Mekke döneminde inmiştir. 53 âyettir. Sûre, adını 38. âyette geçen “Şûrâ” kelimesinden almıştır. Şûrâ, danışma demektir.

حم ﴿١﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-1. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hâ mim.

HâMîm.

عسق ﴿٢﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-2. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ayn sin kâf.

AynSînKâf.

كَذَلِكَ يُوحِي إِلَيْكَ وَإِلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكَ اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿٣﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-3. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kezâlike yûhî ileyke ve ilâllezîne min kablikellâhul azîzul hakîm(hakîmu).

Sana ve senden önceki bütün rasûllere (böyle pek çok manâlar ve sırlar ihtiva eden harfler ve harflerden oluşan kelimelerle okunan) vahiy göndermesi, Azîz (mutlak izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip), Hakîm (her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunan) Allah’ın değişmeyen sünnetidir.

لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ ﴿٤﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-4. AYET (Meâlleri Kıyasla): Lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), ve huvel aliyyul azîm(azîmu).

Göklerde ve yerde her ne varsa O’nundur; ve O, Aliyy (mutlak yüce ve aşkın)dır, Azîm (sonsuz azamet sahibi)dir.

تَكَادُ السَّمَاوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِن فَوْقِهِنَّ وَالْمَلَائِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَن فِي الْأَرْضِ أَلَا إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ ﴿٥﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-5. AYET (Meâlleri Kıyasla): Tekâdus semâvâtu yetefattarne min fevkıhinne vel melâiketu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yestagfirûne li men fîl ard(ardı), e lâ innallâhe huvel gafûrur rahîm(rahîmu).

(Vahyin haşmeti karşısında) gökler neredeyse üstlerinden yarılacaklar. Melekler de Rabbilerine hamd ile tesbihte bulunur, (O’nu O’na ait sıfatlarla över ve her türlü noksandan, O’na yakışmayan nitelemelerden tenzih eder) ve O’ndan yeryüzündekiler için) bir hidayet yolu vazedip, onu takip edenleri) bağışlamasını dilerler. İyi bilin ki Allah, gerçekten Ğafûr (günahları çok bağışlayan)dır, Rahîm (bilhassa mü’minlere karşı hususi rahmeti pek bol olan)dır.

وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَولِيَاء اللَّهُ حَفِيظٌ عَلَيْهِمْ وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِوَكِيلٍ ﴿٦﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-6. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezînettehazû min dûnihî evliyâllâhu hafîzun aleyhim ve mâ ente aleyhim bi vekîl(vekîlin).

(Güya işlerini gördürmek için) Allah’tan başka birtakım velîler edinen (ve böylece Allah’a şirk koşanlara) gelince, Allah onları daima gözetleyip kontrol etmekte ve her yaptıklarını kaydettirmektedir. Sen, onların sorumluluklarını yüklenmek için üzerlerine tayin edilmiş bir vekil değilsin.

وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِّتُنذِرَ أُمَّ الْقُرَى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ فِيهِ فَرِيقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَرِيقٌ فِي السَّعِيرِ ﴿٧﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-7. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kezâlike evhaynâ ileyke kur’ânen arabiyyen li tunzira ummel kurâ ve men havlehâ ve tunzira yevmel cem’i lâ raybe fîhi, ferîkun fîl cenneti ve ferîkun fîs saîr(saîri).

İşte (nasıl senden önceki peygamberlere vahiyde bulunmuşsak,) sana da Arapça bir Kur’ân (okunacak bir Kitap) vahyediyoruz ki, merkez şehir olan Mekke halkı ile etrafındaki insanları uyarasın; gerçekleşeceğinde asla şüphe bulunmayan o Toplanma Günü ile uyarasın. (Neticede o gün onların) bir kısmı Cennet’te, bir kısmı da Alevli Ateş’te olacaktır.

وَلَوْ شَاء اللَّهُ لَجَعَلَهُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَكِن يُدْخِلُ مَن يَشَاء فِي رَحْمَتِهِ وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُم مِّن وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ ﴿٨﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-8. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lev şâallâhu le cealehum ummeten vâhıdeten ve lâkin yudhilu men yeşâu fî rahmetihî, vez zâlimûne mâ lehum min velîyyin ve lâ nasîr(nasîrin).

Eğer Allah dilemiş olsaydı, onların hep sini (aynı inanç ve hayat tarzı üzerinde) tek bir ümmet kılardı, fakat O, dilediğini rahmetine dahil eder. Zalimlere gelince, onlar için ne bir işlerini üzerine alacak koruyucu vardır, ne de bir yardımcı.

أَمِ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء فَاللَّهُ هُوَ الْوَلِيُّ وَهُوَ يُحْيِي المَوْتَى وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿٩﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-9. AYET (Meâlleri Kıyasla): Emittehazû min dûnihî evliyâe, fallâhu huvel velîyyu ve huve yuhyîl mevtâ ve huve alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).

