ANKEBÛT SURESİ Süleyman Ateş Meali
Mekke döneminde inmiştir. 69 âyettir. Sûre, adını 41. âyette geçen “el-Ankebût” kelimesinden almıştır. Ankebût, dişi örümcek demektir.
أَحَسِبَ النَّاسُ أَن يُتْرَكُوا أَن يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ ﴿٢﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-2. AYET (Meâlleri Kıyasla): E hasiben nâsu en yutrakû en yekûlû âmennâ ve hum lâ yuftenûn(yuftenûne).
İnsanlar yalnız "inandık" demekle, hiç sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?
وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبِينَ ﴿٣﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-3. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lekad fetennâllezîne min kablihim fe le ya’lemennallâhullezîne sadakû ve le ya’lemenel kâzibîn(kâzibîne).
Andolsun biz, onlardan öncekilerini sınadık. Elbette Allâh (sınayıp) doğruları bilecek, yalancıları bilecektir.
أَمْ حَسِبَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ أَن يَسْبِقُونَا سَاء مَا يَحْكُمُونَ ﴿٤﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-4. AYET (Meâlleri Kıyasla): Em hasibellezîne ya’melûnes seyyiâti en yesbikûnâ, sâe mâ yahkumûn(yahkumûne).
Yoksa kötülükleri yapanlar, bizi geçeceklerini (bizim, kendilerine yetişip onları cezâlandıramayacağımızı) mı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar.
مَن كَانَ يَرْجُو لِقَاء اللَّهِ فَإِنَّ أَجَلَ اللَّهِ لَآتٍ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ﴿٥﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-5. AYET (Meâlleri Kıyasla): Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi le âtin, ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allâh ile buluşmayı umarsa; Allâh'ın (buluşma) süresi gelmektedir. O, işitendir, bilendir.
وَمَن جَاهَدَ فَإِنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِهِ إِنَّ اللَّهَ لَغَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ ﴿٦﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-6. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men câhede fe innemâ yucâhidu li nefsihî, innallâhe le ganiyyun anil âlemîn(âlemîne).
Kim cihâd ederse ancak kendi yararına cihâd eder. Allâh, âlemlerden zengindir. (Kimsenin cihâdına muhtaç değildir. İnsanların cihâd ve ibâdetleri kendi menfaatleri içindir).
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَحْسَنَ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٧﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-7. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nukeffirenne anhum seyyiâtihim ve le necziyennehum ahsenellezî kânû ya’melûn(ya’melûne).
İnanıp iyi işler yapanların, mutlaka kötülüklerini örteceğiz ve onları, yaptıklarının en güzeliyle mükâfâtlandıracağız.
وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْنًا وَإِن جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٨﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-8. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve vassaynâl insâne bi vâlideyhi husnâ(husnen), ve in câhedâke li tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ, ileyye merciukum fe unebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Biz insana ana babasına iyilik etmeyi tavsiye ettik. Eğer onlar seni, (gerçekliği) hakkında hiçbir bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa (bu hususta) onlara itâ'at etme. Dönüşünüz banadır. O zaman size yaptıklarınızı haber veririm.
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُدْخِلَنَّهُمْ فِي الصَّالِحِينَ ﴿٩﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-9. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nudhılennehum fîs sâlihîn(sâlihîne).
İnanıp iyi işler yapanları, sâlihler arasına sokarız.
وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللَّهِ فَإِذَا أُوذِيَ فِي اللَّهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللَّهِ وَلَئِن جَاء نَصْرٌ مِّن رَّبِّكَ لَيَقُولُنَّ إِنَّا كُنَّا مَعَكُمْ أَوَلَيْسَ اللَّهُ بِأَعْلَمَ بِمَا فِي صُدُورِ الْعَالَمِينَ ﴿١٠﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-10. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve minen nâsi men yekûlu âmennâ billâhi fe izâ ûziye fîllâhi ceale fitneten nâsi ke azâbillâhî, ve le in câe nasrun min rabbike le yekûlunne innâ kunnâ meakum, e ve leysallâhu bi a’leme bi mâ fî sudûril âlemîn(âlemîne).
İnsanlardan kimi vardır ki "Allah'a inandık." der, fakat Allâh uğrunda kendisine eziyet edilince insanların işkencesini, Allâh'ın azâbı gibi sayar. Ama Rabbinden (sana) bir yardım gelse, andolsun: "Biz de sizinle beraberdik," derler. Allâh, âlemlerin göğüslerinde bulunan (düşünceler)i daha iyi bilmez mi?
وَلَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْمُنَافِقِينَ ﴿١١﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-11. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve le ya’lemennallâhullezîne âmenû ve le ya’lemennel munâfikîn(munâfikîne).
