KEHF SURESİ Kadri Çelik Meali
Mekke döneminde inmiştir. 28. âyetin Medine döneminde indiği de rivayet edilmiştir. 110 âyettir. Sûre, adını; ilk defa dokuzuncu âyette olmak üzere, birkaç yerde geçen “kehf” kelimesinden almıştır. Kehf, mağara demektir.
الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَنزَلَ عَلَى عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَل لَّهُ عِوَجَا ﴿١﴾
18/KEHF SURESİ-1. AYET (Meâlleri Kıyasla): El hamdulillâhillezî enzele alâ abdihil kitâbe ve lem yec'al lehu ıvecâ(ıvecen).
Hamd, kitabı kulu üzerine indiren ve onda hiç bir çarpıklık kılmayan Allah'a aittir.
قَيِّمًا لِّيُنذِرَ بَأْسًا شَدِيدًا مِن لَّدُنْهُ وَيُبَشِّرَ الْمُؤْمِنِينَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ أَجْرًا حَسَنًا ﴿٢﴾
18/KEHF SURESİ-2. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kayyimen li yunzira be'sen şedîden min ledunhu ve yubeşşirel mu'minînellezîne ya'melûnes sâlihâti enne lehum ecren hasenâ(hasenen).
Dosdoğru (bir kitap) ki, kendi katından şiddetli bir azapla uyarıp korkutmak ve salih amellerde bulunan müminlere kendilerine güzel bir ecir olduğunu müjde vermek için (indirmiştir).
مَاكِثِينَ فِيهِ أَبَدًا ﴿٣﴾
18/KEHF SURESİ-3. AYET (Meâlleri Kıyasla): Mâkisîne fîhi ebedâ(ebeden).
Onlar onda ebedi olarak kalıcıdırlar.
وَيُنذِرَ الَّذِينَ قَالُوا اتَّخَذَ اللَّهُ وَلَدًا ﴿٤﴾
18/KEHF SURESİ-4. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve yunzirellezîne kâlûttehazellâhu veledâ(veleden).
(Bu Kur'an) “Allah çocuk edindi” diyenleri uyarıp korkutmaktadır.
مَّا لَهُم بِهِ مِنْ عِلْمٍ وَلَا لِآبَائِهِمْ كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ إِن يَقُولُونَ إِلَّا كَذِبًا ﴿٥﴾
18/KEHF SURESİ-5. AYET (Meâlleri Kıyasla): Mâ lehum bihî min ilmin ve lâ li âbâihim, keburet kelimeten tahrucu min efvâhihim, in yekûlûne illâ kezibâ(keziben).
Bu konuda ne kendilerinin, ne de babalarının hiç bir bilgisi yoktur. Ağızlarından çıkan söz pek de büyük! Onlar yalandan başkasını söylemiyorlar.
فَلَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَّفْسَكَ عَلَى آثَارِهِمْ إِن لَّمْ يُؤْمِنُوا بِهَذَا الْحَدِيثِ أَسَفًا ﴿٦﴾
18/KEHF SURESİ-6. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe lealleke bâhiun nefseke alâ âsârihim in lem yu'minû bi hâzâl hadîsi esefâ(esefen).
Şimdi onlar bu söze (Kur'an'a) inanmayacak olurlarsa sen, onların peşinde eseflenerek kendini helak mi edeceksin?
إِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْأَرْضِ زِينَةً لَّهَا لِنَبْلُوَهُمْ أَيُّهُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا ﴿٧﴾
18/KEHF SURESİ-7. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnâ cealnâ mâ alâl ardı zîneten lehâ li nebluvehum eyyuhum ahsenu amelâ(amelen).
Şüphesiz biz, onların hangisinin daha güzel davranışta bulunduğunu deneyelim diye yeryüzü üzerindeki şeyleri ona bir süs kıldık.
وَإِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَعِيدًا جُرُزًا ﴿٨﴾
18/KEHF SURESİ-8. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve innâ le câilûne mâ aleyhâ saîden curuzâ(curuzen).
Biz gerçekten (yeryüzü) üzerinde olanları kupkuru çorak bir toprak kılıcılarız.
أَمْ حَسِبْتَ أَنَّ أَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّقِيمِ كَانُوا مِنْ آيَاتِنَا عَجَبًا ﴿٩﴾
18/KEHF SURESİ-9. AYET (Meâlleri Kıyasla): Em hasibte enne ashâbel kehfi ver rakîmi kânû min âyâtinâ acabâ(acaben).
Sen, yoksa Kehf ve Rakim ehlini bizim şaşılacak ayetlerimizden mi sandın?
إِذْ أَوَى الْفِتْيَةُ إِلَى الْكَهْفِ فَقَالُوا رَبَّنَا آتِنَا مِن لَّدُنكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ أَمْرِنَا رَشَدًا ﴿١٠﴾
18/KEHF SURESİ-10. AYET (Meâlleri Kıyasla): İz evâl fityetu ilâl kehfi fe kâlû rabbenâ âtinâ min ledunke rahmeten ve heyyi' lenâ min emrinâ raşedâ(raşeden).
Hani o gençler, mağaraya sığındıkları zaman, demişlerdi ki: “Rabbimiz! Katından bize bir rahmet ver ve bizim için şu işimizden bir kurtuluş yolu hazırla.”
فَضَرَبْنَا عَلَى آذَانِهِمْ فِي الْكَهْفِ سِنِينَ عَدَدًا ﴿١١﴾
18/KEHF SURESİ-11. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe darabnâ alâ âzânihim fîl kehfi sinîne adedâ(adeden).
Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına (bir perde) vurduk.
ثُمَّ بَعَثْنَاهُمْ لِنَعْلَمَ أَيُّ الْحِزْبَيْنِ أَحْصَى لِمَا لَبِثُوا أَمَدًا ﴿١٢﴾
18/KEHF SURESİ-12. AYET (Meâlleri Kıyasla): Summe beasnâhum li na'leme eyyul hızbeyni ahsâ limâ lebisû emedâ(emeden).
Sonra (içlerindeki) iki gruptan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtmek için onları uyandırdık.
نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ نَبَأَهُم بِالْحَقِّ إِنَّهُمْ فِتْيَةٌ آمَنُوا بِرَبِّهِمْ وَزِدْنَاهُمْ هُدًى ﴿١٣﴾
18/KEHF SURESİ-13. AYET (Meâlleri Kıyasla): Nahnu nakussu aleyke nebeehum bil hakkı, innehum fityetun âmenû bi rabbihim ve zidnâhum hudâ(huden).
Biz sana onların haberlerini bir gerçek (olay) olarak aktarmaktayız. Gerçekten onlar, rablerine iman etmiş gençlerdi ve biz de onların hidayetlerini arttırmıştık.
وَرَبَطْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ إِذْ قَامُوا فَقَالُوا رَبُّنَا رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ لَن نَّدْعُوَ مِن دُونِهِ إِلَهًا لَقَدْ قُلْنَا إِذًا شَطَطًا ﴿١٤﴾
18/KEHF SURESİ-14. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve rabatnâ alâ kulûbihim iz kâmû fe kâlû rabbunâ rabbus semâvâti vel ardı len ned'uve min dûnihî ilâhen lekad kulnâ izen şetatâ(şetaten).
Onların kalplerini (sabır ve kararlılıkla) pekiştirmiştik de (krala karşı) kıyam ettiklerinde demişlerdi ki: “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. İlah olarak biz O'ndan başkasına kesinlikle tapmayız, (eğer tersini) söyleyecek olursak, şüphesiz gerçeğin dışına çıkarız.”
هَؤُلَاء قَوْمُنَا اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ آلِهَةً لَّوْلَا يَأْتُونَ عَلَيْهِم بِسُلْطَانٍ بَيِّنٍ فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا ﴿١٥﴾
18/KEHF SURESİ-15. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hâulâi kavmunâttehazû min dûnihî âliheten, lev lâ ye'tûne aleyhim bi sultânin beyyin(beyyinin), fe men azlemu mimmenifterâ alâllâhi kezibâ(keziben).
“Şunlar, bizim kavmimizdir; O'ndan başkasını ilahlar edindiler, onlara apaçık bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Öyleyse Allah'a karşı yalan düzüp uydurandan daha zalim kimdir?”
