Mekke döneminde inmiştir. 28. âyetin Medine döneminde indiği de rivayet edilmiştir. 110 âyettir. Sûre, adını; ilk defa dokuzuncu âyette olmak üzere, birkaç yerde geçen “kehf” kelimesinden almıştır. Kehf, mağara demektir.

الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَنزَلَ عَلَى عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَل لَّهُ عِوَجَا ﴿١﴾

18/KEHF SURESİ-1. AYET (Meâlleri Kıyasla): El hamdulillâhillezî enzele alâ abdihil kitâbe ve lem yec'al lehu ıvecâ(ıvecen).

Hamd o Allaha ki kuluna kitab indirdi, hem ona hiç bir yamıklık yapmaksızın

قَيِّمًا لِّيُنذِرَ بَأْسًا شَدِيدًا مِن لَّدُنْهُ وَيُبَشِّرَ الْمُؤْمِنِينَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ أَجْرًا حَسَنًا ﴿٢﴾

18/KEHF SURESİ-2. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kayyimen li yunzira be'sen şedîden min ledunhu ve yubeşşirel mu'minînellezîne ya'melûnes sâlihâti enne lehum ecren hasenâ(hasenen).

Dosdoğru, ledünnünden şiddetli bir beis ile inzar etmek, ve salih salih ameller yapan mü'minlere şunu müjdelemek için ki kendilerine cidden güzel bir ecir var

مَاكِثِينَ فِيهِ أَبَدًا ﴿٣﴾

18/KEHF SURESİ-3. AYET (Meâlleri Kıyasla): Mâkisîne fîhi ebedâ(ebeden).

Ebediyyen onda ârâm edecekler

وَيُنذِرَ الَّذِينَ قَالُوا اتَّخَذَ اللَّهُ وَلَدًا ﴿٤﴾

18/KEHF SURESİ-4. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve yunzirellezîne kâlûttehazellâhu veledâ(veleden).

Hem şunları inzar etmek için ki «Allah veled edindi» demekteler

مَّا لَهُم بِهِ مِنْ عِلْمٍ وَلَا لِآبَائِهِمْ كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ إِن يَقُولُونَ إِلَّا كَذِبًا ﴿٥﴾

18/KEHF SURESİ-5. AYET (Meâlleri Kıyasla): Mâ lehum bihî min ilmin ve lâ li âbâihim, keburet kelimeten tahrucu min efvâhihim, in yekûlûne illâ kezibâ(keziben).

Buna dâir ne kendilerinin ılmi vardır ne de babalarının, o ne büyük bir kelime ki ağızlarından çıkıyor, sırf bir yalan söylüyorlar

فَلَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَّفْسَكَ عَلَى آثَارِهِمْ إِن لَّمْ يُؤْمِنُوا بِهَذَا الْحَدِيثِ أَسَفًا ﴿٦﴾

18/KEHF SURESİ-6. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe lealleke bâhiun nefseke alâ âsârihim in lem yu'minû bi hâzâl hadîsi esefâ(esefen).

Şimdi bu söze inanmazlarsa belki arkalarından esef ile kendini üzeceksin

إِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْأَرْضِ زِينَةً لَّهَا لِنَبْلُوَهُمْ أَيُّهُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا ﴿٧﴾

18/KEHF SURESİ-7. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnâ cealnâ mâ alâl ardı zîneten lehâ li nebluvehum eyyuhum ahsenu amelâ(amelen).

Biz Yer yüzündeki şeyleri ona bir ziynet yaptık ki insanları imtihan edelim: hangisi daha güzel bir amel yapacak?

وَإِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَعِيدًا جُرُزًا ﴿٨﴾

18/KEHF SURESİ-8. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve innâ le câilûne mâ aleyhâ saîden curuzâ(curuzen).

Bununla beraber şu da muhakkak ki biz onun üzerinde ne varsa hepsini bir kuru toprak etmekteyiz

أَمْ حَسِبْتَ أَنَّ أَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّقِيمِ كَانُوا مِنْ آيَاتِنَا عَجَبًا ﴿٩﴾

18/KEHF SURESİ-9. AYET (Meâlleri Kıyasla): Em hasibte enne ashâbel kehfi ver rakîmi kânû min âyâtinâ acabâ(acaben).

Yoksa Eshab-ı Kehf ü Rakıym bizim âyâtımızdan bir acîbe oldular mı sandın?

إِذْ أَوَى الْفِتْيَةُ إِلَى الْكَهْفِ فَقَالُوا رَبَّنَا آتِنَا مِن لَّدُنكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ أَمْرِنَا رَشَدًا ﴿١٠﴾

18/KEHF SURESİ-10. AYET (Meâlleri Kıyasla): İz evâl fityetu ilâl kehfi fe kâlû rabbenâ âtinâ min ledunke rahmeten ve heyyi' lenâ min emrinâ raşedâ(raşeden).

O vakıt ki o genç yiğitler kehfe çekildiler de şöyle dediler: ya rabbenâ! Bizlere ledünnünden bir rahmet ihsan eyle ve bizim için işimizden bir muvaffakıyyet hazırla

فَضَرَبْنَا عَلَى آذَانِهِمْ فِي الْكَهْفِ سِنِينَ عَدَدًا ﴿١١﴾

18/KEHF SURESİ-11. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe darabnâ alâ âzânihim fîl kehfi sinîne adedâ(adeden).

Bunun üzerine müteaddid seneler kehifte kulakları üzerine vurduk

ثُمَّ بَعَثْنَاهُمْ لِنَعْلَمَ أَيُّ الْحِزْبَيْنِ أَحْصَى لِمَا لَبِثُوا أَمَدًا ﴿١٢﴾

18/KEHF SURESİ-12. AYET (Meâlleri Kıyasla): Summe beasnâhum li na'leme eyyul hızbeyni ahsâ limâ lebisû emedâ(emeden).

Sonra da onları ba'settik ki hep bilelim: iki hızbin hangisi bekledikleri gayeyi iyi hisab etmiş?

نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ نَبَأَهُم بِالْحَقِّ إِنَّهُمْ فِتْيَةٌ آمَنُوا بِرَبِّهِمْ وَزِدْنَاهُمْ هُدًى ﴿١٣﴾

18/KEHF SURESİ-13. AYET (Meâlleri Kıyasla): Nahnu nakussu aleyke nebeehum bil hakkı, innehum fityetun âmenû bi rabbihim ve zidnâhum hudâ(huden).

Biz sana onların kıssalarını doğru olarak naklediyoruz: hakıkat bunlar, bir kaç genç yiğit rablarına iyman ettiler, biz de hidayetlerini artırdık ve kalblerine rabıta verdik

وَرَبَطْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ إِذْ قَامُوا فَقَالُوا رَبُّنَا رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ لَن نَّدْعُوَ مِن دُونِهِ إِلَهًا لَقَدْ قُلْنَا إِذًا شَطَطًا ﴿١٤﴾

18/KEHF SURESİ-14. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve rabatnâ alâ kulûbihim iz kâmû fe kâlû rabbunâ rabbus semâvâti vel ardı len ned'uve min dûnihî ilâhen lekad kulnâ izen şetatâ(şetaten).

O vakıt ki kıyam ettiler de dediler: bizim rabbımız Göklerin ve Yerin rabbı, biz ıhtimali yok ondan başka bir ilâhe tapmayız, doğrusu o surette cidden saçma söylemiş oluruz

هَؤُلَاء قَوْمُنَا اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ آلِهَةً لَّوْلَا يَأْتُونَ عَلَيْهِم بِسُلْطَانٍ بَيِّنٍ فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا ﴿١٥﴾

18/KEHF SURESİ-15. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hâulâi kavmunâttehazû min dûnihî âliheten, lev lâ ye'tûne aleyhim bi sultânin beyyin(beyyinin), fe men azlemu mimmenifterâ alâllâhi kezibâ(keziben).

Şunlar şu bizim kavmimiz olacaklar, tuttular ondan başka ilâhlar edindiler, onlara karşı açık bir bürhan getirselerdi ya, artık bir yalanı Allaha iftira edenden daha zalim kim olabilir?

