Mekke döneminde inmiştir. 69 âyettir. Sûre, adını 41. âyette geçen “el-Ankebût” kelimesinden almıştır. Ankebût, dişi örümcek demektir.

الم ﴿١﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-1. AYET (Meâlleri Kıyasla): Elif lâm mîm.

ElifLâmMîm.

أَحَسِبَ النَّاسُ أَن يُتْرَكُوا أَن يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ ﴿٢﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-2. AYET (Meâlleri Kıyasla): E hasiben nâsu en yutrakû en yekûlû âmennâ ve hum lâ yuftenûn(yuftenûne).

İnsanlar, sadece “inandık” demekle kendi hallerine bırakılacak ve (çok çeşitli yollarla) imtihana tâbi tutulmayacaklarını mı sandılar?

وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبِينَ ﴿٣﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-3. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lekad fetennâllezîne min kablihim fe le ya’lemennallâhullezîne sadakû ve le ya’lemenel kâzibîn(kâzibîne).

Şurası bir gerçek ki Biz, onlardan önce yaşayan ve iman ikrarında bulunan herkesi denedik. Denedik ki Allah, ikrarında sadık olanları ortaya çıkardığı gibi, yalancı olanları da ortaya çıkarsın.

أَمْ حَسِبَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ أَن يَسْبِقُونَا سَاء مَا يَحْكُمُونَ ﴿٤﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-4. AYET (Meâlleri Kıyasla): Em hasibellezîne ya’melûnes seyyiâti en yesbikûnâ, sâe mâ yahkumûn(yahkumûne).

Öte yandan, durmaksızın o kötülükleri işleyenler (ve mü’minlere her türlü işkenceyi reva görenler) de, (bir gün) kendilerini kıskıvrak yakalamamızdan ve haklarında vereceğimiz hükümden kaçıp kurtulabileceklerini mi sandılar? Ne de fena hükmediyorlar!

مَن كَانَ يَرْجُو لِقَاء اللَّهِ فَإِنَّ أَجَلَ اللَّهِ لَآتٍ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ﴿٥﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-5. AYET (Meâlleri Kıyasla): Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi le âtin, ve huves semîul alîm(alîmu).

Kim Allah’a kavuşmayı ümit ediyor ve bu beklenti ile yaşıyorsa, Allah’ın takdir buyurduğu vade elbette gelecektir. O, Semî‘ (her şeyi hakkıyla İşiten)dir, Alîm (her şeyi hakkıyla Bilen)dir.

وَمَن جَاهَدَ فَإِنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِهِ إِنَّ اللَّهَ لَغَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ ﴿٦﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-6. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men câhede fe innemâ yucâhidu li nefsihî, innallâhe le ganiyyun anil âlemîn(âlemîne).

Kim (nefsine ve şeytana karşı koymada, ayrıca iyi bir mü’min olma ve bu yolda her türlü zorluğa direnebilme konusunda) cihad eder (elinden gelen gayreti gösterir)se, ancak kendi iyiliği için cihad eder. Muhakkak ki Allah, bütün varlıklardan müstağnîdir, (kimseye ve kimsenin cihadına ihtiyacı yoktur).

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَحْسَنَ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٧﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-7. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nukeffirenne anhum seyyiâtihim ve le necziyennehum ahsenellezî kânû ya’melûn(ya’melûne).

İman edip, (iyi bir mü’min olabilmek için elinden gelen gayreti gösteren ve) imanları istikametinde sağlam, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanların (nefislerine bir anlık mağlûbiyetle işledikleri) bir takım günahlarını elbette siliverecek ve onları yaptıkları güzel işlerin en güzelini dikkate alarak mükâfatlandıracağız.

وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْنًا وَإِن جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٨﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-8. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve vassaynâl insâne bi vâlideyhi husnâ(husnen), ve in câhedâke li tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ, ileyye merciukum fe unebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).

(İyi bir mü’min olabilmenin gerekleri içinde) insana annebabasına iyi ve içten davranmasını emrettik. Eğer, Ben’den başkasının ilâh olamayacağı konusundaki kesin bilgine zıt olarak bâtılı taklitle herhangi bir şeyi Bana ortak tanıman için seni zorlayacak olurlarsa, bu hususta onlara itaat etme. Neticede dönüşünüz Banadır ve Ben, bütün yaptıklarınızın ne manâya gelip ne sonuç verdiğini size gösterecek ve onlardan dolayı sizi hesaba çekeceğim.

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُدْخِلَنَّهُمْ فِي الصَّالِحِينَ ﴿٩﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-9. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nudhılennehum fîs sâlihîn(sâlihîne).

İman edip, imanları istikametinde doğru, sağlam, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanları, evet onları mutlaka salihler arasına dahil edip (Cennet’e koyacağım).

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللَّهِ فَإِذَا أُوذِيَ فِي اللَّهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللَّهِ وَلَئِن جَاء نَصْرٌ مِّن رَّبِّكَ لَيَقُولُنَّ إِنَّا كُنَّا مَعَكُمْ أَوَلَيْسَ اللَّهُ بِأَعْلَمَ بِمَا فِي صُدُورِ الْعَالَمِينَ ﴿١٠﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-10. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve minen nâsi men yekûlu âmennâ billâhi fe izâ ûziye fîllâhi ceale fitneten nâsi ke azâbillâhî, ve le in câe nasrun min rabbike le yekûlunne innâ kunnâ meakum, e ve leysallâhu bi a’leme bi mâ fî sudûril âlemîn(âlemîne).

İnsanlar içinde öylesi de var ki, “Allah’a iman ettik!” demekte, fakat bu iman ikrarından dolayı bir eziyete maruz kalınca da, insanlardan gördüğü baskı ve eziyeti Allah’ın azabı gibi tutup (imanından geri dönüvermektedir). Buna karşılık, Rabbinden sana bir zafer gelince, bu defa hiç şüphesiz, “Biz de sizinle beraberdik!” diyeceklerdir. Yoksa Allah, insanların göğüslerinin derinliklerinde nelerin yattığını çok daha iyi bilmekte değil midir?

وَلَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْمُنَافِقِينَ ﴿١١﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-11. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve le ya’lemennallâhullezîne âmenû ve le ya’lemennel munâfikîn(munâfikîne).

Şurası bir gerçek ki, Allah kimlerin gerçekten iman etmiş olduğunu da ortaya çıkaracaktır, kimlerin münafık olduğunu da ortaya çıkaracaktır.

وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا اتَّبِعُوا سَبِيلَنَا وَلْنَحْمِلْ خَطَايَاكُمْ وَمَا هُم بِحَامِلِينَ مِنْ خَطَايَاهُم مِّن شَيْءٍ إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ ﴿١٢﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-12. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kâlellezîne keferû lillezîne âmenûttebiû sebîlenâ velnahmil hatâyâkum, ve mâ hum bi hâmilîne min hatâyâhum min şey’(şey’in), innehum le kâzibûn(kâzibûne).

Küfredenler, iman edenlere “Bizim yolumuza uyun, biz de sizin günahlarınızı yüklenelim!” diyorlar. Oysa onların günahlarından tek bir zerreyi bile yüklenecek, yüklenebilecek değillerdir. Sadece yalan söylüyorlar.

وَلَيَحْمِلُنَّ أَثْقَالَهُمْ وَأَثْقَالًا مَّعَ أَثْقَالِهِمْ وَلَيُسْأَلُنَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَمَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ ﴿١٣﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-13. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve le yahmilunne eskâlehum ve eskâlen mea eskâlihim ve le yus’elunne yevmel kıyâmeti ammâ kânû yefterûn(yefterûne).

Ama onlar, kendi günahlarının ağırlıklarını yüklendikleri gibi, bu yüklerinin yanısıra daha başka pek çok yükleri de yüklenmektedirler. Kıyamet Günü, Allah (ve diğer iman hakikatleriyle) ilgili durmadan uydurdukları yalanlar ve attıkları iftiralardan dolayı elbette sorguya çekileceklerdir.

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ فَلَبِثَ فِيهِمْ أَلْفَ سَنَةٍ إِلَّا خَمْسِينَ عَامًا فَأَخَذَهُمُ الطُّوفَانُ وَهُمْ ظَالِمُونَ ﴿١٤﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-14. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lekad erselnâ nûhan ilâ kavmihî, fe lebise fîhim elfe senetin illâ hamsîne âmen, fe ehazehumut tûfânu ve hum zâlimûn(zâlimûne).

Nuh’u bir rasûl olarak halkına gönderdik ve aralarında bin yıldan elli yıl eksik bir süre kaldı. Neticede, (Allah’a şirk koşma başta olmak üzere) zulümlerinde ısrar eden o halkı kıskıvrak yakalayıverdik.

فَأَنجَيْنَاهُ وَأَصْحَابَ السَّفِينَةِ وَجَعَلْنَاهَا آيَةً لِّلْعَالَمِينَ ﴿١٥﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-15. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe enceynâhu ve ashâbes sefîneti ve cealnâhâ âyeten lil âlemîn(âlemîne).

Buna karşılık, Nuh’u ve Gemi’de O’nunla beraber olanları kurtardık ve o gemiyi de, o hadiseyi de (arkadan gelecek) bütün insanlar için bir ibret vesilesi yaptık.

وَإِبْرَاهِيمَ إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَاتَّقُوهُ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿١٦﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-16. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve ibrâhîme iz kâle li kavmihî’budûllâhe vettekûhu, zâlikum hayrun lekum in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).

İbrahim’i de (rasûl olarak görevlendirdik). O, halkına şöyle dedi: “Yalnızca Allah’a ibadet edin ve O’na gönülden saygı besleyin, O’na isyandan ve dolayısıyla azabından sakının. Eğer bilirseniz, hakkınızda hayırlı olan budur.

إِنَّمَا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا وَتَخْلُقُونَ إِفْكًا إِنَّ الَّذِينَ تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ لَا يَمْلِكُونَ لَكُمْ رِزْقًا فَابْتَغُوا عِندَ اللَّهِ الرِّزْقَ وَاعْبُدُوهُ وَاشْكُرُوا لَهُ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿١٧﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-17. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnemâ ta’budûne min dûnillâhi evsânen ve tahlukûne ifken, innellezîne ta’budûne min dûnillâhi lâ yemlikûne lekum rızkân, febtegû indallâhir rızka va’budûhu veşkurû lehu, ileyhi turceûn(turceûne).

“Ama siz, Allah’ı bırakıp birtakım putlara tapıyor ve korkunç yalanlar uyduruyor, bâtıl inanç, düşünce ve davranış şekilleri ortaya koyuyorsunuz. Allah’ı bırakıp da taptığınız o şeyler, size istifadeniz adına tek bir şey bile veremezler. O halde rızkı ve faydayı ancak Allah’ın nezdinde arayın, yalnızca O’na ibadette bulunun ve daima O’na şükredin. Zaten O’na döndürülmektesiniz.”

وَإِن تُكَذِّبُوا فَقَدْ كَذَّبَ أُمَمٌ مِّن قَبْلِكُمْ وَمَا عَلَى الرَّسُولِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ ﴿١٨﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-18. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve in tukezzibû fe kad kezzebe umemun min kablikum, ve mâ alâr resûli illâl belâgul mubîn(mubînu).

(En inkârcılar!) Eğer siz (Rasûlümüzü) yalanlıyorsanız, sizden önceki pek çok topluluklar da rasûlleri yalanlamıştı. Ama Rasûl’e düşen, (Bizim Mesajımızı) bütün açıklığıyla ve gerektiği şekilde iletmektir, (sizi imana zorlamak değil).