وَإِذِ اعْتَزَلْتُمُوهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ إِلَّا اللَّهَ فَأْوُوا إِلَى الْكَهْفِ يَنشُرْ لَكُمْ رَبُّكُم مِّن رَّحمته ويُهَيِّئْ لَكُم مِّنْ أَمْرِكُم مِّرْفَقًا ﴿١٦﴾
18/KEHF SURESİ-16. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve izi'tezeltumûhum ve mâ ya'budûne illâllâhe fe'vû ilâl kehfi yenşur lekum rabbukum min rahmetihî ve yuheyyi' lekum min emrikum mirfekâ(mirfekan).
(İçlerinden biri demişti ki:) “Madem siz onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup ayrıldınız, o halde, (dağlara çekilip) mağaraya sığının da Rabbiniz size rahmetinden (bolca bir miktarını) yaysın ve işinizde size bir kolaylık sağlasın.”
وَتَرَى الشَّمْسَ إِذَا طَلَعَت تَّزَاوَرُ عَن كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَإِذَا غَرَبَت تَّقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ فِي فَجْوَةٍ مِّنْهُ ذَلِكَ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ مَن يَهْدِ اللَّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِي وَمَن يُضْلِلْ فَلَن تَجِدَ لَهُ وَلِيًّا مُّرْشِدًا ﴿١٧﴾
18/KEHF SURESİ-17. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve terâş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minhu, zâlike min âyâtillâhi, men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
Baksaydın güneşin doğduğu zaman mağaranın sağ tarafına yöneldiğini, batarken de sol taraftan onları makaslayıp geçtiğini görürdün. Onlar ise, mağaranın geniş bir yerinde idiler. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Allah, kime hidayet verirse, işte hidayet bulan odur; kimi de saptırırsa onun için asla doğru yolu gösterici bir veli bulamazsın.
وَتَحْسَبُهُمْ أَيْقَاظًا وَهُمْ رُقُودٌ وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَذَاتَ الشِّمَالِ وَكَلْبُهُم بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَصِيدِ لَوِ اطَّلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَارًا وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْبًا ﴿١٨﴾
18/KEHF SURESİ-18. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve tahsebuhum eykâzan ve hum rukûdun, ve nukallibuhum zâtel yemîni ve zâteş şimâli, ve kelbuhum bâsitun zirâayhi bil vasîd(vasîdi), levittala'te aleyhim le velleyte minhum firâran ve le muli'te minhum ru'bâ(ru'ben).
Sen onları uyanık sanırdın, oysa onlar (derin bir uykuda) uyuyorlardı. Biz onları sağ yana ve sol yana çeviriyorduk. Onların köpekleri de iki kolunu uzatmış yatmaktaydı. Onları görmüş olsaydın, geri dönüp onlardan kaçardın, onlardan içini korku kaplardı.
وَكَذَلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَاءلُوا بَيْنَهُمْ قَالَ قَائِلٌ مِّنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ قَالُوا رَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَابْعَثُوا أَحَدَكُم بِوَرِقِكُمْ هَذِهِ إِلَى الْمَدِينَةِ فَلْيَنظُرْ أَيُّهَا أَزْكَى طَعَامًا فَلْيَأْتِكُم بِرِزْقٍ مِّنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ أَحَدًا ﴿١٩﴾
18/KEHF SURESİ-19. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kezâlike beasnâhum li yetesâelû beynehum, kâle kâilun minhum kem lebistum, kâlû lebisnâ yevmen ev ba'da yevmin, kâlû rabbukum a'lemu bi mâ lebistum feb'asû ehadekum bi verıkıkum hâzihî ilâl medîneti felyanzur eyyuhâ ezkâ taâmen felye'tikum bi rızkın minhu velyetelattaf ve lâ yuş'ıranne bikum ehadâ(ehaden).
Böylece, birbirlerine sorsunlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: “Ne kadar kaldınız?” Dediler ki: “Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık.” Dediler ki: “Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin, ancak çok dikkatli davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin.”
إِنَّهُمْ إِن يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ أَوْ يُعِيدُوكُمْ فِي مِلَّتِهِمْ وَلَن تُفْلِحُوا إِذًا أَبَدًا ﴿٢٠﴾
18/KEHF SURESİ-20. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnehum in yazherû aleykum yercumûkum ev yuîdûkum fî milletihim ve len tuflihû izen ebedâ(ebeden).
“Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız.”
وَكَذَلِكَ أَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُوا أَنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَأَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ فِيهَا إِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ أَمْرَهُمْ فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِم بُنْيَانًا رَّبُّهُمْ أَعْلَمُ بِهِمْ قَالَ الَّذِينَ غَلَبُوا عَلَى أَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِم مَّسْجِدًا ﴿٢١﴾
18/KEHF SURESİ-21. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kezâlike a'sernâ aleyhim li ya'lemû enne va'dallâhi hakkun ve ennes sâate lâ raybe fîhâ, iz yetenâzeûne beynehum emrehum fe kâlûbnû aleyhim bunyânâ(bunyânen), rabbuhum a'lemu bihim, kâlellezîne galebû alâ emrihim le nettehızenne aleyhim mescidâ(mesciden).
Böylece onları (ülke halkına) duyurduk ki, Allah'ın vaadinin gerçek olduğunu ve kıyametin mutlaka geleceğini v onda asla şüphe olmadığını bilsinler. (Onlar ölünce halk) Kendi aralarında onların durumunu tartışıyorlardı. Bazıları, “Onların üzerine bir bina yapın. Çünkü rableri onları daha iyi bilendir” dediler. Fakat onların işine galip gelenler (padişah ve muvahhitler) ise, “Mutlaka onların üstüne bir Mescid edineceğiz” dediler.
سَيَقُولُونَ ثَلَاثَةٌ رَّابِعُهُمْ كَلْبُهُمْ وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ رَجْمًا بِالْغَيْبِ وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْ قُل رَّبِّي أَعْلَمُ بِعِدَّتِهِم مَّا يَعْلَمُهُمْ إِلَّا قَلِيلٌ فَلَا تُمَارِ فِيهِمْ إِلَّا مِرَاء ظَاهِرًا وَلَا تَسْتَفْتِ فِيهِم مِّنْهُمْ أَحَدًا ﴿٢٢﴾
18/KEHF SURESİ-22. AYET (Meâlleri Kıyasla): Se yekûlûne selâsetun râbiuhum kelbuhum, ve yekûlûne hamsetun sâdisuhum kelbuhum racmen bil gaybi, ve yekûlûne seb'atun ve sâminuhum kelbuhum, kul rabbî a'lemu bi ıddetihim mâ ya'lemuhum illâ kalîl, fe lâ tumâri fîhim illâ mirâen zâhirâ(zâhiren), ve lâ testefti fîhim minhum ehâdâ(ehâden).
(İnsanların kimi,) “Üç kişidir, onların dördüncüsü de köpekleridir” diyorlar. Veya “Beş kişidir, onların altıncısı da köpekleridir” diyorlar. (Bu adeta,) Görülmeyene (gayba) taş atmaktır. Ya da “Yedi kişidir, onların sekizincisi de köpekleridir” diyorlar. De ki: “Rabbim, onların sayısını daha iyi bilir; onları pek az (insan) dışında da kimse bilemez.” Öyleyse onlar hakkında bu bildirilenler dışında tartışmaya girişme ve onlar hakkında bunlardan hiç kimseye bir şey sorma.
وَلَا تَقُولَنَّ لِشَيْءٍ إِنِّي فَاعِلٌ ذَلِكَ غَدًا ﴿٢٣﴾
18/KEHF SURESİ-23. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lâ tekûlenne li şey'in innî fâılun zâlike gadâ(gaden).
Hiç bir şey hakkında, “Ben bunu yarın mutlaka yapacağım” deme.
إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ وَاذْكُر رَّبَّكَ إِذَا نَسِيتَ وَقُلْ عَسَى أَن يَهْدِيَنِ رَبِّي لِأَقْرَبَ مِنْ هَذَا رَشَدًا ﴿٢٤﴾
18/KEHF SURESİ-24. AYET (Meâlleri Kıyasla): İllâ en yeşâallâhu vezkur rabbeke izâ nesîte ve kul asâ en yehdiyeni rabbî li akrabe min hâzâ raşedâ(raşeden).