وَإِذِ اعْتَزَلْتُمُوهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ إِلَّا اللَّهَ فَأْوُوا إِلَى الْكَهْفِ يَنشُرْ لَكُمْ رَبُّكُم مِّن رَّحمته ويُهَيِّئْ لَكُم مِّنْ أَمْرِكُم مِّرْفَقًا ﴿١٦﴾

18/KEHF SURESİ-16. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve izi'tezeltumûhum ve mâ ya'budûne illâllâhe fe'vû ilâl kehfi yenşur lekum rabbukum min rahmetihî ve yuheyyi' lekum min emrikum mirfekâ(mirfekan).

Madem ki onlardan ve Allahdan maada taptıklarından uzleti ıhtiyar ettiniz, o halde kehfe (mağaraya) çekilin ki sizin için rabbınız rahmetinden kısmet neşretsin ve size işinizden bir kolaylık hazırlasın

وَتَرَى الشَّمْسَ إِذَا طَلَعَت تَّزَاوَرُ عَن كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَإِذَا غَرَبَت تَّقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ فِي فَجْوَةٍ مِّنْهُ ذَلِكَ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ مَن يَهْدِ اللَّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِي وَمَن يُضْلِلْ فَلَن تَجِدَ لَهُ وَلِيًّا مُّرْشِدًا ﴿١٧﴾

18/KEHF SURESİ-17. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve terâş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minhu, zâlike min âyâtillâhi, men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).

Güneşi görüyorsun â doğduğu vakıt kehiflerinden sağ tarafa meyleder, battığı vakıt da onları sol tarafa makaslar ve onlar, onun içinde bir geniş sahadadır, bu işte Allahın âyâtındandır, Allah her kime hidayet ederse işte o, irmiştir, her kimi de saptırırsa artık onu irşad edecek bir veliy bulamazsın

وَتَحْسَبُهُمْ أَيْقَاظًا وَهُمْ رُقُودٌ وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَذَاتَ الشِّمَالِ وَكَلْبُهُم بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَصِيدِ لَوِ اطَّلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَارًا وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْبًا ﴿١٨﴾

18/KEHF SURESİ-18. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve tahsebuhum eykâzan ve hum rukûdun, ve nukallibuhum zâtel yemîni ve zâteş şimâli, ve kelbuhum bâsitun zirâayhi bil vasîd(vasîdi), levittala'te aleyhim le velleyte minhum firâran ve le muli'te minhum ru'bâ(ru'ben).

Bir de onları uyanıklar zannedersin halbuki uykudalardır ve biz onları sağa sola çeviririz, köpekleri de medhalde iki kolunu uzatmış, üzerlerine çıkıversen mutlaka onlardan döner kaçardın ve her halde onlardan dehşet dolardın

وَكَذَلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَاءلُوا بَيْنَهُمْ قَالَ قَائِلٌ مِّنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ قَالُوا رَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَابْعَثُوا أَحَدَكُم بِوَرِقِكُمْ هَذِهِ إِلَى الْمَدِينَةِ فَلْيَنظُرْ أَيُّهَا أَزْكَى طَعَامًا فَلْيَأْتِكُم بِرِزْقٍ مِّنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ أَحَدًا ﴿١٩﴾

18/KEHF SURESİ-19. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kezâlike beasnâhum li yetesâelû beynehum, kâle kâilun minhum kem lebistum, kâlû lebisnâ yevmen ev ba'da yevmin, kâlû rabbukum a'lemu bi mâ lebistum feb'asû ehadekum bi verıkıkum hâzihî ilâl medîneti felyanzur eyyuhâ ezkâ taâmen felye'tikum bi rızkın minhu velyetelattaf ve lâ yuş'ıranne bikum ehadâ(ehaden).

Yine böyle onları ba's de ettik ki aralarında soruşsunlar diye: içlerinden bir söyliyen «ne kadar durdunuz?» dedi, bir gün yâhud bir günün birazı dediler, ne kadar durduğunuza dediler: rabbınız a'lemdir, şimdi siz birinizi şu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın hangisi yiyecekçe daha temiz ondan size bir rızık getirsin, hem çok kurnaz davransın ve zinhar sizi birine sezdirmesin

إِنَّهُمْ إِن يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ أَوْ يُعِيدُوكُمْ فِي مِلَّتِهِمْ وَلَن تُفْلِحُوا إِذًا أَبَدًا ﴿٢٠﴾

18/KEHF SURESİ-20. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnehum in yazherû aleykum yercumûkum ev yuîdûkum fî milletihim ve len tuflihû izen ebedâ(ebeden).

Çünkü ellerine geçirirlerse sizi muhakkak recmederler yâhud milletlerine döndürürler ve bu takdirde ebedâ felâh bulamazsınız

وَكَذَلِكَ أَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُوا أَنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَأَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ فِيهَا إِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ أَمْرَهُمْ فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِم بُنْيَانًا رَّبُّهُمْ أَعْلَمُ بِهِمْ قَالَ الَّذِينَ غَلَبُوا عَلَى أَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِم مَّسْجِدًا ﴿٢١﴾

18/KEHF SURESİ-21. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kezâlike a'sernâ aleyhim li ya'lemû enne va'dallâhi hakkun ve ennes sâate lâ raybe fîhâ, iz yetenâzeûne beynehum emrehum fe kâlûbnû aleyhim bunyânâ(bunyânen), rabbuhum a'lemu bihim, kâlellezîne galebû alâ emrihim le nettehızenne aleyhim mescidâ(mesciden).

Bu suretle de kendilerine vukuf peyda ettirdik ki Allahın va'di hakk olduğunu ve saat, hakıkaten şüphesiz bulunduğunu bilsinler, o sırada aralarında emirlerine niza' ediyorlardı, bunun üzerine dediler ki: üstlerine bir bina yapın, rabları onları daha iyi bilir, onların emri üzerine galebe etmiş olanlar elbette, dediler: biz bunların üzerine bir mescid ediniriz

سَيَقُولُونَ ثَلَاثَةٌ رَّابِعُهُمْ كَلْبُهُمْ وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ رَجْمًا بِالْغَيْبِ وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْ قُل رَّبِّي أَعْلَمُ بِعِدَّتِهِم مَّا يَعْلَمُهُمْ إِلَّا قَلِيلٌ فَلَا تُمَارِ فِيهِمْ إِلَّا مِرَاء ظَاهِرًا وَلَا تَسْتَفْتِ فِيهِم مِّنْهُمْ أَحَدًا ﴿٢٢﴾

18/KEHF SURESİ-22. AYET (Meâlleri Kıyasla): Se yekûlûne selâsetun râbiuhum kelbuhum, ve yekûlûne hamsetun sâdisuhum kelbuhum racmen bil gaybi, ve yekûlûne seb'atun ve sâminuhum kelbuhum, kul rabbî a'lemu bi ıddetihim mâ ya'lemuhum illâ kalîl, fe lâ tumâri fîhim illâ mirâen zâhirâ(zâhiren), ve lâ testefti fîhim minhum ehâdâ(ehâden).

Üçtür, dördüncüleri köpekleri diyecekler, beştir, altıncıları köpekleri diyecekler, gayb taşlama, yedidir ve sekizincileri köpekleri diyecekler, de ki onların adedlerine rabbım a'lemdir, onları ancak pek azı bilir, artık bunlar hakkında kimse ile zâhiri bir münakaşadan başka münakaşa etme ve bunlar hakkında onlardan kimseye bir şey sorma

وَلَا تَقُولَنَّ لِشَيْءٍ إِنِّي فَاعِلٌ ذَلِكَ غَدًا ﴿٢٣﴾

18/KEHF SURESİ-23. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lâ tekûlenne li şey'in innî fâılun zâlike gadâ(gaden).

(23-24) Hiç bir şey hakkında da Allahın meşiyyetiyle takyid etmeden «ben bunu yarın muhakkak yaparım» deme ve unuttuğun vakıt Allahı zikret ve şöyle de: ola ki rabbım beni bundan daha yakın bir vakıtta dosdoğru bir muvaffakıyyete îysal buyur

إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ وَاذْكُر رَّبَّكَ إِذَا نَسِيتَ وَقُلْ عَسَى أَن يَهْدِيَنِ رَبِّي لِأَقْرَبَ مِنْ هَذَا رَشَدًا ﴿٢٤﴾

18/KEHF SURESİ-24. AYET (Meâlleri Kıyasla): İllâ en yeşâallâhu vezkur rabbeke izâ nesîte ve kul asâ en yehdiyeni rabbî li akrabe min hâzâ raşedâ(raşeden).

