكَ وَآتَيْنَا مُوسَى سُلْطَانًا مُّبِينًا ﴿١٥٣﴾

4/NİSÂ SURESİ-153. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yes’eluke ehlul kitâbi en tunezzile aleyhim kitâben mines semâi fe kad seelû mûsâ ekbera min zâlike fe kâlû erinâllâhe cehraten fe ehazethumus sâikatu bi zulmihim, summettehazûl ıcle min ba’di mâ câethumul beyyinâtu fe afevnâ an zâlik(zâlike), ve âteynâ mûsâ sultânen mubînâ(mubînen).

Kitap Ehli kalkmış şimdi de, (peygamberliğini ispat için) senden üzerlerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. (Ey Rasûlüm, onların bu isteklerini çok görme!) Nitekim daha önce Musa’dan bundan da ötesini istemişler ve “Allah’ı bize apaçık göster!” demişlerdi de, bu zulümleri sebebiyle yıldırım çarpmışçasına gelen o dehşetli sarsıntı kendilerini yakalayıvermişti. Sadece bu değildi yaptıkları: kendilerine (gerçeği gösteren) apaçık deliller gelmiş (ve pek çok mucize de gösterilmiş) olmasına rağmen, tuttular (süs eşyalarından bir buzağı yapıp) onu ilâh edindiler; fakat Biz (hepsini helâk etmeyip, tevbelerini ve keffaretlerini kabulle) bu yaptıklarından da geçiverdik. Ve Musa’ya (Kitap ve Furkan verip,) apaçık bir delil, nüfuz ve hakimiyet bahşettik.

وَرَفَعْنَا فَوْقَهُمُ الطُّورَ بِمِيثَاقِهِمْ وَقُلْنَا لَهُمُ ادْخُلُواْ الْبَابَ سُجَّدًا وَقُلْنَا لَهُمْ لاَ تَعْدُواْ فِي السَّبْتِ وَأَخَذْنَا مِنْهُم مِّيثَاقًا غَلِيظًا ﴿١٥٤﴾

4/NİSÂ SURESİ-154. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve rafa’nâ fevkahumut tûra bi mîsâkıhim ve kulnâ lehumudhulûl bâbe succeden ve kulnâ lehum lâ ta’dû fîs sebti ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ(galîzan).

(Bu kadar da değil: Tevrat’a kuvvetle tutunmaları konusunda ) vermiş oldukları sözü sağlama almak için Tur’u (yerinden söküp) üzerlerine kaldırdık (ve düşüverecek gibi başları üzerinde öylece tuttuk. Ayrıca, çölde dolaşıp dururlarken kendilerini yönlendirdiğimiz beldenin) kapısından “Âdeta secde halinde, mütevazı ve emirlerimize boyun eğmiş olarak girin!” buyurduk. Yine, kendilerine “Sebt Günü’nün hürmetine riayetle, o günle ilgili yasağı çiğnemeyin!” diye emrettik ve (bu hususta ve Allah’tan başkasına ibadet etmeyecekleri, birbirlerinin kanını akıtmayacakları gibi daha pek çok hususta) kendilerinden çok sağlam bir söz aldık.

فَبِمَا نَقْضِهِم مِّيثَاقَهُمْ وَكُفْرِهِم بَآيَاتِ اللّهِ وَقَتْلِهِمُ الأَنْبِيَاء بِغَيْرِ حَقًّ وَقَوْلِهِمْ قُلُوبُنَا غُلْفٌ بَلْ طَبَعَ اللّهُ عَلَيْهَا بِكُفْرِهِمْ فَلاَ يُؤْمِنُونَ إِلاَّ قَلِيلاً ﴿١٥٥﴾

4/NİSÂ SURESİ-155. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe bimâ nakdıhim mîsâkahum ve kufrihim bi âyâtillâhi ve katlihimul enbiyâe bi gayrı hakkın ve kavlihim kulûbunâ gulf(gulfun). Bel tabaallâhu aleyhâ bi kufrihim fe lâ yu’minûne illâ kalîlâ(kalîlen).