Gerçek bu iken, Allah’tan başka, işlerini kendilerine havale edecekleri velîler mi ediniyorlar? Oysa yalnızca Allah’tır işlerin kendisine bırakılacağı gerçek velî, gerçek koruyucu; ölüleri diriltecek olan da O’dur ve O, her şeye hakkıyla güç yetirendir.

وَمَا اخْتَلَفْتُمْ فِيهِ مِن شَيْءٍ فَحُكْمُهُ إِلَى اللَّهِ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبِّي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أُنِيبُ ﴿١٠﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-10. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâhteleftum fîhi min şey’in fe hukmuhû ilâllâhi, zâlikumullâhu rabbî aleyhi tevekkeltu ve ileyhi unîb(unîbu).

“Hangi konuda ihtilâfa düşerseniz düşün, o konuda nihaî hükmü verecek olan Allah’tır. İşte budur Rabbim olan Allah; ben, O’na dayandım ve bütün gönlümle yalnız O’na yönelirim.”

فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ ﴿١١﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-11. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fâtırus semâvâti vel ardı, ceale lekum min enfusikum ezvâcen ve minel en’âmi ezvâcâ(ezvâcen), yezraukum fîhi, leyse ke mislihî şey’un, ve huves semîul basîr(basîru).

Gökleri ve yeri yaratıp, onlara belli ve sabit bir sistem verendir O. Sizin için kendi nefislerinizden, öz mahiyetlerinizden eşler var ettiği gibi, hayvanlar için de (kendi cinslerinden eşler) var etmiştir ve bu düzen içinde sizi (ve hayvanları) üretip çoğaltmaktadır. O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, Semî‘ (her şeyi hakkıyla işiten)dir, Basîr (her şeyi hakkıyla gören)dir.

لَهُ مَقَالِيدُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاء وَيَقْدِرُ إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ﴿١٢﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-12. AYET (Meâlleri Kıyasla): Lehu mekâlîdus semâvâti vel ard(ardı), yebsutur rızka li men yeşâu ve yakdiru, innehu bi kulli şey’in alîm(alîmun).

Göklerin ve yerin hazinelerinin anahtarları da O’nundur. Rızkı dilediğine bol verir, dilediğine ise kısar ve ölçülü verir. O, her şeyi hakkıyla bilmektedir.

شَرَعَ لَكُم مِّنَ الدِّينِ مَا وَصَّى بِهِ نُوحًا وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِهِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى وَعِيسَى أَنْ أَقِيمُوا الدِّينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا فِيهِ كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِكِينَ مَا تَدْعُوهُمْ إِلَيْهِ اللَّهُ يَجْتَبِي إِلَيْهِ مَن يَشَاء وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَن يُنِيبُ ﴿١٣﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-13. AYET (Meâlleri Kıyasla): Şeraa lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

O, “Din’i dosdoğru anlayıp (itikadî, amelî ve ahlâkî) bütün hükümlerini hakkıyla yerine getirin ve onu anlayıp uygulamada birbirinize muhalif farklı yollar tutup grup grup olmayın!” diye, Nuh’a önemle emrettiği aslî hükümleri, sana vahyettiğimiz bütün hükümleri, aynı şekilde İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya yine önemle emrettiği aslî hükümleri sizin için Din olarak takip edilmesi gereken bir yol (şeriat) kıldı. İnsanları inanıp uymaya çağırdığın (bu tevhid dinini kabullenmek) müşriklere pek ağır gelmektedir. Allah, dilediği kullarını bu Din için seçip, Kendisine iman ve ibadette bir araya getirir ve Kendisine gönülden yönelenleri ona hidayet eder.

وَمَا تَفَرَّقُوا إِلَّا مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى لَّقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّ الَّذِينَ أُورِثُوا الْكِتَابَ مِن بَعْدِهِمْ لَفِي شَكٍّ مِّنْهُ مُرِيبٍ ﴿١٤﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-14. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ teferrakû illâ min ba’di mâ câehumul ilmu bagyen beynehum, ve lev lâ kelimetun sebekat min rabbike ilâ ecelin musemmen le kudıye beynehum, ve innellezîne ûrisûl kitâbe min ba’dihim le fî şekkin minhu murîb(murîbin).

Geçmiş ümmetler, (başka bir zaman değil,) kendilerine hem de (takip etmeleri gereken yol ve nasıl davranırlarsa neyle karşılaşacaklarına dair) ilim geldikten sonra sadece aralarındaki bağy (haset, haline ve elindekine razı olmama ve hırs gibi tesirlerin altında birbirlerinin haklarına tecavüz) sebebiyle grup grup oldular. Eğer Rabbinden (insan nesliyle ilgili olarak, haklarındaki hükmü) belli bir süreye (Kıyamet’e) kadar erteleme (ve bu süre içinde onları yeryüzünde barındırma) sözü sâdır olmamış olsaydı, hiç şüphesiz aralarında hüküm çoktan verilmiş ve iş bitmiş olurdu. (Rasûllerin arkasından grup grup olanlardan) sonra gelen ve Kitab’a vâris olanlar, o Kitap konusunda gerçekten derin bir şüphe içindedirler.