(23-24) Hiç bir şey hakkında da Allahın meşiyyetiyle takyid etmeden «ben bunu yarın muhakkak yaparım» deme ve unuttuğun vakıt Allahı zikret ve şöyle de: ola ki rabbım beni bundan daha yakın bir vakıtta dosdoğru bir muvaffakıyyete îysal buyur

وَلَبِثُوا فِي كَهْفِهِمْ ثَلَاثَ مِائَةٍ سِنِينَ وَازْدَادُوا تِسْعًا ﴿٢٥﴾

18/KEHF SURESİ-25. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lebisû fî kehfihim selâse mietin sinîne vezdâdû tis'â(tis'an).

Onlar kehiflerinde üçyüz sene durdular, dokuz da ziyade ettiler

قُلِ اللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثُوا لَهُ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ أَبْصِرْ بِهِ وَأَسْمِعْ مَا لَهُم مِّن دُونِهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا يُشْرِكُ فِي حُكْمِهِ أَحَدًا ﴿٢٦﴾

18/KEHF SURESİ-26. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kulillâhu a'lemu bimâ lebisû, lehu gaybus semâvâti vel ard(ardı), ebsır bihî ve esmı', mâ lehum min dûnihî min veliyyin ve lâ yuşriku fî hukmihî ehadâ(ehaden).

Allah, de: ne kadar durduklarını daha iyi bilir, Göklerin Yerin gaybi onundur, o, öyle güzel görür öyle güzel işitir ki!... Bütün onlara ondan başka velâyet eden yoktur, o, kimseyi hukmünde teşrik de etmez

وَاتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِن كِتَابِ رَبِّكَ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِهِ وَلَن تَجِدَ مِن دُونِهِ مُلْتَحَدًا ﴿٢٧﴾

18/KEHF SURESİ-27. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vetlu mâ ûhıye ileyke min kitâbi rabbike, lâ mubeddile li kelimâtihî ve len tecide min dûnihî multehadâ(multehaden).

Öyle de ve rabbından sana vahyolunanı tilâvet eyle, onun kelimatını tebdil edecek yoktur ve ondan başka bir penah bulamazsın

وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرِيدُ زِينَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَن ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا ﴿٢٨﴾

18/KEHF SURESİ-28. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vasbır nefseke meallezîne yed'ûne rabbehum bil gadâti vel aşiyyi yurîdûne vechehu ve lâ ta'du aynâke anhum, turîdu zînetel hayâtid dunyâ ve lâ tutı' men agfelnâ kalbehu an zikrinâ vettebea hevâhu ve kâne emruhu furutâ(furutan).

Nefsince de o kullarla beraber sabret ki sabah akşam (her vakıt) rablarına duâ eder cemalini isterler, sen Dünya ziynetini arzu ederek onlardan gözlerini ayırma ve o kimseye itaat etme ki kalbini zikrimizden gafil bırakmışız, keyfinin ardına düşmüş ve işi haddini aşmak olmuştur

وَقُلِ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ فَمَن شَاء فَلْيُؤْمِن وَمَن شَاء فَلْيَكْفُرْ إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ نَارًا أَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا وَإِن يَسْتَغِيثُوا يُغَاثُوا بِمَاء كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ بِئْسَ الشَّرَابُ وَسَاءتْ مُرْتَفَقًا ﴿٢٩﴾

18/KEHF SURESİ-29. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kulil hakku min rabbikum fe men şâe felyu'min ve men şâe felyekfur innâ a'tednâ liz zâlimîne nâran ehâta bihim surâdikuhâ, ve in yestegîsû yugâsû bi mâin kel muhli yeşvîl vucûhe, bi'seş şerâb(şerâbu) ve sâet murtefekâ(murtefekan).

Ve de ki: o hak rabbınızdandır, artık dileyen iyman etsin, dileyen küfr, çünkü biz, zalimler için öyle bir ateş müheyyâ kılmışızdır ki sertakları kendilerini kuşatmaktadır ve eger istigase ederlerse erimiş cesed gibi bir su ile imdad edilirler, yüzleri civirir, o ne fena içki ve o ne fena kurultay!

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ إِنَّا لَا نُضِيعُ أَجْرَ مَنْ أَحْسَنَ عَمَلًا ﴿٣٠﴾

18/KEHF SURESİ-30. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti innâ lâ nudîu ecre men ahsene amelâ(amelen).

Amma iyman edip salih salih ameller işliyenler, şüphe yok ki biz öyle güzel amel işliyenin ecrini zayi' etmeyiz

أُوْلَئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهِمُ الْأَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِن ذَهَبٍ وَيَلْبَسُونَ ثِيَابًا خُضْرًا مِّن سُندُسٍ وَإِسْتَبْرَقٍ مُّتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ نِعْمَ الثَّوَابُ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقًا ﴿٣١﴾

18/KEHF SURESİ-31. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ulâike lehum cennâtu adnin tecrî min tahtihimul enharu yuhallevne fîhâ min esâvire min zehebin ve yelbesûne siyâben hudran min sundusin ve istebrakın muttekiîne fîhâ alâl erâiki, ni'mes sevâb(sevâbu), ve hasunet murtefekâ(murtefekan).

Öyleler, işte onlara Adn Cennetleri var, altlarından nehirler akar, orada altın bileziklerden ziynetlenecekler, sündüs ve istebraktan yeşil esvab giyecekler, erîkeler üzerine dayanıp kurulacaklar o, ne güzel sevab ve ne güzel kurultay!

وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلًا رَّجُلَيْنِ جَعَلْنَا لِأَحَدِهِمَا جَنَّتَيْنِ مِنْ أَعْنَابٍ وَحَفَفْنَاهُمَا بِنَخْلٍ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمَا زَرْعًا ﴿٣٢﴾

18/KEHF SURESİ-32. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vadrıb lehum meselen raculeyni cealnâ li ehadihimâ cenneteyni min a'nâbin ve hafefnâhumâ bi nahlin ve cealnâ beynehumâ zer'â(zer'an).

Ve onlara iki adamı temsil getir: birine her türlü üzümden iki bağ vermişiz ve ikisinin de etrafını hurmalarla donatmışız ikisinin arasına da bir ekinlik yapmışız

كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ آتَتْ أُكُلَهَا وَلَمْ تَظْلِمْ مِنْهُ شَيْئًا وَفَجَّرْنَا خِلَالَهُمَا نَهَرًا ﴿٣٣﴾

18/KEHF SURESİ-33. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kiltel cenneteyni âtet ukulehâ ve lem tazlim minhu şey’en ve feccernâ hılâlehumâ neherâ(neheren).

İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiçbir şey noksan bırakmamış, ikisinin ortasından bir de nehir akıtmışız

وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌ فَقَالَ لِصَاحِبِهِ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَنَا أَكْثَرُ مِنكَ مَالًا وَأَعَزُّ نَفَرًا ﴿٣٤﴾

18/KEHF SURESİ-34. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kâne lehu semerun, fe kâle li sâhıbihî ve huve yuhâviruhû ene ekseru minke mâlen ve eazzu neferâ(neferen).

Başkaca da bir geliri var, bundan dolayı bu adam arkadaşına muhavere ederek: ben senden malca daha servetli, cem'ıyyetçe daha ızzetliyim dedi

وَدَخَلَ جَنَّتَهُ وَهُوَ ظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ قَالَ مَا أَظُنُّ أَن تَبِيدَ هَذِهِ أَبَدًا ﴿٣٥﴾

18/KEHF SURESİ-35. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve dehale cennetehu ve huve zâlimun li nefsihî, kâle mâ ezunnu en tebîde hâzihî ebedâ(ebeden).

Ve bağına girdi, kendine yazık ediyordu, dedi: ebedâ zannetmem ki bu helâk olsun ve

وَمَا أَظُنُّ السَّاعَةَ قَائِمَةً وَلَئِن رُّدِدتُّ إِلَى رَبِّي لَأَجِدَنَّ خَيْرًا مِّنْهَا مُنقَلَبًا ﴿٣٦﴾

18/KEHF SURESİ-36. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ ezunnus sâate kâimeten ve le in rudidtu ilâ rabbî le ecidenne hayran minhâ munkalebâ(munkaleben).

zannetmem ki Kıyamet kopsun, bununla beraber şayed rabbıma reddedilirsem her halde bundan daha hayırlı bir akıbet bulurum

قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَكَفَرْتَ بِالَّذِي خَلَقَكَ مِن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ سَوَّاكَ رَجُلًا ﴿٣٧﴾

18/KEHF SURESİ-37. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle lehu sâhıbuhu ve huve yuhâviruhû e keferte billezî halakake min turâbin summe min nutfetin summe sevvâke raculâ(raculen).

