NÂZİÂT SURESİ Mustafa İslamoğlu Meali
Mekke döneminde inmiştir. 46 âyettir. Sûre, adını birinci âyetteki “en-Nâzi’ât” kelimesinden almıştır.
وَالنَّازِعَاتِ غَرْقًا ﴿١﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-1. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ven nâziâti garkâ(garkan).
Şahit olsun (muhatabın yüreğine) dalıp (küfrü oradan) şiddetle söküp atan (uyarı ayetleri)!
وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطًا ﴿٢﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-2. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ven nâşitâti neştâ(neştan).
Ve (mü'min gönüllere) müjde dolu bir umudu usulca getirip bırakan (rahmet ayetleri)!
وَالسَّابِحَاتِ سَبْحًا ﴿٣﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-3. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ves sâbihâti sebhâ(sebhan).
Ve (o umutla hayat denizine) açılıp yüzdükçe yüzen (mü'min)ler!
فَالسَّابِقَاتِ سَبْقًا ﴿٤﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-4. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fes sâbikâti sebkâ(sebkan).
Ve (hayır yolunda) birbirleriyle yarışan öncüler!
فَالْمُدَبِّرَاتِ أَمْرًا ﴿٥﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-5. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fel mudebbirâti emrâ(emren).
Derken, onların peşinden işlerini yoluna koyan artçılar!
يَوْمَ تَرْجُفُ الرَّاجِفَةُ ﴿٦﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-6. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yevme tercufur râcifetu.
(Bunların her biri şahit olsun ki) o gün şiddetli bir sarsıcı herşeyi saracak;
تَتْبَعُهَا الرَّادِفَةُ ﴿٧﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-7. AYET (Meâlleri Kıyasla): Tetbeuhâr râdifetu.
daha büyük sarsıntılar birbirini kovalayacak;
قُلُوبٌ يَوْمَئِذٍ وَاجِفَةٌ ﴿٨﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-8. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kulûbun yevme izin vâcifetun.
(ve) kalpler çırpılmış (gibi) titreyecek;
أَبْصَارُهَا خَاشِعَةٌ ﴿٩﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-9. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ebsâruhâ hâşiatun.
onların gözleri yıkılmışlığı, bitmişliği temsil edecek.
يَقُولُونَ أَئِنَّا لَمَرْدُودُونَ فِي الْحَافِرَةِ ﴿١٠﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-10. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yekûlûne e innâ le merdûdûne fîl hâfirati.
(Hala) diyorlar ki: "Ne yani, şimdi biz yeniden eski halimize mi döneceğiz?
أَئِذَا كُنَّا عِظَامًا نَّخِرَةً ﴿١١﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-11. AYET (Meâlleri Kıyasla): E izâ kunnâ izâmen nahıraten.
Tamamen çürüyüp bir külçe kemik haline gelsek de mi?"
قَالُوا تِلْكَ إِذًا كَرَّةٌ خَاسِرَةٌ ﴿١٢﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-12. AYET (Meâlleri Kıyasla): Kâlû tilke izen kerratun hâsiratun.
(Ve) ekliyorlar: "O zaman desene bu ikinci bir hüsran olacak!"
فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ ﴿١٣﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-13. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe innemâ hiye zecratun vâhıdetun.
Sözün özü: o (kalk emri), sert ve kesin bir komuttan ibarettir.
فَإِذَا هُم بِالسَّاهِرَةِ ﴿١٤﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-14. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe izâ hum bis sâhirati.
İşte o zaman onlar, faltaşı gibi açılmış gözlerle mahşer meydanında beliriverecek.
هَلْ أتَاكَ حَدِيثُ مُوسَى ﴿١٥﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-15. AYET (Meâlleri Kıyasla): Hel etâke hadîsu mûsâ.
Musa'nın olayından haberin var mı?
