Mekke döneminde inmiştir. 69 âyettir. Sûre, adını 41. âyette geçen “el-Ankebût” kelimesinden almıştır. Ankebût, dişi örümcek demektir.

الم ﴿١﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-1. AYET (Meâlleri Kıyasla): Elif lâm mîm.

Elif, Lâm, Mîm.

أَحَسِبَ النَّاسُ أَن يُتْرَكُوا أَن يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ ﴿٢﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-2. AYET (Meâlleri Kıyasla): E hasiben nâsu en yutrakû en yekûlû âmennâ ve hum lâ yuftenûn(yuftenûne).

İnsanlar hiç imtihân edilmeden, (sâdece) 'Îmân ettik!' demeleriyle (kendi hâllerine)bırakılıvereceklerini mi sandılar?

وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبِينَ ﴿٣﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-3. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lekad fetennâllezîne min kablihim fe le ya’lemennallâhullezîne sadakû ve le ya’lemenel kâzibîn(kâzibîne).

And olsun ki (biz), onlardan öncekileri de imtihân ettik; Allah doğru söyleyenleri de muhakkak bilir, yalancıları da muhakkak bilir.

أَمْ حَسِبَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ أَن يَسْبِقُونَا سَاء مَا يَحْكُمُونَ ﴿٤﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-4. AYET (Meâlleri Kıyasla): Em hasibellezîne ya’melûnes seyyiâti en yesbikûnâ, sâe mâ yahkumûn(yahkumûne).

Yoksa kötülükleri yapanlar, bizden kaçacaklarını (ve kurtulacaklarını) mı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!

مَن كَانَ يَرْجُو لِقَاء اللَّهِ فَإِنَّ أَجَلَ اللَّهِ لَآتٍ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ﴿٥﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-5. AYET (Meâlleri Kıyasla): Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi le âtin, ve huves semîul alîm(alîmu).

Kim Allah’a kavuşmayı umuyorsa, artık şübhesiz ki, (bunun için) Allah’ın ta'yîn ettiği vakit mutlaka gelicidir. Çünki O, Semî' (hakkıyla işiten)dir, Alîm (herşeyi bilen)dir.

وَمَن جَاهَدَ فَإِنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِهِ إِنَّ اللَّهَ لَغَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ ﴿٦﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-6. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men câhede fe innemâ yucâhidu li nefsihî, innallâhe le ganiyyun anil âlemîn(âlemîne).

Ve kim cihâd ederse, artık ancak kendisi için cihâd etmiş olur. Şübhesiz ki Allah, âlemlerden elbette müstağnî (hiçbir şeye muhtaç olmayan)dır.

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَحْسَنَ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٧﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-7. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nukeffirenne anhum seyyiâtihim ve le necziyennehum ahsenellezî kânû ya’melûn(ya’melûne).

Îmân edip sâlih ameller işleyenlere gelince, mutlaka onların kötülüklerini örteceğiz ve mutlaka yapmakta olduklarının daha güzeli ile onları mükâfâtlandıracağız.

وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْنًا وَإِن جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٨﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-8. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve vassaynâl insâne bi vâlideyhi husnâ(husnen), ve in câhedâke li tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ, ileyye merciukum fe unebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).

Hem insana, ana-babasına iyilik (etmesini) tavsiye ettik. Bununla berâber eğer (o ikisi), hakkında bir bilgin olmayan şeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa, o takdirde o ikisine itâat etme! Dönüşünüz ancak banadır; o zaman size yapmakta olduklarınızı haber vereceğim.

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُدْخِلَنَّهُمْ فِي الصَّالِحِينَ ﴿٩﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-9. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nudhılennehum fîs sâlihîn(sâlihîne).

Îmân edip sâlih amel işleyenleri ise, mutlaka sâlih kimseler arasına katacağız.

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللَّهِ فَإِذَا أُوذِيَ فِي اللَّهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللَّهِ وَلَئِن جَاء نَصْرٌ مِّن رَّبِّكَ لَيَقُولُنَّ إِنَّا كُنَّا مَعَكُمْ أَوَلَيْسَ اللَّهُ بِأَعْلَمَ بِمَا فِي صُدُورِ الْعَالَمِينَ ﴿١٠﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-10. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve minen nâsi men yekûlu âmennâ billâhi fe izâ ûziye fîllâhi ceale fitneten nâsi ke azâbillâhî, ve le in câe nasrun min rabbike le yekûlunne innâ kunnâ meakum, e ve leysallâhu bi a’leme bi mâ fî sudûril âlemîn(âlemîne).

İnsanlardan öyle kimseler de vardır ki, 'Allah’a îmân ettik' der. Fakat Allah uğrunda (kendilerine) bir eziyet edildiği zaman, insanların verdiği sıkıntıyı Allah’ın azâbı gibi tutar! Şânım hakkı için, eğer Rabbinden (size) bir yardım (bir zafer) gelirse, (onlar)mutlaka: 'Şübhesiz biz sizinle berâberdik!' diyeceklerdir. Hâlbuki Allah, âlemlerin sînelerinde bulunanları en iyi bilen değil midir?

وَلَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْمُنَافِقِينَ ﴿١١﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-11. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve le ya’lemennallâhullezîne âmenû ve le ya’lemennel munâfikîn(munâfikîne).

Allah, elbette (samîmi olarak) îmân edenleri de bilir, elbette münâfıkları da bilir.

وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا اتَّبِعُوا سَبِيلَنَا وَلْنَحْمِلْ خَطَايَاكُمْ وَمَا هُم بِحَامِلِينَ مِنْ خَطَايَاهُم مِّن شَيْءٍ إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ ﴿١٢﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-12. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kâlellezîne keferû lillezîne âmenûttebiû sebîlenâ velnahmil hatâyâkum, ve mâ hum bi hâmilîne min hatâyâhum min şey’(şey’in), innehum le kâzibûn(kâzibûne).

İnkâr edenler ise, îmân edenlere: 'Bizim yolumuza uyun da, sizin hatâlarınızı yüklenelim (günâhınız bizim olsun)!' derler. Hâlbuki onlar, bunların hatâlarından hiçbir şey yüklenecek kimseler değillerdir. Şübhesiz onlar gerçekten yalancıdırlar.

وَلَيَحْمِلُنَّ أَثْقَالَهُمْ وَأَثْقَالًا مَّعَ أَثْقَالِهِمْ وَلَيُسْأَلُنَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَمَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ ﴿١٣﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-13. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve le yahmilunne eskâlehum ve eskâlen mea eskâlihim ve le yus’elunne yevmel kıyâmeti ammâ kânû yefterûn(yefterûne).

(Onlar) mutlaka, hem kendi yüklerini (günahlarını), hem kendi yükleriyle berâber birtakım (başka) yükler(i günahları) yüklenecekler ve uydurmakta oldukları şeylerden kıyâmet günü mutlaka sorguya çekileceklerdir.

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ فَلَبِثَ فِيهِمْ أَلْفَ سَنَةٍ إِلَّا خَمْسِينَ عَامًا فَأَخَذَهُمُ الطُّوفَانُ وَهُمْ ظَالِمُونَ ﴿١٤﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-14. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lekad erselnâ nûhan ilâ kavmihî, fe lebise fîhim elfe senetin illâ hamsîne âmen, fe ehazehumut tûfânu ve hum zâlimûn(zâlimûne).

And olsun ki, Nûh’u kavmine gönderdik de, onların arasında bin seneden elli yıl eksik kaldı. Sonunda, onlar zâlim kimseler oldukları hâlde tûfan kendilerini yakalayıverdi.

فَأَنجَيْنَاهُ وَأَصْحَابَ السَّفِينَةِ وَجَعَلْنَاهَا آيَةً لِّلْعَالَمِينَ ﴿١٥﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-15. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe enceynâhu ve ashâbes sefîneti ve cealnâhâ âyeten lil âlemîn(âlemîne).

Fakat onu ve gemi halkını kurtardık ve onu (o gemiyi ve o tûfânı) âlemlere bir ibret kıldık.

وَإِبْرَاهِيمَ إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَاتَّقُوهُ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿١٦﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-16. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve ibrâhîme iz kâle li kavmihî’budûllâhe vettekûhu, zâlikum hayrun lekum in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).

İbrâhîm’i de (peygamber olarak gönderdik); hani kavmine şöyle demişti: 'Allah’a kulluk edin ve O’ndan sakının! Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.'

إِنَّمَا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا وَتَخْلُقُونَ إِفْكًا إِنَّ الَّذِينَ تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ لَا يَمْلِكُونَ لَكُمْ رِزْقًا فَابْتَغُوا عِندَ اللَّهِ الرِّزْقَ وَاعْبُدُوهُ وَاشْكُرُوا لَهُ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿١٧﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-17. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnemâ ta’budûne min dûnillâhi evsânen ve tahlukûne ifken, innellezîne ta’budûne min dûnillâhi lâ yemlikûne lekum rızkân, febtegû indallâhir rızka va’budûhu veşkurû lehu, ileyhi turceûn(turceûne).

'(Siz) ancak Allah’dan başka birtakım putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Şübhesiz ki, Allah’dan başka tapmakta olduklarınız, size bir rızık vermeye mâlik olamazlar; öyle ise rızkı Allah’ın katında arayın ve O’na kulluk edin, hem O’na şükredin! (Çünki sonunda) ancak O’na döndürüleceksiniz.'

وَإِن تُكَذِّبُوا فَقَدْ كَذَّبَ أُمَمٌ مِّن قَبْلِكُمْ وَمَا عَلَى الرَّسُولِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ ﴿١٨﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-18. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve in tukezzibû fe kad kezzebe umemun min kablikum, ve mâ alâr resûli illâl belâgul mubîn(mubînu).

'Hem (beni) yalanlarsanız (bilin ki), doğrusu sizden önceki birtakım ümmetler de(peygamberlerini) yalanlamıştı. Peygambere düşen ise ancak apaçık tebliğdir.'