İşte (başlarına ne geldi ise hep kendi yüzlerinden geldi): verdikleri sözde durmamaları, Allah’ın (vahyettiği) âyetlerini (ve hem kâinatta, hem de kendi hayatlarında müşahede edip durdukları) apaçık delilleri görmezlikten gelip inkâr etmeleri, hiçbir hakhukuk gözetmeksizin peygamberleri öldürmeleri ve “Bizim kalblerimiz kılıflı, kabuk bağlamış, kaşarlanmış; (imana kabiliyetimiz kalmamış!)” demeleri yüzünden; –oysa küfürde ısrarları sebebiyle Allah kalblerine baskı vurup küfrü tabiatları haline getirdi de, artık imanla, iman hakikatleriyle münasebet ve alâkaları pek azdır.–

وَبِكُفْرِهِمْ وَقَوْلِهِمْ عَلَى مَرْيَمَ بُهْتَانًا عَظِيمًا ﴿١٥٦﴾

4/NİSÂ SURESİ-156. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve bi kufrihim ve kavlihim alâ meryeme buhtânen azîmâ(azîman).

Yine, küfürde ısrarla devamları ve Meryem aleyhinde dehşetli bir iftira atmaları yüzünden.

وَقَوْلِهِمْ إِنَّا قَتَلْنَا الْمَسِيحَ عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ اللّهِ وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلَكِن شُبِّهَ لَهُمْ وَإِنَّ الَّذِينَ اخْتَلَفُواْ فِيهِ لَفِي شَكٍّ مِّنْهُ مَا لَهُم بِهِ مِنْ عِلْمٍ إِلاَّ اتِّبَاعَ الظَّنِّ وَمَا قَتَلُوهُ يَقِينًا ﴿١٥٧﴾

4/NİSÂ SURESİ-157. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kavlihim innâ katelnâl mesîha îsâbne meryeme resûlallâh(resûlallâhi), ve mâ katelûhu ve mâ salebûhu ve lâkin şubbihe lehum. Ve innellezinahtelefû fîhi le fî şekkin minhu. Mâ lehum bihî min ilmin illâttibâaz zann(zanni), ve mâ katelûhu yakînâ(yakînen).

Yine, Allah’ın rasûlü Meryem oğlu İsa (hakkında övüne övüne, “Onu) katlettik!” diye iddia etmeleri yüzünden –oysa onlar, İsa’yı öldüremediler, onu asamadı ve çarmıha geremediler; fakat şüpheye düşürülüp (bir aldanışa ve karışıklığa sürüklendiler). İsa ve dünyadan nasıl ayrıldığı konusunda ihtilâfa düşenler, asla bir gerçeğe dayanmayıp, zaten kendileri de hep şüphe içindedirler. Herhangi kesin bir bilgiye sahip bulunmadıkları için, ancak zanna tâbi olup gitmektedirler. Gerçek şu ki, onlar İsa’yı asla öldüremediler.

بَل رَّفَعَهُ اللّهُ إِلَيْهِ وَكَانَ اللّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا ﴿١٥٨﴾

4/NİSÂ SURESİ-158. AYET (Meâlleri Kıyasla): Bel rafaahullâhu ileyh(ileyhi). Ve kânallâhu azîzen hakîmâ(hakîmen).

Fakat Allah O’nu Kendi (katına) yükseltti. Hiç şüphesiz Allah, izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galiptir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.

وَإِن مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ إِلاَّ لَيُؤْمِنَنَّ بِهِ قَبْلَ مَوْتِهِ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكُونُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا ﴿١٥٩﴾

4/NİSÂ SURESİ-159. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve in min ehlil kitâbi illâ le yu’minenne bihî kable mevtihî, ve yevmel kıyâmeti yekûnu aleyhim şehîdâ(şehîden).

Ehli Kitap’tan hiç kimse yoktur ki, ölümünden önce İsa’yı (gerçek kimliğiyle tanıyıp, fakat artık fayda vermeyecek bir imanla) O’na mutlaka inanacak olmasın. Kıyamet Günü gelince de, İsa onların aleyhinde şahitlik yapacaktır.

فَبِظُلْمٍ مِّنَ الَّذِينَ هَادُواْ حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ طَيِّبَاتٍ أُحِلَّتْ لَهُمْ وَبِصَدِّهِمْ عَن سَبِيلِ اللّهِ كَثِيرًا ﴿١٦٠﴾

4/NİSÂ SURESİ-160. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe bi zulmin minellezîne hâdû harramnâ aleyhim tayyibâtin uhıllet lehum ve bi saddihim an sebîlillâhi kesîrâ(kesîran).