Allâh, elbette inananları da bilir ve elbette iki yüzlüleri de bilir.
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا اتَّبِعُوا سَبِيلَنَا وَلْنَحْمِلْ خَطَايَاكُمْ وَمَا هُم بِحَامِلِينَ مِنْ خَطَايَاهُم مِّن شَيْءٍ إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ ﴿١٢﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-12. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kâlellezîne keferû lillezîne âmenûttebiû sebîlenâ velnahmil hatâyâkum, ve mâ hum bi hâmilîne min hatâyâhum min şey’(şey’in), innehum le kâzibûn(kâzibûne).
İnkâr edenler, inananlara: "Siz bizim yolumuza uyun. Sizin hatâlarınızı biz taşırız" dediler. Oysa kendileri, onların hatâlarından hiçbir şey taşıyacak değillerdir. Onlar tamamen yalancıdırlar.
وَلَيَحْمِلُنَّ أَثْقَالَهُمْ وَأَثْقَالًا مَّعَ أَثْقَالِهِمْ وَلَيُسْأَلُنَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَمَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ ﴿١٣﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-13. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve le yahmilunne eskâlehum ve eskâlen mea eskâlihim ve le yus’elunne yevmel kıyâmeti ammâ kânû yefterûn(yefterûne).
Onlar, hem kendi yüklerini, hem de kendi yükleriyle beraber başka yükleri (başkalarını kandırıp saptırmalarının vebâlini) taşıyacaklar ve elbette uydurdukları şeylerden kıyâmet gününde sorguya çekileceklerdir.
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ فَلَبِثَ فِيهِمْ أَلْفَ سَنَةٍ إِلَّا خَمْسِينَ عَامًا فَأَخَذَهُمُ الطُّوفَانُ وَهُمْ ظَالِمُونَ ﴿١٤﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-14. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lekad erselnâ nûhan ilâ kavmihî, fe lebise fîhim elfe senetin illâ hamsîne âmen, fe ehazehumut tûfânu ve hum zâlimûn(zâlimûne).
Andolsun biz, Nûh'u kavmine gönderdik, onların arasında bin seneden elli yıl eksik kaldı (öğüt verdi, dinlemediler), sonunda haksızlık etmekte olan insanları Tûfân yakaladı.
فَأَنجَيْنَاهُ وَأَصْحَابَ السَّفِينَةِ وَجَعَلْنَاهَا آيَةً لِّلْعَالَمِينَ ﴿١٥﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-15. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe enceynâhu ve ashâbes sefîneti ve cealnâhâ âyeten lil âlemîn(âlemîne).
Onu ve gemi halkını kurtardık ve o gemiyi âlemlere bir ibret yaptık.
وَإِبْرَاهِيمَ إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَاتَّقُوهُ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿١٦﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-16. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve ibrâhîme iz kâle li kavmihî’budûllâhe vettekûhu, zâlikum hayrun lekum in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).
İbrâhim'i de (gönderdik). Kavmine dedi ki: "Allah'a kulluk edin, O'ndan korkun, bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır."
إِنَّمَا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا وَتَخْلُقُونَ إِفْكًا إِنَّ الَّذِينَ تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ لَا يَمْلِكُونَ لَكُمْ رِزْقًا فَابْتَغُوا عِندَ اللَّهِ الرِّزْقَ وَاعْبُدُوهُ وَاشْكُرُوا لَهُ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿١٧﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-17. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnemâ ta’budûne min dûnillâhi evsânen ve tahlukûne ifken, innellezîne ta’budûne min dûnillâhi lâ yemlikûne lekum rızkân, febtegû indallâhir rızka va’budûhu veşkurû lehu, ileyhi turceûn(turceûne).
"Siz Allah'tan başka bir takım putlara tapıyorsunuz, yalan şeyler uyduruyorsunuz. Sizin Allah'tan başka taptıklarınız, size rızık vermezler. Siz rızkı Allâh'ın yanında arayın, O'na tapın ve O'na şükredin. O'na döndürüleceksiniz."
وَإِن تُكَذِّبُوا فَقَدْ كَذَّبَ أُمَمٌ مِّن قَبْلِكُمْ وَمَا عَلَى الرَّسُولِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ ﴿١٨﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-18. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve in tukezzibû fe kad kezzebe umemun min kablikum, ve mâ alâr resûli illâl belâgul mubîn(mubînu).
"Eğer yalanlarsanız, sizden önceki ümmetler de yalanlamışlardı. Elçiye düşen, yalnız açıkça duyurmaktıır."