“Sadece Allah dilerse” (yapacağım, de). Unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: “Umulur ki Rabbim beni, doğruya daha yakın olana hidayet eder.”
وَلَبِثُوا فِي كَهْفِهِمْ ثَلَاثَ مِائَةٍ سِنِينَ وَازْدَادُوا تِسْعًا ﴿٢٥﴾
18/KEHF SURESİ-25. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lebisû fî kehfihim selâse mietin sinîne vezdâdû tis'â(tis'an).
Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar.
قُلِ اللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثُوا لَهُ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ أَبْصِرْ بِهِ وَأَسْمِعْ مَا لَهُم مِّن دُونِهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا يُشْرِكُ فِي حُكْمِهِ أَحَدًا ﴿٢٦﴾
18/KEHF SURESİ-26. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kulillâhu a'lemu bimâ lebisû, lehu gaybus semâvâti vel ard(ardı), ebsır bihî ve esmı', mâ lehum min dûnihî min veliyyin ve lâ yuşriku fî hukmihî ehadâ(ehaden).
De ki: “Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O'nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.”
وَاتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِن كِتَابِ رَبِّكَ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِهِ وَلَن تَجِدَ مِن دُونِهِ مُلْتَحَدًا ﴿٢٧﴾
18/KEHF SURESİ-27. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vetlu mâ ûhıye ileyke min kitâbi rabbike, lâ mubeddile li kelimâtihî ve len tecide min dûnihî multehadâ(multehaden).
Sana Rabbinin kitabından vahyedileni oku. O'nun sözlerini değiştirici yoktur ve O'nun dışında kesin olarak bir sığınak bulamazsın.
وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرِيدُ زِينَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَن ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا ﴿٢٨﴾
18/KEHF SURESİ-28. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vasbır nefseke meallezîne yed'ûne rabbehum bil gadâti vel aşiyyi yurîdûne vechehu ve lâ ta'du aynâke anhum, turîdu zînetel hayâtid dunyâ ve lâ tutı' men agfelnâ kalbehu an zikrinâ vettebea hevâhu ve kâne emruhu furutâ(furutan).
Sen de sabah akşam O'nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte olmaya sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi hevasına uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme.
وَقُلِ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ فَمَن شَاء فَلْيُؤْمِن وَمَن شَاء فَلْيَكْفُرْ إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ نَارًا أَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا وَإِن يَسْتَغِيثُوا يُغَاثُوا بِمَاء كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ بِئْسَ الشَّرَابُ وَسَاءتْ مُرْتَفَقًا ﴿٢٩﴾
18/KEHF SURESİ-29. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kulil hakku min rabbikum fe men şâe felyu'min ve men şâe felyekfur innâ a'tednâ liz zâlimîne nâran ehâta bihim surâdikuhâ, ve in yestegîsû yugâsû bi mâin kel muhli yeşvîl vucûhe, bi'seş şerâb(şerâbu) ve sâet murtefekâ(murtefekan).
Ve de ki: “Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen küfre sapsın. Şüphesiz biz zalimlere bir ateş hazırlamışız ve ateş çadırları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Eğer onlar yardım isterlerse, maden eriyiği gibi yüzleri kavurup yakan bir su ile suvarılırlar. O pek de kötü bir içkidir ve pek de kötü bir dayanaktır.
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ إِنَّا لَا نُضِيعُ أَجْرَ مَنْ أَحْسَنَ عَمَلًا ﴿٣٠﴾
18/KEHF SURESİ-30. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti innâ lâ nudîu ecre men ahsene amelâ(amelen).
Şüphesiz iman edip salih amellerde bulunanlar (var ya), biz gerçekten en güzel davranışta bulunanın ecrini kayba uğratmayız.
أُوْلَئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهِمُ الْأَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِن ذَهَبٍ وَيَلْبَسُونَ ثِيَابًا خُضْرًا مِّن سُندُسٍ وَإِسْتَبْرَقٍ مُّتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ نِعْمَ الثَّوَابُ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقًا ﴿٣١﴾
18/KEHF SURESİ-31. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ulâike lehum cennâtu adnin tecrî min tahtihimul enharu yuhallevne fîhâ min esâvire min zehebin ve yelbesûne siyâben hudran min sundusin ve istebrakın muttekiîne fîhâ alâl erâiki, ni'mes sevâb(sevâbu), ve hasunet murtefekâ(murtefekan).
Altından ırmaklar akan Adn cennetleri onlarındır. Orda altın bileziklerle süslenirler, hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler giyerler ve tahtlar üzerinde kurulup dayanırlar. (Bu) Pek de güzel bir sevap ve pek de güzel bir dayanaktır!
وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلًا رَّجُلَيْنِ جَعَلْنَا لِأَحَدِهِمَا جَنَّتَيْنِ مِنْ أَعْنَابٍ وَحَفَفْنَاهُمَا بِنَخْلٍ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمَا زَرْعًا ﴿٣٢﴾
18/KEHF SURESİ-32. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vadrıb lehum meselen raculeyni cealnâ li ehadihimâ cenneteyni min a'nâbin ve hafefnâhumâ bi nahlin ve cealnâ beynehumâ zer'â(zer'an).
Onlara iki adamın örneğini ver; Onların birine iki üzüm bağı vermiş, bağların çevresini hurma ağaçlarıyla çevirmiş ve iki bağın arasını da ekinlik haline getirmiştik.
كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ آتَتْ أُكُلَهَا وَلَمْ تَظْلِمْ مِنْهُ شَيْئًا وَفَجَّرْنَا خِلَالَهُمَا نَهَرًا ﴿٣٣﴾
18/KEHF SURESİ-33. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kiltel cenneteyni âtet ukulehâ ve lem tazlim minhu şey’en ve feccernâ hılâlehumâ neherâ(neheren).
İki bağ da yemişlerini vermişti, ondan (verim bakımından) hiç bir şeyi noksan bırakmamış ve aralarında da bir ırmak fışkırtmıştık.
وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌ فَقَالَ لِصَاحِبِهِ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَنَا أَكْثَرُ مِنكَ مَالًا وَأَعَزُّ نَفَرًا ﴿٣٤﴾
18/KEHF SURESİ-34. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve kâne lehu semerun, fe kâle li sâhıbihî ve huve yuhâviruhû ene ekseru minke mâlen ve eazzu neferâ(neferen).
(İki adamdan) Birinin başka ürünleri de vardı. Böylelikle onunla konuşurken arkadaşına dedi ki: “Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm.”
وَدَخَلَ جَنَّتَهُ وَهُوَ ظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ قَالَ مَا أَظُنُّ أَن تَبِيدَ هَذِهِ أَبَدًا ﴿٣٥﴾
18/KEHF SURESİ-35. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve dehale cennetehu ve huve zâlimun li nefsihî, kâle mâ ezunnu en tebîde hâzihî ebedâ(ebeden).
Daha sonra bağına girdi ve kendisine zulmederek, “Bunun hiç yok olacağını sanmam” dedi.
وَمَا أَظُنُّ السَّاعَةَ قَائِمَةً وَلَئِن رُّدِدتُّ إِلَى رَبِّي لَأَجِدَنَّ خَيْرًا مِّنْهَا مُنقَلَبًا ﴿٣٦﴾
18/KEHF SURESİ-36. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ ezunnus sâate kâimeten ve le in rudidtu ilâ rabbî le ecidenne hayran minhâ munkalebâ(munkaleben).
“Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Eğer (sözgelişi) Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulurum.”
قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَكَفَرْتَ بِالَّذِي خَلَقَكَ مِن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ سَوَّاكَ رَجُلًا ﴿٣٧﴾
18/KEHF SURESİ-37. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle lehu sâhıbuhu ve huve yuhâviruhû e keferte billezî halakake min turâbin summe min nutfetin summe sevvâke raculâ(raculen).
Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona dedi ki: “Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni bir adam formuna koyanı inkâr mı ettin?”
لَّكِنَّا هُوَ اللَّهُ رَبِّي وَلَا أُشْرِكُ بِرَبِّي أَحَدًا ﴿٣٨﴾
18/KEHF SURESİ-38. AYET (Meâlleri Kıyasla): Lâkinne huvallâhu rabbî ve lâ uşriku bi rabbî ehadâ(ehaden).