Arkadaşı da ona muhavere ederek: dedi ki: sen o rabbına küfür mü ediyorsun ki seni bir topraktan sonra bir nutfeden yarattı, sonra da seni bir adam seviyyesine getirdi

لَّكِنَّا هُوَ اللَّهُ رَبِّي وَلَا أُشْرِكُ بِرَبِّي أَحَدًا ﴿٣٨﴾

18/KEHF SURESİ-38. AYET (Meâlleri Kıyasla): Lâkinne huvallâhu rabbî ve lâ uşriku bi rabbî ehadâ(ehaden).

Lâkin benim o Allah, rabbım ve ben rabbıma kimseyi şerik koşamam

وَلَوْلَا إِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَاء اللَّهُ لَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللَّهِ إِن تُرَنِ أَنَا أَقَلَّ مِنكَ مَالًا وَوَلَدًا ﴿٣٩﴾

18/KEHF SURESİ-39. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lev lâ iz dehalte cenneteke kulte mâ şâallâhu lâ kuvvete illâ billâh(billâhi), in terani ene ekalle minke mâlen ve veledâ(veleden).

Bağına girdiğin vakıt «maşaallahu la kuvvete illa billah» dese idin olmaz mıydı? eğer malca, evlâdca beni kendinden az görüyorsan

فَعَسَى رَبِّي أَن يُؤْتِيَنِ خَيْرًا مِّن جَنَّتِكَ وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَانًا مِّنَ السَّمَاء فَتُصْبِحَ صَعِيدًا زَلَقًا ﴿٤٠﴾

18/KEHF SURESİ-40. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe asâ rabbî en yu’tiyeni hayran min cennetike ve yursile aleyhâ husbânen mines semâi fe tusbiha saîden zelekâ(zelekan).

ne bilirsin belki rabbım bana senin bağından daha hayırlısını verir, seninkinin üzerine de Semadan bir afet indiriverir de yalçın bir toprak olakalır

أَوْ يُصْبِحَ مَاؤُهَا غَوْرًا فَلَن تَسْتَطِيعَ لَهُ طَلَبًا ﴿٤١﴾

18/KEHF SURESİ-41. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ev yusbiha mâuhâ gavran fe len testetîa lehu talebâ(taleben).

Yahûd suyu çekiliverir de bir daha onu aramakla bulamazsın

وَأُحِيطَ بِثَمَرِهِ فَأَصْبَحَ يُقَلِّبُ كَفَّيْهِ عَلَى مَا أَنفَقَ فِيهَا وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَى عُرُوشِهَا وَيَقُولُ يَا لَيْتَنِي لَمْ أُشْرِكْ بِرَبِّي أَحَدًا ﴿٤٢﴾

18/KEHF SURESİ-42. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve uhîta bi semerihî fe asbeha yukallibu keffeyhi alâ mâ enfeka fîhâ ve hiye hâviyetun alâ urûşihâ ve yekûlu yâ leytenî lem uşrik bi rabbî ehadâ(ehaden).

Derken bütün serveti istîlâ ediliverdi, bunun üzerine ona yaptığı masraflara karşı avuçlarını oğuşturup kaldı, o, çardakları üzerine çökmüş kalmıştı, ah, diyordu, nolaydım rabbıma hiç bir şerik koşmamış olaydım

وَلَمْ تَكُن لَّهُ فِئَةٌ يَنصُرُونَهُ مِن دُونِ اللَّهِ وَمَا كَانَ مُنتَصِرًا ﴿٤٣﴾

18/KEHF SURESİ-43. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lem tekun lehu fietun yansurûnehu min dûnillâhi ve mâ kâne muntesirâ(muntesiran).

Allahdan başka yardım edecek bir cemaati de olmadı, kendi kendine de kurtaramadı

هُنَالِكَ الْوَلَايَةُ لِلَّهِ الْحَقِّ هُوَ خَيْرٌ ثَوَابًا وَخَيْرٌ عُقْبًا ﴿٤٤﴾

18/KEHF SURESİ-44. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hunâlikel velâyetu lillâhil hakkı, huve hayrun sevâben ve hayrun ukbâ(ukben).

İşte burada velâyet elhak, Allahındır, o sevabca da hayır, ukbaca da hayırdır

وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا كَمَاء أَنزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَاء فَاخْتَلَطَ بِهِ نَبَاتُ الْأَرْضِ فَأَصْبَحَ هَشِيمًا تَذْرُوهُ الرِّيَاحُ وَكَانَ اللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ مُّقْتَدِرًا ﴿٤٥﴾

18/KEHF SURESİ-45. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vadrıb lehum meselel hayâtid dunyâ ke mâin enzelnâhu mines semâi fahteleta bihî nebâtul ardı fe asbeha heşîmen tezrûhur riyâhu, ve kânallâhu alâ kulli şey'in muktedirâ(muktediran).

Onlara Dünya hayatın meselini de şöyle yap: Sanki bir su, onu Semadan indirmişiz, derken onunla Arzın nebatâtı birbirine karışmış, derken bir çöp kırıntısı olmuştur, rüzgârlar onu savurur gider, Allah her şey'e muktedir bulunuyor

الْمَالُ وَالْبَنُونَ زِينَةُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِندَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ أَمَلًا ﴿٤٦﴾

18/KEHF SURESİ-46. AYET (Meâlleri Kıyasla): El mâlu vel benûne zînetul hayâtid dunyâ, vel bâkıyâtus sâlihâtu hayrun inde rabbike sevâben ve hayrun emelâ(emelen).

o mal ve oğullar Dünya hayatın ziynetidir, bâkı kalacak salih ameller ise Rabbının ındinde sevabca da hayırlıdır, emelce de hayırlıdır

وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْأَرْضَ بَارِزَةً وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ أَحَدًا ﴿٤٧﴾

18/KEHF SURESİ-47. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve yevme nuseyyirul cibâle ve terâl arda bârizeten ve haşernâhum fe lem nugâdir minhum ehadâ(ehaden).

Düşün o günü ki dağları yürütürüz, Arzı görürsün çırçıplak ve onları hep mahşere toplamışızdır da hiç bir kimse bırakmamışızdır

وَعُرِضُوا عَلَى رَبِّكَ صَفًّا لَّقَدْ جِئْتُمُونَا كَمَا خَلَقْنَاكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ بَلْ زَعَمْتُمْ أَلَّن نَّجْعَلَ لَكُم مَّوْعِدًا ﴿٤٨﴾

18/KEHF SURESİ-48. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve uridû alâ rabbike saffâ(saffen), lekad ci'tumûnâ kemâ halaknâkum evvele merratin, bel zeamtum ellen nec'ale lekum mev'ıdâ(mev'ıden).

Ve hepsi saffolarak Rabbına arz edilmişlerdir, işte buyurur celâlim hakkı için ilk def'a yarattığımız gibi bize geldiniz, fakat size hiç bir mev'id yapmıyacağız zuummetmiştiniz değilmi

وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِمِينَ مُشْفِقِينَ مِمَّا فِيهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هَذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغِيرَةً وَلَا كَبِيرَةً إِلَّا أَحْصَاهَا وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِرًا وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ أَحَدًا ﴿٤٩﴾

18/KEHF SURESİ-49. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve vudıal kitâbu fe terâl mucrimîne muşfikîne mimmâ fîhi ve yekûlûne yâ veyletenâ mâ li hâzâl kitâbi lâ yugâdiru sagîraten ve lâ kebîraten illâ ahsâhâ, ve vecedû mâ amilû hâdırâ(hâdıran), ve lâ yazlimu rabbuke ehadâ(ehaden).

Defter de konulmuştur, artık o mücrimleri görürsün bulundukları haileden halecanlar içinde titreşiyor ve diyorlardır: «Eyvah bize! bu defter de ne acayib ne küçük komuş ne büyük hepsini zaptetmiş» ve bütün yaptıklarını hazır bulmuşlardır, Rabbın kimseye zulmetmez

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ أَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُ أَوْلِيَاء مِن دُونِي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّ بِئْسَ لِلظَّالِمِينَ بَدَلًا ﴿٥٠﴾

18/KEHF SURESİ-50. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâne minel cinni fe feseka an emri rabbihî, e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum aduvvun, bi'se liz zâlimîne bedelâ(bedelen).