أَوَلَمْ يَرَوْا كَيْفَ يُبْدِئُ اللَّهُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ ﴿١٩﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-19. AYET (Meâlleri Kıyasla): E ve lem yerav keyfe yubdiullâhul halka, summe yuîduhu, inne zâlike alâllâhi yesîr(yesîrun).

Peki görmediler mi, Allah (mahlûkatı) yaratmaya nasıl başlıyor, sonra onu (o yaratmayı âhirette) iâde edecek! Şübhesiz ki bu, Allah’a göre pek kolaydır.

قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانظُرُوا كَيْفَ بَدَأَ الْخَلْقَ ثُمَّ اللَّهُ يُنشِئُ النَّشْأَةَ الْآخِرَةَ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿٢٠﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-20. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul sîrû fîl ardı fanzurû keyfe bedeel halka, summallâhu yunşîun neş’etel âhırat( âhırate), innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).

De ki: 'Yeryüzünde dolaşın da (Allah) yaratmaya nasıl başlamış bakın; sonra Allah, âhiret hayâtını yaratacaktır.' Muhakkak ki Allah, herşeye hakkıyla gücü yetendir.

يُعَذِّبُُ مَن يَشَاء وَيَرْحَمُ مَن يَشَاء وَإِلَيْهِ تُقْلَبُونَ ﴿٢١﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-21. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yuazzibu men yeşâu ve yerhamu men yeşâu, ve ileyhi tuklebûn(tuklebûne).

(O,) dilediğine (hak ettiği üzere) azâb eder; dilediğine de merhamet eder. Ve (sizler, sonunda) ancak O’na döndürüleceksiniz.

وَمَا أَنتُم بِمُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاء وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللَّهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ ﴿٢٢﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-22. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ entum bi mu’cizîne fîl ardı ve lâ fîs semâi ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).

Hem siz, ne yerde ne de gökte Allah’ı âciz bırakacak kimseler değilsiniz. Ve sizin için Allahdan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.

وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَلِقَائِهِ أُوْلَئِكَ يَئِسُوا مِن رَّحْمَتِي وَأُوْلَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿٢٣﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-23. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezîne keferû bi âyâtillâhi ve likâihî ulâike yeisû min rahmetî ve ulâike lehum azâbun elîm(elîmun).

Allah’ın âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenler yok mu; işte onlar, benim rahmetimden ümîdi kesmişlerdir; işte onlar için (pek) elemli bir azab vardır.

فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِهِ إِلَّا أَن قَالُوا اقْتُلُوهُ أَوْ حَرِّقُوهُ فَأَنجَاهُ اللَّهُ مِنَ النَّارِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿٢٤﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-24. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlûktulûhu ev harrıkûhu fe encâhullâhu minen nâr(nâri), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yu’minûn(yu’minûne).

Kavminin (İbrâhîm’e) cevâbı ise: 'Onu öldürün yâhut onu yakın!' demelerinden başka bir şey olmadı. Bunun üzerine Allah onu ateşten kurtardı. Şübhesiz ki bunda, îmân edecek bir kavim için nice ibretler vardır.

وَقَالَ إِنَّمَا اتَّخَذْتُم مِّن دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا مَّوَدَّةَ بَيْنِكُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُ بَعْضُكُم بِبَعْضٍ وَيَلْعَنُ بَعْضُكُم بَعْضًا وَمَأْوَاكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن نَّاصِرِينَ ﴿٢٥﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-25. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kâle innemâttehaztum min dûnillâhi evsânen meveddete beynikum fîl hayâtid dunyâ, summe yevmel kıyâmeti yekfuru ba’dukum bi ba’dın ve yel’anu ba’dukum ba’dan ve me’vâkumun nâru ve mâ lekum min nâsırîn(nâsırîne).

Ve (İbrâhîm onlara) dedi ki: '(Siz) ancak dünya hayâtında aranızdaki muhabbet(e vesîle olmasın)dan dolayı, Allah’dan başka birtakım putları (ilâh) edindiniz. Sonra kıyâmet günü bazılarınız bazınızı inkâr edecek ve birbirinizi lâ'netleyeceksiniz. Varacağınız yer ise ateştir; (o gün artık) sizin için hiçbir yardımcı da yoktur!'

فَآمَنَ لَهُ لُوطٌ وَقَالَ إِنِّي مُهَاجِرٌ إِلَى رَبِّي إِنَّهُ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿٢٦﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-26. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe âmene lehu lût (lûtun) ve kâle innî muhâcirun ilâ rabbî, innehu huvel azîzul hakîm(hakîmu).

Bunun üzerine Lût ona (İbrâhîm’e) îmân etti. (İbrâhîm:) 'Doğrusu ben Rabbime hicret ediciyim. Muhakkak ki, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Hakîm (her işi hikmetli olan) ancak O’dur' dedi.

وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ وَجَعَلْنَا فِي ذُرِّيَّتِهِ النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ وَآتَيْنَاهُ أَجْرَهُ فِي الدُّنْيَا وَإِنَّهُ فِي الْآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ ﴿٢٧﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-27. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve vehebnâ lehû ishâka ve ya’kûbe ve cealnâ fî zurriyyetihin nubuvvete vel kitâbe, ve âteynâhu ecrehu fîd dunyâ, ve innehu fîl âhırati le mines sâlihîn(sâlihîne).