Yine, Yahudi olanlardan taşan zulüm sebebiyle, kendilerine daha önce helâl kılınmış bulunan birtakım temiz ve hoş yiyecekleri onlara haram kıldık; ayrıca, insanları Allah’ın yolundan alıkoymaları sebebiyle de.

وَأَخْذِهِمُ الرِّبَا وَقَدْ نُهُواْ عَنْهُ وَأَكْلِهِمْ أَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ مِنْهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا ﴿١٦١﴾

4/NİSÂ SURESİ-161. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve ahzihimur ribâ ve kad nuhû anhu ve eklihim emvâlen nâsi bil bâtıl(bâtılı). Ve a’tednâ lil kâfirîne minhum azâben elîmâ(elîmen).

Kendilerine yasaklanmış olmasına rağmen faiz almaları ve halkın mallarını (gasp, yolsuzluk, hıyanet ve Allah’ın âyetlerini satma gibi) bâtıl yollarla yemeleri sebebiyle de. İçlerinden kâfir olanlara ise (Âhiret’te) pek acı bir azap hazırladık.

لَّكِنِ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَالْمُقِيمِينَ الصَّلاَةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ أُوْلَئِكَ سَنُؤْتِيهِمْ أَجْرًا عَظِيمًا ﴿١٦٢﴾

4/NİSÂ SURESİ-162. AYET (Meâlleri Kıyasla): Lâkinir râsihûne fîl ilmi minhum vel mu’minûne yu’minûne bi mâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablike vel mukîmînes salâte vel mu’tûnez zekâte vel mu’minûne billâhi vel yevmil âhir(âhiri). Ulâike se nu’tîhim ecran azîmâ(azîmen).

Fakat onların içinde ilimde derinleşip kökleşmiş olanlar ve gerçek manâda mü’min bulunanlar da (vardır ki, diğerleri gibi senden kendilerine gökten kitap indirmeni istemezler. Onlar,) sana indirilen (Kur’ân)’a ve senden önce indirilen (Tevrat, İncil ve diğer Kitaplar)a iman ederler; namazı bütün şartlarına riayet ederek, vaktinde ve aksatmadan kılanlardır onlar; ayrıca zekâtı tastamam verenler ve Allah’a ve Âhiret Günü’ne içten iman edenlerdir: onlardır ki, kendilerine çok büyük bir mükâfat vereceğiz.

إِنَّا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ كَمَا أَوْحَيْنَا إِلَى نُوحٍ وَالنَّبِيِّينَ مِن بَعْدِهِ وَأَوْحَيْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإْسْحَقَ وَيَعْقُوبَ وَالأَسْبَاطِ وَعِيسَى وَأَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهَارُونَ وَسُلَيْمَانَ وَآتَيْنَا دَاوُودَ زَبُورًا ﴿١٦٣﴾

4/NİSÂ SURESİ-163. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnâ evhaynâ ileyke kemâ evhaynâ ilâ nûhin ven nebiyyîne min ba’dihî, ve evhaynâ ilâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâti ve îsâ ve eyyûbe ve yûnuse ve hârûne ve suleymân(suleymâne), ve âteynâ dâvûde zebûrâ(zebûran).

(Ey Rasûlüm!) Nuh’a ve O’ndan sonra gelen nebîlere nasıl vahiyde bulunmuşsak, aynı şekilde sana da vahyediyoruz. Nitekim İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve O’ nun soyundan gelip İsrail kabileleri içinde gönderilen peygamberlere, İsa’ya, Eyyûb’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyetmiştik. Davud’a da Zebur’u verdik.

وَرُسُلاً قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِن قَبْلُ وَرُسُلاً لَّمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَ وَكَلَّمَ اللّهُ مُوسَى تَكْلِيمًا ﴿١٦٤﴾

4/NİSÂ SURESİ-164. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve rusulen kad kasasnâhum aleyke min kablu ve rusulen lem naksushum aleyke. Ve kellemallâhu mûsâ teklîmâ(teklîmen).

(Misyonları çerçevesinde) daha önceden sana bahsettiğimiz rasûller gibi, kendilerinden sana söz etmediğimiz daha başka rasûller de gönderdik (ve şüphesiz onlara da vahiyde bulunduk). Ve Allah, Musa ile de hususî bir tarzda konuştu.