أَوَلَمْ يَرَوْا كَيْفَ يُبْدِئُ اللَّهُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ ﴿١٩﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-19. AYET (Meâlleri Kıyasla): E ve lem yerav keyfe yubdiullâhul halka, summe yuîduhu, inne zâlike alâllâhi yesîr(yesîrun).
Görmediler mi Allâh nasıl yaratmayı başlatıyor, sonra onu iâde ediyor (dönüp yeniden yaratıyor). Bu, Allah'a göre kolaydır.
قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانظُرُوا كَيْفَ بَدَأَ الْخَلْقَ ثُمَّ اللَّهُ يُنشِئُ النَّشْأَةَ الْآخِرَةَ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿٢٠﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-20. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul sîrû fîl ardı fanzurû keyfe bedeel halka, summallâhu yunşîun neş’etel âhırat( âhırate), innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
De ki: "Yeryüzünde gezin, bakın yaratmağa nasıl başladı, sonra Allâh, son yaratmayı da yapacaktır. Çünkü Allâh, her şeyi yapabilendir.
يُعَذِّبُُ مَن يَشَاء وَيَرْحَمُ مَن يَشَاء وَإِلَيْهِ تُقْلَبُونَ ﴿٢١﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-21. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yuazzibu men yeşâu ve yerhamu men yeşâu, ve ileyhi tuklebûn(tuklebûne).
Dilediğine azâbeder, dilediğine acır ve hepiniz O'na çevrilirsiniz.
وَمَا أَنتُم بِمُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاء وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللَّهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ ﴿٢٢﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-22. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ entum bi mu’cizîne fîl ardı ve lâ fîs semâi ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Siz, ne yerde, ne de gökte Allâh'(ın yapacağı iş)i engelleyemezsiniz. Sizin Allah'tan başka ne bir koruyucunuz, ne de bir yardımcınız vardır.
وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَلِقَائِهِ أُوْلَئِكَ يَئِسُوا مِن رَّحْمَتِي وَأُوْلَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿٢٣﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-23. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezîne keferû bi âyâtillâhi ve likâihî ulâike yeisû min rahmetî ve ulâike lehum azâbun elîm(elîmun).
Allâh'ın âyetlerini ve O'nunla buluşmayı inkâr edenler, işte onlar benim rahmetimden ümidi kesmişlerdir ve onlar için acı bir azâb vardır.
فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِهِ إِلَّا أَن قَالُوا اقْتُلُوهُ أَوْ حَرِّقُوهُ فَأَنجَاهُ اللَّهُ مِنَ النَّارِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿٢٤﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-24. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlûktulûhu ev harrıkûhu fe encâhullâhu minen nâr(nâri), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
Kavminin (İbrâhim'e) cevabı, sâdece: "Onu öldürün, yahut yakın!" demeleri oldu. Allâh onu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için ibretler vardır.
وَقَالَ إِنَّمَا اتَّخَذْتُم مِّن دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا مَّوَدَّةَ بَيْنِكُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُ بَعْضُكُم بِبَعْضٍ وَيَلْعَنُ بَعْضُكُم بَعْضًا وَمَأْوَاكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن نَّاصِرِينَ ﴿٢٥﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-25. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kâle innemâttehaztum min dûnillâhi evsânen meveddete beynikum fîl hayâtid dunyâ, summe yevmel kıyâmeti yekfuru ba’dukum bi ba’dın ve yel’anu ba’dukum ba’dan ve me’vâkumun nâru ve mâ lekum min nâsırîn(nâsırîne).
(İbrâhim kavmine) dedi ki: "Siz dünyâ hayâtında birbirinizi sevmek için Allâh'ı bırakıp birtakım putlar edindiniz. (O putlara tapmanız, dünyâda aranızda bir sevgi meydana gelmesine sebep olsa bile) daha sonra kıyâmet gününde birbirinizi inkâr eder ve birbirinizi la'netlersiniz. Varacağınız yer de ateştir ve hiçbir yardımcınız da yoktur.
فَآمَنَ لَهُ لُوطٌ وَقَالَ إِنِّي مُهَاجِرٌ إِلَى رَبِّي إِنَّهُ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿٢٦﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-26. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe âmene lehu lût (lûtun) ve kâle innî muhâcirun ilâ rabbî, innehu huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Bunun üzerine Lût ona inandı ve (İbrâhim, kavmine) dedi ki: "Rabbim(e ibadet edeceğim yer)e göç edeceğim. Kuşkusuz O, gâlibdir, hüküm ve hikmet sâhibidir."
وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ وَجَعَلْنَا فِي ذُرِّيَّتِهِ النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ وَآتَيْنَاهُ أَجْرَهُ فِي الدُّنْيَا وَإِنَّهُ فِي الْآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ ﴿٢٧﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-27. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve vehebnâ lehû ishâka ve ya’kûbe ve cealnâ fî zurriyyetihin nubuvvete vel kitâbe, ve âteynâhu ecrehu fîd dunyâ, ve innehu fîl âhırati le mines sâlihîn(sâlihîne).
Biz ona İshak'ı ve (torunu) Ya'kûb'u armağan ettik. Onun nesli içine peygamberlik ve Kitap koyduk. Ona dünyâda (yaptığı güzel işin) karşılığını verdik. Şüphesiz o, âhirette de iyilerdendir.
وَلُوطًا إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ إِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ مَا سَبَقَكُم بِهَا مِنْ أَحَدٍ مِّنَ الْعَالَمِينَ ﴿٢٨﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-28. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lûtan iz kâle li kavmihî innekum le te’tûnel fâhışete mâ sebekakum bihâ min ehadin minel âlemîn(âlemîne).
Lût'u da (gönderdik). Kavmine dedi ki: "Siz, sizden önce âlemlerden hiç kimsenin yapmadığı bir fuhşa gidiyorsunuz."
أَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ وَتَقْطَعُونَ السَّبِيلَ وَتَأْتُونَ فِي نَادِيكُمُ الْمُنكَرَ فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِهِ إِلَّا أَن قَالُوا ائْتِنَا بِعَذَابِ اللَّهِ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ ﴿٢٩﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-29. AYET (Meâlleri Kıyasla): E innekum le te’tûner ricâle ve taktaûnes sebîle ve te’tûne fî nâdîkumul munker(munkere), fe mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlû’tinâ bi azâbillâhi in kunte mines sâdikîn(sâdikîne).
"Siz (kadınları bırakıp) erkeklere gidiyorsunuz, yol kesiyorsunuz ve toplantılarınızda edepsizce şeyler yapıyorsunuz ha?.." Kavmi'nin cevabı, sadece: "Eğer doğrulardan isen, haydi Allâh'ın azâbını getir!" demeleri oldu.
قَالَ رَبِّ انصُرْنِي عَلَى الْقَوْمِ الْمُفْسِدِينَ ﴿٣٠﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-30. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle rabbinsurnî alâl kavmil mufsidîn(mufsidîne).
(Lût): "Rabbim, şu bozguncu kavme karşı bana yardım et," dedi.
وَلَمَّا جَاءتْ رُسُلُنَا إِبْرَاهِيمَ بِالْبُشْرَى قَالُوا إِنَّا مُهْلِكُو أَهْلِ هَذِهِ الْقَرْيَةِ إِنَّ أَهْلَهَا كَانُوا ظَالِمِينَ ﴿٣١﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-31. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lemmâ câet rusulunâ ibrâhîme bil buşrâ, kâlû innâ muhlikû ehli hâzihil karyeti, inne ehlehâ kânû zâlimîn(zâlimîne).
Elçilerimiz İbrâhim'e (oğlu olacağına dâir) müjdeyi getirdikleri zaman dediler ki: "Biz şu (Sodom) kenti(ni)n halkını helâk edeceğiz. Çünkü oranın halkı zâlim oldular."
قَالَ إِنَّ فِيهَا لُوطًا قَالُوا نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَن فِيهَا لَنُنَجِّيَنَّهُ وَأَهْلَهُ إِلَّا امْرَأَتَهُ كَانَتْ مِنَ الْغَابِرِينَ ﴿٣٢﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-32. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle inne fîhâ lûtâ(lûten), kâlû nahnu a’lemu bi men fîhâ le nunecciyennehu ve ehlehû illâmraetehu kânet minel gâbirîn(gâbirîne).
(İbrâhim) dedi: "Ama orada Lût var?" Dediler: "Biz orada kimin bulunduğunu daha iyi biliriz. Onu ve âilesini kurtaracağız. Yalnız karısı (azâbda) kalacaklardandır."
وَلَمَّا أَن جَاءتْ رُسُلُنَا لُوطًا سِيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعًا وَقَالُوا لَا تَخَفْ وَلَا تَحْزَنْ إِنَّا مُنَجُّوكَ وَأَهْلَكَ إِلَّا امْرَأَتَكَ كَانَتْ مِنَ الْغَابِرِينَ ﴿٣٣﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-33. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lemmâ en câet rusulunâ lûtan sîe bihim ve dâka bihim zer’ân, ve kâlû lâ tehaf ve lâ tahzen, innâ muneccûke ve ehleke illâmraeteke kânet minel gâbirîn(gâbirîne).