فَلِذَلِكَ فَادْعُ وَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَقُلْ آمَنتُ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ مِن كِتَابٍ وَأُمِرْتُ لِأَعْدِلَ بَيْنَكُمُ اللَّهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْ لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ اللَّهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَا وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ ﴿١٥﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-15. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe li zâlike fed’u vestekım kemâ umirte, ve lâ tettebi’ ehvâehum, ve kul âmentu bi mâ enzelallâhu min kitâb(kitâbin), ve umirtu li a’dile beynekum, allâhu rabbunâ ve rabbukum, lenâ a’mâlunâ ve lekum a’mâlukum, lâ huccete beynenâ ve beynekum, allâhu yecmeu beynenâ, ve ileyhil masîr(masîru).

Sen ise, insanları Rabbinin senin için tayin buyurduğu yola davet et; ve her konuda sana nasıl davranman emredilmişse, o şekilde dosdoğru davran; sakın (o kendilerine Kitap verilen ve grup grup olanların) heva ve heveslerine uyma ve şöyle ilan et: “Ben, Allah Kitap olarak ne indirmişse ona iman ettim. Bana aranızda (zengin–fakir, güçlü–zayıf, Arap–acem, siyah–beyaz vb. ayırımı yapmadan) adaletle davranmam ve adaleti gerçekleştirmem emrolunuyor. Allah, bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da sizedir. Aramızda herhangi bir tartışmaya girmeye gerek yok. Nasıl olsa Allah, bir gün hepimizi bir araya toplayacak ve aramızdaki hükmünü verecektir. O’nadır nihaî dönüş.”

وَالَّذِينَ يُحَاجُّونَ فِي اللَّهِ مِن بَعْدِ مَا اسْتُجِيبَ لَهُ حُجَّتُهُمْ دَاحِضَةٌ عِندَ رَبِّهِمْ وَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ ﴿١٦﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-16. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezîne yuhâccûne fîllâhi min ba’di mâstucîbe lehu huccetuhum dâhıdatun inde rabbihim ve aleyhim gadabun ve lehum azâbun şedîd(şedîdun).

Daveti kabul görüp (dininin doğruluğu kabul ve itiraf edildikten sonra) Allah hakkında ileri geri konuşup tartışan (ve dinine karşı mücadele edenlere) gelince, onların itiraz ve tartışmalarının Rabbileri nazarında hiçbir değeri yoktur; büyük bir gazap vardır onlara ve çetin bir azap vardır onlar için.

اللَّهُ الَّذِي أَنزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْمِيزَانَ وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَرِيبٌ ﴿١٧﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-17. AYET (Meâlleri Kıyasla): Allâhullezî enzelel kitâbe bil hakkı vel mîzân(mîzâne) ve mâ yudrîke lealles sâate karîb(karîbun).

Allah O’dur ki, gerçeğin ta kendisi olarak, (gerek inişi gerekse tebliğ edilişi esnasında) bâtılın kendisine asla yol bulamayacağı şekilde ve hak bir gaye için Kitab’ı ve (inanç, düşünce ve davranışta) adalet ve denge ölçüsünü (Mizan) indirmiştir. Ne biliyorsun ki, (Kitap ve Mizan’ın bütün bütün terk edilmesi sonucu gelecek olan) Kıyamet’in vakti belki de yakındır.

يَسْتَعْجِلُ بِهَا الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِهَا وَالَّذِينَ آمَنُوا مُشْفِقُونَ مِنْهَا وَيَعْلَمُونَ أَنَّهَا الْحَقُّ أَلَا إِنَّ الَّذِينَ يُمَارُونَ فِي السَّاعَةِ لَفِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ ﴿١٨﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-18. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yesta’cilu bihâllezîne lâ yu’minûne bihâ, vellezîne âmenû muşfikûne minhâ ve ya’lemûne ennehâl hakku e lâ innellezîne yumârûne fîs sâati le fî dalâlin baîd(baîdin).

Kıyamet’e inanmayanlar, (alaylı alaylı) onun bir an önce gelmesini istiyorlar. Buna karşılık iman edenler ise, ondan ürperir ve onun bir gerçek olup mutlaka geleceğini bilirler. Dikkat edin, Kıyamet hakkında bilgisizce konuşup tartışanlar, hiç şüphe yok ki tam bir şaşkınlık ve hakkın çok uzağında bir sapıklık içindedirler.

اللَّهُ لَطِيفٌ بِعِبَادِهِ يَرْزُقُ مَن يَشَاء وَهُوَ الْقَوِيُّ العَزِيزُ ﴿١٩﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-19. AYET (Meâlleri Kıyasla): Allâhu latîfun bi ibâdihî yerzuku men yeşâu, ve huvel kavîyyul azîz(azîzu).

Allah, kullarına karşı çok lütufkârdır; dilediğini (dilediği tarz ve miktarda) rızıklandırır. O, sonsuz kuvvet sahibidir, her işte üstün ve mutlak galip olandır.