“Fakat O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam.”
وَلَوْلَا إِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَاء اللَّهُ لَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللَّهِ إِن تُرَنِ أَنَا أَقَلَّ مِنكَ مَالًا وَوَلَدًا ﴿٣٩﴾
18/KEHF SURESİ-39. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lev lâ iz dehalte cenneteke kulte mâ şâallâhu lâ kuvvete illâ billâh(billâhi), in terani ene ekalle minke mâlen ve veledâ(veleden).
“Sen neden bağına girdiğin zaman, “Maşallah! Allah'tan başka kuvvet yoktur” demedin ki? Eğer beni mal ve çocuk bakımından senden daha az (güçte) görüyorsan…”
فَعَسَى رَبِّي أَن يُؤْتِيَنِ خَيْرًا مِّن جَنَّتِكَ وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَانًا مِّنَ السَّمَاء فَتُصْبِحَ صَعِيدًا زَلَقًا ﴿٤٠﴾
18/KEHF SURESİ-40. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe asâ rabbî en yu’tiyeni hayran min cennetike ve yursile aleyhâ husbânen mines semâi fe tusbiha saîden zelekâ(zelekan).
“Belki Rabbim senin bağından daha hayırlısını bana verir, (seninkinin) üstüne de gökten yakıp yıkan bir afet gönderir de yalçın, çorak bir toprak kesiliverir.”
أَوْ يُصْبِحَ مَاؤُهَا غَوْرًا فَلَن تَسْتَطِيعَ لَهُ طَلَبًا ﴿٤١﴾
18/KEHF SURESİ-41. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ev yusbiha mâuhâ gavran fe len testetîa lehu talebâ(taleben).
“Veya onun suyu dibe göçüverir de böylelikle onu arayıp bulmaya kesinlikle güç yetiremezsin.”
وَأُحِيطَ بِثَمَرِهِ فَأَصْبَحَ يُقَلِّبُ كَفَّيْهِ عَلَى مَا أَنفَقَ فِيهَا وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَى عُرُوشِهَا وَيَقُولُ يَا لَيْتَنِي لَمْ أُشْرِكْ بِرَبِّي أَحَدًا ﴿٤٢﴾
18/KEHF SURESİ-42. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve uhîta bi semerihî fe asbeha yukallibu keffeyhi alâ mâ enfeka fîhâ ve hiye hâviyetun alâ urûşihâ ve yekûlu yâ leytenî lem uşrik bi rabbî ehadâ(ehaden).
(Derken) Onun ürünleri (afetlerle) kuşatılıverdi. Artık o, uğrunda harcadıklarına karşı avuçlarını (esefle) ovuşturup duruyordu. O bağ ürünlerden boşalmış, öylece ıpıssız kalıvermişti. Kendisi de şöyle diyordu: “Keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım!”
وَلَمْ تَكُن لَّهُ فِئَةٌ يَنصُرُونَهُ مِن دُونِ اللَّهِ وَمَا كَانَ مُنتَصِرًا ﴿٤٣﴾
18/KEHF SURESİ-43. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lem tekun lehu fietun yansurûnehu min dûnillâhi ve mâ kâne muntesirâ(muntesiran).
Allah'ın dışında ona yardım edecek bir topluluk yoktu, kendi kendine de yardım edemedi.
هُنَالِكَ الْوَلَايَةُ لِلَّهِ الْحَقِّ هُوَ خَيْرٌ ثَوَابًا وَخَيْرٌ عُقْبًا ﴿٤٤﴾
18/KEHF SURESİ-44. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hunâlikel velâyetu lillâhil hakkı, huve hayrun sevâben ve hayrun ukbâ(ukben).
İşte burada velayet (egemenlik), hak olan Allah'a aittir. O, sevap bakımından daha hayırlı, sonuç bakımından da daha iyidir.
وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا كَمَاء أَنزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَاء فَاخْتَلَطَ بِهِ نَبَاتُ الْأَرْضِ فَأَصْبَحَ هَشِيمًا تَذْرُوهُ الرِّيَاحُ وَكَانَ اللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ مُّقْتَدِرًا ﴿٤٥﴾
18/KEHF SURESİ-45. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vadrıb lehum meselel hayâtid dunyâ ke mâin enzelnâhu mines semâi fahteleta bihî nebâtul ardı fe asbeha heşîmen tezrûhur riyâhu, ve kânallâhu alâ kulli şey'in muktedirâ(muktediran).
Onlara dünya hayatının örneğini de (şöyle) ver: Sanki bir su, onu semadan indirmişiz, derken yeryüzünün bitkileri birbirine karışmış, nihayet rüzgârların savurup götürdüğü bir çöp kırıntısı olmuştur. Allah, her şeyin üzerinde güç sahibidir.
الْمَالُ وَالْبَنُونَ زِينَةُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِندَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ أَمَلًا ﴿٤٦﴾
18/KEHF SURESİ-46. AYET (Meâlleri Kıyasla): El mâlu vel benûne zînetul hayâtid dunyâ, vel bâkıyâtus sâlihâtu hayrun inde rabbike sevâben ve hayrun emelâ(emelen).
Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici süsüdür. kalıcı olan salih davranışlar ise, Rabbinin katında sevap bakımından daha hayırlıdır ve ümit bağlamak bakımından da daha hayırlıdır.
وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْأَرْضَ بَارِزَةً وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ أَحَدًا ﴿٤٧﴾
18/KEHF SURESİ-47. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve yevme nuseyyirul cibâle ve terâl arda bârizeten ve haşernâhum fe lem nugâdir minhum ehadâ(ehaden).
Dağları yürüteceğimiz gün, yeri çırılçıplak (içi boşaltılmış) görürsün; onları bir arada toplamışız da içlerinden hiç birini dışarıda bırakmamışızdır.
وَعُرِضُوا عَلَى رَبِّكَ صَفًّا لَّقَدْ جِئْتُمُونَا كَمَا خَلَقْنَاكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ بَلْ زَعَمْتُمْ أَلَّن نَّجْعَلَ لَكُم مَّوْعِدًا ﴿٤٨﴾
18/KEHF SURESİ-48. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve uridû alâ rabbike saffâ(saffen), lekad ci'tumûnâ kemâ halaknâkum evvele merratin, bel zeamtum ellen nec'ale lekum mev'ıdâ(mev'ıden).
Onlar senin Rabbine sıra sıra sunulurlar. Şüphesiz sizi ilk defa yarattığımız gibi bize gelmiş olursunuz. Hayır, bizim size bir buluşma zamanı tayin etmediğimizi sandınız, değil mi?
وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِمِينَ مُشْفِقِينَ مِمَّا فِيهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هَذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغِيرَةً وَلَا كَبِيرَةً إِلَّا أَحْصَاهَا وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِرًا وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ أَحَدًا ﴿٤٩﴾
18/KEHF SURESİ-49. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve vudıal kitâbu fe terâl mucrimîne muşfikîne mimmâ fîhi ve yekûlûne yâ veyletenâ mâ li hâzâl kitâbi lâ yugâdiru sagîraten ve lâ kebîraten illâ ahsâhâ, ve vecedû mâ amilû hâdırâ(hâdıran), ve lâ yazlimu rabbuke ehadâ(ehaden).
(Önlerine) Kitap konulmuştur; artık suçlu günahkârların, onda olanlardan dolayı dehşetle korkuya kapıldıklarını görürsün. Derler ki: “Eyvahlar bize, bu kitaba ne oluyor ki, küçük büyük her şeyi sayıp döküyor?” Yapıp ettiklerini (önlerinde) hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez.
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ أَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُ أَوْلِيَاء مِن دُونِي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّ بِئْسَ لِلظَّالِمِينَ بَدَلًا ﴿٥٠﴾
18/KEHF SURESİ-50. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâne minel cinni fe feseka an emri rabbihî, e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum aduvvun, bi'se liz zâlimîne bedelâ(bedelen).
Hani meleklere: “Âdem'e secde edin” demiştik de İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. Zalimler için (Allah yerine veli edindikleri şeytan), pek de kötü bir bedeldir!