Ve (biz) ona İshâk’ı ve (torunu) Ya'kub’u ihsân ettik; hem peygamberliği ve kitâbı onun neslinde(n gelenlere vermeyi mukadder) kıldık; ona dünyada da mükâfâtını verdik. Hiç şübhesiz o, âhirette de sâlih kimselerdendir.

وَلُوطًا إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ إِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ مَا سَبَقَكُم بِهَا مِنْ أَحَدٍ مِّنَ الْعَالَمِينَ ﴿٢٨﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-28. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lûtan iz kâle li kavmihî innekum le te’tûnel fâhışete mâ sebekakum bihâ min ehadin minel âlemîn(âlemîne).

Lût’u da (peygamber olarak gönderdik de); hani kavmine şöyle demişti: 'Gerçekten siz, kendinizden önce âlemlerden hiçbir kimsenin onu yapmadığı çirkin işi yapıyorsunuz.'

أَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ وَتَقْطَعُونَ السَّبِيلَ وَتَأْتُونَ فِي نَادِيكُمُ الْمُنكَرَ فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِهِ إِلَّا أَن قَالُوا ائْتِنَا بِعَذَابِ اللَّهِ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ ﴿٢٩﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-29. AYET (Meâlleri Kıyasla): E innekum le te’tûner ricâle ve taktaûnes sebîle ve te’tûne fî nâdîkumul munker(munkere), fe mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlû’tinâ bi azâbillâhi in kunte mines sâdikîn(sâdikîne).

'Gerçekten siz hâlâ erkeklere yaklaşacak, yol kesecek ve toplantılarınızda edebsizlik yapıp duracak mısınız?' Buna rağmen kavminin cevâbı: 'Eğer (iddiâsında) doğru kimselerden isen, Allah’ın azâbını bize getir!' demelerinden başka bir şey olmadı.

قَالَ رَبِّ انصُرْنِي عَلَى الْقَوْمِ الْمُفْسِدِينَ ﴿٣٠﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-30. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle rabbinsurnî alâl kavmil mufsidîn(mufsidîne).

(Lût:) 'Rabbim! Bu fesadcılar topluluğuna karşı bana yardım et!' dedi.

وَلَمَّا جَاءتْ رُسُلُنَا إِبْرَاهِيمَ بِالْبُشْرَى قَالُوا إِنَّا مُهْلِكُو أَهْلِ هَذِهِ الْقَرْيَةِ إِنَّ أَهْلَهَا كَانُوا ظَالِمِينَ ﴿٣١﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-31. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lemmâ câet rusulunâ ibrâhîme bil buşrâ, kâlû innâ muhlikû ehli hâzihil karyeti, inne ehlehâ kânû zâlimîn(zâlimîne).

Nihâyet elçilerimiz, İbrâhîm’e (oğlu olacağına dâir) müjde ile geldiklerinde dediler ki: 'Doğrusu biz bu şehrin halkını helâk edicileriz. Çünki oranın halkı, zâlim kimseler oldular.'

قَالَ إِنَّ فِيهَا لُوطًا قَالُوا نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَن فِيهَا لَنُنَجِّيَنَّهُ وَأَهْلَهُ إِلَّا امْرَأَتَهُ كَانَتْ مِنَ الْغَابِرِينَ ﴿٣٢﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-32. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle inne fîhâ lûtâ(lûten), kâlû nahnu a’lemu bi men fîhâ le nunecciyennehu ve ehlehû illâmraetehu kânet minel gâbirîn(gâbirîne).

(İbrâhîm:) 'Ama orada Lût var!' dedi. (Onlar:) 'Biz orada kimin bulunduğunu daha iyi bilenleriz; onu ve âilesini mutlaka kurtaracağız; ancak karısı hâriç; (o, inkârı sebebiyle) geride kalacak (helâk edilecek) olanlardandır' dediler.

وَلَمَّا أَن جَاءتْ رُسُلُنَا لُوطًا سِيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعًا وَقَالُوا لَا تَخَفْ وَلَا تَحْزَنْ إِنَّا مُنَجُّوكَ وَأَهْلَكَ إِلَّا امْرَأَتَكَ كَانَتْ مِنَ الْغَابِرِينَ ﴿٣٣﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-33. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lemmâ en câet rusulunâ lûtan sîe bihim ve dâka bihim zer’ân, ve kâlû lâ tehaf ve lâ tahzen, innâ muneccûke ve ehleke illâmraeteke kânet minel gâbirîn(gâbirîne).

Ve elçilerimiz Lût’a gelince, (kavminin sapıklığını bildiğinden ve melekleri de tanımadığından) onlar için endişeye düştü ve onlardan dolayı göğsü daraldı; bunun üzerine(onlar:) 'Korkma ve üzülme! Doğrusu biz seni ve âileni kurtarıcı olanlarız; ancak karın hâriç; (o) geride kalacak olanlardandır' dediler.