أَوَلَمْ يَرَوْا كَيْفَ يُبْدِئُ اللَّهُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ ﴿١٩﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-19. AYET (Meâlleri Kıyasla): E ve lem yerav keyfe yubdiullâhul halka, summe yuîduhu, inne zâlike alâllâhi yesîr(yesîrun).

O (inkârcılar), Allah’ın önce nasıl yaratıp, sonra yaratılışı tekrar ettiği (ve en son yeniden yaratacağı) üzerinde hiç düşünmezler, hiçbir gözlem yapmazlar mı? Hiç şüphesiz bu, Allah için pek kolaydır.

قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانظُرُوا كَيْفَ بَدَأَ الْخَلْقَ ثُمَّ اللَّهُ يُنشِئُ النَّشْأَةَ الْآخِرَةَ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿٢٠﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-20. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul sîrû fîl ardı fanzurû keyfe bedeel halka, summallâhu yunşîun neş’etel âhırat( âhırate), innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).

De ki: “(Ey insanlar!) Yeryüzünde dolaşın ve Allah’ın baştan nasıl yarattığı, sonra da (kâinatı) ikinci defa nasıl kuracağı konusunda düşünün ve gözlemler yapın. Muhakkak ki Allah, her şeye hakkıyla güç yetirendir.”

يُعَذِّبُُ مَن يَشَاء وَيَرْحَمُ مَن يَشَاء وَإِلَيْهِ تُقْلَبُونَ ﴿٢١﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-21. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yuazzibu men yeşâu ve yerhamu men yeşâu, ve ileyhi tuklebûn(tuklebûne).

O, kimi dilerse onu cezalandırır, kimi dilerse ona da rahmetiyle muamele eder. Hepiniz O’nun huzuruna götürülmektesiniz.

وَمَا أَنتُم بِمُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاء وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللَّهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ ﴿٢٢﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-22. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ entum bi mu’cizîne fîl ardı ve lâ fîs semâi ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).

Siz, yerin derinliklerine de girseniz, semanın enginliklerine de çıksanız, Allah’ın hakimiyetinden ve hakkınızdaki hükmünden kurtulamazsınız. Sonra, Allah’tan başka ne size sahip çıkacak bir koruyucunuz, ne de bir yardımcınız vardır.

وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَلِقَائِهِ أُوْلَئِكَ يَئِسُوا مِن رَّحْمَتِي وَأُوْلَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿٢٣﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-23. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezîne keferû bi âyâtillâhi ve likâihî ulâike yeisû min rahmetî ve ulâike lehum azâbun elîm(elîmun).

Allah’ın (gerek kâinattaki gerekse bizzat kendi varlıklarındaki, ayrıca Kur’ân’da yer alan) âyetlerini ve O’nunla buluşmayı inkâr edenler: işte onlar, Benim rahmetimden ümit kesmişlerdir ve yine onlar, kendilerini acı bir azabın beklediği kişilerdir.

فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِهِ إِلَّا أَن قَالُوا اقْتُلُوهُ أَوْ حَرِّقُوهُ فَأَنجَاهُ اللَّهُ مِنَ النَّارِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿٢٤﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-24. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlûktulûhu ev harrıkûhu fe encâhullâhu minen nâr(nâri), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yu’minûn(yu’minûne).

Halkının İbrahim’e mukabelesi ancak, “O’nu öldürün veya yakın!” diye bağırmak oldu. Ama Allah O’nu, (içine attıkları) ateşten korudu. Muhakkak ki bunda iman edecek bir topluluk için ibretler ve mesajlar vardır.

وَقَالَ إِنَّمَا اتَّخَذْتُم مِّن دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا مَّوَدَّةَ بَيْنِكُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُ بَعْضُكُم بِبَعْضٍ وَيَلْعَنُ بَعْضُكُم بَعْضًا وَمَأْوَاكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن نَّاصِرِينَ ﴿٢٥﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-25. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kâle innemâttehaztum min dûnillâhi evsânen meveddete beynikum fîl hayâtid dunyâ, summe yevmel kıyâmeti yekfuru ba’dukum bi ba’dın ve yel’anu ba’dukum ba’dan ve me’vâkumun nâru ve mâ lekum min nâsırîn(nâsırîne).

İbrahim, (onlara şöyle) dedi: “Siz, aranızda sadece dünya hayatında kalacak bir sevgi ve dayanışma bağı olarak Allah’ı bırakıp, birtakım putlar edindiniz. Fakat Kıyamet Günü kiminiz kiminizi ret ve inkâr edecek, kiminiz kiminize lânet okuyacak, ama hepinizin varacağı yer Ateş olacak ve (sizi bu azaptan kurtarabilecek) hiçbir yardımcınız bulunmayacaktır.”

فَآمَنَ لَهُ لُوطٌ وَقَالَ إِنِّي مُهَاجِرٌ إِلَى رَبِّي إِنَّهُ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿٢٦﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-26. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe âmene lehu lût (lûtun) ve kâle innî muhâcirun ilâ rabbî, innehu huvel azîzul hakîm(hakîmu).

Lût, O’na (ve mesajına) iman etti. İbrahim, “Ben” dedi, “Rabbimin rızası için artık dinimi yaşayabileceğim bir yere hicret ediyorum. Muhakkak ki O, Azîz (izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip) olandır; Hakîm (her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunan)dır.”

وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ وَجَعَلْنَا فِي ذُرِّيَّتِهِ النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ وَآتَيْنَاهُ أَجْرَهُ فِي الدُّنْيَا وَإِنَّهُ فِي الْآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ ﴿٢٧﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-27. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve vehebnâ lehû ishâka ve ya’kûbe ve cealnâ fî zurriyyetihin nubuvvete vel kitâbe, ve âteynâhu ecrehu fîd dunyâ, ve innehu fîl âhırati le mines sâlihîn(sâlihîne).