مَا أَشْهَدتُّهُمْ خَلْقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَا خَلْقَ أَنفُسِهِمْ وَمَا كُنتُ مُتَّخِذَ الْمُضِلِّينَ عَضُدًا ﴿٥١﴾
18/KEHF SURESİ-51. AYET (Meâlleri Kıyasla): Mâ eşhedtuhum halkas semâvâti vel ardı ve lâ halka enfusihim ve mâ kuntu muttehızel mudıllîne adudâ(aduden).
Göklerin ve yerin yaratılışında da kendi nefislerinin yaratılışında da ben onları şahit tutmadım. Ben, saptırıcıları yardımcı güç de edinmedim.
وَيَوْمَ يَقُولُ نَادُوا شُرَكَائِيَ الَّذِينَ زَعَمْتُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَجِيبُوا لَهُمْ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُم مَّوْبِقًا ﴿٥٢﴾
18/KEHF SURESİ-52. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve yevme yekûlu nâdû şurakâiyellezîne zeamtum fe deavhum fe lem yestecibû lehum ve cealnâ beynehum mevbikâ(mevbikan).
O gün (Allah), “Bana ortak sandıklarınızı çağırın” der. Onları çağırırlar, fakat kendilerine cevap vermezler. Biz onların arasında (o gün) helak edici bir düşmanlık kılmışızdır.
وَرَأَى الْمُجْرِمُونَ النَّارَ فَظَنُّوا أَنَّهُم مُّوَاقِعُوهَا وَلَمْ يَجِدُوا عَنْهَا مَصْرِفًا ﴿٥٣﴾
18/KEHF SURESİ-53. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve rael mucrimûnen nâre fe zannû ennehum muvâkıûhâ ve lem yecidû anhâ masrifâ(masrifen).
Suçlu günahkârlar ateşi görmüşlerdir de artık içine kendilerinin gireceklerini de anlamışlardır; ancak ondan bir dönüş yolu bulamazlar.
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَذَا الْقُرْآنِ لِلنَّاسِ مِن كُلِّ مَثَلٍ وَكَانَ الْإِنسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا ﴿٥٤﴾
18/KEHF SURESİ-54. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve lekad sarrafnâ fî hâzâl kur'âni lin nâsi min kulli meselin, ve kânel insânu eksere şey'in cedelâ(cedelen).
Şüphesiz biz, bu Kur'an'da insanlar için çeşit çeşit, her türlü örnekler verdik. (Ama yine de) İnsan, her şeyden çok tartışmacıdır.
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ أَن يُؤْمِنُوا إِذْ جَاءهُمُ الْهُدَى وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ إِلَّا أَن تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ أَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلًا ﴿٥٥﴾
18/KEHF SURESİ-55. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ menean nâse en yu’minû iz câe humul hudâ ve yestagfirû rabbehum illâ en te’tiyehum sunnetul evvelîne ev ye’tiyehumul azâbu kubulâ(kubulen).
Kendilerine hidayet geldiği zaman insanları inanmaktan ve rablerinden bağışlanma dilemelerinden alıkoyan şey, ancak evvelkilerin sünnetinin (akıbetinin) kendilerine de gelmesi ya da kendilerine azabın açıkça gelivermesi (karşısında iman edip kurtulacakları yanılgısı içinde bulunmaları) olmuştur.
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ وَيُجَادِلُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَمَا أُنذِرُوا هُزُوًا ﴿٥٦﴾
18/KEHF SURESİ-56. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîne, ve yucâdilullezîne keferû bil bâtılı li yudhıdû bihil hakka vettehazû âyâtî ve mâ unzirû huzuvâ(huzuven).
Biz peygamberleri ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndeririz. Küfre sapanlar ise, hakkı batıl ile geçersiz kılmak için mücadele ederler. Onlar benim ayetlerimi ve uyarılıp korkutuldukları (azabı) alay konusu edinirler.
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ فَأَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ إِنَّا جَعَلْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَن يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا وَإِن تَدْعُهُمْ إِلَى الْهُدَى فَلَن يَهْتَدُوا إِذًا أَبَدًا ﴿٥٧﴾
18/KEHF SURESİ-57. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve men azlemu mimmen zukkire bi âyâti rabbihî fe a’rada anhâ ve nesiye mâ kaddemet yedâhu, innâ cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran) ve in ted’uhum ilâl hudâ fe len yehtedû izen ebedâ(ebeden).
Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onlara sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdiklerini unutandan daha zalim kimdir? Biz Gerçekten onların kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar.
وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُو الرَّحْمَةِ لَوْ يُؤَاخِذُهُم بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَ بَل لَّهُم مَّوْعِدٌ لَّن يَجِدُوا مِن دُونِهِ مَوْئِلًا ﴿٥٨﴾
18/KEHF SURESİ-58. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve rabbukel gafûru zur rahmeti, lev yuâhızuhum bi mâ kesebû le accele lehumul azâb(azâbe), bel lehum mev’ıdun len yecidû min dûnihî mev’ilâ(mev’ilen).
Senin çok bağışlayan Rabbin rahmet sahibidir. Eğer, kazanmakta olduklarından dolayı onları (azapla) yakalayıverseydi, şüphesiz onlara azabı (bir an önce) çabuklaştırırdı. Hayır, onlar için bir buluşma zamanı vardır, onun dışında asla başka bir sığınak bulamayacaklardır.
وَتِلْكَ الْقُرَى أَهْلَكْنَاهُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَعَلْنَا لِمَهْلِكِهِم مَّوْعِدًا ﴿٥٩﴾
18/KEHF SURESİ-59. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve tilkel kurâ ehleknâhum lemmâ zalemû ve cealnâ li mehlikihim mev’ıdâ(mev’ıden).
O şehirler, zulme saptıkları zaman onları helake uğrattık ve helak oluşları için de bir zaman tayin ettik.
وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِفَتَاهُ لَا أَبْرَحُ حَتَّى أَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ أَوْ أَمْضِيَ حُقُبًا ﴿٦٠﴾
18/KEHF SURESİ-60. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve iz kâle mûsâ li fetâhu lâ ebrahu hattâ ebluga mecmeal bahrayni ev emdıye hukubâ(hukuben).
Hani Musa genç arkadaşına demişti: “İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar ya da uzun bir süre geçinceye kadar yol almaya devam edeceğim.”
فَلَمَّا بَلَغَا مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا نَسِيَا حُوتَهُمَا فَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ سَرَبًا ﴿٦١﴾
18/KEHF SURESİ-61. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe lemmâ belega mecmea beynihimâ nesiyâ hûtehumâ fettehaze sebîlehu fîl bahri serabâ(seraben).
Böylece ikisi, iki denizin birleştiği yere ulaşınca balıklarını unutuverdiler; (balık da) denizde bir akıntıya doğru kendi yolunu tuttu.
فَلَمَّا جَاوَزَا قَالَ لِفَتَاهُ آتِنَا غَدَاءنَا لَقَدْ لَقِينَا مِن سَفَرِنَا هَذَا نَصَبًا ﴿٦٢﴾
18/KEHF SURESİ-62. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe lemmâ câvezâ kâle li fetâhu âtinâ gadâenâ lekad lekînâ min seferinâ hâzâ nasabâ(nasaben).
(Varmaları gereken yere gelip) Geçtiklerinde (Musa) genç delikanlısına dedi ki: “Yemeğimizi getir bize; şüphesiz bu yaptığımız yolculuktan gerçekten yorulduk.”
قَالَ أَرَأَيْتَ إِذْ أَوَيْنَا إِلَى الصَّخْرَةِ فَإِنِّي نَسِيتُ الْحُوتَ وَمَا أَنسَانِيهُ إِلَّا الشَّيْطَانُ أَنْ أَذْكُرَهُ وَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ عَجَبًا ﴿٦٣﴾
18/KEHF SURESİ-63. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle e raeyte iz eveynâ ilâs sahrati fe innî nesîtul hût(hûte), ve mâ ensânîhu illâş şeytânu en ezkurehu, vettehaze sebîlehu fîl bahri acebâ(aceben).
(Delikanlı) Dedi ki: “Gördün mü, kayaya sığındığımızda, ben balığı unutmuş oldum. Onu hatırlamamı şeytandan başkası bana unutturmadı; o da şaşılacak bir şekilde denizde kendi yolunu tuttu.”