مَن كَانَ يُرِيدُ حَرْثَ الْآخِرَةِ نَزِدْ لَهُ فِي حَرْثِهِ وَمَن كَانَ يُرِيدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤتِهِ مِنْهَا وَمَا لَهُ فِي الْآخِرَةِ مِن نَّصِيبٍ ﴿٢٠﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-20. AYET (Meâlleri Kıyasla): Men kâne yurîdu harsel âhirati nezid lehu fî harsihî, ve men kâne yurîdu harsed dunyâ nu’tihî minhâ ve mâ lehu fîl âhirati min nasîb(nasîbin).

Kim Âhiret’i gaye edinir ve (yaptıklarıyla) onun mahsulünü isterse, elde edeceği bu mahsulü onun için arttırırız; kim de dünyayı gaye edinir ve onun mahsulünü isterse, ona da onun mahsulünden veririz, fakat onun Âhiret’te hiçbir nasibi olmaz.

أَمْ لَهُمْ شُرَكَاء شَرَعُوا لَهُم مِّنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَن بِهِ اللَّهُ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿٢١﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-21. AYET (Meâlleri Kıyasla): Em lehum şurakâu şeraû lehum mined dîni mâ lem ye’zen bihillâhu, ve lev lâ kelimetul faslı le kudiye beynehum, ve innez zâlimîne lehum azâbun elîm(elîmun).

Yoksa onların Allah’a ortak bazı rabbileri var da, haklarında Allah’ın izni olmayan bazı kaide ve hükümleri onlar için din adına takip etmeleri gereken bir yol olarak mı tesbit etmişler? (Bundan dolayı mı diledikleri şekilde davranıyor ve diledikleri şekilde hüküm veriyorlar?) Eğer (Allah’tan, insanların yeryüzünde belli bir vakte kadar kalacaklarına dair) nihaî bir hüküm sâdır olmamış olsaydı, aralarında karar çoktan verilmiş ve işleri çoktan bitirilmişti. Zalimleri bekleyen elbette acı bir azaptır.

تَرَى الظَّالِمِينَ مُشْفِقِينَ مِمَّا كَسَبُوا وَهُوَ وَاقِعٌ بِهِمْ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فِي رَوْضَاتِ الْجَنَّاتِ لَهُم مَّا يَشَاؤُونَ عِندَ رَبِّهِمْ ذَلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الكَبِيرُ ﴿٢٢﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-22. AYET (Meâlleri Kıyasla): Terâz zâlimîne muşfikîne mimmâ kesebû ve huve vâkıun bihim, vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fî ravdâtil cennâti, lehum mâ yeşâûne inde rabbihim zâlike huvel fadlul kebîr(kebîru).

(Allah’ın yolundan başka bir yol tesbit etmeye kalkan) zalimlerin (Kıyamet Günü), dünyada iken bizzat işledikleri kötülükler ve kazandıkları günahlardan dolayı titrediklerini görürsün. Fakat (hak ettikleri o acı azap) mutlaka başlarına gelecektir. İman edip, imanları istikametinde sağlam, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanlar ise, nimet ve güzelliklerle dolu Cennet bahçelerinde olacaklardır; diledikleri her şeyi Rabbileri katında hazır bulacaklardır onlar. Gerçek büyük başarı ve kazanç işte budur.

ذَلِكَ الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ عِبَادَهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى وَمَن يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَّزِدْ لَهُ فِيهَا حُسْنًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ شَكُورٌ ﴿٢٣﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-23. AYET (Meâlleri Kıyasla): Zâlikellezî yubeşşirullâhu ibâdehullezîne âmenû ve amilûs sâlihât(sâlihâti), kul lâ es’elukum aleyhi ecran illâl meveddete fîl kurbâ ve men yakterif haseneten nezid lehu fîhâ husnâ(husnen), innallâhe gafûrun şekûr(şekûrun).

Allah, iman edip, imanları istikametinde sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanları işte bu (kazanç ve başarı) ile müjdelemektedir. De ki: “(Size bu başarı ve kazancı getirecek olan Din’i) tebliğim karşısında sizden hiçbir ücret istemiyorum; (sizden istediğim, vazifem noktasında) yakınlarımı sevmenizdir.” Kim güzel bir iş gerçekleştirirse, bunun karşılığında ona vereceğimiz güzel mükâfatı arttırırız. Hiç kuşkusuz Allah, günahları çok bağışlayandır; her güzel iş ve davranışın karşılığını bol bol verendir.

أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا فَإِن يَشَأِ اللَّهُ يَخْتِمْ عَلَى قَلْبِكَ وَيَمْحُ اللَّهُ الْبَاطِلَ وَيُحِقُّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿٢٤﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-24. AYET (Meâlleri Kıyasla): Em yekûlûnefterâ alâllâhi kezibâ(keziben), fe in yeşeillâhu yahtim alâ kalbike, ve yemhullâhul bâtıla ve yuhıkkul hakka bi kelimâtihî, innehu alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).