إِنَّا مُنزِلُونَ عَلَى أَهْلِ هَذِهِ الْقَرْيَةِ رِجْزًا مِّنَ السَّمَاء بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ ﴿٣٤﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-34. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnâ munzilûne alâ ehli hâzihil karyeti riczen mines semâi bimâ kânû yefsukûn(yefsukûne).

'Şübhesiz biz, isyân etmekte olduklarından dolayı, bu şehir halkının üzerine gökten dehşetli bir azâb indirici kimseleriz.'

وَلَقَد تَّرَكْنَا مِنْهَا آيَةً بَيِّنَةً لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿٣٥﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-35. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lekad teraknâ minhâ âyeten beyyineten li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).

And olsun ki (biz), akıl erdirecek bir kavim için, oradan açık bir alâmet (harâbe hâlindeki evlerini) bırakmışızdır.

وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَارْجُوا الْيَوْمَ الْآخِرَ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ ﴿٣٦﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-36. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve ilâ medyene ehâhum şuayben fe kâle yâ kavmi’budûllâhe vercûl yevmel âhıra ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).

Medyen (halkın)a da kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik). Böylece (onlara): 'Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; âhiret gününe ümid bağlayın ve yeryüzünde fesad çıkaran kimseler olarak bozgunculuk yapmayın!' dedi.

فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ ﴿٣٧﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-37. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe kezzebûhu fe ehazethumur recfetu fe asbehû fî dârihim câsimîn(câsimîne).

Fakat onu yalanladılar; derken kendilerini o sarsıntı yakaladı da bulundukları yurtta (dizleri üstüne) çöküp kalan kimseler oldular.

وَعَادًا وَثَمُودَ وَقَد تَّبَيَّنَ لَكُم مِّن مَّسَاكِنِهِمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّبِيلِ وَكَانُوا مُسْتَبْصِرِينَ ﴿٣٨﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-38. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve âden ve semûde ve kad tebeyyene lekum min mesâkinihim, ve zeyyene lehumuş şeytânu a’mâlehum fe saddehum anis sebîli ve kânû mustebsırîn(mustebsırîne).

Âd ve Semûd’u da (helâk ettik); (onların başına ne geldiği, harâb olmuş)meskenlerinden size elbette belli olmaktadır. Şeytan onlara amellerini süslü gösterdi de onları yoldan çıkardı; hâlbuki (onlar, esâsen) bakıp görebilecek (akıl sâhibi) kimselerdi.

وَقَارُونَ وَفِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَلَقَدْ جَاءهُم مُّوسَى بِالْبَيِّنَاتِ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْأَرْضِ وَمَا كَانُوا سَابِقِينَ ﴿٣٩﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-39. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kârûne ve fir’avne ve hâmâne ve lekad câehum mûsâ bil beyyinâti festekberû fîl ardı ve mâ kânû sâbikîn(sâbikîne).

Karun’u, Fir'avun’u ve (vezîri) Hâmân’ı da (helâk ettik); and olsun ki, Mûsâ onlara (apaçık) deliller getirmişti de (onlar) yeryüzünde büyüklük taslamışlardı; hâlbuki(onlar, azâbımızın) önüne geçecek kimseler değillerdi.

فَكُلًّا أَخَذْنَا بِذَنبِهِ فَمِنْهُم مَّنْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِ حَاصِبًا وَمِنْهُم مَّنْ أَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُ وَمِنْهُم مَّنْ خَسَفْنَا بِهِ الْأَرْضَ وَمِنْهُم مَّنْ أَغْرَقْنَا وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلَكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿٤٠﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-40. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe kullen ehaznâ bi zenbihi, fe minhum men erselnâ aleyhi hâsıbâ(hâsıben), ve minhum men ehazethus sayhatu, ve minhum men hasefnâ bihil arda, ve minhum men agraknâ, ve mâ kânallâhu li yazlimehum ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(yazlimûne).

Bunun üzerine (biz de) her birini günâhı sebebiyle yakaladık. Artık onlardan kiminin üzerine, (taş yağdıran) bir kasırga gönderdik! İçlerinden kimini de o (korkunç) ses yakaladı! Onlardan bazısını ise yere batırdık! İçlerinden bazısını da suda boğduk! Hâlbuki Allah onlara zulmediyor değildi; fakat onlar (bu isyanlarıyla) kendilerine zulmediyorlardı.

مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاء كَمَثَلِ الْعَنكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا وَإِنَّ أَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنكَبُوتِ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿٤١﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-41. AYET (Meâlleri Kıyasla): Meselullezînettehazû min dûnillâhi evliyâe ke meselil ankebût(ankebûti), ittehazet beyten ve inne evhenel buyûti le beytul ankebût(ankebûti), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).

Allah’dan başka dostlar edinenlerin misâli, (kendine) bir ev edinen ankebût’un(örümceğin) hâli gibidir. Hâlbuki şübhesiz evlerin en çürüğü, elbette örümceğin evidir. Keşke bilselerdi!

إِنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿٤٢﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-42. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnallâhe ya’lemu mâ yed’ûne min dûnihî min şey’in, ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).