Yine düşün o vakıt ki Melâikeye Âdem için secde edin demiştik hemen secde ettiler, ancak İblis, Cinden idi de Rabbının emrinden çıktı, ya şimdi siz beni bırakıp da onu ve zürriyyetini kendinize evliya mı ittihaz ediyorsunuz onlar size öyle düşman iken? zalimler için ne fena bedel

مَا أَشْهَدتُّهُمْ خَلْقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَا خَلْقَ أَنفُسِهِمْ وَمَا كُنتُ مُتَّخِذَ الْمُضِلِّينَ عَضُدًا ﴿٥١﴾

18/KEHF SURESİ-51. AYET (Meâlleri Kıyasla): Mâ eşhedtuhum halkas semâvâti vel ardı ve lâ halka enfusihim ve mâ kuntu muttehızel mudıllîne adudâ(aduden).

Ben onları ne Göklerin ve Yerin yaradılışına ne de kendilerinin yaradılışına şâhid kılmadım ve hiç bir zaman mudılleri kol tutmuş değilim

وَيَوْمَ يَقُولُ نَادُوا شُرَكَائِيَ الَّذِينَ زَعَمْتُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَجِيبُوا لَهُمْ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُم مَّوْبِقًا ﴿٥٢﴾

18/KEHF SURESİ-52. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve yevme yekûlu nâdû şurakâiyellezîne zeamtum fe deavhum fe lem yestecibû lehum ve cealnâ beynehum mevbikâ(mevbikan).

Ve o gün ki diyecek: «Ünleyin bakalım o zuumettiğiniz şeriklerime» derken onlara çağırmışlar yalvarmışlardır fakat kendilerine icabet etmemişlerdir ve aralarına biz bir mehleke koymuşuzdur

وَرَأَى الْمُجْرِمُونَ النَّارَ فَظَنُّوا أَنَّهُم مُّوَاقِعُوهَا وَلَمْ يَجِدُوا عَنْهَا مَصْرِفًا ﴿٥٣﴾

18/KEHF SURESİ-53. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve rael mucrimûnen nâre fe zannû ennehum muvâkıûhâ ve lem yecidû anhâ masrifâ(masrifen).

Ve mücrimler ateşi görmüş, artık ona düşeceklerini anlamışlardır da ondan savuşacak bir yer bulamamışlardır

وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَذَا الْقُرْآنِ لِلنَّاسِ مِن كُلِّ مَثَلٍ وَكَانَ الْإِنسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا ﴿٥٤﴾

18/KEHF SURESİ-54. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lekad sarrafnâ fî hâzâl kur'âni lin nâsi min kulli meselin, ve kânel insânu eksere şey'in cedelâ(cedelen).

Şanım hakkı için, hakikat, biz bu Kur'anda insanlara ibret olacak her türlü meselden tasriyf yapmışızdır, insan ise her şeyin cedelce ekseri olmuştur

وَمَا مَنَعَ النَّاسَ أَن يُؤْمِنُوا إِذْ جَاءهُمُ الْهُدَى وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ إِلَّا أَن تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ أَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلًا ﴿٥٥﴾

18/KEHF SURESİ-55. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ menean nâse en yu’minû iz câe humul hudâ ve yestagfirû rabbehum illâ en te’tiyehum sunnetul evvelîne ev ye’tiyehumul azâbu kubulâ(kubulen).

Kendilerine doğru yolu gösteren peygamber geldiği halde insanları iman etmekten ve günahlarının mağrifetini istemekten alıkoyan da başka değil, ancak kendilerine evvelkilerin sünneti gelmesi veya Âhıret azâbının gözleri önüne gelmesi kazıyyesidir

وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ وَيُجَادِلُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَمَا أُنذِرُوا هُزُوًا ﴿٥٦﴾

18/KEHF SURESİ-56. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîne, ve yucâdilullezîne keferû bil bâtılı li yudhıdû bihil hakka vettehazû âyâtî ve mâ unzirû huzuvâ(huzuven).

Halbuki biz gönderdiğimiz Peygamberleri ancak mübeşşir ve münzir olmak üzere göndeririz, küfredenler ise hakkı bâtılla kaydırmak için mücadele ediyorlar âyetlerimizi ve kendilerine edilen inzârı eğlence yerine tuttular

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ فَأَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ إِنَّا جَعَلْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَن يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا وَإِن تَدْعُهُمْ إِلَى الْهُدَى فَلَن يَهْتَدُوا إِذًا أَبَدًا ﴿٥٧﴾

18/KEHF SURESİ-57. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men azlemu mimmen zukkire bi âyâti rabbihî fe a’rada anhâ ve nesiye mâ kaddemet yedâhu, innâ cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran) ve in ted’uhum ilâl hudâ fe len yehtedû izen ebedâ(ebeden).

O kimseden daha zâlim de kim olabilir ki: Rabbının âyâtı ile nasıhat edilmiştir de onlardan yüz çevirmiş ve ellerinin takdim ettiği şeyleri unutmuştur; çünkü biz onların kalbleri üzerine onu iyi anlamalarına mani bir takım kabuklar ve kulaklarına bir ağırlık koymuşuzdur, sen onları doğru yola çağırsan da o halde onlar ebeden yola gelmezler

وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُو الرَّحْمَةِ لَوْ يُؤَاخِذُهُم بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَ بَل لَّهُم مَّوْعِدٌ لَّن يَجِدُوا مِن دُونِهِ مَوْئِلًا ﴿٥٨﴾

18/KEHF SURESİ-58. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve rabbukel gafûru zur rahmeti, lev yuâhızuhum bi mâ kesebû le accele lehumul azâb(azâbe), bel lehum mev’ıdun len yecidû min dûnihî mev’ilâ(mev’ilen).

Hem o mağrifeti çok rahmet sahibi rabbın onları kesibleriyle derhal muâhaze ediverecek olsa idi haklarında azâbı elbette ta'cil buyururdu, fakat onlar için bir mîy'âd vardır ki o gelince hiç bir çare-i necat bulamazlar

وَتِلْكَ الْقُرَى أَهْلَكْنَاهُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَعَلْنَا لِمَهْلِكِهِم مَّوْعِدًا ﴿٥٩﴾

18/KEHF SURESİ-59. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve tilkel kurâ ehleknâhum lemmâ zalemû ve cealnâ li mehlikihim mev’ıdâ(mev’ıden).

Daha o memleketler ki biz onları zulmettiklerinde helâk etmişiz ve helâklarıne bir mîy'âd ta'yin eylemişiz

وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِفَتَاهُ لَا أَبْرَحُ حَتَّى أَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ أَوْ أَمْضِيَ حُقُبًا ﴿٦٠﴾

18/KEHF SURESİ-60. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve iz kâle mûsâ li fetâhu lâ ebrahu hattâ ebluga mecmeal bahrayni ev emdıye hukubâ(hukuben).

Bir vakit de Musâ fetâsına demişti ki: durmıyacağım tâ iki denizin cemolduğu yere kadar varacağım, yâhud senelerce gideceğim

فَلَمَّا بَلَغَا مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا نَسِيَا حُوتَهُمَا فَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ سَرَبًا ﴿٦١﴾

18/KEHF SURESİ-61. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe lemmâ belega mecmea beynihimâ nesiyâ hûtehumâ fettehaze sebîlehu fîl bahri serabâ(seraben).

Bunun üzerine ikisi bir vaktaki iki deniz arasının cemolduğu yere vardılar balıklarını unuttular o vakıt o, denizde bir deliğe yolunu tutmuştu

فَلَمَّا جَاوَزَا قَالَ لِفَتَاهُ آتِنَا غَدَاءنَا لَقَدْ لَقِينَا مِن سَفَرِنَا هَذَا نَصَبًا ﴿٦٢﴾

18/KEHF SURESİ-62. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe lemmâ câvezâ kâle li fetâhu âtinâ gadâenâ lekad lekînâ min seferinâ hâzâ nasabâ(nasaben).