Yoksa senin hakkında, “Bir yalan uydurup onu Allah’a mal ediyor” mu diyorlar? Oysa eğer Allah, dilerse senin kalbini mühürler (ve sen onlara vahiy adına hiçbir şey nakledemezsin. Senin onlara Biz’den naklen attıkların ise vahiydir.) Ayrıca Allah, bâtılı imha eder, hakkı ise gönderdiği kitaplar ve icraatıyla hak olarak ispat eder ve zafere ulaştırır. Gerçekten O, göğüslerin gizledikleri(ne varıncaya kadar her şeyi) hakkıyla bilir.

وَهُوَ الَّذِي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَعْفُو عَنِ السَّيِّئَاتِ وَيَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ ﴿٢٥﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-25. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve huvellezî yakbelut tevbete an ibâdihî ve ya’fû anis seyyiâti ve ya’lemu mâ tef’alûn(tef’alûne).

Bununla birlikte O, kullarının tevbesini (ve tevbe ile Kendisine yönelişlerini) kabul eder ve (işledikleri) kötülüklerden geçiverir ve her ne yapıyorsanız bilir O.

وَيَسْتَجِيبُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَيَزِيدُهُم مِّن فَضْلِهِ وَالْكَافِرُونَ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ ﴿٢٦﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-26. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve yestecîbullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve yezîduhum min fadlihî, vel kâfirûne lehum azâbun şedîd(şedîdun).

İman edip, imanları istikametinde sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanların ibadet ve dualarını da kabul buyurur ve bizzat Kendi fazl u kereminden onlara fazla fazla karşılık verir. Kâfirlere gelince, onlar için çetin bir azap vardır.

وَلَوْ بَسَطَ اللَّهُ الرِّزْقَ لِعِبَادِهِ لَبَغَوْا فِي الْأَرْضِ وَلَكِن يُنَزِّلُ بِقَدَرٍ مَّا يَشَاء إِنَّهُ بِعِبَادِهِ خَبِيرٌ بَصِيرٌ ﴿٢٧﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-27. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lev besetallâhur rızka li ibâdihî le begav fîl ardı ve lâkin yunezzilu bi kaderin mâ yeşâu, innehu bi ibâdihî habîrun basîr(basîrun).

Eğer Allah kullarına her zaman bol rızık verseydi, hiç şüphesiz yeryüzünde sürekli taşkınlık yaparlardı. Ama O, rızkı dilediği ölçüde indirir. O, kullarının her hal ve hareketinden hakkıyla haberdardır, onları hakkıyla görendir.

وَهُوَ الَّذِي يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِن بَعْدِ مَا قَنَطُوا وَيَنشُرُ رَحْمَتَهُ وَهُوَ الْوَلِيُّ الْحَمِيدُ ﴿٢٨﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-28. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve huvellezî yunezzilul gayse min ba’di mâ kanetû ve yenşuru rahmetehu, ve huvel velîyyul hamîd(hamîdu).

O’dur ki, kulları ümitsiz kaldığı bir anda (bütünüyle fayda getirici) yağmuru indirir ve rahmetini (canlılar için) her tarafa yayar. O, (yarattıkları için) gerçek dost ve hâmîdir, hakkıyla hamde ve övgüye lâyık olandır.

وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَثَّ فِيهِمَا مِن دَابَّةٍ وَهُوَ عَلَى جَمْعِهِمْ إِذَا يَشَاء قَدِيرٌ ﴿٢٩﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-29. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve min âyâtihî halkus semâvâti vel ardı ve mâ besse fîhimâ min dâbbetin, ve huve alâ cem’ihim izâ yeşâu kadîr(kadîrun).

O’nun (kudret, rahmet ve birliğinin) en açık delillerinden biri de göklerin ve yerin yaratılması ve O’nun (göklerde ve yerde) canlıları yaymasıdır. O, onları dilediği zaman bir araya getirmeye de elbette kadirdir.

وَمَا أَصَابَكُم مِّن مُّصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ ﴿٣٠﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-30. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ esâbekum min musîbetin fe bi mâ kesebet eydîkum ve ya’fû an kesîrin.

Başınıza gelen her musibet, bizzat işlediğiniz ve kaydınıza geçen günahlar, (ihmal ve kusurlarınız) sebebiyledir; bununla birlikte O, sizi (her günah ve hatanız sebebiyle cezalandırmayıp,) onların pek çoğundan geçiverir.

وَمَا أَنتُم بِمُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللَّهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ ﴿٣١﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-31. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ entum bi mu’cizîne fîl ard(ardı), ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).

Siz, yeryüzünde (Cenabı Allah her ne dilerse O’nu icra etmesine) mani olabilecek değilsiniz. Sizin Allah’tan başka ne (sizi koruyabilecek ve işlerinizi kendisine havale edebileceğiniz) bir veliniz, ne de yardımcınız vardır.

وَمِنْ آيَاتِهِ الْجَوَارِ فِي الْبَحْرِ كَالْأَعْلَامِ ﴿٣٢﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-32. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve min âyâtihil cevâri fîl bahri kel a’lâm(a’lâmi).