رُّسُلاً مُّبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ لِئَلاَّ يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِ وَكَانَ اللّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا ﴿١٦٥﴾

4/NİSÂ SURESİ-165. AYET (Meâlleri Kıyasla): Rusulen mubeşşirîne ve munzirîne li ellâ yekûne lin nâsi alâllâhi huccetun ba’der rusul(rusuli). Ve kânallâhu azîzen hakîmâ(hakîmen).

Hepsini (iman ve salih amel karşılığında af, rahmet ve mükâfatımızla) müjdeleyiciler ve (her türlü dalâlet yollarına ve bu yolların sonuçlarına karşı) uyarıcılar olarak gönderdik; ta ki, kendilerine rasûller geldikten sonra insanların, (“Bize müjdeleyen ve uyaran bir rasûl gelmemişti ki!” diye) Allah karşısında geçerli bir mazeretleri olmasın. Şüphesiz Allah, izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galiptir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.

لَّكِنِ اللّهُ يَشْهَدُ بِمَا أَنزَلَ إِلَيْكَ أَنزَلَهُ بِعِلْمِهِ وَالْمَلآئِكَةُ يَشْهَدُونَ وَكَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا ﴿١٦٦﴾

4/NİSÂ SURESİ-166. AYET (Meâlleri Kıyasla): Lâkinillâhu yeşhedu bi mâ enzele ileyke enzelehu bi ılmihî, vel melâiketu yeşhedûn(yeşhedûne). Ve kefâ billâhi şehîdâ(şehîden).

(İnsanlar ister iman etsin ister etmesin,) ama Allah, sana indirdiğinin hak olduğuna bizzat şahadet etmektedir ve yine şahadet etmektedir ki, onu bizzat Kendi ilmine dayalı olarak ve yine Kendi ilmi dahilinde indirmektedir. Sonra, bu gerçeğe melekler de şahitlik etmektedirler. Aslında (başka şahitlere ihtiyaç da yoktur ya; çünkü bir şeyin gerçekliği için) şahit olarak Allah yeter.

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَصَدُّواْ عَن سَبِيلِ اللّهِ قَدْ ضَلُّواْ ضَلاَلاً بَعِيدًا ﴿١٦٧﴾

4/NİSÂ SURESİ-167. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).

Hâl böyle iken, (sana indirdiğimiz hakikatları) ret ve inkâr edenler ve başkalarını da Allah’ın yolundan alıkoyanlar, hiç şüphesiz haktan büsbütün sapıp gitmişlerdir.

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَظَلَمُواْ لَمْ يَكُنِ اللّهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلاَ لِيَهْدِيَهُمْ طَرِيقاً ﴿١٦٨﴾

4/NİSÂ SURESİ-168. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfira lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).

Evet, o inkâr edenleri ve (başkalarını Allah’ın yolundan alıkoymakla) zulmedenleri, (böyle bir inkârla da Allah’a, peygamberlere, meleklere, bütün mü’minlere ve hakka şahitlik eden onca varlığa karşı) haksızlıkta bulunanları Allah asla bağışlayacak değildir; onları (başka) bir yola iletecek de değildir,

إِلاَّ طَرِيقَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا وَكَانَ ذَلِكَ عَلَى اللّهِ يَسِيرًا ﴿١٦٩﴾

4/NİSÂ SURESİ-169. AYET (Meâlleri Kıyasla): İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden). Ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîran).

İçinde ebediyen kalacakları Cehennem’in yolu dışında. Bunu yapmak, Allah için pek kolaydır.

يَا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءكُمُ الرَّسُولُ بِالْحَقِّ مِن رَّبِّكُمْ فَآمِنُواْ خَيْرًا لَّكُمْ وَإِن تَكْفُرُواْ فَإِنَّ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا ﴿١٧٠﴾

4/NİSÂ SURESİ-170. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ eyyuhân nâsu kad câekumur resûlu bil hakkı min rabbikum fe âminû hayran lekum. Ve in tekfurû fe inne lillâhi mâ fîs semâvâti vel ard(ardı). Ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).