Bu sûretle vakta ki geçtiler fetâsına getir, dedi: Kuşluk yemeğimizi, hakikaten biz bu seferimizden yorgunluğa giriftar olduk

قَالَ أَرَأَيْتَ إِذْ أَوَيْنَا إِلَى الصَّخْرَةِ فَإِنِّي نَسِيتُ الْحُوتَ وَمَا أَنسَانِيهُ إِلَّا الشَّيْطَانُ أَنْ أَذْكُرَهُ وَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ عَجَبًا ﴿٦٣﴾

18/KEHF SURESİ-63. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle e raeyte iz eveynâ ilâs sahrati fe innî nesîtul hût(hûte), ve mâ ensânîhu illâş şeytânu en ezkurehu, vettehaze sebîlehu fîl bahri acebâ(aceben).

Gördünmü? dedi: kayaya sığındığımız vakıt doğrusu ben balığı unuttum, ve bana onu söylememi her halde Şeytan unutturdu, o âcayib bir sûrette denizdeki yolunu tutmuştu

قَالَ ذَلِكَ مَا كُنَّا نَبْغِ فَارْتَدَّا عَلَى آثَارِهِمَا قَصَصًا ﴿٦٤﴾

18/KEHF SURESİ-64. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle zâlike mâ kunnâ nebgı ferteddâ alâ âsârihimâ kasasâ(kasasan).

İşte dedi: aradığımız o ya, bunun üzerine izlerini ta'kıb ederek gerisin geri döndüler

فَوَجَدَا عَبْدًا مِّنْ عِبَادِنَا آتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِندِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِن لَّدُنَّا عِلْمًا ﴿٦٥﴾

18/KEHF SURESİ-65. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe vecedâ abden min ibâdinâ âteynâhu rahmeten min indinâ ve allemnâhu min ledunnâ ilmâ(ilmen).

Derken kullarımızdan bir kul buldular ki biz ona nezdimizden bir rahmet vermiş ve ledünnimizden bir ılim öğretmiştik

قَالَ لَهُ مُوسَى هَلْ أَتَّبِعُكَ عَلَى أَن تُعَلِّمَنِ مِمَّا عُلِّمْتَ رُشْدًا ﴿٦٦﴾

18/KEHF SURESİ-66. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle lehu mûsâ hel ettebiuke alâ en tuallimeni mimmâ ullimte ruşdâ(ruşden).

Musâ, ona öğretildiğin ılimden bana bir rüşd öğretmen şartiyle sana ittiba edebilirmiyim? dedi

قَالَ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا ﴿٦٧﴾

18/KEHF SURESİ-67. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle inneke len testetîa maiye sabrâ(sabran).

Doğrusu, dedi: sen benimle sabredemezsin

وَكَيْفَ تَصْبِرُ عَلَى مَا لَمْ تُحِطْ بِهِ خُبْرًا ﴿٦٨﴾

18/KEHF SURESİ-68. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve keyfe tesbiru alâ mâ lem tuhıt bihî hubrâ(hubran).

Havsalanın almadığı şey'e nasıl sabredeceksin?

قَالَ سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ صَابِرًا وَلَا أَعْصِي لَكَ أَمْرًا ﴿٦٩﴾

18/KEHF SURESİ-69. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle se tecidunî inşâallahu sâbiran ve lâ a’sî leke emrâ(emren).

İnşaallah dedi: beni sabırlı bulacaksın ve senin hiç bir emrine âsı olmam

قَالَ فَإِنِ اتَّبَعْتَنِي فَلَا تَسْأَلْنِي عَن شَيْءٍ حَتَّى أُحْدِثَ لَكَ مِنْهُ ذِكْرًا ﴿٧٠﴾

18/KEHF SURESİ-70. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle fe initteba’tenî fe lâ tes’elnî an şey’in hattâ uhdise leke minhu zikrâ(zikren).

O halde dedi: eğer bana tabi olacaksan bana hiç bir şeyden suâl etme tâ ben sana ondan bir söz açıncıya kadar

فَانطَلَقَا حَتَّى إِذَا رَكِبَا فِي السَّفِينَةِ خَرَقَهَا قَالَ أَخَرَقْتَهَا لِتُغْرِقَ أَهْلَهَا لَقَدْ جِئْتَ شَيْئًا إِمْرًا ﴿٧١﴾

18/KEHF SURESİ-71. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fentalakâ, hattâ izâ rakibâ fîs sefîneti harakahâ kâle e haraktehâ li tugrika ehlehâ, lekad ci’te şey’en imrâ(imren).

Bunun üzerine ikisi bir gittiler, nihayet gemiye bindiklerinde tuttu gemiyi yaraladı, â, dedi: ehalisini gark etmek için mi yaralandın onu? Alimallah müdhiş bir şey yaptın

قَالَ أَلَمْ أَقُلْ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا ﴿٧٢﴾

18/KEHF SURESİ-72. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle e lem ekul inneke len testetîa maiye sabrâ(sabran).

Demedim mi, dedi: doğrusu sen benimle sabredemezsin?

قَالَ لَا تُؤَاخِذْنِي بِمَا نَسِيتُ وَلَا تُرْهِقْنِي مِنْ أَمْرِي عُسْرًا ﴿٧٣﴾

18/KEHF SURESİ-73. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle lâ tuâhıznî bimâ nesîtu ve lâ turhıknî min emrî usrâ(usren).

Beni dedi: unuttuğumla muâhaze etme ve bana bu işimden dolayı güçlük çıkarma

فَانطَلَقَا حَتَّى إِذَا لَقِيَا غُلَامًا فَقَتَلَهُ قَالَ أَقَتَلْتَ نَفْسًا زَكِيَّةً بِغَيْرِ نَفْسٍ لَّقَدْ جِئْتَ شَيْئًا نُّكْرًا ﴿٧٤﴾

18/KEHF SURESİ-74. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fentalekâ, hattâ izâ lekıyâ gulâmen fe katelehu kâle e katelte nefsen zekiyyeten bi gayri nefsin, lekad ci’te şey’en nukrâ(nukren).

Yine gittiler, nihayet bir oğlana rast geldiler tuttu onu öldürüverdi, â! dedi: tertemiz bir nefsi bir nefis mukabili olmaksızın öldürdün mü? alimallah çok münker bir şey yaptın

قَالَ أَلَمْ أَقُل لَّكَ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِي صَبْرًا ﴿٧٥﴾

18/KEHF SURESİ-75. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle e lem ekul leke inneke len testetîa maıye sabrâ(sabran).

doğrusu sen benimle sabredemezsin demedim mi sana? dedi

قَالَ إِن سَأَلْتُكَ عَن شَيْءٍ بَعْدَهَا فَلَا تُصَاحِبْنِي قَدْ بَلَغْتَ مِن لَّدُنِّي عُذْرًا ﴿٧٦﴾

18/KEHF SURESİ-76. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle in seeltuke an şey’in ba’dehâ fe lâ tusâhıbnî, kad belagte min ledunnî uzrâ(uzren).

Eğer, dedi: bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana musahib olma, doğrusu tarafımdan son özre erdin

فَانطَلَقَا حَتَّى إِذَا أَتَيَا أَهْلَ قَرْيَةٍ اسْتَطْعَمَا أَهْلَهَا فَأَبَوْا أَن يُضَيِّفُوهُمَا فَوَجَدَا فِيهَا جِدَارًا يُرِيدُ أَنْ يَنقَضَّ فَأَقَامَهُ قَالَ لَوْ شِئْتَ لَاتَّخَذْتَ عَلَيْهِ أَجْرًا ﴿٧٧﴾

18/KEHF SURESİ-77. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fentalekâ, hattâ izâ eteyâ ehle karyetinistat’amâ ehlehâ fe ebev en yudayyifûhumâ fe vecedâ fîhâ cidâren yurîdu en yenkadda fe ekâmehu, kâle lev şi’te lettehazte aleyhi ecrâ(ecren).

Bunun üzerine yine gittiler, nihayet bir karyenin ehline vardılar ki bunları müsafir etmekten imtina ettiler, derken orada yıkılmak isteyen bir divar buldular, tuttu onu doğrultuverdi, isteseydin, dedi: her halde buna karşı bir ücret alırdın

قَالَ هَذَا فِرَاقُ بَيْنِي وَبَيْنِكَ سَأُنَبِّئُكَ بِتَأْوِيلِ مَا لَمْ تَسْتَطِع عَّلَيْهِ صَبْرًا ﴿٧٨﴾

18/KEHF SURESİ-78. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle hâzâ firâku beynî ve beynike, se unebbiuke bi te’vîli mâ lem testetı’ aleyhi sabrâ(sabran).

İşte dedi: bu, seninle benim aramın ayrılması. Sana o sabredemediğin şeylerin te'vilini haber vereyim.