O’nun (kudret, rahmet ve birliğinin) en açık delillerinden bir diğeri de, denizlerde akıp giden dağlar gibi gemilerdir.

إِن يَشَأْ يُسْكِنِ الرِّيحَ فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلَى ظَهْرِهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ ﴿٣٣﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-33. AYET (Meâlleri Kıyasla): İn yeşe’ yuskinir rîha fe yazlelne ravâkide alâ zahrihi, inne fî zâlike le âyâtin li kulli sabbârin şekûr(şekûrin).

Eğer O dilerse rüzgârı dindirir de, gemiler denizin üstünde durakalır. Elbette bunda çok sabreden ve çok şükreden herkes için (kudret, hikmet ve rahmetiyle Allah’ı ve aczinizle kendinizi tanıma adına) dersler, işaretler vardır.

أَوْ يُوبِقْهُنَّ بِمَا كَسَبُوا وَيَعْفُ عَن كَثِيرٍ ﴿٣٤﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-34. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ev yûbıkhunne bimâ kesebû ve ya’fu an kesîrin.

Veya (özellikle yolcuların) işledikleri kötülükler ve kazandıkları günahlar sebebiyle o gemileri batırır; bununla birlikte O, işlenen günah ve yapılan hataların pek çoğundan geçer.

وَيَعْلَمَ الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِنَا مَا لَهُم مِّن مَّحِيصٍ ﴿٣٥﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-35. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve ya’lemellezîne yucâdilûne fî âyâtinâ, mâ lehum min mahîs(mahîsin).

Ve, âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşup tartışanlar da bilmelidirler ki, onlar için kaçıp kurtulabilecekleri hiçbir yer yoktur.

فَمَا أُوتِيتُم مِّن شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَا عِندَ اللَّهِ خَيْرٌ وَأَبْقَى لِلَّذِينَ آمَنُوا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ ﴿٣٦﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-36. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe mâ ûtîtum min şey’in fe metâul hayâtid dunyâ, ve mâ indallâhi hayrun ve ebkâ lillezîne âmenû ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).

(Ey insanlar! Dünya nimeti olarak) size her ne verilmişse, geçici ve değersiz dünya hayatının geçimliğinden başka bir şey değildir. Allah’ın katında olan ise, iman eden ve Rabbilerine dayanıp güvenenler için hem her bakımdan hayırlı, hem de kalıcıdır.

وَالَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ وَإِذَا مَا غَضِبُوا هُمْ يَغْفِرُونَ ﴿٣٧﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-37. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezîne yectenibûne kebâirel ismi vel fevâhışe ve izâ mâ gadıbûhum yagfirûn(yagfirûne).

O (iman eden ve Rabbilerine güvenip dayananlar,) büyük günahlardan ve (yine hiç şüphesiz büyük günahlardan olan zina, livata gibi) çirkin ve ahlâksız işlerden kaçınırlar ve öfkelendikleri zaman (karşıdakinin kusurlarını) affederler.

وَالَّذِينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ ﴿٣٨﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-38. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezînestacâbû li rabbihim ve ekâmus salâte ve emruhum şûrâ beynehum ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne).

Yine onlar, Rabbilerinin davetine kulak verip, (emir ve yasaklarında O’na itaat ederler); namazı bütün şartlarına riayet ederek, vaktinde ve aksatmadan kılarlar ve işleri aralarında istişareye dayalı olarak yürütülür. Onlar, kendilerine rızık olarak ne lütfetmişsek, onun bir miktarını (Allah rızası için ve kimseyi minnet altında koymadan geçimlik olarak muhtaçlara) verirler.

وَالَّذِينَ إِذَا أَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنتَصِرُونَ ﴿٣٩﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-39. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezîne izâ esâbehumul bagyuhum yentesırûn(yentesırûne).

Onlar, (fert veya toplum olarak) bir tecavüze maruz kaldıklarında yardımlaşır (ve tecavüzü birlikte savarlar).

وَجَزَاء سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِّثْلُهَا فَمَنْ عَفَا وَأَصْلَحَ فَأَجْرُهُ عَلَى اللَّهِ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ ﴿٤٠﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-40. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve cezâu seyyietin, seyyietun misluhâ, fe men afâ ve asleha fe ecruhu alâllâh(alâllâhi), innehu lâ yuhıbbuz zâlimîn(zâlimîne).

(Ama unutulmamalıdır ki,) maruz kalınan bir kötülüğün karşılığı, ancak yapılan o kötülük ölçüsündedir. Bununla birlikte, kim (kendisine yapılan bir kötülüğü) affeder ve (meseleyi düşmanlık boyutuna vardırmayıp,) kötülüğü yapanla sulh olma yoluna giderse, onun mükâfatını vermeyi Allah üzerine almıştır. Hiç şüphesiz ki O, haksızlık yapanları sevmez.