إِذْ نَادَاهُ رَبُّهُ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى ﴿١٦﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-16. AYET (Meâlleri Kıyasla): İz nâdâhu rabbuhu bil vâdil mukaddesi tuvâ(tuven).
Hani Rabbi, iki kat kutsal kılınmış bir vadide ona şöyle seslenmişti:
اذْهَبْ إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى ﴿١٧﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-17. AYET (Meâlleri Kıyasla): İzheb ilâ fir’avne innehu tagâ.
"Firavuna git, çünkü o haddini aştı;
فَقُلْ هَل لَّكَ إِلَى أَن تَزَكَّى ﴿١٨﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-18. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe kul hel leke ilâ en tezekkâ.
ve ona de ki: "Arınmaya var mısın?
وَأَهْدِيَكَ إِلَى رَبِّكَ فَتَخْشَى ﴿١٩﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-19. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve ehdiyeke ilâ rabbike fe tahşâ.
İmdi (cevabın evetse), ben seni Rabbine doğru yönelteceğim ve sen de kendine çekidüzen vereceksin!"
فَأَرَاهُ الْآيَةَ الْكُبْرَى ﴿٢٠﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-20. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe erâhul âyetel kubrâ.
Nihayet ona o büyük mucizevi belgeyi gösterdi;
فَكَذَّبَ وَعَصَى ﴿٢١﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-21. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe kezzebe ve asâ.
fakat o yalanladı ve sert çıktı;
ثُمَّ أَدْبَرَ يَسْعَى ﴿٢٢﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-22. AYET (Meâlleri Kıyasla): Summe edbera yes’â.
sonra hışımla orayı terk etti;
فَحَشَرَ فَنَادَى ﴿٢٣﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-23. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe haşera fe nâdâ.
derken (adamlarını) topladı ve bağırıp çağırdı;
فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى ﴿٢٤﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-24. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe kâle ene rabbukumul a’lâ.
üstelik (bir de) "Ben sizin en büyük rabbinizim!" dedi.
فَأَخَذَهُ اللَّهُ نَكَالَ الْآخِرَةِ وَالْأُولَى ﴿٢٥﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-25. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe ehazehullâhu nekâlel âhırati vel ûlâ.
Sonunda Allah, onu ahiret ve dünya azabıyla (aleme) ibret olsun diye yakaladı.
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَعِبْرَةً لِّمَن يَخْشَى ﴿٢٦﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-26. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnne fî zâlike le ıbraten li men yahşâ.
Şüphesiz bunda Allah'a karşı içten bir saygı duyanlar için sayısız ibret vardır.
أَأَنتُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَمِ السَّمَاء بَنَاهَا ﴿٢٧﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-27. AYET (Meâlleri Kıyasla): E entum eşeddu halkan emis semâu, benâhâ.
Yaratılış açısından siz mi daha sağlamsınız, yoksa gök kubbe mi? Göğü O inşa etti;
رَفَعَ سَمْكَهَا فَسَوَّاهَا ﴿٢٨﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-28. AYET (Meâlleri Kıyasla): Rafea semkehâ fe sevvâhâ.
onu (içinde gök cisimleri) yüzecek şekilde O yükseltti ve dengeli bir iç düzene kavuşturdu;
وَأَغْطَشَ لَيْلَهَا وَأَخْرَجَ ضُحَاهَا ﴿٢٩﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-29. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve agtaşe leylehâ ve ahrace duhâhâ.
onun gecesini adım adım O kararttı, aydınlığını kıvamında O çıkardı.
وَالْأَرْضَ بَعْدَ ذَلِكَ دَحَاهَا ﴿٣٠﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-30. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vel arda ba’de zâlike dehâhâ.