قَالَ ذَلِكَ مَا كُنَّا نَبْغِ فَارْتَدَّا عَلَى آثَارِهِمَا قَصَصًا ﴿٦٤﴾
18/KEHF SURESİ-64. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle zâlike mâ kunnâ nebgı ferteddâ alâ âsârihimâ kasasâ(kasasan).
(Musa) Dedi ki: “Bizim de aradığımız oydu.” Böylelikle ikisi izleri üzerinde geriye doğru gittiler.
فَوَجَدَا عَبْدًا مِّنْ عِبَادِنَا آتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِندِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِن لَّدُنَّا عِلْمًا ﴿٦٥﴾
18/KEHF SURESİ-65. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe vecedâ abden min ibâdinâ âteynâhu rahmeten min indinâ ve allemnâhu min ledunnâ ilmâ(ilmen).
Derken, katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular.
قَالَ لَهُ مُوسَى هَلْ أَتَّبِعُكَ عَلَى أَن تُعَلِّمَنِ مِمَّا عُلِّمْتَ رُشْدًا ﴿٦٦﴾
18/KEHF SURESİ-66. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle lehu mûsâ hel ettebiuke alâ en tuallimeni mimmâ ullimte ruşdâ(ruşden).
Musa ona dedi ki: “Doğru yol olarak sana öğretilenden bana öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?”
قَالَ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا ﴿٦٧﴾
18/KEHF SURESİ-67. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle inneke len testetîa maiye sabrâ(sabran).
Dedi ki: “Gerçekten sen, benimle birlikteliğe sabretmeye güç yetiremezsin.”
وَكَيْفَ تَصْبِرُ عَلَى مَا لَمْ تُحِطْ بِهِ خُبْرًا ﴿٦٨﴾
18/KEHF SURESİ-68. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve keyfe tesbiru alâ mâ lem tuhıt bihî hubrâ(hubran).
(Böyleyken) “İlim açısından ihata edemediğin bir şey hakkında nasıl sabredebilirsin?”
قَالَ سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ صَابِرًا وَلَا أَعْصِي لَكَ أَمْرًا ﴿٦٩﴾
18/KEHF SURESİ-69. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle se tecidunî inşâallahu sâbiran ve lâ a’sî leke emrâ(emren).
(Musa,) “İnşallah, beni sabreden (biri olarak) bulacaksın. Hiç bir işte sana karşı gelmeyeceğim” dedi.
قَالَ فَإِنِ اتَّبَعْتَنِي فَلَا تَسْأَلْنِي عَن شَيْءٍ حَتَّى أُحْدِثَ لَكَ مِنْهُ ذِكْرًا ﴿٧٠﴾
18/KEHF SURESİ-70. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle fe initteba’tenî fe lâ tes’elnî an şey’in hattâ uhdise leke minhu zikrâ(zikren).
Dedi ki: “Eğer bana uyacak olursan, ben bilgilendirinceye kadar hiç bir şey hakkında bana soru sorma.”
فَانطَلَقَا حَتَّى إِذَا رَكِبَا فِي السَّفِينَةِ خَرَقَهَا قَالَ أَخَرَقْتَهَا لِتُغْرِقَ أَهْلَهَا لَقَدْ جِئْتَ شَيْئًا إِمْرًا ﴿٧١﴾
18/KEHF SURESİ-71. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fentalakâ, hattâ izâ rakibâ fîs sefîneti harakahâ kâle e haraktehâ li tugrika ehlehâ, lekad ci’te şey’en imrâ(imren).
Böylece ikisi yola koyuldu. Nitekim bir gemiye binince, o bunu (gemiyi) deliverdi. (Musa) Dedi ki: “İçindekileri batırmak için mi onu deldin? Şüphesiz sen şaşırtıcı bir iş yaptın.”
قَالَ أَلَمْ أَقُلْ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا ﴿٧٢﴾
18/KEHF SURESİ-72. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle e lem ekul inneke len testetîa maiye sabrâ(sabran).
Dedi ki: “Gerçekten benimle birlikteliğe sabretmeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?”
قَالَ لَا تُؤَاخِذْنِي بِمَا نَسِيتُ وَلَا تُرْهِقْنِي مِنْ أَمْرِي عُسْرًا ﴿٧٣﴾
18/KEHF SURESİ-73. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle lâ tuâhıznî bimâ nesîtu ve lâ turhıknî min emrî usrâ(usren).
(Musa:) “Beni, unuttuğumdan dolayı sorgulama ve bu işimden dolayı bana zorluk çıkarma” dedi.
فَانطَلَقَا حَتَّى إِذَا لَقِيَا غُلَامًا فَقَتَلَهُ قَالَ أَقَتَلْتَ نَفْسًا زَكِيَّةً بِغَيْرِ نَفْسٍ لَّقَدْ جِئْتَ شَيْئًا نُّكْرًا ﴿٧٤﴾
18/KEHF SURESİ-74. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fentalekâ, hattâ izâ lekıyâ gulâmen fe katelehu kâle e katelte nefsen zekiyyeten bi gayri nefsin, lekad ci’te şey’en nukrâ(nukren).
Böylece ikisi (yine) yola koyuldular. Nitekim bir çocukla karşılaştılar da o hemen tutup onu öldürüverdi. (Musa) Dedi ki: “Bir cana karşılık olmaksızın, tertemiz bir cana mı kıydın? Şüphesiz sen kötü bir iş yaptın.”
قَالَ أَلَمْ أَقُل لَّكَ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِي صَبْرًا ﴿٧٥﴾
18/KEHF SURESİ-75. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle e lem ekul leke inneke len testetîa maıye sabrâ(sabran).
Dedi ki: “Gerçekten benimle birlikteliğe sabretmeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?”
قَالَ إِن سَأَلْتُكَ عَن شَيْءٍ بَعْدَهَا فَلَا تُصَاحِبْنِي قَدْ بَلَغْتَ مِن لَّدُنِّي عُذْرًا ﴿٧٦﴾
18/KEHF SURESİ-76. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle in seeltuke an şey’in ba’dehâ fe lâ tusâhıbnî, kad belagte min ledunnî uzrâ(uzren).
(Musa:) “Bundan sonra sana bir şey soracak olursam, artık benimle arkadaşlık etme. Şüphesiz benden yana bir bahane elde etmiş olursun” dedi.
فَانطَلَقَا حَتَّى إِذَا أَتَيَا أَهْلَ قَرْيَةٍ اسْتَطْعَمَا أَهْلَهَا فَأَبَوْا أَن يُضَيِّفُوهُمَا فَوَجَدَا فِيهَا جِدَارًا يُرِيدُ أَنْ يَنقَضَّ فَأَقَامَهُ قَالَ لَوْ شِئْتَ لَاتَّخَذْتَ عَلَيْهِ أَجْرًا ﴿٧٧﴾
18/KEHF SURESİ-77. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fentalekâ, hattâ izâ eteyâ ehle karyetinistat’amâ ehlehâ fe ebev en yudayyifûhumâ fe vecedâ fîhâ cidâren yurîdu en yenkadda fe ekâmehu, kâle lev şi’te lettehazte aleyhi ecrâ(ecren).
(Yine) Böylece ikisi yola koyuldu. Nihayet bir kasabaya gelip onlardan yemek istediler, fakat (ülke halkı) onları konuklamaktan kaçındı. Onda (ülkede) yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular, hemen onu doğrulttu. (Musa) Dedi ki: “Eğer isteseydin gerçekten buna karşılık bir ücret de alabilirdin!”
قَالَ هَذَا فِرَاقُ بَيْنِي وَبَيْنِكَ سَأُنَبِّئُكَ بِتَأْوِيلِ مَا لَمْ تَسْتَطِع عَّلَيْهِ صَبْرًا ﴿٧٨﴾
18/KEHF SURESİ-78. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle hâzâ firâku beynî ve beynike, se unebbiuke bi te’vîli mâ lem testetı’ aleyhi sabrâ(sabran).
Dedi ki: “İşte bu benimle senin aranı ayırıcı nedendir. Şimdi sana hakkında sabretmeye güç yetiremediğin işlerin yorumunu anlatacağım.”