وَلَمَنِ انتَصَرَ بَعْدَ ظُلْمِهِ فَأُوْلَئِكَ مَا عَلَيْهِم مِّن سَبِيلٍ ﴿٤١﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-41. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve le men intesare ba’de zulmihî fe ulâike mâ aleyhim min sebîl(sebîlin).

Fakat her kim haksızlığa uğrar ve (meşrû yoldan) hakkını geri alırsa, bunlar için kınama ve herhangi bir sorumluluk söz konusu olamaz.

إِنَّمَا السَّبِيلُ عَلَى الَّذِينَ يَظْلِمُونَ النَّاسَ وَيَبْغُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ أُوْلَئِكَ لَهُم عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿٤٢﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-42. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnemâs sebîlu alâllezîne yazlimûnen nâse ve yebgûne fîl ardı bi gayril hakk(hakkı), ulâike lehum azâbun elîm(elîmun).

Sorumluluk, ancak insanlara haksızlık yapan ve hak–hukuk tanımayıp, ülkede taşkınlık ve tecavüzde bulunanlar için söz konusudur. Öylelerini bekleyen acı bir azaptır.

وَلَمَن صَبَرَ وَغَفَرَ إِنَّ ذَلِكَ لَمِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ ﴿٤٣﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-43. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve le men sabere ve gafere inne zâlike le min azmil umûr(umûri).

Yine de bir insan dişini sıkar, sabreder ve kendisine haksızlıkta bulunanı bağışlarsa, böyle davranmak, hiç kuşkusuz nefse hakimiyet ve kararlılık isteyen büyük bir fazilettir.

وَمَن يُضْلِلِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِن وَلِيٍّ مِّن بَعْدِهِ وَتَرَى الظَّالِمِينَ لَمَّا رَأَوُا الْعَذَابَ يَقُولُونَ هَلْ إِلَى مَرَدٍّ مِّن سَبِيلٍ ﴿٤٤﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-44. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min velîyin min ba’dihi, ve terâz zâlimîne lemmâ raevul azâbe yekûlûne hel ilâ meraddin min sebîl(sebîlin).

Allah kimi de (tavır ve tercihinden dolayı) şaşırtır ve saptırırsa, artık (onu koruyup, işlerini üzerine alacak) herhangi bir dost ve hâmî bulunmaz. O zalimleri, azapla karşılaştıklarında “(Bu azaptan kurtulmak için) dünyaya dönüp (halimizi ıslah etmeye) bir yol yok mudur?” derken görürsün!

وَتَرَاهُمْ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا خَاشِعِينَ مِنَ الذُّلِّ يَنظُرُونَ مِن طَرْفٍ خَفِيٍّ وَقَالَ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ الْخَاسِرِينَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ وَأَهْلِيهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَلَا إِنَّ الظَّالِمِينَ فِي عَذَابٍ مُّقِيمٍ ﴿٤٥﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-45. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve terâhum yu’radûne aleyhâ hâşiîne minez zulli yanzurûne min tarfin hafîyyin, ve kâlellezîne âmenû innel hâsirînellezîne hasirû enfusehum ve ehlîhim yevmel kıyâmeti, e lâ innez zâlimîne fî azâbin mukîm(mukîmin).

İçine düştükleri zillet ve perişaniyetten dolayı boyunları bükük, yürekleri tir tir o azabın başına getirildiklerini ve göz ucuyla etraflarına bakındıklarını görürsün. (Dünyada iken) iman etmiş olanlar, (bu manzara karşısında), “İşte,” derler, “asıl hüsrana uğrayanlar, hem kendilerini hem de ailelerini Kıyamet Günü böyle hüsrana sürükleyenlerdir.” İyi bilin ki zalimler, devamlı ve sonu gelmez bir azap içindedirler.

وَمَا كَانَ لَهُم مِّنْ أَوْلِيَاء يَنصُرُونَهُم مِّن دُونِ اللَّهِ وَمَن يُضْلِلِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِن سَبِيلٍ ﴿٤٦﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-46. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ kâne lehum min evliyâe yensurûnehum min dûnillâh(dûnillâhi). Ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min sebîl(sebîlin).

Onların kendilerine yardım edecek dost ve hâmîleri de yoktur; ancak Allah’tır (kulları için gerçek dost ve hâmî). Ama Allah da bir insanı saptırırsa, artık onun için hiçbir kurtuluş yolu olmaz.

اسْتَجِيبُوا لِرَبِّكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لَّا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللَّهِ مَا لَكُم مِّن مَّلْجَأٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُم مِّن نَّكِيرٍ ﴿٤٧﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-47. AYET (Meâlleri Kıyasla): İstecîbû li rabbikum min kabli en ye’tiye yevmun lâ meradde lehu minallâh(minallâhi), mâ lekum min melcein yevme izin ve mâ lekum min nekîr(nekîrin).

Allah’ın takdir buyurduğu ve kimsenin Allah’ı onu getirmekten alıkoyamayacağı bir gün gelmeden önce Rabbinizin çağrısını kabul edin. O gün ne (kaçıp kurtulmak için) bir sığınağınız ve (azaptan kurtulmak için kendisine başvuracağınız) bir merciiniz olur, ne de kendinizi gizlemeye ve günahlarınızı inkâra bir yol.