O’na İshak’ı ve Yakubu armağan ettik ve O’nun neslinden gelenlerde peygamberliği ve Kitap indirmeyi devam ettirdik. O’na dünyada mükâfatını verdik ve muhakkak ki O, Âhiret’te de salihler içinde olacaktır.

وَلُوطًا إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ إِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ مَا سَبَقَكُم بِهَا مِنْ أَحَدٍ مِّنَ الْعَالَمِينَ ﴿٢٨﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-28. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lûtan iz kâle li kavmihî innekum le te’tûnel fâhışete mâ sebekakum bihâ min ehadin minel âlemîn(âlemîne).

Lût’u da (bir rasûl olarak görevlendirdik). Halkına şöyle dedi: “Gerçek şu ki siz, (toplum olarak) bütün insanlar içinde sizden önce hiçbir topluluğun yapmadığı pek iğrenç bir şey yapıyorsunuz.

أَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ وَتَقْطَعُونَ السَّبِيلَ وَتَأْتُونَ فِي نَادِيكُمُ الْمُنكَرَ فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِهِ إِلَّا أَن قَالُوا ائْتِنَا بِعَذَابِ اللَّهِ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ ﴿٢٩﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-29. AYET (Meâlleri Kıyasla): E innekum le te’tûner ricâle ve taktaûnes sebîle ve te’tûne fî nâdîkumul munker(munkere), fe mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlû’tinâ bi azâbillâhi in kunte mines sâdikîn(sâdikîne).

“Böyle, şehvetle erkeklere varmaya, yollarda (bilhassa erkek yolcuları alıkoymak için) eşkiyalığa ve fıtrî olan üreme yolunu terketmeye, ayrıca topluca bir araya gelip açıktan açığa her türlü çirkin işi yapmaya devam mı edeceksiniz?” Fakat halkının mukabelesi ancak şöyle oldu: “Eğer peygamberlik iddianda ve söylediklerinin doğruluğunda samimi isen haydi, bizi kendisiyle tehdit edip durduğun Allah’ın o azabını getir de görelim!”

قَالَ رَبِّ انصُرْنِي عَلَى الْقَوْمِ الْمُفْسِدِينَ ﴿٣٠﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-30. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle rabbinsurnî alâl kavmil mufsidîn(mufsidîne).

Lût, “Rabbim,” diye yalvardı, “ahlâk düşmanı şu bozguncular güruhuna karşı bana yardım et!”

وَلَمَّا جَاءتْ رُسُلُنَا إِبْرَاهِيمَ بِالْبُشْرَى قَالُوا إِنَّا مُهْلِكُو أَهْلِ هَذِهِ الْقَرْيَةِ إِنَّ أَهْلَهَا كَانُوا ظَالِمِينَ ﴿٣١﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-31. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lemmâ câet rusulunâ ibrâhîme bil buşrâ, kâlû innâ muhlikû ehli hâzihil karyeti, inne ehlehâ kânû zâlimîn(zâlimîne).

Nihayet elçilerimiz (olan melekler İshak’ı) müjdelemek için İbrahim’e geldiklerinde, “Biz” dediler, “şu memleketin halkını helâk edeceğiz. Çünkü o halk, sınır tanımaz derecede zulme batmış bulunuyor.”

قَالَ إِنَّ فِيهَا لُوطًا قَالُوا نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَن فِيهَا لَنُنَجِّيَنَّهُ وَأَهْلَهُ إِلَّا امْرَأَتَهُ كَانَتْ مِنَ الْغَابِرِينَ ﴿٣٢﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-32. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle inne fîhâ lûtâ(lûten), kâlû nahnu a’lemu bi men fîhâ le nunecciyennehu ve ehlehû illâmraetehu kânet minel gâbirîn(gâbirîne).

İbrahim, “Ama Lût da orada!” dedi. “Biz orada kim var kim yok daha iyi biliyoruz. O’nu ve ailesini elbette kurtaracağız, fakat hanımı hariç. Onun geride, helâk olacaklar içinde kalmasına hükmedilmiş bulunuyor.”

وَلَمَّا أَن جَاءتْ رُسُلُنَا لُوطًا سِيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعًا وَقَالُوا لَا تَخَفْ وَلَا تَحْزَنْ إِنَّا مُنَجُّوكَ وَأَهْلَكَ إِلَّا امْرَأَتَكَ كَانَتْ مِنَ الْغَابِرِينَ ﴿٣٣﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-33. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lemmâ en câet rusulunâ lûtan sîe bihim ve dâka bihim zer’ân, ve kâlû lâ tehaf ve lâ tahzen, innâ muneccûke ve ehleke illâmraeteke kânet minel gâbirîn(gâbirîne).

Derken elçilerimiz Lût’a vardılar. (Onları halkın tecavüzünden koruyamayacağını düşünen) Lût endişeye kapıldı, göksü daraldı, kendini eli kolu bağlı hissetti. Ama onlar, “Endişe etme, üzülme,” dediler, “seni ve aileni kurtaracağız, ama hanımın hariç. Onun geride, helâk olacaklar içinde kalmasına hükmedilmiş bulunuyor.

إِنَّا مُنزِلُونَ عَلَى أَهْلِ هَذِهِ الْقَرْيَةِ رِجْزًا مِّنَ السَّمَاء بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ ﴿٣٤﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-34. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnâ munzilûne alâ ehli hâzihil karyeti riczen mines semâi bimâ kânû yefsukûn(yefsukûne).

“Açıktan açığa işledikleri bunca günahlarla bütün bütün yoldan çıktıkları için bu memleketin ahalisi üzerine gökten çok kötü bir musibet indireceğiz.”

وَلَقَد تَّرَكْنَا مِنْهَا آيَةً بَيِّنَةً لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿٣٥﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-35. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lekad teraknâ minhâ âyeten beyyineten li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).