Elçilerimiz Lût'a gelince (Lût) onlar yüzünden fenalaştı ve onlar hakkında arşını daraldı. (Melekler): "Korkma üzülme dediler, biz seni ve âileni kurtaracağız, yalnız karın kalacaklardan olmuştur."
إِنَّا مُنزِلُونَ عَلَى أَهْلِ هَذِهِ الْقَرْيَةِ رِجْزًا مِّنَ السَّمَاء بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ ﴿٣٤﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-34. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnâ munzilûne alâ ehli hâzihil karyeti riczen mines semâi bimâ kânû yefsukûn(yefsukûne).
"Biz yoldan çıkan şu ülke halkının üstüne gökten bir azâb indireceğiz."
وَلَقَد تَّرَكْنَا مِنْهَا آيَةً بَيِّنَةً لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿٣٥﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-35. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lekad teraknâ minhâ âyeten beyyineten li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).
Andolsun biz, aklını kullanan bir toplum için ondan, (harâb ettiğimiz o ülkeden) açık bir işâret bırakmışızdır.
وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَارْجُوا الْيَوْمَ الْآخِرَ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ ﴿٣٦﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-36. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve ilâ medyene ehâhum şuayben fe kâle yâ kavmi’budûllâhe vercûl yevmel âhıra ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).
Medyen'e de kardeşleri Şuayb'i (gönderdik): "Ey kavmim, dedi, Allah'a kuluk edin, âhiret gününü umun, yeryüzünde karışıklık çıkarıp bozgunculuk yapmayın!"
فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ ﴿٣٧﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-37. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe kezzebûhu fe ehazethumur recfetu fe asbehû fî dârihim câsimîn(câsimîne).
Onu yalanladılar, bu yüzden onları (o müthiş) deprem yakaladı, yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.
وَعَادًا وَثَمُودَ وَقَد تَّبَيَّنَ لَكُم مِّن مَّسَاكِنِهِمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّبِيلِ وَكَانُوا مُسْتَبْصِرِينَ ﴿٣٨﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-38. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve âden ve semûde ve kad tebeyyene lekum min mesâkinihim, ve zeyyene lehumuş şeytânu a’mâlehum fe saddehum anis sebîli ve kânû mustebsırîn(mustebsırîne).
Âd ve Semûd'u da (helâk ettik). Bu, oturdukları yerlerden size belli olmaktadır. Şeytân onlara yaptıkları işleri süsleyip onları yoldan çıkardı. Oysa bakıp ibret alabilirlerdi (ama almadılar).
وَقَارُونَ وَفِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَلَقَدْ جَاءهُم مُّوسَى بِالْبَيِّنَاتِ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْأَرْضِ وَمَا كَانُوا سَابِقِينَ ﴿٣٩﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-39. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kârûne ve fir’avne ve hâmâne ve lekad câehum mûsâ bil beyyinâti festekberû fîl ardı ve mâ kânû sâbikîn(sâbikîne).
Kaarûn'u, Fir'avn'ı, Hâmân'ı da (helâk ettik). Andolsun, Mûsâ onlara açık kanıtlar getirdi, fakat onlar o yerde büyüklük tasla(yıp âyetlerimizi kabule tenezzül etme)diler. Ama geçip gidecek, (elimizden kurtulacak) değillerdi.
فَكُلًّا أَخَذْنَا بِذَنبِهِ فَمِنْهُم مَّنْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِ حَاصِبًا وَمِنْهُم مَّنْ أَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُ وَمِنْهُم مَّنْ خَسَفْنَا بِهِ الْأَرْضَ وَمِنْهُم مَّنْ أَغْرَقْنَا وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلَكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿٤٠﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-40. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe kullen ehaznâ bi zenbihi, fe minhum men erselnâ aleyhi hâsıbâ(hâsıben), ve minhum men ehazethus sayhatu, ve minhum men hasefnâ bihil arda, ve minhum men agraknâ, ve mâ kânallâhu li yazlimehum ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(yazlimûne).
Nitekim hepsini günâhiyle yakaladık. Onlardan kiminin üstüne taş yağdıran bir fırtına gönderdik, kimini korkunç ses yakaladı, kimini yere batırdık, kimini de boğduk. Allâh onlara zulmedecek değildi; fakat onlar, kendi kendilerine zulmediyorlardı.
مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاء كَمَثَلِ الْعَنكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا وَإِنَّ أَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنكَبُوتِ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿٤١﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-41. AYET (Meâlleri Kıyasla): Meselullezînettehazû min dûnillâhi evliyâe ke meselil ankebût(ankebûti), ittehazet beyten ve inne evhenel buyûti le beytul ankebût(ankebûti), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
Allah'tan başka veliler edinenler, bir ev edinen örümceğe benzerler. Evlerin en gevşeği örümcek evidir, keşke bilselerdi.
إِنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿٤٢﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-42. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnallâhe ya’lemu mâ yed’ûne min dûnihî min şey’in, ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Allâh, onların kendisinden başka ne gibi şeylere yalvardıklarını bilir, O üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir.
وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ وَمَا يَعْقِلُهَا إِلَّا الْعَالِمُونَ ﴿٤٣﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-43. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve tilkel emsâlu nadribuhâ lin nâs(nâsi) ve mâ ya’kıluhâ illel âlimûn(âlimûne).
Biz bu misalleri insanlara anlatıyoruz ama onları, bilenlerden başkası düşünüp anlamaz.
خَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِّلْمُؤْمِنِينَ ﴿٤٤﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-44. AYET (Meâlleri Kıyasla): Halakallâhus semâvâti vel arda bil hakkı, inne fî zâlike le âyeten lil mu’minîn(mu’minîne).
Allâh, gökleri ve yeri hak ile yarattı. Şüphesiz bunda inananlar için bir ibret vardır.
اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ ﴿٤٥﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-45. AYET (Meâlleri Kıyasla): Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salâte, innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı da kıl. Çünkü namaz kötü ve iğrenç şeylerden meneder. Elbette Allâh'ı anmak, en büyük (ibâdet)tir. Allâh, ne yaptığınızı bilir.
وَلَا تُجَادِلُوا أَهْلَ الْكِتَابِ إِلَّا بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِلَّا الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ وَقُولُوا آمَنَّا بِالَّذِي أُنزِلَ إِلَيْنَا وَأُنزِلَ إِلَيْكُمْ وَإِلَهُنَا وَإِلَهُكُمْ وَاحِدٌ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ ﴿٤٦﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-46. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lâ tucâdilû ehlel kitâbi illâ billetî hiye ahsenu illâllezîne zalemû minhum ve kûlû âmennâ billezî unzile ileynâ ve unzile ileykum ve ilâhunâ ve ilâhukum vâhıdun ve nahnu lehu muslimûn(muslimûne).
Kitâp ehliyle, -haksızlık edenleri dışında- en güzel tarzda tartışın ve deyin ki: "Bize indirilene de size indirilene de inandık. Tanrımız ve tanrınız birdir, biz de O'na teslim olanlarız."
وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ فَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَمِنْ هَؤُلَاء مَن يُؤْمِنُ بِهِ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا الْكَافِرُونَ ﴿٤٧﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-47. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kezâlike enzelnâ ileykel kitâbe, fellezîne âteynâ humul kitâbe yu’minûne bihî, ve min hâulâi men yu’minu bihî, ve mâ yechadu bi âyâtinâ illâl kâfirûn(kâfirûne).
İşte böylece Kitabı sana da indirdik. Kendilerine Kitabı verdiklerimiz, ona inanırlar: Şunlardan (şu Araplardan) da ona inananlar vardır. Âyetlerimizi, kâfirlerden başkası inkâr etmez.
وَمَا كُنتَ تَتْلُو مِن قَبْلِهِ مِن كِتَابٍ وَلَا تَخُطُّهُ بِيَمِينِكَ إِذًا لَّارْتَابَ الْمُبْطِلُونَ ﴿٤٨﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-48. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ kunte tetlû min kablihî min kitâbin ve lâ tehuttuhu bi yemînike izen lertâbel mubtılûn(mubtılûne).
(Ey Muhammed) Sen bundan önce bir Kitap okumuyordun, elinle de onu yazmıyorsun. Öyle olsaydı o zaman (Allâh'ın sözlerini boşa çıkarmaya çalışan) iptalciler, kuşkulanırlardı.
بَلْ هُوَ آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ فِي صُدُورِ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا الظَّالِمُونَ ﴿٤٩﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-49. AYET (Meâlleri Kıyasla): Bel huve âyâtun beyyinâtun fî sudûrillezîne ûtûl ilm(ilme), ve mâ yechadu bi âyâtinâ illâz zâlimûn(zâlimûne).
Hayır, o (sana vahyedilenler) kendilerine bilgi verilmiş olanların göğüslerinde bulunan açık açık âyetlerdir. Bizim âyetlerimizi, zâlimlerden başkası inkâr etmez.