Şübhesiz ki Allah, (onların) kendisinden başka nelere yalvarmakta olduklarını bilir. Çünki O, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen)dir, Hakîm (her işi hikmetli olan)dır.

وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ وَمَا يَعْقِلُهَا إِلَّا الْعَالِمُونَ ﴿٤٣﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-43. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve tilkel emsâlu nadribuhâ lin nâs(nâsi) ve mâ ya’kıluhâ illel âlimûn(âlimûne).

İşte bu misâlleri insanlar için getiriyoruz. Fakat, âlimlerden başkası onlara akıl erdiremez.

خَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِّلْمُؤْمِنِينَ ﴿٤٤﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-44. AYET (Meâlleri Kıyasla): Halakallâhus semâvâti vel arda bil hakkı, inne fî zâlike le âyeten lil mu’minîn(mu’minîne).

Allah, gökleri ve yeri hak ile (yerli yerinde) yarattı. Şübhesiz ki bunda, mü’minler için elbet bir delil vardır.

اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ ﴿٤٥﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-45. AYET (Meâlleri Kıyasla): Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salâte, innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).

(Ey Resûlüm!) Kitab’dan sana vahyedileni oku ve namazı hakkıyla edâ et! Şübhe yok ki namaz, çirkin işlerden ve kötülüklerden (insanı) alıkoyar. (Namaz kılarak) Allah’ı zikretmek ise, elbette (herşeyden) en büyük olandır. Ve Allah, ne yaparsanız bilir.

وَلَا تُجَادِلُوا أَهْلَ الْكِتَابِ إِلَّا بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِلَّا الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ وَقُولُوا آمَنَّا بِالَّذِي أُنزِلَ إِلَيْنَا وَأُنزِلَ إِلَيْكُمْ وَإِلَهُنَا وَإِلَهُكُمْ وَاحِدٌ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ ﴿٤٦﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-46. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lâ tucâdilû ehlel kitâbi illâ billetî hiye ahsenu illâllezîne zalemû minhum ve kûlû âmennâ billezî unzile ileynâ ve unzile ileykum ve ilâhunâ ve ilâhukum vâhıdun ve nahnu lehu muslimûn(muslimûne).

İçlerinden zulmedenler hâriç, ehl-i kitabla ancak o en güzel olan (sûret)le mücâdele edin ve deyin ki: '(Biz,) bize indirilene de size indirilene de îmân ettik; bizim İlâhımız da sizin İlâhınız da birdir ve biz ancak O’na teslîm olanlarız.'

وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ فَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَمِنْ هَؤُلَاء مَن يُؤْمِنُ بِهِ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا الْكَافِرُونَ ﴿٤٧﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-47. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kezâlike enzelnâ ileykel kitâbe, fellezîne âteynâ humul kitâbe yu’minûne bihî, ve min hâulâi men yu’minu bihî, ve mâ yechadu bi âyâtinâ illâl kâfirûn(kâfirûne).

(Ey Resûlüm!) İşte böylece sana (önceki kitabları tasdîk eden) bu Kitâb’ı indirdik. Onun için, kendilerine kitab verdiğimiz kimseler ona îmân ederler. Şunlardan (Arab’lardan)da ona îmân eden kimseler vardır. Ve kâfirlerden başkası, bizim âyetlerimizi bilerek inkâr etmez.

وَمَا كُنتَ تَتْلُو مِن قَبْلِهِ مِن كِتَابٍ وَلَا تَخُطُّهُ بِيَمِينِكَ إِذًا لَّارْتَابَ الْمُبْطِلُونَ ﴿٤٨﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-48. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ kunte tetlû min kablihî min kitâbin ve lâ tehuttuhu bi yemînike izen lertâbel mubtılûn(mubtılûne).

Hâlbuki (sen), bundan önce ne bir kitab okumuş, ne de sağ elinle onu yazmış değildin. Öyle olsaydı elbette bâtıla dalanlar şübheye düşerdi.

بَلْ هُوَ آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ فِي صُدُورِ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا الظَّالِمُونَ ﴿٤٩﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-49. AYET (Meâlleri Kıyasla): Bel huve âyâtun beyyinâtun fî sudûrillezîne ûtûl ilm(ilme), ve mâ yechadu bi âyâtinâ illâz zâlimûn(zâlimûne).

Hayır! O (Kur’ân), kendilerine ilim verilen kimselerin sînelerinde (bulunan) apaçık âyetlerdir. Zâlimlerden başkası, âyetlerimizi bilerek inkâr etmez.

وَقَالُوا لَوْلَا أُنزِلَ عَلَيْهِ آيَاتٌ مِّن رَّبِّهِ قُلْ إِنَّمَا الْآيَاتُ عِندَ اللَّهِ وَإِنَّمَا أَنَا نَذِيرٌ مُّبِينٌ ﴿٥٠﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-50. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kâlû lev lâ unzile aleyhi âyâtun min rabbihî, kul innemâl âyâtu indallâh(indallâhi), ve innemâ ene nezîrun mubîn(mubînun).