أَمَّا السَّفِينَةُ فَكَانَتْ لِمَسَاكِينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ فَأَرَدتُّ أَنْ أَعِيبَهَا وَكَانَ وَرَاءهُم مَّلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَفِينَةٍ غَصْبًا ﴿٧٩﴾
18/KEHF SURESİ-79. AYET (Meâlleri Kıyasla): Emmâs sefînetu fe kânet li mesâkîne ya’melûne fîl bahri fe eradtu en eîbehâ ve kâne verâehum melikun ye’huzu kulle sefînetin gasbâ(gasben).
“Gemiye gelince, denizde çalışan birkaç yoksula aitti; onu kusurlu kılmak istedim, çünkü peşlerinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı.”
وَأَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ أَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ فَخَشِينَا أَن يُرْهِقَهُمَا طُغْيَانًا وَكُفْرًا ﴿٨٠﴾
18/KEHF SURESİ-80. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve emmâl gulâmu fe kâne ebevâhu mu’mineyni fe haşînâ en yurhikahumâ tugyânen ve kufrâ(kufren).
“Çocuğa gelince, onun anne ve babası mümin kimselerdi. Dolayısıyla çocuğun onları azgınlık ve küfre sürüklemesinden korktuk.”
فَأَرَدْنَا أَن يُبْدِلَهُمَا رَبُّهُمَا خَيْرًا مِّنْهُ زَكَاةً وَأَقْرَبَ رُحْمًا ﴿٨١﴾
18/KEHF SURESİ-81. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe eradnâ en yubdilehumâ rabbuhumâ hayran minhu zekâten ve akrabe ruhmâ(ruhmen).
“Buna karşılık rablerinin onlara temizlikçe ondan daha hayırlısını, merhametçe de daha yakın olanını vermesini diledik.”
وَأَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَتِيمَيْنِ فِي الْمَدِينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنزٌ لَّهُمَا وَكَانَ أَبُوهُمَا صَالِحًا فَأَرَادَ رَبُّكَ أَنْ يَبْلُغَا أَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنزَهُمَا رَحْمَةً مِّن رَّبِّكَ وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ أَمْرِي ذَلِكَ تَأْوِيلُ مَا لَمْ تَسْطِع عَّلَيْهِ صَبْرًا ﴿٨٢﴾
18/KEHF SURESİ-82. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve emmâl cidâru fe kâne li gulâmeyni yetîmeyni fîl medîneti ve kâne tahtehu kenzun lehumâ ve kâne ebûhumâ sâlihan, fe erâde rabbuke en yeblugâ eşuddehumâ ve yestahricâ kenzehumâ rahmeten min rabbike ve mâ fealtuhu an emrî, zâlike te’vîlu mâ lem testı’ aleyhi sabrâ(sabran).
“Duvar ise, şehirde iki öksüz çocuğundu, altında onlara ait bir define vardı ve babaları da salih biriydi. Rabbin onların erginlik çağına ulaşmalarını ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarmalarını istedi. Ben bunu, kendi işim (özel görüşüm) olarak yapmadım. İşte bu, senin hakkında sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin yorumudur!”
وَيَسْأَلُونَكَ عَن ذِي الْقَرْنَيْنِ قُلْ سَأَتْلُو عَلَيْكُم مِّنْهُ ذِكْرًا ﴿٨٣﴾
18/KEHF SURESİ-83. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve yes’elûneke an zîl karneyn(karneyni), kul se etlû aleykum minhu zikrâ(zikren).
Sana Zülkarneyn hakkında sorarlar. De ki: “Size onun hakkında hatırlatıcı ayetler okuyacağım.”
إِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْأَرْضِ وَآتَيْنَاهُ مِن كُلِّ شَيْءٍ سَبَبًا ﴿٨٤﴾
18/KEHF SURESİ-84. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnâ mekkennâ lehu fîl ardı ve âteynâhu min kulli şey’in sebebâ(sebeben).
Gerçekten biz ona yeryüzünde sapasağlam bir iktidar verdik ve ona her şeyden (hedefe ulaştıran) bir sebep verdik.
فَأَتْبَعَ سَبَبًا ﴿٨٥﴾
18/KEHF SURESİ-85. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe etbea sebebâ(sebeben).
O da bir yol tutmuş oldu.
حَتَّى إِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ فِي عَيْنٍ حَمِئَةٍ وَوَجَدَ عِندَهَا قَوْمًا قُلْنَا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ إِمَّا أَن تُعَذِّبَ وَإِمَّا أَن تَتَّخِذَ فِيهِمْ حُسْنًا ﴿٨٦﴾
18/KEHF SURESİ-86. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hattâ izâ belega magribeş şemsi vecedehâ tagrubu fî aynin hamietin ve vecede indehâ kavmen, kulnâ yâ zel karneyni immâ en tuazzibe ve immâ en tettehıze fîhim husnâ(husnen).
Sonunda güneşin battığı yere kadar ulaştı ve güneşi (adeta) kara balçıklı bir suda (denizin üstündeki ufuklarda) batıyor buldu, yanında da bir kavim gördü. Dedik ki: “Ey Zülkarneyn , (onları) ya azaba uğratırsın veya içlerinde güzelliği (prensip) edinirsin.”
قَالَ أَمَّا مَن ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ ثُمَّ يُرَدُّ إِلَى رَبِّهِ فَيُعَذِّبُهُ عَذَابًا نُّكْرًا ﴿٨٧﴾
18/KEHF SURESİ-87. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle emmâ men zaleme fe sevfe nuazzibuhu summe yuraddu ilâ rabbihî fe yuazzibuhu azâben nukrâ(nukren).
“Kim zulme saparsa muhakkak ona azap edeceğiz, sonra da (o zalim kimse) Rabbine döndürülür. O da onu görülmemiş bir azapla cezalandırır” dedi.
وَأَمَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُ جَزَاء الْحُسْنَى وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ أَمْرِنَا يُسْرًا ﴿٨٨﴾
18/KEHF SURESİ-88. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve emmâ men âmene ve amile sâlihan fe lehu cezâenil husnâ ve se nekûlu lehu min emrinâ yusrâ(yusren).
Kim de iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanını söyleriz.”
ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا ﴿٨٩﴾
18/KEHF SURESİ-89. AYET (Meâlleri Kıyasla): Summe etbea sebebâ(sebeben).
Sonra (Zülkarneyn yine) bir yol tutmuş oldu.
حَتَّى إِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَطْلُعُ عَلَى قَوْمٍ لَّمْ نَجْعَل لَّهُم مِّن دُونِهَا سِتْرًا ﴿٩٠﴾
18/KEHF SURESİ-90. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hattâ izâ belega matlıaş şemsi vecedehâ tatluu alâ kavmin lem nec’al lehum min dûnihâ sitrâ(sitren).
Sonunda güneşin doğduğu yere kadar ulaştığında güneşi, kendileri için ona karşı bir siper kılmadığımız bir kavim üzerine doğmakta iken buldu.
كَذَلِكَ وَقَدْ أَحَطْنَا بِمَا لَدَيْهِ خُبْرًا ﴿٩١﴾
18/KEHF SURESİ-91. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kezâlike, ve kad ehatnâ bimâ ledeyhi hubrâ(hubran).
İşte böyleydi, onun yanında olan her şeyi (ilmimizle) büsbütün kuşatmıştık.
ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا ﴿٩٢﴾
18/KEHF SURESİ-92. AYET (Meâlleri Kıyasla): Summe etbea sebebâ(sebeben).
Sonra (yine) bir yol tuttu.
حَتَّى إِذَا بَلَغَ بَيْنَ السَّدَّيْنِ وَجَدَ مِن دُونِهِمَا قَوْمًا لَّا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ قَوْلًا ﴿٩٣﴾
18/KEHF SURESİ-93. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hattâ izâ belega beynes seddeyni vecede min dûnihimâ kavmen lâ yekâdûne yefkahûne kavlâ(kavlen).
Nihayet iki dağ arasına ulaştığı zaman orada hiç söz anlamayan bir kavim buldu.