Neticede, o memlekette düşünüp akleden kimseler için apaçık bir ibret vesilesi bıraktık.

وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَارْجُوا الْيَوْمَ الْآخِرَ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ ﴿٣٦﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-36. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve ilâ medyene ehâhum şuayben fe kâle yâ kavmi’budûllâhe vercûl yevmel âhıra ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).

Medyen halkına da kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. Onlara dedi ki: “Ey halkım! Yalnızca Allah’a ibadet edin; (dünyada yaptıklarınız karşılığında sorguya çekileceğinizin şuuru içinde) Âhiret Günü’ne hazırlıklı bulunun ve ülkede birer bozguncu kesilip, taşkınlık yapmayın.”

فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ ﴿٣٧﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-37. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe kezzebûhu fe ehazethumur recfetu fe asbehû fî dârihim câsimîn(câsimîne).

Fakat O’nu yalanladılar ve neticede korkunç bir sarsıntı kendilerini kıskıvrak yakalayıverdi de, yurtlarında meskenleri içinde cansız çökekaldılar.

وَعَادًا وَثَمُودَ وَقَد تَّبَيَّنَ لَكُم مِّن مَّسَاكِنِهِمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّبِيلِ وَكَانُوا مُسْتَبْصِرِينَ ﴿٣٨﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-38. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve âden ve semûde ve kad tebeyyene lekum min mesâkinihim, ve zeyyene lehumuş şeytânu a’mâlehum fe saddehum anis sebîli ve kânû mustebsırîn(mustebsırîne).

Bu arada Âd’ı ve Semûd’u da hatırlayın: Onların başına gelenleri meskenlerinin halinden elbette anlıyorsunuz. Şeytan, yaptıklarını onlara süsleyip püsledi, güzel gösterdi ve böylece onları doğru yolu takipten alıkoydu. Halbuki gerçeği görebilecek kadar zekî ve keskin görüşlüydüler.

وَقَارُونَ وَفِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَلَقَدْ جَاءهُم مُّوسَى بِالْبَيِّنَاتِ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْأَرْضِ وَمَا كَانُوا سَابِقِينَ ﴿٣٩﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-39. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kârûne ve fir’avne ve hâmâne ve lekad câehum mûsâ bil beyyinâti festekberû fîl ardı ve mâ kânû sâbikîn(sâbikîne).

Karun, Firavun ve Hâmân’ı da hatırlayın; Şurası bir gerçek ki, Musa onlara apaçık delillerle geldi, fakat onlar o ülkede kibir ve gururlarına yenik düşerek insanları eziyorlardı. Ama, haklarındaki hükmümüzü uygulamaya mani olup da cezamızdan kurtulamadılar.

فَكُلًّا أَخَذْنَا بِذَنبِهِ فَمِنْهُم مَّنْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِ حَاصِبًا وَمِنْهُم مَّنْ أَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُ وَمِنْهُم مَّنْ خَسَفْنَا بِهِ الْأَرْضَ وَمِنْهُم مَّنْ أَغْرَقْنَا وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلَكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿٤٠﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-40. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe kullen ehaznâ bi zenbihi, fe minhum men erselnâ aleyhi hâsıbâ(hâsıben), ve minhum men ehazethus sayhatu, ve minhum men hasefnâ bihil arda, ve minhum men agraknâ, ve mâ kânallâhu li yazlimehum ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(yazlimûne).

Sözü edilen bütün bu topluluklardan, kişilerden her birini günahıyla yakaladık: Kimisinin üzerine taş yağdıran bir kasırga gönderdik. Kimisini korkunç bir patlama, bir çığlık bastırıverdi. Kimisini yerin dibine geçirdik. Kimisini de suda boğduk. Ama gerçek olan şu ki, bütün bunları Allah onlara zulüm olsun diye yapmadı; bilakis onlar, kendi öz canlarına zulmediyorlardı.

مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاء كَمَثَلِ الْعَنكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا وَإِنَّ أَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنكَبُوتِ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿٤١﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-41. AYET (Meâlleri Kıyasla): Meselullezînettehazû min dûnillâhi evliyâe ke meselil ankebût(ankebûti), ittehazet beyten ve inne evhenel buyûti le beytul ankebût(ankebûti), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).

Allah’ı bırakıp da başka koruyucu, sığınıp işlerini havale etmek için başka velîler edinenlerin hali, örümceğin haline benzer. Örümcek, barınmak için kendine bir yuva yapar, fakat yuvaların en zayıfı, en çürüğü örümceğin yuvasıdır. Keşke bu gerçeği bilselerdi!

إِنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿٤٢﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-42. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnallâhe ya’lemu mâ yed’ûne min dûnihî min şey’in, ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).

Ama Allah, onların Kendisi’nden başka nelere el açıp yalvardıklarını ve böyle yapmalarının hiçbir gerçeğe dayanmadığını biliyor. O, Azîz’dir, (mülkünde hiçbir ortak ve Kendisi’nden başka ilâh ve rab kabul etmez; O’ndan başkasına ibadet edilmesine asla razı olmaz); Hakîm’dir (bütün hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır).

وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ وَمَا يَعْقِلُهَا إِلَّا الْعَالِمُونَ ﴿٤٣﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-43. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve tilkel emsâlu nadribuhâ lin nâs(nâsi) ve mâ ya’kıluhâ illel âlimûn(âlimûne).

(Gerçekleri görsünler ve hallerini ıslah etsinler diye) insanlar için böyle misaller veriyor, böyle karşılaştırmalarda bulunuyoruz. Ama bunlar üzerinde ancak âlimler akıl yorar ve onlardaki gerçek manâları kavrarlar.

خَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِّلْمُؤْمِنِينَ ﴿٤٤﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-44. AYET (Meâlleri Kıyasla): Halakallâhus semâvâti vel arda bil hakkı, inne fî zâlike le âyeten lil mu’minîn(mu’minîne).

Allah, gökleri ve yeri hak bir gaye için, yerli yerince ve gerçeğe dayalı sabit bir sistem üzerinde yarattı. Şüphesiz bunda mü’minler için apaçık bir delil, bir mesaj vardır.

اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ ﴿٤٥﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-45. AYET (Meâlleri Kıyasla): Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salâte, innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).

Sana Kitap’tan ne vahyediliyorsa onu okuyup başkalarına anlat ve bütün şartlarına riayet ederek hakkıyla namaz kıl. Çünkü namaz, insana bütün çirkin, ahlâk dışı söz ve davranışlarla, Allah nazarında meşruluğu tanınmamış ve Din temelinde oluşmuş örf ile Şeriatı fıtriyeye aykırı işlerden kaçınması gerektiği şuurunu verir ve onu bunlardan alıkoyar. (Kalb, dil ve davranışlarla) sürekli Allah’ı anmak ise, ibadetlerin en büyüğü, en kapsamlısıdır (ve namazla sınırlı değildir). Allah, ne yapıyorsanız hepsini bilir.

وَلَا تُجَادِلُوا أَهْلَ الْكِتَابِ إِلَّا بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِلَّا الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ وَقُولُوا آمَنَّا بِالَّذِي أُنزِلَ إِلَيْنَا وَأُنزِلَ إِلَيْكُمْ وَإِلَهُنَا وَإِلَهُكُمْ وَاحِدٌ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ ﴿٤٦﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-46. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lâ tucâdilû ehlel kitâbi illâ billetî hiye ahsenu illâllezîne zalemû minhum ve kûlû âmennâ billezî unzile ileynâ ve unzile ileykum ve ilâhunâ ve ilâhukum vâhıdun ve nahnu lehu muslimûn(muslimûne).

İçlerinde, (şirkte ve saldırganlıkta ısrar ederek) zulme batmış (ve dolayısıyla kendileriyle iyi münasebet mümkün) bulunmayanları dışında Kitap Ehli’yle ancak mümkün olan en güzel tarzda mücadele edin. Şöyle deyin onlara: “Biz, bize indirilen (Kur’ân’a da), size indirilen (kitaplara da) iman ettik. Bizim İlâhımız da sizin İlâhınız da bir ve aynı İlâh’tır; ve biz, O’na gönülden teslim olmuşuz.”

وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ فَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَمِنْ هَؤُلَاء مَن يُؤْمِنُ بِهِ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا الْكَافِرُونَ ﴿٤٧﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-47. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kezâlike enzelnâ ileykel kitâbe, fellezîne âteynâ humul kitâbe yu’minûne bihî, ve min hâulâi men yu’minu bihî, ve mâ yechadu bi âyâtinâ illâl kâfirûn(kâfirûne).

İşte Biz sana, (Allah’a teslimiyet ve önceki kitapları ve peygamberleri de tasdik esası üzerinde) bu Kitabı indiriyoruz. Önceden kendilerine Kitap verilmiş (ve İlâhî vahyi kabul konusunda samimi) olanlar ona inanırlar; o (Mekke) halkı içinde de ona inananlar vardır. Ancak bile bile küfürde ısrar edenlerdir ki, Bizim âyetlerimiz karşısında ayak direrler.

وَمَا كُنتَ تَتْلُو مِن قَبْلِهِ مِن كِتَابٍ وَلَا تَخُطُّهُ بِيَمِينِكَ إِذًا لَّارْتَابَ الْمُبْطِلُونَ ﴿٤٨﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-48. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ kunte tetlû min kablihî min kitâbin ve lâ tehuttuhu bi yemînike izen lertâbel mubtılûn(mubtılûne).

Sen, bu Kitap sana indirilmeye başlanmadan önce herhangi bir kitap okumuş veya yazı yazmış bir insan değildin. Eğer bunları yapmış olsaydın, Kur’ân’la ilgili bâtıl iddialar peşinde koşanların, onun Allah’tan geldiği gerçeği konusunda şüphe duymaya bir mazeretleri olabilirdi.

بَلْ هُوَ آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ فِي صُدُورِ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا الظَّالِمُونَ ﴿٤٩﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-49. AYET (Meâlleri Kıyasla): Bel huve âyâtun beyyinâtun fî sudûrillezîne ûtûl ilm(ilme), ve mâ yechadu bi âyâtinâ illâz zâlimûn(zâlimûne).

Ama o, hiç şüphe yok ki (Allah’ın indirdiği ve) kendilerine gerçeğin ilmi nasip edilenlerin göğüslerinde yer etmiş, (onların zihinlerini ve kalblerini) aydınlatan parlak âyetlerdir. Bizim âyetlerimiz karşısında ancak zulme batmış, doğru görüş ve doğru değerlendirmeden mahrum olanlar ayak direr.

وَقَالُوا لَوْلَا أُنزِلَ عَلَيْهِ آيَاتٌ مِّن رَّبِّهِ قُلْ إِنَّمَا الْآيَاتُ عِندَ اللَّهِ وَإِنَّمَا أَنَا نَذِيرٌ مُّبِينٌ ﴿٥٠﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-50. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kâlû lev lâ unzile aleyhi âyâtun min rabbihî, kul innemâl âyâtu indallâh(indallâhi), ve innemâ ene nezîrun mubîn(mubînun).

Bir de kalkmış, “Kendisine Rabbisinden mucizeler indirilse ya!” diyorlar. De ki: “Bütün mucizeleri yaratan Allah’tır ve onları indirmek Allah’ın irade ve kudreti dahilindedir. Ben, (her istediğini, her istediğinizi yapabilme hürriyet ve gücüne sahip biri değil), ancak gerçeği apaçık tebliğ eden bir uyarıcıyım.”