وَقَالُوا لَوْلَا أُنزِلَ عَلَيْهِ آيَاتٌ مِّن رَّبِّهِ قُلْ إِنَّمَا الْآيَاتُ عِندَ اللَّهِ وَإِنَّمَا أَنَا نَذِيرٌ مُّبِينٌ ﴿٥٠﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-50. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kâlû lev lâ unzile aleyhi âyâtun min rabbihî, kul innemâl âyâtu indallâh(indallâhi), ve innemâ ene nezîrun mubîn(mubînun).
Dediler ki: "Ona Rabbinden âyetler indirilmeli değil miydi?" De ki: "Âyetler (mu'cizeler) Allâh'ın yanındadır. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım."
أَوَلَمْ يَكْفِهِمْ أَنَّا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ يُتْلَى عَلَيْهِمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَرَحْمَةً وَذِكْرَى لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿٥١﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-51. AYET (Meâlleri Kıyasla): E ve lem yekfihim ennâ enzelnâ aleykel kitâbe yutlâ aleyhim, inne fî zâlike le rahmeten ve zikrâ li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
Kendilerine okunan Kitabı sana indirmemiz, onlara yetmedi mi? Şüphesiz inanan bir toplum için bunda bir rahmet ve öğüt vardır.
قُلْ كَفَى بِاللَّهِ بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ شَهِيدًا يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالَّذِينَ آمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللَّهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ ﴿٥٢﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-52. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul kefâ billâhi beynî ve beynekum şehîdâ(şehîden), ya’lemu mâ fîs semâvâti vel ard(ardı), vellezîne âmenû bil bâtılı ve keferû billâhi ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).
De ki: "Benimle sizin aranızda şâhid olarak Allâh yeter. O, göklerde ve yerde olanları bilir. Bâtıla inanıp Allah'a karşı nankörlük edenler, işte ziyana uğrayacaklar onlardır."
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَلَوْلَا أَجَلٌ مُّسَمًّى لَجَاءهُمُ الْعَذَابُ وَلَيَأْتِيَنَّهُم بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ ﴿٥٣﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-53. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve yesta’cilûneke bil azâbi, ve lev lâ ecelun musemmen le câehumul azâbu, ve le ye’tiyennehum bagteten ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Senden azâbı çabuk istiyorlar. Eğer (azâb için) belirtilmiş bir süre olmasaydı, onlara hemen azâb gelirdi. Fakat hiç farkına varmadıkları bir sırada o, kendilerine ansızın gelecektir.
يَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمُحِيطَةٌ بِالْكَافِرِينَ ﴿٥٤﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-54. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yesta’cilûneke bil azâbi, ve inne cehenneme le muhîtatun bil kâfirîn(kâfirîne).
Cehennem o nankörleri kuşatmış iken, onlar hâlâ senden azâbı çabuk istiyorlar.
يَوْمَ يَغْشَاهُمُ الْعَذَابُ مِن فَوْقِهِمْ وَمِن تَحْتِ أَرْجُلِهِمْ وَيَقُولُ ذُوقُوا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٥٥﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-55. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yevme yagşâhumul azâbu min fevkıhim ve min tahti erculihim ve yekûlu zûkû mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
O gün azâb, onları üstlerinden, ayaklarının altından örter ve (Allâh onlara): "Yaptığınız işleri tadın!" der.
يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ أَرْضِي وَاسِعَةٌ فَإِيَّايَ فَاعْبُدُونِ ﴿٥٦﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-56. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yâ ıbâdıyellezîne âmenû inne ardî vâsiatun fe iyyâye fa’budûni.
Ey inanan kullarım, benim arzım geniştir, bana kulluk edin.
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ ﴿٥٧﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-57. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kullu nefsin zâikatul mevti summe ileynâ turceûn(turceûne).
Her can, ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُبَوِّئَنَّهُم مِّنَ الْجَنَّةِ غُرَفًا تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا نِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ ﴿٥٨﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-58. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nubevviennehum minel cenneti gurafan tecrîmin tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, ni’me ecrul âmilîn(âmilîne).
İnanıp iyi işler yapanları, cennette, altlarından ırmaklar akan yüksek odalara yerleştiririz. Orada ebedi kalırlar. Çalışanların ücreti ne güzeldir!
الَّذِينَ صَبَرُوا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ ﴿٥٩﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-59. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ellezîne saberû ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).
Onlar ki sabrettiler ve Rabblerine dayanmaktadırlar
وَكَأَيِّن مِن دَابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَا اللَّهُ يَرْزُقُهَا وَإِيَّاكُمْ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ﴿٦٠﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-60. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve keeyyin min dâbbetin lâ tahmilu rızkahâ allâhu yerzukuhâ ve iyyâkum ve huves semîul alîm(alîmu).
Nice canlı var ki rızkını taşıyamaz, onları da sizi de Allâh besler. O, işitendir, bilendir.
وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ فَأَنَّى يُؤْفَكُونَ ﴿٦١﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-61. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve le in seeltehum men halakas semâvâti vel arda ve sehharaş şemse vel kamere le yekûlunnallâhu, fe ennâ yu’fekûn(yu’fekûne).
Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim (sizin yararınıza) boyun eğdirdi?" desen; "Allâh", derler. O halde nasıl Allâh'ın (birliğinden) döndürülüyorsunuz?
اللَّهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ لَهُ إِنَّ اللَّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ﴿٦٢﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-62. AYET (Meâlleri Kıyasla): Allâhu yebsutur rızka li men yeşâu min ibâdihî ve yakdiru lehu, innallâhe bi kulli şey’in alîm(alîmun).
Allâh kullarından dilediğine rızkı açar da, kısar da. Şüphesiz Allâh, her şeyi bilendir.
وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّن نَّزَّلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ مِن بَعْدِ مَوْتِهَا لَيَقُولُنَّ اللَّهُ قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ ﴿٦٣﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-63. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve le in seeltehum men nezzele mines semâi mâen fe ahyâ bihil arda min ba’di mevtihâ le yekûlunnallâhu, kulil hamdu lillâhi, bel ekseruhum lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
Onlara: "Kim gökten suyu indirip de ölmüş olan yeri onunla diriltti?" diye sorsan; "Allâh", derler. De ki: "Hamd (övgü), Allah'a lâyıktır." Doğrusu çokları düşünmezler.
وَمَا هَذِهِ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَإِنَّ الدَّارَ الْآخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿٦٤﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-64. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ hâzihil hayâtud dunyâ illâ lehvun ve laibun, ve inned dârel âhırate le hiyel hayevân(hayevânu), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
Bu dünyâ hayâtı eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Âhiret yurdu, işte asıl hayât odur (asıl yaşanacak yer orasıdır), keşke bilselerdi!
فَإِذَا رَكِبُوا فِي الْفُلْكِ دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ فَلَمَّا نَجَّاهُمْ إِلَى الْبَرِّ إِذَا هُمْ يُشْرِكُونَ ﴿٦٥﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-65. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe izâ rakibû fîl fulki deavûllâhe muhlisîne lehud dîn(dîne), fe lemmâ neccâhum ilâl berri izâ hum yuşrikûn(yuşrikûne).
Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız Allah'a hâlis kılarak O'na yalvarırlar. Fakat (Allâh) onları salimen karaya çıkarınca hemen (O'na) ortak koşarlar.
لِيَكْفُرُوا بِمَا آتَيْنَاهُمْ وَلِيَتَمَتَّعُوا فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ﴿٦٦﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-66. AYET (Meâlleri Kıyasla): Li yekfurû bimâ âteynâhum ve li yetemettaû, fe sevfe ya’lemûn(ya’lemûne).
Ki kendilerine verdiğimiz (ni'metler)e nankörlük etsinler ve (şu geçici hayâtta) zevk içinde yaşasınlar. Ama yakında (gerçeği) bileceklerdir.
أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا جَعَلْنَا حَرَمًا آمِنًا وَيُتَخَطَّفُ النَّاسُ مِنْ حَوْلِهِمْ أَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَةِ اللَّهِ يَكْفُرُونَ ﴿٦٧﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-67. AYET (Meâlleri Kıyasla): E ve lem yerav ennâ cealnâ haramen âminen ve yutehattafun nâsu min havlihim, e fe bil bâtılı yu’minûne ve bi ni’metillâhi yekfurûn(yekfurûne).
Görmediler mi çevrelerinde insanlar kaçırılırken biz (kendi şehirleri Mekke'yi), güvenli, dokunulmaz bir bölge yaptık? Hâlâ bâtıla inanıp Allâh'ın ni'metine nankörlük mü ediyorlar?
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءهُ أَلَيْسَ فِي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِّلْكَافِرِينَ ﴿٦٨﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-68. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kezzebe bil hakkı lemmâ câehu, e leyse fî cehenneme mesven lil kâfirîn(kâfirîne).
Uydurduğu yalanı Allâh'ın üzerine atan veya kendisine gelen gerçeği yalanlayandan daha zâlim kimdir? Kâfirlerin durağı cehennemde değil midir?
وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ ﴿٦٩﴾
29/ANKEBÛT SURESİ-69. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vellezîne câhedû fînâ le nehdiyennehum subulenâ ve innallâhe le meal muhsinîn(muhsinîne).
Ama biz(im uğrumuz)da cihâd edenleri biz, elbette yollarımıza iletiriz. Muhakkak ki Allâh, iyilik edenlerle beraberdir.