Ey (bütün) insanlar! O (şanı çok yüce en büyük) Rasûl, size Rabbinizden hakkı getirdi; dolayısıyla kendi iyiliğiniz için iman edin. Eğer inkâr ederseniz, bilin ki (inkârınızın Allah’a hiçbir zararı olmayacak ve O’ndan hiçbir şey eksiltmeyecektir; çünkü) göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Ve Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لاَ تَغْلُواْ فِي دِينِكُمْ وَلاَ تَقُولُواْ عَلَى اللّهِ إِلاَّ الْحَقِّ إِنَّمَا الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّهِ وَكَلِمَتُهُ أَلْقَاهَا إِلَى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِّنْهُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَلاَ تَقُولُواْ ثَلاَثَةٌ انتَهُواْ خَيْرًا لَّكُمْ إِنَّمَا اللّهُ إِلَهٌ وَاحِدٌ سُبْحَانَهُ أَن يَكُونَ لَهُ وَلَدٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَات وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَفَى بِاللّهِ وَكِيلاً ﴿١٧١﴾

4/NİSÂ SURESİ-171. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ ehlel kitâbi lâ taglû fî dînikum ve lâ tekûlû alâllâhi illâl hakk(hakka). İnnemâl mesîhu îsâbnu meryeme resûlullâhi ve kelimetuhu. Elkâhâ ilâ meryeme ve rûhun minhu, fe âminû billâhi ve rusulihî, ve lâ tekûlû selâseh(selâsetun). İntehû hayran lekum. İnnemâllâhu ilâhun vâhid(vâhidun). Subhânehû en yekûne lehu veled(veledun), lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı). Ve kefâ billâhi vekîlâ(vekîlen).

Ey Kitap Ehli! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında gerçek dışı iddialarda bulunmayın. Bilin ki, Meryem’in oğlu İsa Mesih başka değil, sadece Allah’ın bir rasûlüdür ve (Kudreti’nin) bir kelimesidir ki, onu Meryem’e bırakmıştır; bir de, Allah’tan bir ruhtur. Şu halde, Allah’a (Allah olarak) ve (İsa Mesih gibi) bütün rasûllerine de (rasûl olarak) iman edin; böyle iman edin de, “İlâh üçtür!” demeyin. Kendi hayrınıza, böyle iddialardan vazgeçin. Allah ki, ancak tek bir ilâhtır. Hiç mümkün müdür ki bir oğlu olsun; bundan bütünüyle münezzehtir O. Göklerde ne varsa, yerde ne varsa hepsi O’nundur (O’nun mülküdür ve O’nun tasarrufu altındadır). Allah, (koruyan, yöneten ve bütün işlerin Kendisine havale edileceği bir) vekil olarak yeter.

لَّن يَسْتَنكِفَ الْمَسِيحُ أَن يَكُونَ عَبْداً لِّلّهِ وَلاَ الْمَلآئِكَةُ الْمُقَرَّبُونَ وَمَن يَسْتَنكِفْ عَنْ عِبَادَتِهِ وَيَسْتَكْبِرْ فَسَيَحْشُرُهُمْ إِلَيهِ جَمِيعًا ﴿١٧٢﴾

4/NİSÂ SURESİ-172. AYET (Meâlleri Kıyasla): Len yestenkifel mesîhu en yekûne abden lillâhi ve lâl melâiketul mukarrabûn(mukarrabûne). Ve men yestenkif an ibâdetihî ve yestekbir fe se yahşuruhum ileyhi cemîâ(cemîan).

Mesih, Allah’a herkes gibi sadece bir kul olup ibadet etmekten asla kaçınmaz; Allah’a en yakın melekler de kaçınmaz; (şu halde, melekler içinde de asla bir ilâh bulunamaz). Kim Allah’a kul olup ibadet etmekten kaçınır ve bunu kibirine yediremezse, bilsin ki Allah, öylelerinin hepsini huzuruna toplayacak (ve hesaba çekecektir).

فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ فَيُوَفِّيهِمْ أُجُورَهُمْ وَيَزيدُهُم مِّن فَضْلِهِ وَأَمَّا الَّذِينَ اسْتَنكَفُواْ وَاسْتَكْبَرُواْ فَيُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا أَلُيمًا وَلاَ يَجِدُونَ لَهُم مِّن دُونِ اللّهِ وَلِيًّا وَلاَ نَصِيرًا ﴿١٧٣﴾

4/NİSÂ SURESİ-173. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe emmâllezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe yuveffîhim ucûrahum ve yezîduhum min fadlihî, ve emmâllezînestenkefû vestekberû fe yuazzibuhum azâben elîmen, ve lâ yecidûne lehum min dûnillâhi veliyyen ve lâ nasîrâ(nasîran).