أَوَلَمْ يَكْفِهِمْ أَنَّا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ يُتْلَى عَلَيْهِمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَرَحْمَةً وَذِكْرَى لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿٥١﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-51. AYET (Meâlleri Kıyasla): E ve lem yekfihim ennâ enzelnâ aleykel kitâbe yutlâ aleyhim, inne fî zâlike le rahmeten ve zikrâ li kavmin yu’minûn(yu’minûne).

Hem, kendilerine okunan, tebliğ edilen bu Kitabı sana indiriyor olmamız onlar için yeterli değil mi? Onu indirmemizde iman eden bir topluluk için hiç şüphesiz büyük bir rahmet ve yeterli bir ders vardır.

قُلْ كَفَى بِاللَّهِ بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ شَهِيدًا يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالَّذِينَ آمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللَّهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ ﴿٥٢﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-52. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul kefâ billâhi beynî ve beynekum şehîdâ(şehîden), ya’lemu mâ fîs semâvâti vel ard(ardı), vellezîne âmenû bil bâtılı ve keferû billâhi ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).

De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde olan, olupbiten her şeyi bilir. Gerçek dururken bâtıla iman edip, (indirdiği Kitabı ve gönderdiği Rasûl’ü inkâr ederek) Allah’ı reddedenler, işte onlardır gerçekten kaybedenler ve kendilerini helâke sürükleyenler.

وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَلَوْلَا أَجَلٌ مُّسَمًّى لَجَاءهُمُ الْعَذَابُ وَلَيَأْتِيَنَّهُم بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ ﴿٥٣﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-53. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve yesta’cilûneke bil azâbi, ve lev lâ ecelun musemmen le câehumul azâbu, ve le ye’tiyennehum bagteten ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).

Senden (kendisiyle tehdit edildikleri) azabı hemen getirmeni istiyorlar. Eğer (pek çok hikmetlere binaen) Allah’ın takdir etmiş buyurduğu bir vade bulunmamış olsaydı, o azap başlarına gelmişti bile. Ama o, hiç farkında değillerken başlarında birden patlayıverecektir.

يَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمُحِيطَةٌ بِالْكَافِرِينَ ﴿٥٤﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-54. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yesta’cilûneke bil azâbi, ve inne cehenneme le muhîtatun bil kâfirîn(kâfirîne).

Senden (kendisiyle tehdit edildikleri) azabı hemen getirmeni istiyorlar. Şurası bir gerçek ki Cehennem, bütün kâfirleri (ona girme sebepleriyle birlikte) çepeçevre kuşatmış bulunmaktadır.

يَوْمَ يَغْشَاهُمُ الْعَذَابُ مِن فَوْقِهِمْ وَمِن تَحْتِ أَرْجُلِهِمْ وَيَقُولُ ذُوقُوا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٥٥﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-55. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yevme yagşâhumul azâbu min fevkıhim ve min tahti erculihim ve yekûlu zûkû mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).

Cehennem’e girdikleri gün azap onları hem başlarının üstünden hem de ayaklarının altından bütünüyle kaplayacak ve (Allah) kendilerine, “(Dünyada iken) işleyip durduğunuz günahların karşılığında tadın şimdi azabı!” diyecektir.

يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ أَرْضِي وَاسِعَةٌ فَإِيَّايَ فَاعْبُدُونِ ﴿٥٦﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-56. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ ıbâdıyellezîne âmenû inne ardî vâsiatun fe iyyâye fa’budûni.

Ey iman etmiş bulunan kullarım! (Eğer bulunduğunuz yerde dininizi yaşayamıyor, karşı koyamayacak şekilde başka din veya sistemlere teslimiyete zorlanıyorsanız,) Benim yeryüzüm yeterince geniştir, dolayısıyla yalnızca Bana ibadet edin!

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ ﴿٥٧﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-57. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kullu nefsin zâikatul mevti summe ileynâ turceûn(turceûne).

Her nefis ölümü tatmaya mahkûmdur (ve dolayısıyla bir gün) onu mutlaka tadacaktır. Sonra da Bizim huzurumuza getirileceksiniz.

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُبَوِّئَنَّهُم مِّنَ الْجَنَّةِ غُرَفًا تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا نِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ ﴿٥٨﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-58. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nubevviennehum minel cenneti gurafan tecrîmin tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, ni’me ecrul âmilîn(âmilîne).

İman edip, imanları istikametinde doğru, sağlam, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanları, hiç şüphe edilmesin ki, (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan Cennet’te yüksek köşklere yerleştireceğiz ve onlar orada sonsuzca kalacaklardır. Hayatlarını böyle güzel işlerle geçirenlerin mükâfatı ne güzeldir!

الَّذِينَ صَبَرُوا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ ﴿٥٩﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-59. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ellezîne saberû ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).

Onlar, (yalnızca Allah’a ibadet edebilme uğruna her türlü zorluğa, sıkıntıya) sabreder ve (başka hiçbir yerden, makamdan yardım beklentisine girmeden) ancak Rabbilerine dayanıp güvenirler.

وَكَأَيِّن مِن دَابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَا اللَّهُ يَرْزُقُهَا وَإِيَّاكُمْ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ﴿٦٠﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-60. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve keeyyin min dâbbetin lâ tahmilu rızkahâ allâhu yerzukuhâ ve iyyâkum ve huves semîul alîm(alîmu).

Ne kadar çok canlı vardır ki, hayatları için gerekli rızkı ne depo edebilmekte ne de yanlarında taşıyabilmektedir. Onların rızkını Allah verdiği gibi, elbette sizi rızıklandıran da O’dur; (dolayısıyla rızık korkusuyla gerektiğinde hicretten geri durmayın). Çünkü Allah, her şeyi hakkıyla duyandır, hakkıyla bilendir, (sizin ihtiyaçlarınızı da hem duyar, hem bilir).

وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ فَأَنَّى يُؤْفَكُونَ ﴿٦١﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-61. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve le in seeltehum men halakas semâvâti vel arda ve sehharaş şemse vel kamere le yekûlunnallâhu, fe ennâ yu’fekûn(yu’fekûne).

Eğer onlara, “Gökleri ve yeri yaratan ve güneşi ve ayı emri altında istifadenize sunan kimdir?” diye sorsan, elbette “Allah” demek zorunda kalacaklardır. Öyleyse neden ve nasıl oluyor da doğrudan sapıp, bâtıl yollara sürükleniyorlar?

اللَّهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ لَهُ إِنَّ اللَّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ﴿٦٢﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-62. AYET (Meâlleri Kıyasla): Allâhu yebsutur rızka li men yeşâu min ibâdihî ve yakdiru lehu, innallâhe bi kulli şey’in alîm(alîmun).

Allah, (hikmeti ve imtihan gereği) kul larından dilediğine rızkı ister bol verir, ister kısar da az ve ölçülü verir. Muhakkak ki Allah, her şeyi hakkıyla bilmektedir.

وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّن نَّزَّلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ مِن بَعْدِ مَوْتِهَا لَيَقُولُنَّ اللَّهُ قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ ﴿٦٣﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-63. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve le in seeltehum men nezzele mines semâi mâen fe ahyâ bihil arda min ba’di mevtihâ le yekûlunnallâhu, kulil hamdu lillâhi, bel ekseruhum lâ ya’kılûn(ya’kılûne).

Yine onlara, “Gök tarafından su indirip, onunla (kışta) ölmesinin ardından yeri dirilten kimdir?” diye sorsan, elbette (başka cevap bulamayacak ve) “Allah” diyeceklerdir. “Hamd olsun Allah’a (ki, bütün deliller O’nun yegâne İlâh, Rab ve Ma’bûd olduğunu göstermektedir)” de. Fakat onların çoğu düşünüp akletmemekte (ve dolayısıyla bâtıl yollarda gitmekten kurtulamamaktadır).

وَمَا هَذِهِ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَإِنَّ الدَّارَ الْآخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿٦٤﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-64. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ hâzihil hayâtud dunyâ illâ lehvun ve laibun, ve inned dârel âhırate le hiyel hayevân(hayevânu), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).

Bu dünya hayatı, (kendine bakan yüzüyle) boş bir oyalanma ve oyundan başka bir şey değildir. Âhiret yurdu ise, işte o, (her şeyin diri olduğu) gerçek hayattır. Bunu bir bilselerdi!

فَإِذَا رَكِبُوا فِي الْفُلْكِ دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ فَلَمَّا نَجَّاهُمْ إِلَى الْبَرِّ إِذَا هُمْ يُشْرِكُونَ ﴿٦٥﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-65. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe izâ rakibû fîl fulki deavûllâhe muhlisîne lehud dîn(dîne), fe lemmâ neccâhum ilâl berri izâ hum yuşrikûn(yuşrikûne).

(Allah’a ortaklar da tanısalar,) bir gemide yolculuk yaparken (boğulma tehlikesi ortaya çıkıverse o zaman) bütün kalbleriyle Allah’a yönelir ve (hatırlarına başka hiçbir ilâh getirmeden) sadece O’na yalvarırlar. Ama ne zaman ki Allah onları kurtarıp karaya çıkarır, hemen o andan itibaren yine O’na şirk koşmaya koyulurlar.

لِيَكْفُرُوا بِمَا آتَيْنَاهُمْ وَلِيَتَمَتَّعُوا فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ﴿٦٦﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-66. AYET (Meâlleri Kıyasla): Li yekfurû bimâ âteynâhum ve li yetemettaû, fe sevfe ya’lemûn(ya’lemûne).

Kendilerine bahşettiğimiz onca nimetlere karşı nankörlükte ısrar etsinler bakalım; salsınlar bakalım kendilerini dünya hayatının geçici zevklerine. (Bir gün gelecek ve yaptıklarının ne demek olduğunu) elbette bileceklerdir.

أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا جَعَلْنَا حَرَمًا آمِنًا وَيُتَخَطَّفُ النَّاسُ مِنْ حَوْلِهِمْ أَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَةِ اللَّهِ يَكْفُرُونَ ﴿٦٧﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-67. AYET (Meâlleri Kıyasla): E ve lem yerav ennâ cealnâ haramen âminen ve yutehattafun nâsu min havlihim, e fe bil bâtılı yu’minûne ve bi ni’metillâhi yekfurûn(yekfurûne).

Hiç görmüyor ve düşünmüyorlar mı ki, çevrelerindeki insanlar katliam ve yağmadan kurtulamaz, yerlerinden yurtlarından edilir dururken, Biz onları emin ve dokunulmaz bir yere yerleştirdik. Böyle iken halâ bâtıla inanıp, nankörlükle Allah’ın (Kur’ân ve İslâm) nimetini inkâra devam mı edecekler?

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءهُ أَلَيْسَ فِي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِّلْكَافِرِينَ ﴿٦٨﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-68. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kezzebe bil hakkı lemmâ câehu, e leyse fî cehenneme mesven lil kâfirîn(kâfirîne).

Bir yalan ortaya atıp onu Allah’a isnat eden veya hak kendisine geldikten sonra onu yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Kâfirler için Cehennem’de yer mi yok?

وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ ﴿٦٩﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-69. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezîne câhedû fînâ le nehdiyennehum subulenâ ve innallâhe le meal muhsinîn(muhsinîne).

Bizim uğrumuzda (iyi birer mü’min olabilmek için) gerekli gayreti gösterenlere elbette muvaffakiyet yollarımızı gösteririz. Elbette Allah, O’nu görürcesine iyiliğe adanmış olanlarla beraberdir.