فَإِنْ أَعْرَضُوا فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا إِنْ عَلَيْكَ إِلَّا الْبَلَاغُ وَإِنَّا إِذَا أَذَقْنَا الْإِنسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَا وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ فَإِنَّ الْإِنسَانَ كَفُورٌ ﴿٤٨﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-48. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe in a’radû fe mâ erselnâke aleyhim hafîzâ(hafîzan), in aleyke illâl belâgu, ve innâ izâ ezaknâl insâne minnâ rahmeten feriha bihâ, ve in tusibhum seyyietun bi mâ kaddemet eydîhim fe innel insâne kefûr(kefûrun).

(Bunca ikazımıza rağmen) onlar yine de yüz çevirirlerse, (ey Rasûlüm, üzülme, çünkü) Biz, seni (yanlış yollara gitmelerine mani olasın diye) üzerlerinde bir bekçi olarak göndermedik. Sana düşen, ancak tebliğdir. (Onların böyle davranmalarına da şaşırma. Çünkü tefessüh etmiş insan karakteri öyledir ki,) eğer Biz böyle bir insana tarafımızdan bir nimet tattırsak, (onu verenin kim olduğunu ve vermedeki hikmetini düşünmeden) ferahlar, şımarır; ama bizzat işlediği hata ve günahlar sebebiyle başına bir musibet gelse, bu defa o insan tam bir nankör kesilir.

لِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يَخْلُقُ مَا يَشَاء يَهَبُ لِمَنْ يَشَاء إِنَاثًا وَيَهَبُ لِمَن يَشَاء الذُّكُورَ ﴿٤٩﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-49. AYET (Meâlleri Kıyasla): Lillâhi mulkus semâvâti vel ard(ardı), yahluku mâ yeşâu, yehebu li men yeşâu inâsen ve yehebu li men yeşâuz zukûr(zukûra).

Allah’ındır göklerin ve yerin mutlak mülkiyet ve hakimiyeti. O, dilediğini yaratır. Kimi dilerse ona kızlar hibe eder, kimi dilerse ona da erkekler hibe eder.

أَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَانًا وَإِنَاثًا وَيَجْعَلُ مَن يَشَاء عَقِيمًا إِنَّهُ عَلِيمٌ قَدِيرٌ ﴿٥٠﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-50. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ev yuzevvicuhum zukrânen ve inâsâ(inâsen), ve yec’alu men yeşâu akîmâ(akîmen), innehu alîmun kadîr(kadîrun).

Veya dilediği kimse için de erkeklerden ve kızlardan bir karma yapar. Her kimi dilerse, onu da çocuksuz bırakır. O, her şeyi hakkıyla bilendir, her şeye hakkıyla güç yetirendir.

وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْيًا أَوْ مِن وَرَاء حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاء إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ ﴿٥١﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-51. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ kâne li beşerin en yukellimehullâhu illâ vahyen ev min verâi hıcâbin ev yursile resûlen fe yûhıye bi iznihî mâ yeşâu, innehu aliyyun hakîm(hakîmun).

Allah, bir beşerle ya (manâyı onun kalbine doğrudan atma şeklinde) vahiyde bulunma, ya bir perde arkasından ona hitap etme, ya da dilediğini ona vahiy yoluyla iletecek bir elçi (melek) gönderme dışında hiçbir şekilde konuşmaz. O, mutlak yüce ve aşkındır; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.

وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحًا مِّنْ أَمْرِنَا مَا كُنتَ تَدْرِي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْإِيمَانُ وَلَكِن جَعَلْنَاهُ نُورًا نَّهْدِي بِهِ مَنْ نَّشَاء مِنْ عِبَادِنَا وَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ ﴿٥٢﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-52. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kezâlike evhaynâ ileyke rûhan min emrinâ, mâ kunte tedrî mâl kitâbu ve lâl îmânu ve lâkin cealnâhu nûran nehdî bihî men neşâu min ibâdinâ, ve inneke le tehdî ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).

İşte Biz, sana (bütünüyle pak ve manevî) emirler âlemimizden (kalbleri ve zihinleri diriltici) bir ruh vahyettik. Yoksa sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz o ruhu bir nur kıldık ki, onunla kullarımızdan dilediğimizi hidayete erdiriyoruz. Ve şüphesiz sen, her bakımdan doğru bir yola kılavuzluk yapıyorsun –

صِرَاطِ اللَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ أَلَا إِلَى اللَّهِ تَصِيرُ الأمُورُ ﴿٥٣﴾

42/ŞÛRÂ SURESİ-53. AYET (Meâlleri Kıyasla): Sırâtıllâhillezî lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), e lâ ilâllâhi tesîrul umûr(umûru).

Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi O’na ait bulunan Allah’ın yoluna. İyi bilin ki, bütün işler neticede Allah’a döner, O’na havale edilir ve nihaî hükmü O verir.