İman edip, imanlarının gerektirdiği istikamette sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanlara ise mükâfatlarını tastamam verecek, üstelik lütf u kereminden daha fazlasını bahşedecektir. (Allah’a kul olmaktan) kaçınanlara ve bunu kibirlerine yediremeyip büyüklenenlere gelince, öylelerini ise çok acı bir azapla cezalandıracak ve onlar, Allah kendilerini asla sahiplenmeyeceği için, (azap karşısında) ne bir koruyucu, ne bir sahip, ne de bir yardımcı bulabileceklerdir.

يَا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءكُم بُرْهَانٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكُمْ نُورًا مُّبِينًا ﴿١٧٤﴾

4/NİSÂ SURESİ-174. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ eyyuhân nâsû kad câekum burhânun min rabbikum ve enzelnâ ileykum nûran mubîn(mubînen).

Ey insanlar! Hiç şüphesiz Rabbinizden size kesin bir Delil geldi ve size her şeyi olduğu gibi apaydınlık gösteren ve yolunuzu aydınlatan parlak bir Nur indirdik.

فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ بِاللّهِ وَاعْتَصَمُواْ بِهِ فَسَيُدْخِلُهُمْ فِي رَحْمَةٍ مِّنْهُ وَفَضْلٍ وَيَهْدِيهِمْ إِلَيْهِ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا ﴿١٧٥﴾

4/NİSÂ SURESİ-175. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe emmâllezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).

İşte, Allah’a (bu Delil’in kılavuzluğunda ve Nûr’un ışığında) iman eden ve O’na sımsıkı sarılanları O, Kendi katından (şu anda mahiyetini ve büyüklüğünü kavrayamayacağınız) bir rahmetin ve yine (mahiyetini kavramanız mümkün olmayan) bir lütf u nimetin içine yerleştirecek ve dosdoğru bir yol üzerinde hiç sapmadan Kendisine ulaştıracaktır.

يَسْتَفْتُونَكَ قُلِ اللّهُ يُفْتِيكُمْ فِي الْكَلاَلَةِ إِنِ امْرُؤٌ هَلَكَ لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ وَلَهُ أُخْتٌ فَلَهَا نِصْفُ مَا تَرَكَ وَهُوَ يَرِثُهَآ إِن لَّمْ يَكُن لَّهَا وَلَدٌ فَإِن كَانَتَا اثْنَتَيْنِ فَلَهُمَا الثُّلُثَانِ مِمَّا تَرَكَ وَإِن كَانُواْ إِخْوَةً رِّجَالاً وَنِسَاء فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الأُنثَيَيْنِ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ أَن تَضِلُّواْ وَاللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ﴿١٧٦﴾

4/NİSÂ SURESİ-176. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yesteftûneke. Kulillâhu yuftîkum fîl kelâleh(kelâleti). İnimruun heleke leyse lehû veled(veledun), ve lehû uhtun fe lehâ nısfu mâ terak(terake), ve huve yerisuhâ in lem yekun lehâ veled(veledun). Fe in kânetesneteyni fe lehumâs sulusâni mimmâ terak(terake). Ve in kânû ıhveten ricâlen ve nisâen fe liz zekeri mislu hazzıl unseyeyn(unseyeyni). Yubeyyinullâhu lekum en tadıllû vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun).

(Ey Rasûlüm!) Senden fetva istiyorlar. De ki: “Allah, kelâle (geride baba ve çocuk bırakmadan vefat eden kişi)nin mirasıyla ilgili hükmünü size şöyle bildiriyor: “Çocuğu olmayan, (babasını da daha önce kaybetmiş bulunan) biri ölür ve geride (öz veya baba bir) kız kardeş bırakırsa, terikesinin yarısı ona aittir; (kalan yarısı, baba tarafından varsa mirasçı konumundaki akrabanındır. Onlar da yoksa, yine kız kardeşindir.) Eğer herhangi bir kız kardeş çocuk bırakmaksızın ölürse, (tek vâris olan öz veya baba bir) erkek kardeş, onun terikesinin tamamını alır. (Babasız veya çocuksuz olarak vefat eden bir kişiden) geriye iki kız kardeş kalırsa, terikenin üçte ikisi onlarındır. Eğer vârisler erkek ve kız kardeşlerden ibaret olurlarsa, bu durumda erkek, kadın hissesinin iki mislini alır. Allah, hükümlerini size açıklıyor ki, herhangi bir yanlışlığa ve şaşkınlığa düşmeyesiniz. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.