قَالُوا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ إِنَّ يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ مُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ فَهَلْ نَجْعَلُ لَكَ خَرْجًا عَلَى أَن تَجْعَلَ بَيْنَنَا وَبَيْنَهُمْ سَدًّا ﴿٩٤﴾
18/KEHF SURESİ-94. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâlû yâ zel karneyni inne ye’cûce ve me’cûce mufsidûne fîl ardı fe hel nec’alu leke harcen alâ en tec’ale beynenâ ve beynehum seddâ(sedden).
Dediler ki: “Ey Zülkarneyn, gerçekten Ye'cuc ve Me'cuc, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaktalar. Bizimle onlar arasında bir set inşa etmen için sana vergi verelim mi?”
قَالَ مَا مَكَّنِّي فِيهِ رَبِّي خَيْرٌ فَأَعِينُونِي بِقُوَّةٍ أَجْعَلْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ رَدْمًا ﴿٩٥﴾
18/KEHF SURESİ-95. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle mâ mekkennî fîhi rabbî hayrun fe eînûnî bi kuvvetin ec’al beynekum ve beynehum radmâ(radmen).
Dedi ki: “Rabbimin beni üzerinde egemen kıldığı şey, daha hayırlıdır. Madem öyle, siz bana (insani) güçle yardım edin de sizinle onlar arasında sapasağlam bir engel kılayım.”
آتُونِي زُبَرَ الْحَدِيدِ حَتَّى إِذَا سَاوَى بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ قَالَ انفُخُوا حَتَّى إِذَا جَعَلَهُ نَارًا قَالَ آتُونِي أُفْرِغْ عَلَيْهِ قِطْرًا ﴿٩٦﴾
18/KEHF SURESİ-96. AYET (Meâlleri Kıyasla): Atûnî zuberal hadîdi, hattâ izâ sâvâ beynes sadafeyni kâlenfuhû, hattâ izâ cealehu nâran kâle âtûnî ufrig aleyhi kıtrâ(kıtran).
“Bana demir külçeleri getirin.” İki dağın arası (demir külçeleriyle) eşit düzeye gelince, “Körükleyin” dedi. Onu ateş haline getirince de dedi ki: “Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim.”
فَمَا اسْطَاعُوا أَن يَظْهَرُوهُ وَمَا اسْتَطَاعُوا لَهُ نَقْبًا ﴿٩٧﴾
18/KEHF SURESİ-97. AYET (Meâlleri Kıyasla): Femâstâû en yazherûhu ve mâstetâû lehu nakbâ(nakben).
Böylelikle ne onu aşabildiler, ne de onu delmeye güç yetirebildiler.
قَالَ هَذَا رَحْمَةٌ مِّن رَّبِّي فَإِذَا جَاء وَعْدُ رَبِّي جَعَلَهُ دَكَّاء وَكَانَ وَعْدُ رَبِّي حَقًّا ﴿٩٨﴾
18/KEHF SURESİ-98. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâle hâzâ rahmetun min rabbî, fe izâ câe va’du rabbî cealehu dekkâe, ve kâne va’du rabbî hakkâ(hakkan).
(Zülkarneyn ) Dedi ki: “Bu benim Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin vaadi geldiği zaman, O, bunu yerle bir eder. Rabbimin vaadi haktır.”
وَتَرَكْنَا بَعْضَهُمْ يَوْمَئِذٍ يَمُوجُ فِي بَعْضٍ وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَجَمَعْنَاهُمْ جَمْعًا ﴿٩٩﴾
18/KEHF SURESİ-99. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve teraknâ ba’dahum yevme izin yemûcu fî ba’dın ve nufiha fîs sûri fe cema’nâhum cem’â(cem’an).
Biz o gün, bir kısmını bir kısmı içinde dalgalanırcasına bırakıveririz. Sur'a da üfürülmüştür, ardından onların tümünü bir arada toplarız.
وَعَرَضْنَا جَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ لِّلْكَافِرِينَ عَرْضًا ﴿١٠٠﴾
18/KEHF SURESİ-100. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve aradnâ cehenneme yevme izin lil kâfirîne ardâ(ardan).
Ve o gün, cehennemi, küfre sapanlara tam bir sunuşla (tümüyle göstererek) sunarız.
الَّذِينَ كَانَتْ أَعْيُنُهُمْ فِي غِطَاء عَن ذِكْرِي وَكَانُوا لَا يَسْتَطِيعُونَ سَمْعًا ﴿١٠١﴾
18/KEHF SURESİ-101. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ellezîne kânet a’yunuhum fî gıtâin an zikrî ve kânû lâ yestetîûne sem’â(sem’an).
Onlar, gözleri beni anmaktan bir perde içinde olan ve işitmeye tahammül edemeyen kimselerdi.
أَفَحَسِبَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَن يَتَّخِذُوا عِبَادِي مِن دُونِي أَوْلِيَاء إِنَّا أَعْتَدْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِرِينَ نُزُلًا ﴿١٠٢﴾
18/KEHF SURESİ-102. AYET (Meâlleri Kıyasla): E fe hasibellezîne keferû en yettehızû ibâdî min dûnî evliyâe, innâ a’tednâ cehenneme lil kâfirîne nuzulâ(nuzulen).
Küfre sapanlar, beni bırakıp kullarımı veliler edindiklerini (ve böylece kurtuluşa ereceklerini) mi sandılar? Gerçekten biz cehennemi, küfre sapanlar için bir durak olarak hazırlamışızdır.
قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ بِالْأَخْسَرِينَ أَعْمَالًا ﴿١٠٣﴾
18/KEHF SURESİ-103. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul hel nunebbiukum bil ahserîne a’mâlâ(a’mâlen).
De ki: “Ameller bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi?”
الَّذِينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعًا ﴿١٠٤﴾
18/KEHF SURESİ-104. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â(sun’an).
“Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar.”
أُولَئِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَائِهِ فَحَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَلَا نُقِيمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَزْنًا ﴿١٠٥﴾
18/KEHF SURESİ-105. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr edenlerdir. Artık onların yapıp ettikleri boşa çıkmıştır, kıyamet gününde onlar için bir tartı da kurmayacağız.
ذَلِكَ جَزَاؤُهُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُوا وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَرُسُلِي هُزُوًا ﴿١٠٦﴾
18/KEHF SURESİ-106. AYET (Meâlleri Kıyasla): Zâlike cezâuhum cehennemu bimâ keferû vettehazû âyâtî ve rusulî huzuvâ(huzuven).
İşte, küfre sapmaları ve de ayetlerimi ve peygamberlerimi alay konusu edinmeleri sebebiyle onların cezası cehennemdir.
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَانَتْ لَهُمْ جَنَّاتُ الْفِرْدَوْسِ نُزُلًا ﴿١٠٧﴾
18/KEHF SURESİ-107. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti kânet lehum cennâtul firdevsi nuzulâ(nuzulen).
İman edip salih amellerde bulunanlar (var ya), Firdevs cennetleri onlar için bir konaklama yeridir.
خَالِدِينَ فِيهَا لَا يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلًا ﴿١٠٨﴾
18/KEHF SURESİ-108. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hâlidîne fîhâ lâ yebgûne anhâ hıvelâ(hıvelen).
Onda ebedi olarak kalıcıdırlar, ondan ayrılmak istemezler.
قُل لَّوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِّكَلِمَاتِ رَبِّي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ أَن تَنفَدَ كَلِمَاتُ رَبِّي وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِهِ مَدَدًا ﴿١٠٩﴾
18/KEHF SURESİ-109. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul lev kânel bahru midâden li kelimâti rabbî le nefidel bahru kable en tenfede kelimâtu rabbî ve lev ci’nâ bi mislihî mededâ(mededen).
De ki: “Rabbimin sözleri için (yazalım dersek), deniz mürekkep olsa ve yardım için bir benzerini (bir o kadarını) dahi getirecek olsak, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, elbette deniz tükeniverir.”
قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَن كَانَ يَرْجُو لِقَاء رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا ﴿١١٠﴾
18/KEHF SURESİ-110. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kul innemâ ene beşerun mislukum yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhidun, fe men kâne yercû likâe rabbihî felya’mel amelen sâlihan ve lâ yuşrik bi ıbâdeti rabbihî ehadâ(ehaden).
De ki: “Şüphesiz ben, ancak sizin benzeriniz olan bir beşerim; yalnızca bana sizin ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyediliyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, artık salih bir amelde bulunsun ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak tutmasın.”