Ve onun ardından yeryüzünü yuvarlatarak bir düzene koydu;
أَخْرَجَ مِنْهَا مَاءهَا وَمَرْعَاهَا ﴿٣١﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-31. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ahrace minhâ mâehâ ve mer’âhâ.
orada suyunu ve bitki örtüsünü O çıkarttı;
وَالْجِبَالَ أَرْسَاهَا ﴿٣٢﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-32. AYET (Meâlleri Kıyasla): Vel cibâle ersâhâ.
ve dağları sağlamca O yerleştirdi;
مَتَاعًا لَّكُمْ وَلِأَنْعَامِكُمْ ﴿٣٣﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-33. AYET (Meâlleri Kıyasla): Metâan lekum ve li en‘âmikum.
siz ve hayvanlarınız için geçim aracı olsun diye.
فَإِذَا جَاءتِ الطَّامَّةُ الْكُبْرَى ﴿٣٤﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-34. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe izâ câetit tâmmetul kubrâ.
O muazzam olay gerçekleştiği zaman;
يَوْمَ يَتَذَكَّرُ الْإِنسَانُ مَا سَعَى ﴿٣٥﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-35. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yevme yetezekkerul insânu mâ seâ.
(evet) işte o gün, insan neyin peşinden koştuğunu hatırlayacak;
وَبُرِّزَتِ الْجَحِيمُ لِمَن يَرَى ﴿٣٦﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-36. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve burrizetil cahîmu li men yerâ.
zira gözleri faltaşı gibi açacak olan ateş, görme yeteneğine sahip herkesin gözüne sokulacak.
فَأَمَّا مَن طَغَى ﴿٣٧﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-37. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe emmâ men tagâ.
Ne var ki, işin sonunda haddini bilmeyen
وَآثَرَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا ﴿٣٨﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-38. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve âseral hayâted dunyâ.
ve dünya hayatını tercih edenler var ya:
فَإِنَّ الْجَحِيمَ هِيَ الْمَأْوَى ﴿٣٩﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-39. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe innel cahîme hiyel me’vâ.
işte onların varacağı yer gözleri faltaşı gibi açacak olan ateştir.
وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوَى ﴿٤٠﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-40. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ve emmâ men hâfe makâme rabbihî ve nehân nefse anil hevâ.
Ama Rabbinin yüce makamından korkan ve kendini nefsine (kulluktan) alıkoyan kimseler var ya:
فَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوَى ﴿٤١﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-41. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fe innel cennete hiyel me’vâ.
işte onların varacağı yer de Cennet'dir.
يَسْأَلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ أَيَّانَ مُرْسَاهَا ﴿٤٢﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-42. AYET (Meâlleri Kıyasla): Yes’elûneke anis sâati eyyâne mursâhâ.
(Ey Peygamber!) Sana "Kıyamet ne zaman kopacak?" diye soruyorlar.
فِيمَ أَنتَ مِن ذِكْرَاهَا ﴿٤٣﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-43. AYET (Meâlleri Kıyasla): Fîme ente min zikrâhâ.
Sen nerde onun vaktini bilmek nerde!
إِلَى رَبِّكَ مُنتَهَاهَا ﴿٤٤﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-44. AYET (Meâlleri Kıyasla): İlâ rabbike muntehâhâ.
Onun nihai ilmi Rabbine malum.
إِنَّمَا أَنتَ مُنذِرُ مَن يَخْشَاهَا ﴿٤٥﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-45. AYET (Meâlleri Kıyasla): İnnemâ ente munziru men yahşâhâ.
Sen sadece onun azametinden korkanlara hatırlatıcısın.
كَأَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُوا إِلَّا عَشِيَّةً أَوْ ضُحَاهَا ﴿٤٦﴾
79/NÂZİÂT SURESİ-46. AYET (Meâlleri Kıyasla): Ke ennehum yevme yeravnehâ lem yelbesû illâ aşiyyeten ev duhâhâ.
(Kafirler) bu hakikati bizzat gördükleri gün, onlara sanki (bu dünyada) bir akşam veya bir kuşluktan fazla kalmamışlar gibi gelecek.