أَمَّا السَّفِينَةُ فَكَانَتْ لِمَسَاكِينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ فَأَرَدتُّ أَنْ أَعِيبَهَا وَكَانَ وَرَاءهُم مَّلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَفِينَةٍ غَصْبًا ﴿٧٩﴾

18/KEHF SURESİ-79. AYET (Meâlleri Kıyasla): Emmâs sefînetu fe kânet li mesâkîne ya’melûne fîl bahri fe eradtu en eîbehâ ve kâne verâehum melikun ye’huzu kulle sefînetin gasbâ(gasben).

Evvelâ gemi, denizde çalışan bir takım biçarelerin idi, ben onu ayıblandırmak istedim ki: ötelerinde bir Melik vardı, her sağlam gemiyi gasben alıyordu

وَأَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ أَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ فَخَشِينَا أَن يُرْهِقَهُمَا طُغْيَانًا وَكُفْرًا ﴿٨٠﴾

18/KEHF SURESİ-80. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve emmâl gulâmu fe kâne ebevâhu mu’mineyni fe haşînâ en yurhikahumâ tugyânen ve kufrâ(kufren).

Oğlana gelince: ebeveyni mü'minlerdi, onun için bunları tuğyan ve küfrile sarmasından sakındık da

فَأَرَدْنَا أَن يُبْدِلَهُمَا رَبُّهُمَا خَيْرًا مِّنْهُ زَكَاةً وَأَقْرَبَ رُحْمًا ﴿٨١﴾

18/KEHF SURESİ-81. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe eradnâ en yubdilehumâ rabbuhumâ hayran minhu zekâten ve akrabe ruhmâ(ruhmen).

istedik ki kendilerinin rabbı ona bedel bunlara temizlikçe daha hayırlısını ve merhametce daha yakınını versin

وَأَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَتِيمَيْنِ فِي الْمَدِينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنزٌ لَّهُمَا وَكَانَ أَبُوهُمَا صَالِحًا فَأَرَادَ رَبُّكَ أَنْ يَبْلُغَا أَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنزَهُمَا رَحْمَةً مِّن رَّبِّكَ وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ أَمْرِي ذَلِكَ تَأْوِيلُ مَا لَمْ تَسْطِع عَّلَيْهِ صَبْرًا ﴿٨٢﴾

18/KEHF SURESİ-82. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve emmâl cidâru fe kâne li gulâmeyni yetîmeyni fîl medîneti ve kâne tahtehu kenzun lehumâ ve kâne ebûhumâ sâlihan, fe erâde rabbuke en yeblugâ eşuddehumâ ve yestahricâ kenzehumâ rahmeten min rabbike ve mâ fealtuhu an emrî, zâlike te’vîlu mâ lem testı’ aleyhi sabrâ(sabran).

Gelelim divara: şehir de iki yetîm oğlanın idi, altında onlar için saklanmış bir defîne vardı ve babaları salih bir zat idi, onun için rabbın irade buyurdu ki ikisi de rüştlerine ersinler ve defînelerini çıkarsınlar, hep bunlar rabbından bir rahmet olarakdır ve ben hiç birini kendi re'yimden yapmadım ve işte senin sabredemediğin şeylerin te'vili

وَيَسْأَلُونَكَ عَن ذِي الْقَرْنَيْنِ قُلْ سَأَتْلُو عَلَيْكُم مِّنْهُ ذِكْرًا ﴿٨٣﴾

18/KEHF SURESİ-83. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve yes’elûneke an zîl karneyn(karneyni), kul se etlû aleykum minhu zikrâ(zikren).

Bir de sana Zülkarneynden suâl ediyorlar, de ki size ondan bir yadigâr okuyacağım

إِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْأَرْضِ وَآتَيْنَاهُ مِن كُلِّ شَيْءٍ سَبَبًا ﴿٨٤﴾

18/KEHF SURESİ-84. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnâ mekkennâ lehu fîl ardı ve âteynâhu min kulli şey’in sebebâ(sebeben).

Biz onun için Arzda bir müknet hazırladık ve ona her şeyden bir sebeb verdik

فَأَتْبَعَ سَبَبًا ﴿٨٥﴾

18/KEHF SURESİ-85. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe etbea sebebâ(sebeben).

Derken bir sebebi ta'kıb etti

حَتَّى إِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ فِي عَيْنٍ حَمِئَةٍ وَوَجَدَ عِندَهَا قَوْمًا قُلْنَا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ إِمَّا أَن تُعَذِّبَ وَإِمَّا أَن تَتَّخِذَ فِيهِمْ حُسْنًا ﴿٨٦﴾

18/KEHF SURESİ-86. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hattâ izâ belega magribeş şemsi vecedehâ tagrubu fî aynin hamietin ve vecede indehâ kavmen, kulnâ yâ zel karneyni immâ en tuazzibe ve immâ en tettehıze fîhim husnâ(husnen).

Tâ gün batıya vardığı vakit onu balçıkla bir gözde gurub ediyor buldu, bir de bunun yanında bir kavim buldu, dedik ki: ey Zülkarneyn! ya ta'zib edersin veya haklarında bir güzellik ittihaz eylersin

قَالَ أَمَّا مَن ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ ثُمَّ يُرَدُّ إِلَى رَبِّهِ فَيُعَذِّبُهُ عَذَابًا نُّكْرًا ﴿٨٧﴾

18/KEHF SURESİ-87. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle emmâ men zaleme fe sevfe nuazzibuhu summe yuraddu ilâ rabbihî fe yuazzibuhu azâben nukrâ(nukren).

Dedi: her kim haksızlık ederse onu muhakkak ta'zib ederiz, sonra rabbına iade olunur, o da onu görülmedik bir azâba çeker

وَأَمَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُ جَزَاء الْحُسْنَى وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ أَمْرِنَا يُسْرًا ﴿٨٨﴾

18/KEHF SURESİ-88. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve emmâ men âmene ve amile sâlihan fe lehu cezâenil husnâ ve se nekûlu lehu min emrinâ yusrâ(yusren).

Amma her kim de iyman edip iyi bir iş tutarsa buna da mükâfat olarak en güzel âkıbet vardır ve ona emrimizden bir kolaylık söyleriz

ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا ﴿٨٩﴾

18/KEHF SURESİ-89. AYET (Meâlleri Kıyasla): Summe etbea sebebâ(sebeben).

Sonra da bir sebebi ta'kıb etti

حَتَّى إِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَطْلُعُ عَلَى قَوْمٍ لَّمْ نَجْعَل لَّهُم مِّن دُونِهَا سِتْرًا ﴿٩٠﴾

18/KEHF SURESİ-90. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hattâ izâ belega matlıaş şemsi vecedehâ tatluu alâ kavmin lem nec’al lehum min dûnihâ sitrâ(sitren).

Tâ gün doğu cihetine vardığı vakıt onu bir kavm üzerine doğuyor buldu ki onlara güneşin önünden bir siper yapmamıştık

كَذَلِكَ وَقَدْ أَحَطْنَا بِمَا لَدَيْهِ خُبْرًا ﴿٩١﴾

18/KEHF SURESİ-91. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kezâlike, ve kad ehatnâ bimâ ledeyhi hubrâ(hubran).

Böyle, halbuki onun yanında neler vardı temamını biz biliyorduk

ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا ﴿٩٢﴾

18/KEHF SURESİ-92. AYET (Meâlleri Kıyasla): Summe etbea sebebâ(sebeben).

Sonra da diğer bir sebebi ta'kıb etti

حَتَّى إِذَا بَلَغَ بَيْنَ السَّدَّيْنِ وَجَدَ مِن دُونِهِمَا قَوْمًا لَّا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ قَوْلًا ﴿٩٣﴾

18/KEHF SURESİ-93. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hattâ izâ belega beynes seddeyni vecede min dûnihimâ kavmen lâ yekâdûne yefkahûne kavlâ(kavlen).

Tâ iki sedd arasına vardığı vakit önlerinde bir kavm buldu ki hemen hemen söz anlayacak bir halde değil gibi idiler

قَالُوا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ إِنَّ يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ مُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ فَهَلْ نَجْعَلُ لَكَ خَرْجًا عَلَى أَن تَجْعَلَ بَيْنَنَا وَبَيْنَهُمْ سَدًّا ﴿٩٤﴾

18/KEHF SURESİ-94. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâlû yâ zel karneyni inne ye’cûce ve me’cûce mufsidûne fîl ardı fe hel nec’alu leke harcen alâ en tec’ale beynenâ ve beynehum seddâ(sedden).