Ve 'Ona Rabbinden (bizim istediğimiz gibi) mu'cizeler indirilmeli değil miydi?' dediler. De ki: 'Mu'cizeler ancak Allah katındadır. Ben ise sâdece (O’nun azâbından haber veren) apaçık bir korkutucuyum.'

أَوَلَمْ يَكْفِهِمْ أَنَّا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ يُتْلَى عَلَيْهِمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَرَحْمَةً وَذِكْرَى لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿٥١﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-51. AYET (Meâlleri Kıyasla): E ve lem yekfihim ennâ enzelnâ aleykel kitâbe yutlâ aleyhim, inne fî zâlike le rahmeten ve zikrâ li kavmin yu’minûn(yu’minûne).

Şübhesiz bizim sana indirdiğimiz (ve) kendilerine okunup durmakta olan bu Kitab, onlara yetmedi mi? Şübhesiz bunda, îmân edecek bir kavim için, gerçekten bir rahmet ve bir nasîhat vardır.

قُلْ كَفَى بِاللَّهِ بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ شَهِيدًا يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالَّذِينَ آمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللَّهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ ﴿٥٢﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-52. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul kefâ billâhi beynî ve beynekum şehîdâ(şehîden), ya’lemu mâ fîs semâvâti vel ard(ardı), vellezîne âmenû bil bâtılı ve keferû billâhi ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).

De ki: 'Benimle sizin aranızda şâhid olarak, Allah yeter! (O,) göklerde ve yerde ne varsa bilir. Bâtıla inanıp Allah’ı inkâr edenler ise, işte onlar hüsrâna uğrayanların ta kendileridir!'

وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَلَوْلَا أَجَلٌ مُّسَمًّى لَجَاءهُمُ الْعَذَابُ وَلَيَأْتِيَنَّهُم بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ ﴿٥٣﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-53. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve yesta’cilûneke bil azâbi, ve lev lâ ecelun musemmen le câehumul azâbu, ve le ye’tiyennehum bagteten ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).

Bir de senden azâbı acele istiyorlar. Hâlbuki belirlenmiş bir müddet olmasaydı, o azab onlara mutlaka gelirdi. Ve şübhesiz ki (o istedikleri azab), kendilerine haberleri olmadan ansızın gelecektir.

يَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمُحِيطَةٌ بِالْكَافِرِينَ ﴿٥٤﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-54. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yesta’cilûneke bil azâbi, ve inne cehenneme le muhîtatun bil kâfirîn(kâfirîne).

Senden azâbı acele istiyorlar. Doğrusu Cehennem, kâfirleri gerçekten kuşatıcıdır.

يَوْمَ يَغْشَاهُمُ الْعَذَابُ مِن فَوْقِهِمْ وَمِن تَحْتِ أَرْجُلِهِمْ وَيَقُولُ ذُوقُوا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٥٥﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-55. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yevme yagşâhumul azâbu min fevkıhim ve min tahti erculihim ve yekûlu zûkû mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).

O gün o azab onları hem üstlerinden, hem ayaklarının altından kaplayacak ve (Allah onlara): 'Yapmakta olduğunuz şeyleri tadın!' diyecektir.

يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ أَرْضِي وَاسِعَةٌ فَإِيَّايَ فَاعْبُدُونِ ﴿٥٦﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-56. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ ıbâdıyellezîne âmenû inne ardî vâsiatun fe iyyâye fa’budûni.

Ey îmân eden kullarım! Şübhesiz ki benim arzım geniştir; öyle ise ancak bana kulluk edin!

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ ﴿٥٧﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-57. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kullu nefsin zâikatul mevti summe ileynâ turceûn(turceûne).

Her nefis ölümü tadıcıdır; sonra ancak bize döndürüleceksiniz.

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُبَوِّئَنَّهُم مِّنَ الْجَنَّةِ غُرَفًا تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا نِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ ﴿٥٨﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-58. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nubevviennehum minel cenneti gurafan tecrîmin tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, ni’me ecrul âmilîn(âmilîne).

Îmân edip sâlih ameller işleyenler var ya, elbette onları altlarından ırmaklar akan Cennetteki yüksek makamlara yerleştireceğiz. Orada ebedî olarak kalıcıdırlar. (Böyle sâlih)amel işleyenlerin mükâfâtı, ne güzeldir!

الَّذِينَ صَبَرُوا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ ﴿٥٩﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-59. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ellezîne saberû ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).

Onlar sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir.

وَكَأَيِّن مِن دَابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَا اللَّهُ يَرْزُقُهَا وَإِيَّاكُمْ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ﴿٦٠﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-60. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve keeyyin min dâbbetin lâ tahmilu rızkahâ allâhu yerzukuhâ ve iyyâkum ve huves semîul alîm(alîmu).

(Yeryüzünde) hareketli olan nice canlı da vardır ki rızkını taşıyamaz (kendi te’mîn edemez). Onlara da size de Allah rızık verir. Çünki O, Semî' (rızık isteyen her canlıyı işiten)dir, Alîm (herbirinin ihtiyâcını bilen)dir.

وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ فَأَنَّى يُؤْفَكُونَ ﴿٦١﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-61. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve le in seeltehum men halakas semâvâti vel arda ve sehharaş şemse vel kamere le yekûlunnallâhu, fe ennâ yu’fekûn(yu’fekûne).

Celâlim hakkı için, eğer onlara (o müşriklere): 'Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren kimdir?' diye sorsan, mutlaka: 'Allah!' derler. Öyle ise (haktan)nasıl çevriliyorlar?

اللَّهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ لَهُ إِنَّ اللَّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ﴿٦٢﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-62. AYET (Meâlleri Kıyasla): Allâhu yebsutur rızka li men yeşâu min ibâdihî ve yakdiru lehu, innallâhe bi kulli şey’in alîm(alîmun).

Allah, kullarından dilediğine rızkı genişletir ve (kimi dilerse de) ona daraltır. Şübhe yok ki Allah, herşeyi hakkıyla bilendir.

وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّن نَّزَّلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ مِن بَعْدِ مَوْتِهَا لَيَقُولُنَّ اللَّهُ قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ ﴿٦٣﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-63. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve le in seeltehum men nezzele mines semâi mâen fe ahyâ bihil arda min ba’di mevtihâ le yekûlunnallâhu, kulil hamdu lillâhi, bel ekseruhum lâ ya’kılûn(ya’kılûne).

And olsun ki onlara: 'Gökten bir su indirip, yeryüzünü ölümünden sonra onunla dirilten kimdir?' diye sorsan, mutlaka: 'Allah!' derler. De ki: 'Hamd, Allah’a mahsustur.' Fakat onların çoğu (buna) akıl erdirmezler.

وَمَا هَذِهِ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَإِنَّ الدَّارَ الْآخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿٦٤﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-64. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ hâzihil hayâtud dunyâ illâ lehvun ve laibun, ve inned dârel âhırate le hiyel hayevân(hayevânu), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).

Hâlbuki bu dünya hayâtı, bir eğlence ve bir oyundan başka bir şey değildir. Şübhesiz âhiret yurdu ise, elbette asıl hayat odur. Keşke bilselerdi!

فَإِذَا رَكِبُوا فِي الْفُلْكِ دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ فَلَمَّا نَجَّاهُمْ إِلَى الْبَرِّ إِذَا هُمْ يُشْرِكُونَ ﴿٦٥﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-65. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe izâ rakibû fîl fulki deavûllâhe muhlisîne lehud dîn(dîne), fe lemmâ neccâhum ilâl berri izâ hum yuşrikûn(yuşrikûne).

Bununla berâber, gemiye bindikleri zaman, dinde O’na (karşı) ihlaslı (samîmî)kimseler olarak Allah’a yalvarırlar. Fakat (Allah) onları karaya (çıkararak) kurtarınca, bir de bakarsın ki onlar (yine O’na) ortak koşuyorlar!

لِيَكْفُرُوا بِمَا آتَيْنَاهُمْ وَلِيَتَمَتَّعُوا فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ﴿٦٦﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-66. AYET (Meâlleri Kıyasla): Li yekfurû bimâ âteynâhum ve li yetemettaû, fe sevfe ya’lemûn(ya’lemûne).

Tâ ki kendilerine verdiğimiz şeylere (ni'metlere) nankörlük etsinler ve zevkedalsınlar! Fakat (onlar yaptıklarının âkıbetini) ileride bilecekler!

أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا جَعَلْنَا حَرَمًا آمِنًا وَيُتَخَطَّفُ النَّاسُ مِنْ حَوْلِهِمْ أَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَةِ اللَّهِ يَكْفُرُونَ ﴿٦٧﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-67. AYET (Meâlleri Kıyasla): E ve lem yerav ennâ cealnâ haramen âminen ve yutehattafun nâsu min havlihim, e fe bil bâtılı yu’minûne ve bi ni’metillâhi yekfurûn(yekfurûne).

Etraflarından insanlar kapılıp götürülürken (kimisi öldürülüp, kimisi esîr edilirken)şübhesiz bizim (Mekke’yi) emniyet içinde, dokunulmaz bir yer yaptığımızı görmediler mi? Hâlâ bâtıla inanıp, Allah’ın ni'metini inkâr mı ediyorlar?

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءهُ أَلَيْسَ فِي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِّلْكَافِرِينَ ﴿٦٨﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-68. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kezzebe bil hakkı lemmâ câehu, e leyse fî cehenneme mesven lil kâfirîn(kâfirîne).

Hâlbuki Allah’a bir yalanı iftirâ edenden veya kendisine geldiğinde hakkıyalanlayandan daha zâlim kim olabilir? Cehennemde kâfirlere bir yer mi yok?

وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ ﴿٦٩﴾

29/ANKEBÛT SURESİ-69. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezîne câhedû fînâ le nehdiyennehum subulenâ ve innallâhe le meal muhsinîn(muhsinîne).

Bizim uğrumuzda cihâd edenlere gelince, onları mutlaka yollarımıza eriştireceğiz. Şübhesiz ki Allah, elbette iyilik edenlerle berâberdir.