Dediler ki ey Zülkarneyn! haberin olsun Ye'cuc ile Me'cuc bu Arzda fesad yapıp duruyorlar, onun için onlarla bizim aramıza bir sed yapman şartile sana biz bir harc versek olur mu?

قَالَ مَا مَكَّنِّي فِيهِ رَبِّي خَيْرٌ فَأَعِينُونِي بِقُوَّةٍ أَجْعَلْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ رَدْمًا ﴿٩٥﴾

18/KEHF SURESİ-95. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle mâ mekkennî fîhi rabbî hayrun fe eînûnî bi kuvvetin ec’al beynekum ve beynehum radmâ(radmen).

Dedi ki: rabbımın beni içinde bulundurduğu iktidar çok hayırlıdır. Haydin siz bana kuvvet ile yardım edin de ben onlarla sizin aranıza bir redim yapayım

آتُونِي زُبَرَ الْحَدِيدِ حَتَّى إِذَا سَاوَى بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ قَالَ انفُخُوا حَتَّى إِذَا جَعَلَهُ نَارًا قَالَ آتُونِي أُفْرِغْ عَلَيْهِ قِطْرًا ﴿٩٦﴾

18/KEHF SURESİ-96. AYET (Meâlleri Kıyasla): Atûnî zuberal hadîdi, hattâ izâ sâvâ beynes sadafeyni kâlenfuhû, hattâ izâ cealehu nâran kâle âtûnî ufrig aleyhi kıtrâ(kıtran).

Bana demir kütleleri getirin, tam iki ucu denkleştirdiği vakit körükleyin dedi, tam onu bir ateş haline koyduğu vakit getirin bana dedi: üzerine erimiş bakır dökeyim

فَمَا اسْطَاعُوا أَن يَظْهَرُوهُ وَمَا اسْتَطَاعُوا لَهُ نَقْبًا ﴿٩٧﴾

18/KEHF SURESİ-97. AYET (Meâlleri Kıyasla): Femâstâû en yazherûhu ve mâstetâû lehu nakbâ(nakben).

Artık onu ne aşabilirler ne de delebilirler

قَالَ هَذَا رَحْمَةٌ مِّن رَّبِّي فَإِذَا جَاء وَعْدُ رَبِّي جَعَلَهُ دَكَّاء وَكَانَ وَعْدُ رَبِّي حَقًّا ﴿٩٨﴾

18/KEHF SURESİ-98. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle hâzâ rahmetun min rabbî, fe izâ câe va’du rabbî cealehu dekkâe, ve kâne va’du rabbî hakkâ(hakkan).

Bu, dedi: rabbımdan bir rahmettir, rabbımın va'di vakit de onu düm düz edecektir, rabbımın va'di hakkoldu

وَتَرَكْنَا بَعْضَهُمْ يَوْمَئِذٍ يَمُوجُ فِي بَعْضٍ وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَجَمَعْنَاهُمْ جَمْعًا ﴿٩٩﴾

18/KEHF SURESİ-99. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve teraknâ ba’dahum yevme izin yemûcu fî ba’dın ve nufiha fîs sûri fe cema’nâhum cem’â(cem’an).

Ve o gün onları bırakıvermişizdir, bir kısmı diğerinin içinde dalgalanıyorlar, Sura da üfürülmüştür, artık hepsini toplamış da toplamışızdır

وَعَرَضْنَا جَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ لِّلْكَافِرِينَ عَرْضًا ﴿١٠٠﴾

18/KEHF SURESİ-100. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve aradnâ cehenneme yevme izin lil kâfirîne ardâ(ardan).

Ve Cehennemi o gün kâfirlere bir gösteriş göstermişizdir

الَّذِينَ كَانَتْ أَعْيُنُهُمْ فِي غِطَاء عَن ذِكْرِي وَكَانُوا لَا يَسْتَطِيعُونَ سَمْعًا ﴿١٠١﴾

18/KEHF SURESİ-101. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ellezîne kânet a’yunuhum fî gıtâin an zikrî ve kânû lâ yestetîûne sem’â(sem’an).

Onlar ki beni ıhtar eden âyetlerimden gözleri bir gıtâ içinde idi, işitmeğe de tehammül edemiyorlardı

أَفَحَسِبَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَن يَتَّخِذُوا عِبَادِي مِن دُونِي أَوْلِيَاء إِنَّا أَعْتَدْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِرِينَ نُزُلًا ﴿١٠٢﴾

18/KEHF SURESİ-102. AYET (Meâlleri Kıyasla): E fe hasibellezîne keferû en yettehızû ibâdî min dûnî evliyâe, innâ a’tednâ cehenneme lil kâfirîne nuzulâ(nuzulen).

Ya o kâfirler beni bırakıpda kullarıma kendilerine mevlâ ittihaz edeceklerini mi zannettiler, biz Cehennemi o kâfirler için bir konukluk hazırladık

قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ بِالْأَخْسَرِينَ أَعْمَالًا ﴿١٠٣﴾

18/KEHF SURESİ-103. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul hel nunebbiukum bil ahserîne a’mâlâ(a’mâlen).

Size, de: amelleri en ziyade hüsrana gidenleri haber vereyim mi?

الَّذِينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعًا ﴿١٠٤﴾

18/KEHF SURESİ-104. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â(sun’an).

Onlar ki Dünya hayatta saiyleri boşa gitmektedir de kendilerini zannederler: ki cidden güzel san'at yapıyorlar.

أُولَئِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَائِهِ فَحَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَلَا نُقِيمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَزْنًا ﴿١٠٥﴾

18/KEHF SURESİ-105. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).

Bunlar işte o kimselerdir ki rablarının âyetlerine ve lıkasına küfretmişlerdir de hayır namına yaptıkları bütün amelleri heder olmuştur, artık Kıyamet günü biz onlara hiç bir vezin tutturmayız

ذَلِكَ جَزَاؤُهُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُوا وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَرُسُلِي هُزُوًا ﴿١٠٦﴾

18/KEHF SURESİ-106. AYET (Meâlleri Kıyasla): Zâlike cezâuhum cehennemu bimâ keferû vettehazû âyâtî ve rusulî huzuvâ(huzuven).

İşte böyle onların cezaları Cehennemdir, çünkü küfretmişler ve benim âyetlerimi ve Peygamberlerimi eğlence yerine tutmuşlardır

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَانَتْ لَهُمْ جَنَّاتُ الْفِرْدَوْسِ نُزُلًا ﴿١٠٧﴾

18/KEHF SURESİ-107. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti kânet lehum cennâtul firdevsi nuzulâ(nuzulen).

İyman edip salih salih ameller işliyen kimselere gelince: onlar için Firdevs Cennetleri bir konukluk olmuştur

خَالِدِينَ فِيهَا لَا يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلًا ﴿١٠٨﴾

18/KEHF SURESİ-108. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hâlidîne fîhâ lâ yebgûne anhâ hıvelâ(hıvelen).

İçlerinde muhalled olmak üzere kalırlar, onlardan çıkmak istemezler

قُل لَّوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِّكَلِمَاتِ رَبِّي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ أَن تَنفَدَ كَلِمَاتُ رَبِّي وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِهِ مَدَدًا ﴿١٠٩﴾

18/KEHF SURESİ-109. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul lev kânel bahru midâden li kelimâti rabbî le nefidel bahru kable en tenfede kelimâtu rabbî ve lev ci’nâ bi mislihî mededâ(mededen).

De ki: eğer rabbımın kelimâtı için deniz mürekkeb olsa idi her halde rabbımın kelimatı tükenmeden deniz tükenirdi, bir misli de meded getirsek bile

قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَن كَانَ يَرْجُو لِقَاء رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا ﴿١١٠﴾

18/KEHF SURESİ-110. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul innemâ ene beşerun mislukum yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhidun, fe men kâne yercû likâe rabbihî felya’mel amelen sâlihan ve lâ yuşrik bi ıbâdeti rabbihî ehadâ(ehaden).

De ki ben sırf sizin gibi bir beşerim ancak bana şöyle vahyolunuyor: İlâhınız ancak bir tek İlâhdır, onun için her kim râbbının lıkasını arzu ederse salih bir amel işlesin ve rabbının ıbâdetine hiç bir şirk karıştırmasın